Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Karışık Tarih Bilgileri


Feamer

Öne çıkan mesajlar

yeni konu açmayayım, tarihi bir mevzu sonuçta :)

ekşiden alıntı,

Savaştan Çıkan Japonya'yı Teknoloji Devine Dönüştüren Kalite Gurusu: W. Edwards Deming

said:
...
yolculuk rotası olarak pasifik okyanusunu değil, avrupayı kullanmıştır. işte o sırada türkiye'den de geçmiştir. kurtuluş savaşında türk ulusunun vermiş olduğu mücadeleden, atatürk'ten, atatürk ilke ve inkılaplarından çok etkilenmiştir. bir ulus'un bu şekilde yeniden yapılanma sürecinde olması onun için bir umut ışığı olmuştur. muhtemelen "gelişim sürecindeki bu ülke çalışmalarımı göz ardı etmeyecektir" diye düşünmüş olsa gerek ki, türkiye ziyaretinde sümerbank yönetimi ile görüşüp, yaptığı çalışmaları sunmuştur. lakin sümerbank yöneticilerinden "mevzuatımızda böyle bir şeye yer yok" yanıtını almış ve ardından japonyaya gitmiştir.
...


tamamı

Savaştan Çıkan Japonya'yı Teknoloji Devine Dönüştüren Kalite Gurusu: W. Edwards Deming
II. Dünya Savaşı'ndan çıkan Japonya'nın kalkınmasında çok önemli rol oynayan Amerikan kalite gurusu ev istatistikçi William Edwards Deming'in hayatına dair kısa bilgiler.

w. edwards deming, kalite'nin formülünü bulmuştur ve toplam kalite yönetiminin gurusudur.

amerikan nüfus idaresinde çalışmakta olduğu yıllarda, bir süredir üzerinde çalışmakta olduğu kalite yönetimi ile ilgili çalışmasını tamamlamıştır. lakin çalışmaları amerika'da değer görmemiştir. 2. dünya savaşının sonunda; japonyaya vali olarak atanan general macarthur'un ardından, amerika'nın japonyaya atmış olduğu 2 atom bombasının nüfus üzerinde yarattığı etkileri gözlemlemek için amerika hükümeti tarafından japonyaya gönderilmiştir.

yolculuk rotası olarak pasifik okyanusunu değil, avrupayı kullanmıştır. işte o sırada türkiye'den de geçmiştir. kurtuluş savaşında türk ulusunun vermiş olduğu mücadeleden, atatürk'ten, atatürk ilke ve inkılaplarından çok etkilenmiştir. bir ulus'un bu şekilde yeniden yapılanma sürecinde olması onun için bir umut ışığı olmuştur. muhtemelen "gelişim sürecindeki bu ülke çalışmalarımı göz ardı etmeyecektir" diye düşünmüş olsa gerek ki, türkiye ziyaretinde sümerbank yönetimi ile görüşüp, yaptığı çalışmaları sunmuştur. lakin sümerbank yöneticilerinden "mevzuatımızda böyle bir şeye yer yok" yanıtını almış ve ardından japonyaya gitmiştir.

japonya'da da çalışmalarını çeşitli kesimlerle paylaşmış ve karşısındakinin lafını ağzına tıkmadan sonuna kadar dinleme özelliğine sahip japonlardan olumlu tepkiler almıştır. kısa bir süre sonra deming japonya'da guru olarak algılanmaya başlanmış ve çalışmaları kalite yönetimi açısından uygulamaya konmuştur. 1950'lerde japon malları şu an çin mallarının sahip olduğu repütasyona sahipti. deming kanunlarını uygulamaya koyan japonlar, kalite adına atmış oldukları doğru adımlar sayesinde kendilerini o günlerden bu günlere getirmeyi başarmışlardır. deming, japonya'nın bugünkü haline gelmesinde gerçekten çok önemli bir rol oynamaktadır.

amerikalılar, deming'in önemini ancak 80'lerde kavrayabilmiş ve çalışmalarını kitap haline getirmişlerdir. kıymeti fark edilen deming amerikaya çağırılmış ve amerika'ya döndükten kısa bir süre sonra orada vefat etmişti

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

bunu başlığına rağmen diğer konuya değil bu konuya ekliyorum,

önceki sayfalarda, "yılbaşı", "ağaç" vb. rituellerin nerelerden geldiğine dair konular vardı, buda faklı bir boyut getiriyor

