Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Karışık Tarih Bilgileri


Feamer

Öne çıkan mesajlar

sapiens kitabı said:

"Günümüzde her haber bülteninin başında ilk yayınlanan şey (savaşların başlamasından bile daha önemlidir) saattir. İkinci Dünya Savaşı boyunca BBC, Naziler tarafından işgal edilmiş Avrupa'ya haber yayınlıyordu, her programın başlangıcında Big Ben'in saat başındaki çanları gösteriliyordu, yani özgürlüğün sihirli sesi. Dâhi Alman fizikçileri yayınlanan bu ding-dong seslerindeki ufacık ton farklarından yola çıkarak Londra'daki hava durumunun ne olduğunu anlamanın yolunu buldular ve bu bilgi Luftwaffe[116] için son derece değerliydi. İngiliz gizli servisi bunu keşfettiğinde meşhur saat kulesinin canlı yayınını daha önceden yapılmış bir kayıtla değiştirdi."


sapiens kitabı said:
20 Temmuz 1969'da Neil Armstrong ve Buzz Aldrin, Ay'ın yüzeyine indiler. Apollo 11 astronotları bu seyahatten önceki aylarda ABD'nin batısında Ay'a benzeyen ıssız bir çölde eğitim gördüler. Bu alan pek çok Kızılderili topluluğuna ev sahipliği yapıyordu; bir yerliyle astronotlar arasında geçen bir diyaloğa dair şöyle bir hikaye vardır:
Bir gün eğitim esnasında astronotlar yaşlı bir Kızılderiliyle karşılaşır. Adam orada ne yaptıklarını sorar. Astronotlar kısa süre içinde Ay'a yapılacak bir araştırma seyahatinin parçası olduklarını söylerler. Yaşlı adam bunu duyunca bir an sessiz kalır, sonra astronotlardan kendisine bir iyilik yapmalarını ister.
Astronotlar "Ne istiyorsunuz?" diye sorar.
Yaşlı adam, "Kabilemdeki insanlar Ay'da kutsal ruhların yaşadığına inanır. Onlara halkımdan önemli bir mesaj iletmenizi isteyecektim."
Astronotlar "Mesaj nedir?" diye sorar.
Adam kendi dilinde bir şeyler mırıldanır, sonra da astronotlara bunu ezberleyene kadar tekrar etmelerini söyler.
Astronotlar "Bu ne demek?" diye sorar.
"Bunu size söyleyemem. Sadece bizim kabilemizle Ay ruhlarının bilebileceği bir sır," der.
Üsse geri döndüklerinde astronotlar uzun uğraşlardan sonra yerel dili konuşabilen birini bulurlar ve ondan mesajı tercüme etmelerini isterler. Ezberledikleri şeyi söyleyince çevirmen kahkahalarla gülmeye başlar. Nihayet sakinleşince, astronotların o kadar dikkatle ezberlediği sözlerin, "Bu adamların size söylediği hiçbir şeye inanmayın. Topraklarınızı çalmaya geldiler," olduğunu söyler.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 1 ay sonra ...
ekşide şöyle bir yorum yapılmış,
said:
birinin artık kral çıplak demesi gerekiyor. hocalarınız övdükçe övünce iyice havalara girdiniz. kimsenin sorduğu yok bu adam bu kadar övülecek ne yapmış diye. dil öğrenmeyle büyük devlet adamı olunmaz, tercüman olunur.

fatih bugün sıkıntısını çektiğimiz bütün dertlerin mucididir. onun kurduğu ekonomik sistem olmasa bugün türk toplumu insani açıdan çok daha gelişmiş bir toplum olurdu. fatih, çomarizmi icat eden kişidir. bir devlet adamı düşünün ki miras hakkını vatandaşın elinden alıyor, ihracatı yasaklayıp ithalatı serbest bırakıyor, tekkelerden başka hiç bir sivil kuruma gelişme hakkı tanımıyor. fatih'in kurduğu sistemde şirket kurup marka yaratamazsınız ama tekke kurup en değerli toprakları parsel parsel kapatabilirsiniz.

fatih'in arkasında bıraktığı türkiye deli gibi kara savaşlarına giren fetih sarmalına boğulmuş bir ülkeydi. miras bırakılamayan, şahsi mülk edinilemeyen, ihracatın yasak olduğu toplumun coğrafi keşifleri gerçekleştirmesi imkansızdı. dolayısıyla askeri ufku gözüyle gördüğü iki karışlık avrupa'nın ötesine geçememiştir.