101 yaşındaki Muazzez İlmiye Çığ, yılbaşı ve Noel Baba’nın Türk geleneklerinden geldiğini söyledi
başlık böyle oldu ama içerik ve linklerde daha fazlası var


Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ: Yılbaşı kutlaması Türk geleneğinden
Mersin’de yaşayan dünyanın en önemli Sümerologlarından biri olan 101 yaşındaki Muazzez İlmiye Çığ, yılbaşı ve Noel Baba’nın Türk geleneklerinden geldiğini söyledi.
Mersin Üniversitesi Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (MERKAM) davetlisi olarak öğrencilerle söyleşide buluşan Çığ, Türklerde yılbaşı geleneklerini anlattı. Yılbaşı kutlamalarının, Türklerin İslamiyet öncesi dönemdeki geleneklerinden geldiğini ifade eden Çığ, bu konudaki araştırmasının daha önce de açıkladığı sonuçları ile ilgili şunları söyledi:
“Eski Türklerde, gökyüzü tanrısal bir güç olarak kabul edilirdi. Geceyle gündüz kavga halindeydi. 21 Aralık tarihinin ardından günlerin uzamaya başlaması, kutsal kabul edilen güneşin kavgayı kazandığı gün olarak kabul edilir ve bunun için şenlikler düzenlenirdi. Bu kutlamalarda ‘Akçam’ denilen çam dalı kullanılır, o çam dalının altına, Tanrı iyi insanlara iyi şeyler sunduğu için, hediyeler konulurdu. Tanrı gelecek yıl iyi şeyler versin diye de, o çam dalına iyi dilekleri simgeleyen bezler, süsler bağlanırdı. O gün aileler bir araya gelir, yemekler yapılır, yenir, şarkılar söylenip, dans edilirdi.”

Nardugan Bayramı ağacı ve kutlamalar
Noel Baba’nın da yine Türk geleneğinden günümüze geldiğini belirten Çığ, “Bugün Noel Baba olarak kabul edilen yaşlı adamın, gökyüzü tanrısının kötü kardeşi yeryüzü tanrısı olduğuna inanılır. 22 Aralık’ta onun bile iyi olmaya karar vererek, kapı kapı dolaşıp hediyeler verdiği düşünülürdü. Noel Baba’nın kıyafetleri tıpkı Türk geleneklerindeki kıyafetleri yansıtır. Bu adet, Hunlarla birlikte Avrupa’ya, Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla birlikte Hıristiyanlara geçti. Yılbaşı kutlama geleneği, 325 yılında alınan bir kararla Hz. İsa’yı anmak için kullanılmaya başlanmıştır” diye konuştu.
Söyleşinin son kısmında öğrencilerin sorularını yanıtlayan Çığ’a, MERKAM Müdürü Prof. Dr. Bahar Taner tarafından bir teşekkür belgesi verildi. Şimdiye kadar 20 kitabı yayımlanan Çığ, etkinlik çıkışında kitaplarını imzaladı.

Nardugan, Moğol dilindeki Nar (Güneş),
Türk dilindeki Tuqan (Doğan) sözcüklerinden oluşmuştur
Nardugan, Roma’da Satürnalya, Antik Yunan’da ise Dionysos Şenlikleri olarak kutlanan, Türklerde Güneş’in Doğuşu anlamına gelen ve Ön Türkler’deki atalar kültü döneminden günümüze kadar Orta Asya coğrafyasında Güneş kültü adına kutlanan bir bayramdır.
Her yıl 22 Aralık’tan sonra gelen ilk dolunayda kutlanır. Bunun nedeni ise Türklerin eski inanışına göre tıpkı Mısır mitolojisinde olduğu gibi gece ile gündüz sürekli savaşırlar ve 21 Aralık günü en uzun gecedir ve ardından Güneş daha çok görünmeye başlar, günler uzar. Bu yüzden Türklerce Ay yılı esasına dayalı olarak 22 Aralık gününü takiben ilk dolunayın çıktığı gün yeni yılın ilk günüdür.
Bu gün içinde tüm Türkler, ölümsüzlüğün simgesi olarak kabul ettikleri ve Türk Mitolojisi’ne göre tüm insanların türediği ağaç olan Akçaçam Ağaçları’nı süsler ve bu ağaçların altında, çevresinde geleneksel oyunlar oynar, kopuz eşliğinde şarkılar söyler ve eğlenceler düzenler.
Etimoloji
Türklerin kutladığı diğer bayramlar olan Paktıgan ve Koçagan bayramlarıyla da uyumlu olan Nardugan’ın, gündönümüne dayalı bayramlarla birlikte üçlü bir yapının parçası olduğu görülmektedir. Nardugan, Moğol dilindeki Nar (Güneş), Türk dilindeki Tuqan (Doğan) sözcüklerinden oluşmuştur. Tatarlar bu bayrama Koyaş Tuğa yani Güneş Doğan günü derler. Başkurtlar, Udmurtlar Nardugan veya Mardugan, Mişer Tatarları Raştua, Çuvaşlar Nartavan ya da Nartukan, Zırizyalar Nardava, Mokşalar Nardvan adını verirler. (N.K – https://tr.wikipedia.org/wiki/Nardugan)

Hıristiyanların İsa’nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski Türklerin yeniden doğuş bayramıdır. Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor. Buna hayat ağacı diyorlar.
Muazzez İlmiye Çığ
18.12.2007
NARDUGAN Türklerde Çam Bayramı
Türklerin tek tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yerin göbeği sayılan yeryüzünün tam ortasında bir “akçam ağacı” bulunuyor. Bu ağacın tepesi de gökyüzünde oturan tanrı Ülgen’in sarayına kadar uzuyor ve buna “hayat ağacı” diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde bulabiliriz.

Halı kilim ve oyalarda kullanılan Nardugan motifleri
Ülgen, insanların koruyucusu; sakallı ve kaftan giymiş olarak sarayında oturuyor ve geceyi, gündüzü, güneşi yönetiyor.Türklerde güneş çok önemli. İnançlarına göre, gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta gece, gündüzle savaşıyor. Uzun bir savaştan sonra da gün, geceyi yenerek zafer kazanıyor.
Bu, güneşin yeniden doğuşu; bir “yeni doğum” olarak algılanıyor Türklerde. Bayramın adı “Nardugan”. “Nar=güneş”, “tugan/dugan” da “doğan” ve “Çam Bayramı”.
Astronomik olarak o günden itibaren geceler kısalmaya, günler uzamaya başlıyor. İşte bu güneşin zaferini ve yeniden doğuşunu Türkler, büyük şenliklerle “akçam ağacı” altında kutluyorlar. Güneşi geri verdi, diye Ülgen’e dualar ediyorlar. Duaları tanrıya gitsin, yılı iyi geçirdik, diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar; dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar tanrıdan… İnanca göre, bu dilekler muhakkak yerine geliyormuş.
Bu bayram için evler temizleniyor ve güzel giysiler giyiliyor; ağacın etrafında şarkılar söylenip oyunlar oynanıyor. Yaşlılar, büyükbabalar ve nineler ziyaret ediliyor; aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar. (Yedikleri, yaş ve kuru meyveler yanında, özel bir yemek ve bir tür de şekerleme.) Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömrün çoğalacağına, uğur geleceğine inanıyorlar. Bu gün dönümünde fena olanlar iyi, cimri olanlar eli açık oluyor. Yeraltında kütülüklerin ayni zamanda gök tanrısı Ülgen’in kardeşi olan Erlik de o gün iyi ve eli açık olarak sırtında kürklü kaftanı, başında kırmızı başlığı ve ayağında çizmeleri elinde torbası ile hediyeler dağıtıyor, diye düşünülüyor.
Bu Noel baba kıyafeti eski Türk kıyafeti. Geyik sibirya’da yaşayan Türkler için kutsal olmaz mı? Türkler bu bayrama çam bayramı da diyorlar.
Yazılana göre, “akçam ağacı” sadece Ortaasya’da yetişiyormuş. Mesela, Filistin’de bu ağacı bilmezlermiş. O yüzden, bu olay Türklerden Hıristiyanlara geçmiştir; Hıristiyanlar, Hunların Avrup’ya gelişlerinden sonra onlardan görerek almışlardır bu töreni, deniyor.
İsa’nın doğumu ile hiç ilgisi yok! Doğum, güneşin yeniden doğuşu.*Bu gelenek Asya Türkleri arasında değişik şekillerde yaşadığını öğreniyoruz.Bu arada Anadolu’nun bazı yörelerinde de düğünlerde çam götürüldüğünü, onun etrafında oynanıldığını da öğrendik.
Yazıya gerek olmadan geleneklerin, kuşaktan kuşağa bazı değişikliklere uğrayarak binlerce yıl süre gelmiş olduğunu görüyoruz.
Ansiklopedilerde yazdığına göre, İsa evrenin nuru, güneşi olarak algılanıyor ve bu olayın pagan halklardan alınıp İsa’ya yakıştırıldığı yazılıyor. İmparator Kostantin (324-337) zamanında İznik’te toplanan konsülde, 22 Aralık’ta güneşin doğumu için yapılan bu “pagan bayramı” İsa’nın doğumu olarak 24 Aralık’a alınıyor ve buna da “Noel Bayramı” deniyor. (Batı kilisesi [yani Katolikler], 25 Aralık’ta kutluyorlarmış bunu.) Çam süsleme ise, ilk olarak 1605’te Almanya’da görülüyor ve oradan Fransa’ya ve diğer Hrıstiyan ülkelere geçiyor.
Ne kadar ilginç değil mi? Batı, en büyük bayramını göçebe ve ilkel (!) olarak tanımladığı Türklerden yürütmüş! Yeni yapılmakta olan çalışmalarla Batı’ya Türklerden kim bilir daha nelerin geçtiği ortaya çıkacak! Belki de yazının ve dillerin anasının da Türkler olduğu kanıtlanacak.
Nar-Dugan şöleni hakkındaki bilgi, Azerbeycan’dan Sayın Adnan Atabek ve İran Azerbeycan bölgesinden Sayın Aref Esmail Esmailin’in gönderdikleri yazılara ve de en önemlisi Adj, Murat Kıpçaklar(Türklerin ve Büyük Bozkırrın kadim Tarihi). Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları s.47-50 Ankara 202.dayanmaktadır.