elalem makronezyaları mikronezyaları keşfederken türkiye deli dana gibi gidip gidip kafayı viyana surlarına niye vurdu diye merak ediyorsanız cevabı fatih kanunnamesi'nde arayın.

https://eksisozluk.com/entry/71519826

said:
kapitalist üretim mantığını içselleştirememeleri. bu; sermayeyi biriktirmekten ziyade dağıtmayı amaçlayan osmanlı ekonomik politikaları sayesinde üretim girdisinin oluşmamasına, üretim girdisinin olmaması bilimsel gerilemeye, bilimsel gerileme askeri gerilemeye, askeri gerileme siyasal yapının sürdürülememesine neden oldu.

aradaki anlayış farkının büyüklüğünü şu örnekle izah etmeye çalışayım. merkantilizm temelde ülkelerin altın biriktirmesi gerektiği ilkesine dayanan bir ekonomik politikadır. yeni çağda avrupa ülkeleri altın biriktirmek için ithalata vergi ve kotalar koyarken fatih sultan mehmet'in icat ettiği ekonomik politikaya göre ithalat değil ihracat yasaktır. çünkü ihracat ülke içindeki emtianın miktarını düşürür. bu ise enflasyona neden olur. halbuki fatih'e göre osmanlı pazarında mal bol ve ucuz olmalıydı. bir sultanın başarısı ancak böyle anlaşılabilirdi. bunun sonucu olarak ithalatın serbest ihracatın yasak olduğu osmanlı ekonomik rejimi yüzyıllar boyu açık verdi. açık vermek kapatılacak borç demektir. borcunuzu ya kazanarak ya da elinizdeki servet mallarını satarak ödeyebilirsiniz. geleneksel toplum için tek gerçek servet malı topraktır. osmanlı uzun süre açığı yeni topraklar kazanarak (fetih) kapattı. ne zaman ki bu sürdürülemez hale geldi gerileme başladı ve çöküşle sonuçlandı.

zaten haritalara bakıldığında osmanlı imparatorluğuyla cumhuriyet türkiyesi arasındaki toprak farkı kolaylıkla görülebilecektir. 'neden kaybettik' diye bir soru aklınıza gelirse dedelerimizin o toprağı satıp yediğini düşünebilirsiniz.

https://eksisozluk.com/entry/23174593

uzun süredir, selçuklu mirası tüccarların nasıl ortadan kalktığını merak ediyordum, aslında son alıntı gibi bir kaç yorum daha okumama rağmen jeton yeni düştü...

alıntının sahibin dediği gibi 15yy ve sonrası dünyada mesafelerin kısaldığı, batılı tüccarların birleşerek ilk şirketlerin önünü açtığı bir devirde, en parlak dehamız tarafından topuğumuza sıkılmış...

said:
orada fatih'in yasakladığı başka temel ekonomik unsurları es geçtim. misal fatih kar kavramını da tamamen değil ama kısmen yasaklamıştır.

(bkz: narh)

osmanlı pazarlarında belirli bir mal sadece devletin belirlediği fiyat üstünden satılabilirdi. bunun da pek çok girişimciyi daha baştan örseleyip ne yapsa daha fazla kazanamayacağı bir malın üretim verimliliğiyle uğraşmaktan baştan vazgeçirmiştir.

gene başka bir sakatlık da fatih kanunnamesi'yle osmanlı pazarlarının rekabete kapatılmasıdır. gedik sözünün bütün anlamlarını bildiğinize emin misiniz? o buraların gediklisidir deyiminin tarihsel kökeniyle ilgili bir malumatınız var mı? benim yazdıklarıma deli saçması diyecek adamın bunlarla ilgili iki kelam edebiliyor olmasını beklerim.

osmanlı çarşılarında yeni dükkan açmak da yasaktır. narh uygulamasının mantıksal bir sonucudur bu. fiyatlar sabit olacaksa rekabet de sabit olmalı değil mi? sorun şurada ki belki fiyatları rekabeti sabit tutabilirsiniz ama nüfusu tutamazsınız. bu sistemin ayakta durması için nüfus artışının sıfır olması gerekiyor. tabi bu mantıksal sonuca varılmaya çabalanmadı değil. albert hourani arap halkları tarihi adlı kitabında ve pek çok yerde osmanlı nüfusunun fatih sultan mehmet'ten sonraki dönemde artışta yavaşlama eğilimine girdiğini rakamlarıyla iletir. ancak dünya osmanlı imparatorluğu'ndan ibaret değildir ve dış dünyadaki artış bir kaç yüzyıl sonra cephede asker sayısı olarak geri dönmüştür.