https://www.turkishnews.com/tr/content/2017/12/19/101-yasindaki-muazzez-ilmiye-cig-yilbasi-ve-noel-babanin-turk-geleneklerinden-geldigini-soyledi/
https://www.wikiwand.com/tr/Nardugan
https://www.wikiwand.com/tr/Saturnalia

http://www.halukberkmen.net/pdf/158.pdf
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

şu yazı son zamanlarda denk geldiğim en iyisi olabir,
kesinlikle tavsiye ediyorum, referansları falan ile daha da açılıyor konu

uzun, çok uzun ama oldukça faydalı ve kafa açıcı,
osmanlı imparatorluğu'nun çöküş nedeni başlığı altında ekşide yazılmış,
https://eksisozluk.com/entry/67417004


yazıyı buraya alıntı yapıyorum ama ekşiden okuman, bazı yaptığı yönlendirmelere geçiş yapmak babında daha faydalı olur,

alanı tarih olan bir eğitimci olarak uzun yıllardır, buradaki çoğu entry gibi, çözdüğümü düşündüğüm problemdi. şunları okuyunca fikrim değişti; bernard lewis what went wrong? the clash between islam and modernity in the middle east, ismail cem'den türkiye'de geri kalmışlığın tarihi, adını hatırlayamadığım bir italyandan sömürgecilik tarihi, orhan pamuğun abisi şevket pamuk'tan türkiye'nin 200 yılık iktisadi tarihi(halil inalcığın kaynak gösterdiği bir kitaptır), philip mansel levant (bak bu çok eğlenceli ve ufuk açıcıydı) ve ilber, halil, fuat üstatların çoğu eseri...

burada kabul gören ya da ders kitaplardaki sebeplerin çoğu sebep değil, başka bir şey... zatüre olmanın sebebi yağmurun yağması diyor onlar. sabah şemsiye almayı unutan, ıslanınca kuruyup ısınmak için zerre önlem almayıp hasta olan, sonra da ölüp gidene kadar hastalık felsefesi yapan salağın hatalarından bahsetmiyor. ilk göz önünde bulundurmamız gereken şey fikirlere çok taraflı bakarak sağlamasını yapmak; mesela coğrafi keşifleri yapan ispanya/portekiz için işler nasıl gitti? binlerce ton gümüş, altın yağması ve muazzam plantasyon üretimi devam ederken bile daha 17. yy başında iflas etti, halkı da 15. yy sonlarından daha kötü durumdaydı. diğer yandan bir karış sömürgesi olmayan almanyanın serüveni malum(bkz: #67072273) kapitalizmin, ticaretin, kumaş/cam/kağıt imalatının cenneti olan; bankacılığın mucidi; sanatseverliğin sözlük anlamı, yarımşar milyonluk italyan şehir devletleri nasıl oluyor da 19. yy'da sadece berbat ekonomisi, sefil göçmenleri ve eşşekleri ile meşhur oluyor? güçlenme her daim ilerleme de olmayabiliyor; dünya en sert gücü olan rus ordusunun bazı askerleri 19. yy sonunda 93 harbinde; taş evler, bol hayvan, verimli tarım, kolay ticareti ve köleliğin bir çeşidi olan serfliğin olmadığını görünce "burası cennet" diye osmanlı balkanlarından eve dönmek istemedi(o dönem rusyada zaten köle olan serflerde 5 çifçiye bir at düşmekteydi, diğer çifçiler kara sabana kendilerini koşarlardı, karısı ve çocukları da genelde alman/tatar kökenli aristokratının istismarına uğrardı)... ayrıca burada sıralanan 686966 tane hatanın hepsinin sağlam bir mazereti vardır. örneğin gümrük ve ticaret bağımsızlığımızı ingilizlerin eline teslim ederek iktisadi olarak çöküş sebeplerimizin başında gelen "balta limanı ticaret antlaşması" buradan bakınca korkunç bir hatayken, o dönem mısır ve rus tehlikesi yüzünden mecburduk. aynı şekilde "hata" adı altında sıralanan maddeler kaçınılmaz mecburiyetler yüzünden atılmış adımlardı. bir nedensellik cehennemidir osmanlının çöküşü. çöktük çünkü ekonomimizi akbabalara teslim ettik, sebebi; rus tehdidi+ingiliz/fransız siyasi desteğine ihtiyacımız vardı. onun sebebi; nüfusunu, iktisadi tesislerini, madenlerini, tarlalarını asla tahrip ve işgal edilemez ural/volga bölgesine kurmuş ruslar, slav azınlıkları bahane ederek 20 senede bir bize savaş açıyordu(almanyayı koysan dayanamaz). 100 yıl boyunca 6 ulus bağımsızlık için dinlenip dinlenip isyan etti( avusturyanın 3 tane isyanla şaftı kaydı). mısırı, yemeni, romanyayı, macaristanı, moldovyayı, yunanistanı, sırbistanı, makedonyayı, kafkasyayı, kürdistanı, iranın bir kısmını, karadağı, arnavutluğu,.. bünyesinde tutmak için harcadığı kaynaklar akıl alır gibi değildir. sadece yemen için 1870-1912 arası 300 bin şehit verdik, namına boşuna türküler yakılmadı, yaşadığı ızdıraplara dayanamayıp kendini uçurumlara bırakan osmanlı neferlerinin hatırasını kitaplardan okuyabilirsiniz, macar ovası için iki buçuk milyon gibi ılımlı tahminler var. 300 yıl boyunca buna abd bile dayanamaz. neden peki? türk-islam felsefesine işlemiş olan "cihan imparatorluğu" fikri yüzünden. biraz bitimiz kanlanınca dünyayı(olmadı suriyeyi filan) ele geçirmeye kalkmışız işte. diğer yandan bu hastalıklı saplantı olmasaydı anadolu da bizim olmazdı, bu da işin diğer kısmı. tam bu noktada sorumuzun cevabı, sihirli nokta, g spot var "sınırlarını bilme, yetinme". (gazi mustafa kemalin "askeri ve siyasi olarak haddini bilme" dehasına, enverin hayalciliğine ayrıca temas etmek gerekli) yukarıda anlattığımız korkunç problemlerle boğuşmaktan ekonomimiz, teknolojimiz, diplomasimiz, siyasetimiz, eğitimimiz sadece günü kurtarmak üzerine oldu asırlarca, kısa vadeli planlar bile yapamadık, arada uzun vadede felaketimiz olacak küçük hatalar yaptık, sadece ağlayana meme verdik..... filan. bu açgözlülük 14-16. yy arası bizi emperyal olarak şişirdi, 17'de bu şişmenin kas gücü türkler yıpradı anadoluda büyük kaçgun başladı(yükselme döneminde o janjanlı silahtarlar, efsane yeniçeriler ordu mevcudunun anca %10 civarıydı), 18'de ticareti zanaatı azınlıkara kaptırdık, şiştikçe muazzam kaynaklar harcadık, ufak ama çok faydalı konulara, olaylara konsantre olamadık, açtığımız fabrika/yenilik/üniversite bile sadece askeri alanlardaydı. sonunda da bu şişmenin yarattığı haksız servet, bürokratik çürüme, bu büyümenin masrafları, 6 milyon türkü tüketti. 17. yyda osmanlı karşısına 30 bin celali süvari çıkarabilen avşar boyları 19. yyda 8-12 köye sığmaktaydı. bu da bizi nüfus olgusuna götürüyor.