işte bu daha en baştan öngörülebilecek bir sakatlık olmasına rağmen 7 dil bilen padişahça öngörülememiştir. bu yazı daha bir sürü rakam ve bilgiyle desteklenebilir ama gerek var mı bilmiyorum.

https://eksisozluk.com/entry/71896666
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 hafta sonra ...
öncelikle akp sayesinde artık eskisi gibi bu zırva işi tartışmıyoruz şükür ama yakın tarihimiz konusuna da gireceği için buraya şu yazıyı eklemek istiyorum,

ekşide şöyle bir konu açılmış,
türbanlı köylü olmaması
https://eksisozluk.com/turbanli-koylu-olmamasi--3901737?a=popular

erbakanın düğün fotoğrafıymış,
https://pbs.twimg.com/media/DWlwstBW0AQuVCf.jpg

Tarihi malumat kısmı için ise,
http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/213382-ithal-turbanin-kisa-oykusu

İthal türbanın kısa öyküsü


İthal türbanın kısa öyküsü
murat bardakci

Tarhan Erdem’in yaptığı bir araştırmanın sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte, türban yeniden gündemimizin ilk sıralarına yerleşti.


Önce peşinen söyleyeyim: Kimsenin ne giydiğine karışmak gibisinden bir âdetim yoktur, herkesin canı istediği gibi giyinmekte serbest olması gerektiğine inanırım ama türbana, daha doğrusu bugün “türban” dediğimiz örtünme biçimine içim maalesef bir türlü ısınamıyor.


Zira, bu model bana yaratıcılıktan ve estetikten uzak geliyor. Örtünme konusunda asırlar boyunca zarif bir çizgide kendi modasını kendisi yaratmış olan Türk kadınını,n bizde bundan 25-30 sene öncesine kadar vârolmamış bir örtüye bürünerek giyimde estetik deformasyon yaratması hem göz zevkimi, hem de hissiyatımı artık maalesef rahatsız ediyor.


Merak edenler için, “türban” sözünün nereden geldiğini anlatayım: Bu kavram, 18. asrın sonlarında Fransa’da, Osmanlı İmparatorluğu’nun Paris elçisi Moralı Esseyid Ali Efendi’nin sarığının Fransız hanımlara verdiği ilhamla ortaya çıktı.
Paris sosyetesi, şıklığıyla dillere destan olan Osmanlı elçisini davet edebilmek için birbiriyle yarışır olmuştu. Ali Efendi davetleri hiç reddetmiyordu, hanımlara karşı gösterdiği nezaket dillerdeydi ve hanımlar, Ali Efendi’nin başındaki sarığına, elindeki çubuğuna, yürümesine ve etrafı selâmlamasına hayrandılar.
Derken, Parisli hanımlar 1790’ların sonunda Ali Efendi’nin sarığına benzer şapkalar takmaya, saçlarını kıymetli kumaşlarla sarmaya başladılar ve bu yeni moda “türban” adını aldı. Sarıkta kullanılan, bugün “tülbent” dediğimiz ve Farsça aslı “dülbend” olan kelime Fransızca’da “turban”a dönüverdi!


Ali Efendi, Paris’in giyimini-kuşamını değiştirmişti ama meslekî bakımdan gayet başarısız oldu. 1802 Temmuz’unda azledilip İstanbul’a çağırıldı, daha düşük vazifelere tayin edildi ve nihayet 1808 Temmuz’unda İkinci Mahmud’un fermanıyla kellesini cellâdın satırına teslim etti. Ali Efendi’nin Avrupa’da “türban” adını alan sarığını sardığı kellesi, gövdesinden ayrı olarak şimdi İstanbul’da, Mahmud Paşa Mezarlığı’nda bulunuyor.