nüfus; askeri olarak güçlü olabilmek için yeterli bir nüfus gücüne sahip olmanız gerekir. ekonomik olarak da oldukça önemli olduğu ortadadır, anadoluda çok uzun bir süre "emek" kıt bir kaynak olmuştur. 16. yy'da osmanlının yaklaşık 6 milyon civarında bir türk nüfusu varken(üzerine gayet verimli faydalanılan bir o kadar gayrimüslimi de ekle. lüzumsuz arapları saymaya gerek yok) ingiltere nüfusu 3, fransa 5, ispanya 4 milyondu. batılıların 120 binlik osmanlı orduları karşısına asker çıkaramamalarına şaşmamaları gerek(yedek 80 bin sipahi, 80 bin kırım tatarı, cezayir gazileri, bağlı balkan orducuklarını da eklemek lazım.). 16. yy'da bütün akdeniz havzasının nüfusu %80 civarı arttı, buna osmanlı da dahildi. lakin bizde gerisi gelmedi, hatta ülke içinde türk unsur bir miktar azaldı, genel nüfus içindeki oran türkler aleyhine yavaş yavaş dengelenmeye başladı. bunda gayrimüslimlerin hijyene, beslenmeye, sağlığa ve konfora verdiği önem etkili olmuştur. gayet açıktır ki anadoluda rum ve ermenilerin çocuk ölüm oranları daha düşüktür. türklerin aksine onlarda kürtaj da yaygın değildi. kısaca nüfus dezavantajına düştük. aynı teknoloji ve endüstriye sahip olsaydık bile birinci dünya savaşında 50 milyonluk ingiltere, fransa; toplam osmanlı nufusu kadar devasa ordulara sahip rusya, almanya yanında şansı nedir ki?

işin bir de taaa bizansa kadar uzanan tarım ayağı da var; 5.yydan sonra bizans ile sasani, arap, barbar komşular savaşalrı yüzünden anadolu boşaldı, büyük ordular kurmak için gerekli parayı toplayabileceğin , düzenli ferah büyükşehirler gözden düştü, kalan nüfus da sapa yerlerde kurulan bey hisarları çevresine kargacık burgacık kasabalar şeklinde yerleşti(günümüzün iğrenç şehirciliği de buradan geliyor sanırım, anadoludaki romanın kurduğu şehirlerde trafik sorunu yoktur mesela). bu beyler de vergiyi "asker" ve "buğday" olarak devlete vermeye başladı. yani "tımar" sistemi doğup kökleşti. nakit vergi limitli kaldı. tabi osmanlının "ihracat yasak, ithalat serbest; içeride mal fazlası oluşacak, mal fiyatları da devletce belirlenecek" kepazeliği var. bu politikanın 300 sene uygulanması ekonomik bir cinayettir. devletin bu kadar uzun dayanması ise asıl mucuze. türk milletinde de salak devleti taşıyacak ne bel varmış dedirtir. bu gümrük rejimi önce üretim kısırlığına sebep oldu sonra da mevcut para darlığını körükledi. zaten ahilik illeti yüzünden üretim ve teknolojide gelişmek, farklı yada bol üretmek, hatta üretmek bile imkansızken bu saçmalıklar halkasını uzattıkca uzattı. tabi bununla da kalmıyor; pazarlarda devlet görevlileri halktan vergi niyetine topladıkları ürünü satmadan kimse malını pazara sürememekteydi, şimdi toplayalım; üretmek yasak, satmak yasak, narh yüzünden fiyat kırıp rekabet etmek yasak, ahiler yüzünden daha farklı ve iyi ürün üretmek yasak hatta dükkan açmak bile yasak, devlet görevlinin gözü doyana kadar balını, koyununu buğdayını bile satmak yasak, yurt dışına satmak zaten yasak... lan aklı olan adam üretir mi? bu devlet gelişir mi???(ne kadar da günümüze benziyor değil mi? demekki dincilerin dna'larına işlemiş üreteni ezme dürtüsü) aradan yıllar geçtiğinde 17. yyda ise devletin kontrolsüz şişmesi ve anadoluyu asker deposu olarak kullanması(aslında medreselere ve tekkelere doluşan binlerce şakirtin işsizlik, parasızlık, kadrosuzluk ve bir noktada kadınsızlık yüzünden gemi azıya alıp eşkiyalaşması daha büyük sebep ama ayrı bir entry konusu (bkz: türk halkının dirlik ve düzenlik kavgası)) yüzünden başlayan celali isyanlarının sebep olduğu büyük kaçgun ise düzdeki çiftlik ve köyleri tahrip etti. taa aydına, balıkesire kadar çoğu şehrin nüfusu düştü, kasabalarda kimsenin mal/ırz/can güvenliği kalmadı, köylüler ise sadece kaçabildi. bırak at arabasını, özellikle atla ulaşmanın eziyet olduğu, yolsuz, gizli kör vadilere dağ eteklerine...günümüzde dibine girdiğimiz halde sanki gizlenmiş gibi gözükmeyen, her yere uzak dağ köylerinin sebebidir. bunların sonucunda; istanbula rusyadan buğday ithal ederken hemen 150 km batıda trakyada, egede, çukurovada, konyada milyonlarca hektar verimli toprak boş boş yatıyordu. halk ise dağ başlarındaki fakir köy ve kasabalarda düşük bir hayat standardında yaşam savaşı vermekteydi. sermaye birikimi? mübadele ve tehcir ertesi rumlara ait arazilere çökene kadar mümkün olmadı. 50'lerin ege ağaları, 70'lerin girişimcileri ve günümüzün izmir sosyetesi filan hep bunlardan. celal bayar sağ olsun.

nakit parasını sömüren koyu tenli din kardeşleri; tabandan sanayileşen ulusların hep olmazsa olmaz yaşadıkları bir dönem vardır "merkantilizm". buraya kadar okumuş her hangi bir bireyin bu kavramı bilmemesi imkansız olduğu için açıklamayı atlıyoruz. osmanlının ortadoğuya girişinin olumsuz etkilerinden biri de; suriye, ırak, iran, mısır, pakistan, yemen, hindistan gibi altına ve gümüşe tapan devasa insan topluluklarının bir kısmını vatandaşlığına aldı, bir kısmı ile ise komşu oldu. 16. yy sonlarından itibaren öz osmanlı topraklarında güneydoğuya doğru bir değerli maden çıkışı oldu. unutmayalım o çağlarda kağıt para yok, devletler para basacak değerli maden sıkıntısı yüzünden modern bir ekonomi kuramıyor. pek çok siyasetname hükümdarların para biriktirmek yerine halka dağıtmasını, para istifleyen eşraflara müsadere uygulanmasını öğütler. tarihimizdeki eşraf ve zengin nefretinin de kökünde bu para kıtlığı yattığını söylemiştir halil hoca devlet-i aliyye cilt 1'de. osmanlı taa 19. yy ilk çeyreğine kadar avrupaya karşı dış ticaret fazlası vermesine rağmen çok uzun bir süre para ve değerli maden kıtlığı çekti. her dönem yasaklanmasına, bazen de tüccarların aranmasına rağmen(ki devleti problemin farkında olduğu ve çaresizce önlem almaya çabaladığını gösterir) buralardan gelen tüccarlar çoğunlukla kaçakçılıkla osmanlı ülkesinin zenginliğini, karşılığında(işe yararları buralarda da üretilen) kumaşlar, dandik baharatlar, süs eşyaları, halılar ve çükü kesilmiş erkek/ çirkin kadın köleler karşılığı(köleler her dönem dehşet pahalıdır; güzel bir arap atı 500 akçeyken, ki çağın spor arabasıdır, en dandik köle 1000 akçe civarıydı, üst sınırı da yoktu) ülkelerine götürdü(günümüzdeki ithalat çılgınlığını anımsatıyor). kumaşı eskittik, baharatı yedik, köleyi ise özgürleştirip sokağa saldık... ama milli sermayesini kaybeden ülke sınırları içerisinde devlet dahil herkes, ama herkes zamanla fakirleşti. o sanayileşme, şirketleşme, finans sistemi, ticari tarım işletmeleri için sermaye bir daha hiç oluşmadı.