Ama, İslamî terminolojideki ismi Arapça’da “bakışlardan gizlenmek” ve “saklanmak” demek olan “hecebe” kökünden gelme “hicab” sözünün karşılığında kullanılan günümüzün “türban”ı, bizde bundan 25-30 sene öncesine kadar hiçbir zaman vârolmadı. Türk kadını, başını örtmek maksadıyla asırlar boyunca “yaşmak”, “kadın fesi”, “ferace”, “maşlah”, “tepelik”, “hotoz”, “tandırbaş”, “kundak yemeni”, “salma yemeni” yahut “felek tabancası” isimleri verilen birbirinden farklı ve herbiri gayet şık biçimde değişik vasıtalar kullandı ama bugünün türbanını hiçbir zaman bilmedi.


Daha önce de defalarca yazdım: Günlük tartışmalarımızın hem ayrılmaz parçası, hem de bitmek tükenmek bilmeyen kavgası haline gelen “türban” dediğimiz baş örtme biçimi bize ait değildir! Bu model, 1970’li yılların başında Lübnan’da yaşayan İranlı bir din adamı, Hüccetülislam Musa Sadr tarafından yaratılmıştır. Hüccetülislam’ın böyle yeni bir örtünme modeli ortaya koymasının sebebi ise, Güney Lübnanlı Şii kadınları bölgeye hâkim olan Filstinli gerillaların tacizinden koruyabilme çabasıdır.


Lübnan’da 1940’lı senelerde azınlıkta olan Şiiler, 1970’lerde ülkenin güneyinde çoğunluk haline gelmişlerdi ama bölge Filistinli gerillaların kontrolü altındaydı ve Kral Hüseyin’in Ürdün’den kovduğu gerillalar, sivil Filistinlilerle beraber Güney Lübnan’a yerleşmişlerdi. Askeri bakımdan zayıf olan Lübnan hükümeti ise, topraklarındaki bu silâhlı gruplara karşı birşey yapamıyordu.
İşin askeri yönünden başka bir de sosyal boyutu vardı: Şii Lübnanlılar ile Filistinli gerillalar arasında her an bir gerilim çıkıyordu, artan ekonomik sıkıntılara ilâve olarak gerillaların Şii kadınları taciz etmeleri gibisinden günlük rahatsızlıklar da vardı.


Bugünün türbanı işte böyle rahatsızlıklardan, özellikle de Şiiler’in sık sık uğradıkları tacizlerden doğdu. Modelin yaratıcılığını Lübnan’da yaşayan İranlı yüksek seviyedeki bir din adamı, Hüccetülislam Musa Sadr yaptı ve kısa bir müddet sonra hemen bütün Şii kadınlar türban takarak bir örnek giyinir oldular.
Musa Sadr, Şah dönemi İran’ının en büyük gazetesi “Kayhan”ın başında bulunan Emir Tahirî’ye 1975 yılında Beyrut’ta verdiği demeçte modeli bizzat hazırladığını anlatacak ve “İlhamımı Batı dünyasının kilise resimlerinden ve Lübnan’daki Katolik rahibelerin kulladıkları başörtülerden aldım” diyecekti. Sadr’a göre Lübnanlı Şii kadınlar bu yeni örtünme biçimi sayesinde diğer dinlerden ve mezheplerden olan hemcinslerinden apayrı bir görünüm kazanırlarken tacize ve tecavüze uğrama ihtimalleri de asgariye inmişti; zira yeni oluşmaya başlamış olan silâhlı Şii hareketinin de koruması altına girmişlerdi.
Oralardaki ismi “hicab” olan türban, Lübnan’dan İran’a ihraç edildi ve Şah’ın gidişini hazırlayan olayların başladığı 1977 sonbaharında Tahran’da yönetim aleyhinde yapılan gösterilerde sembol gibi kullanılır hâle geldi. Şah karşıtı kadınlar hızla hicaba bürünüyorlardı. Şah’ın devrilmesi üzerine 1979’da sürgünden dönen İmam Humeyni’yi Tahran’ın Mehrâbâd havaalanında karşılayan yüzbinlerce İranlı kadının arasında çok sayıda hicablı kadın da vardı.
Bu yeni tip başörtüsü, İslam Devrimi’nden sonra önce İran’da, hemen ardından da bütün İslam dünyasında siyasallaştı ve bir kimlik alâmeti oldu. İran Devrimi’nin fikri temellerini ortaya koyanlardan biri olan Ayetullah Murtaza Mutahhari, Şah karşıtı ayaklanmalar sırasında yayınladığı “Hicab-ı İslamî”, yani “İslami Örtünme” isimli kitabında Kur’an’ın “Nur” ve “Ahzab” surelerinde emredilen örtünme biçiminin omuzlara kadar uzanan başörtüsü olduğunu yazacak, Hüccetülislam Musa Sadr’ın yarattığı modelin de en doğru hicab biçimi olduğunu söyleyecekti.


Ayetullah Mutahhari’nin dini özelliklerini bu şekilde belirlediği hicab, İran’da 1981’de yayınlanan “Kadınlar İçin İslami Giyim Yönetmeliği”ne de girdi. Yönetmelikte çarşafın ve Musa Sadr’ın modelinin İslam’a en uygun örtünme biçimi olduğu söyleniyordu ama kadınlara çarşafa bürünmek yahut yüzü kapatmak mecburiyeti getirilmedi, sadece yüzlerinin açıkta kalacak şekilde kapanmaları emredildi. Şehirli kadınlar genellikle çenenin altından düğümlenen ve asırlar boyunca bizde de kullanılan normal başörtüsünü tercih ettiler; devrim yolunda çaba gösteren kadınlar ise türbanı kullandılar, kırsal kesim ise eskiden olduğu gibi çarşaflı kaldı. İran’da çarşaf yahut omuzları kapatan türban mecburiyeti hiçbir zaman vârolmadı.


Bugün hiç durmadan tartıştığımız türban işte böyle doğdu, İran Devrimi sırasında kazandığı popülarite zamanla ideolojik sembol ve siyasi kimlik vasıtası olarak İslam dünyasına yayılıp bize kadar geldi.

[email protected]



ilginç :) böyle bir şey varmış
Abdülhamit Han'ın Çarşafı Yasaklaması
https://www.turktarihim.com/resimler/1382433253_buyuk.jpg

https://www.youtube.com/watch?v=-iE5PjrslL0

https://www.youtube.com/watch?v=5SjDN43Mtk0


şule yüksel şenler

https://eksisozluk.com/entry/19185279
başörtüsü köylülüğü ifade ettiği için şehirli modernliğini ve şıklığını yansıtan (?) türban'ı icat eden kadın. daha sonra alman asıllı türbanlı rotraud scheer ile neredeyse tüm anadolu'yu gezmiş ve türbanı yaygınlaştırmaya çalışmıştır.

(bkz: mehmet şevket eygi)

. erkekler karılarını dövebilir diye demeçler vermiştir.
. "eziyet gören kadının sabrettiği takdirde allah katında büyük derecelere ulaşacağını" söylemiştir. (şulebaş türban tasarımından kara çarşafa uzanan sıradışı bir hayat)

fakat ilk evliliğini yaptığı ilahiyat mezunu tiyatrocu nurcu abdullah kars tarafından sürekli dövülmüş, -aslında bir imtihan olan- bu dayak eziyetine dayanamadığı ve sabredemediği için "allah katında büyük derecelere ulaşamamış" ve neticede ilk dayakçı dinci kocasından boşanarak kurtulmuştur.

(bkz: islami usullere göre kadın dövmek)

daha sonra nakşibendi bir maden mühendisi ile evlenmiş, bu ikinci eşinin arzusu ile nakşibendi olup kara çarşafa girmiş ve kadının yüzünü açıkta bıraktığı için türban (o zamanki adıyla şulebaş) günahtır demeye başlamıştır. ama ne hikmetse ikinci eşi de kendisini hep dövmüştür. ilk evliliğinde 5 yıl katlandığı dayağa bu evliliğinde de 11 yıl katlanmış ve nihayetinde boşanmış, yine allah katında büyük sevap derecesine erişememiştir.

"erkekler karılarını dövebilir" diyen, "eziyet gören kadının sabrettiği takdirde allah katında büyük derecelere ulaşacağını" söyleyen ve "türban takmayan/kara çarşaf giymeyen kadının müslüman sayılmayacağını" iddia eden bu kadın, allah'ın sopası yok sözünün canlı kanıtıdır, ki türban ile tanıştırdığı tüm bu coğrafya kadınlarının yediği o tüm dayakların, maruz kaldıkları o vahşi şiddetin ve bu sayede muhatabı oldukları o ilkel bedevi erkek eziyetinin de başlıca sorumlusudur.

yüce enlil günahlarını affetsin.

---

konuyla ilgili geniş bilgi için: (bkz: iblisin kıblesi)

nifak tohumu türban ülkemize ekilişi

(bkz: şahin filiz)



ekşi:
iblisin kıblesi
şükela: tümü | bugün
bir cengiz ozakinci kitabi.belgelerle bezenmis kitapta turkiyenin son iki hukumetini ve kadrolarini olusturan yesil koltuklu yoneticilerimizin bu koltuklara oturtulmak icin yillar once kurulmus olusumlar(ornek:ilim yayma cemiyeti,...) tarafindan nasil yesertildigi cok iddiali ve etkileyici bir dille anlatilirr.turkiyenin basina gelmis en kotu seylerden biri olan (kanli pazar'in mimari galyanci dinci,yani insanlarin din duygusunu somuren,kisilik) fenomeni de belgeleriyle gozler onune serilir.kitap;muhafazakar kesimin degerleri hakkinda propoganda yapildigi zaman nasil kitleler halinde aktiflesebildigini meydanlarda sokaklarda ve okullarda ne derece agresif,ilerde tarihimize leke olarak gecebilecek eylemer yapabilecegini gecmisten ornekleriyle okurlarina hatirlatir.ayni kitapta turban sorunsalinin nasil,ne zaman ve kimler tarafindan(tekrar mehmet sevket eygi ve sulebas profili) doguruldugu anlatilmaya calisilir.zannimca okunmali ve cevaplamaya ve sormaya calistigi sorularla incelenmelidir ki insanlar 3 buyuk dinin ittifakinin tohumlari olarak turkiyenin yeni siyasi kadrolasmasi ve gunumuzdeki akp ve muhafazakar kesim-cumhuriyetci ulusalci kesim kutuplasmasinin eksenine ulasilabilsin.
(bkz: cengiz ozakinci)
(bkz: ilim yayma cemiyeti)
(bkz: mehmet sevket eygi)
(bkz: sulebas)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 hafta sonra ...



Feamer said:

ekşide şöyle bir yorum yapılmış,
said:
birinin artık kral çıplak demesi gerekiyor. hocalarınız övdükçe övünce iyice havalara girdiniz. kimsenin sorduğu yok bu adam bu kadar övülecek ne yapmış diye. dil öğrenmeyle büyük devlet adamı olunmaz, tercüman olunur.

fatih bugün sıkıntısını çektiğimiz bütün dertlerin mucididir. onun kurduğu ekonomik sistem olmasa bugün türk toplumu insani açıdan çok daha gelişmiş bir toplum olurdu. fatih, çomarizmi icat eden kişidir. bir devlet adamı düşünün ki miras hakkını vatandaşın elinden alıyor, ihracatı yasaklayıp ithalatı serbest bırakıyor, tekkelerden başka hiç bir sivil kuruma gelişme hakkı tanımıyor. fatih'in kurduğu sistemde şirket kurup marka yaratamazsınız ama tekke kurup en değerli toprakları parsel parsel kapatabilirsiniz.

fatih'in arkasında bıraktığı türkiye deli gibi kara savaşlarına giren fetih sarmalına boğulmuş bir ülkeydi. miras bırakılamayan, şahsi mülk edinilemeyen, ihracatın yasak olduğu toplumun coğrafi keşifleri gerçekleştirmesi imkansızdı. dolayısıyla askeri ufku gözüyle gördüğü iki karışlık avrupa'nın ötesine geçememiştir.

elalem makronezyaları mikronezyaları keşfederken türkiye deli dana gibi gidip gidip kafayı viyana surlarına niye vurdu diye merak ediyorsanız cevabı fatih kanunnamesi'nde arayın.

https://eksisozluk.com/entry/71519826

said:
kapitalist üretim mantığını içselleştirememeleri. bu; sermayeyi biriktirmekten ziyade dağıtmayı amaçlayan osmanlı ekonomik politikaları sayesinde üretim girdisinin oluşmamasına, üretim girdisinin olmaması bilimsel gerilemeye, bilimsel gerileme askeri gerilemeye, askeri gerileme siyasal yapının sürdürülememesine neden oldu.

aradaki anlayış farkının büyüklüğünü şu örnekle izah etmeye çalışayım. merkantilizm temelde ülkelerin altın biriktirmesi gerektiği ilkesine dayanan bir ekonomik politikadır. yeni çağda avrupa ülkeleri altın biriktirmek için ithalata vergi ve kotalar koyarken fatih sultan mehmet'in icat ettiği ekonomik politikaya göre ithalat değil ihracat yasaktır. çünkü ihracat ülke içindeki emtianın miktarını düşürür. bu ise enflasyona neden olur. halbuki fatih'e göre osmanlı pazarında mal bol ve ucuz olmalıydı. bir sultanın başarısı ancak böyle anlaşılabilirdi. bunun sonucu olarak ithalatın serbest ihracatın yasak olduğu osmanlı ekonomik rejimi yüzyıllar boyu açık verdi. açık vermek kapatılacak borç demektir. borcunuzu ya kazanarak ya da elinizdeki servet mallarını satarak ödeyebilirsiniz. geleneksel toplum için tek gerçek servet malı topraktır. osmanlı uzun süre açığı yeni topraklar kazanarak (fetih) kapattı. ne zaman ki bu sürdürülemez hale geldi gerileme başladı ve çöküşle sonuçlandı.

zaten haritalara bakıldığında osmanlı imparatorluğuyla cumhuriyet türkiyesi arasındaki toprak farkı kolaylıkla görülebilecektir. 'neden kaybettik' diye bir soru aklınıza gelirse dedelerimizin o toprağı satıp yediğini düşünebilirsiniz.

https://eksisozluk.com/entry/23174593

uzun süredir, selçuklu mirası tüccarların nasıl ortadan kalktığını merak ediyordum, aslında son alıntı gibi bir kaç yorum daha okumama rağmen jeton yeni düştü...

alıntının sahibin dediği gibi 15yy ve sonrası dünyada mesafelerin kısaldığı, batılı tüccarların birleşerek ilk şirketlerin önünü açtığı bir devirde, en parlak dehamız tarafından topuğumuza sıkılmış...

said:
orada fatih'in yasakladığı başka temel ekonomik unsurları es geçtim. misal fatih kar kavramını da tamamen değil ama kısmen yasaklamıştır.

(bkz: narh)

osmanlı pazarlarında belirli bir mal sadece devletin belirlediği fiyat üstünden satılabilirdi. bunun da pek çok girişimciyi daha baştan örseleyip ne yapsa daha fazla kazanamayacağı bir malın üretim verimliliğiyle uğraşmaktan baştan vazgeçirmiştir.

gene başka bir sakatlık da fatih kanunnamesi'yle osmanlı pazarlarının rekabete kapatılmasıdır. gedik sözünün bütün anlamlarını bildiğinize emin misiniz? o buraların gediklisidir deyiminin tarihsel kökeniyle ilgili bir malumatınız var mı? benim yazdıklarıma deli saçması diyecek adamın bunlarla ilgili iki kelam edebiliyor olmasını beklerim.

osmanlı çarşılarında yeni dükkan açmak da yasaktır. narh uygulamasının mantıksal bir sonucudur bu. fiyatlar sabit olacaksa rekabet de sabit olmalı değil mi? sorun şurada ki belki fiyatları rekabeti sabit tutabilirsiniz ama nüfusu tutamazsınız. bu sistemin ayakta durması için nüfus artışının sıfır olması gerekiyor. tabi bu mantıksal sonuca varılmaya çabalanmadı değil. albert hourani arap halkları tarihi adlı kitabında ve pek çok yerde osmanlı nüfusunun fatih sultan mehmet'ten sonraki dönemde artışta yavaşlama eğilimine girdiğini rakamlarıyla iletir. ancak dünya osmanlı imparatorluğu'ndan ibaret değildir ve dış dünyadaki artış bir kaç yüzyıl sonra cephede asker sayısı olarak geri dönmüştür.

işte bu daha en baştan öngörülebilecek bir sakatlık olmasına rağmen 7 dil bilen padişahça öngörülememiştir. bu yazı daha bir sürü rakam ve bilgiyle desteklenebilir ama gerek var mı bilmiyorum.

https://eksisozluk.com/entry/71896666




Bu gibi "zihin açıcı" yorumların niye sağlam tarihçiler tarafından değil de, ekşisözlük yazarları tarafından yapıldığını şöyle bir durup sormakta fayda var.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

kimleri televizyona cikarip program yaptiriyorlar ya, insan bari cehaletinden utanir konusmaz

"ingilterenin hindistan valisi kim yani cokmu onemli bir adamda onun lafina itibar edicez?" :D :D :D

ayni su forumda senelerdir "ama bence bu mantiksiz yeaaa" tinisi ile tarihi gerceklikleri kendi dunya gorusune egip bukup monte etmeye calisan tipler gibi lel
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...