işçi ücretleri: osmanlıda işçilerin hali vakti hemen hemen her dönem iyi olmuştur, inanmayacaksınız ama refah seviyesi de yıkılana kadar bütün komşularından daima yüksek olmuştur(eldem 1994,6,145.). örneğin vasıfsız bir amelenin 16. yy başları günlük yevmiyesi yaklaşık 12 akçe(0.33 gr altın yapıyor, 50-60 tl filan), nitelikli bir ustanın ise 20-60 akçe arası. 1.6 gk'lik bir ekmeğin 1 akçe, 640 gr kuzu etinin 1 akçe, boğazdan karşıya taksi sandalla geçmenin 1 akçe, genel olarak besin maddelerinin buna paralel olduğu düşünüldüğünde günümüz şartları için de alt sınıf için fena olmayan bir hayat sürülebileceği ortadadır. hele avrupanın, rusyanın serf'lerinin hayatı düşünüldüğünde muazzam bir refah seviyesidir. işbu işçi ücretleri zamanla düşmek bir yere daha da artmış, inşaat ve benzeri projelerin en masraflı ayağı emek gücü, ikinci maliyet de dandik şehircilik ve yol politikası yüzünden taşıma maliyetleriydi. gavurlar bi tas buğday lapasına çalıştırdıkları işçilerin sırtında kurup yükseltti ilk fabrikalarını. lakin bizde taş üstüne taş koymak servet gerektiriyordu. 16. yy sonları osmanlıya gelen bir elçilik heyetinin papazı; "bizde(almanya) x altına yapılacak bir ev, burada 5x altına anca yapılabiliyor, sokak aralarında araba geçecek yol ve pek araba da olmadığından tuğlayı, kiremiti, keresteyi katır sırtında taşıyor bu sığırlar" tadında bir şeyler demişti. konu dışı ama, aynı papaz "bir müneccim sadrazamı kafalayıp kurduğu şirk yuvasında günah şeyler yapıp allahı sorguladığı için milletin başına türlü felaketler geldi, sonra kaptan paşa sağolsun bu mendeburun icabına baktı" satırlarıyla takiyüddin efendinin kandillideki rasathanesinin yıkılması olayını da yobaz penceresinden bize sunmuş bir adamdır(adını ve kitabını hatırlarsam editlerim).

diğer konu azınlıklar: azınlıkların asıl zararı; yatırım yapacağımız homojen bir heartland sahibi olmamızı engellemeleridir. diğer zararı ise bizi sürekli birileriyle savaşmak zorunda bırakmalarıdır. yoksa diğer zararları "yemeyenin malını yerler" klasmanındadır. avrupa herkesin herkesle savaştığı napolyon savaşlarıyla çalkalanırken, yem/buğday güherçile(potasyum nitrat) fiyatları coşmuşken, milletin korkudan sandal yüzdüremediği ve korsanlığın devlet müessesesi haline geldiği bir ortamda, neredeyse her denizde saldırı korkusu yaşamayacak, tek büyük tarafsız devletin, osmanlının, bayrağıyla ticaret yapan yunanlılar cukkayı götürmesin mi? 80 tane gemilerini 800, 600 tane topunu 8 bin yapmasın mı?(evet bu sayede bağımsızlık savaşını yürütebildiler, osmanlıya karşı deniz hakimiyeti kurdular, egeye çıkarmadılar). yerli slavlarla rumlar balkanları imalat üssü yapıp hemen dibindeki avrupaya tuna, ege akdeniz yoluyla ihracat yapmasınlar mı? siyasi tek parçalık ve avrupaya yakınlık sayesinde 17, 18 ve ayrılıkçı teröristlerin faliyetlerine rağmen 19. yy'da dünyanın refahı yüksek bölgelerinden sayılan balkanların bağımsızlık sonrası kimsenin sallamadığı, fakirliğin aktığı, sosyalizmin tecavüzüne uğrayan, gençliği göç eden balkan topraklarının durumu ironiktir. belki milyonlarca türkün ahı yüzündendir.

bazı çok beğenilen ve inanılan ancak yanlış fikirler arasında; coğrafi keşifler, akdeniz ticaretinin bitmesi, matbaanın gelmemesi, şehzade mustafa zart zurt var. şehzade mustafayı geç bi, devşirme ordusunun coşkulu desteğine sahip birinin "milli", "orjinal", "vizyoner", "devrimci" olma ihtimali yok. sadece alternatifinden daha enerjikti. evet tam da devletin ihtiyacı olan şey! daha fazla sefer!!! üstte verdiğim kaynaklardan şevket pamuğu okuyan gardaşlarım fark edecektir ki coğrafi keşifler sonrası 16 ve 17. yy'da akdeniz ticareti bitmemiş, misliyle artmıştır, 16. yy sonu ve 17. yy'da akdenizden taşınan baharat tüm tüm dünya baharat ticaretinin yarısıdır, bin nüfuslu köy irisi izmir, her gün sayısız geminin demirlediği 250 bin nüfuslu ticaret limanına dönüştü, onu iskenderiye ve beyrut izledi. konsolosluklar ve levant ticaret şirketleri kurulmuş, 17'yi geçtim adamların dünyayı ele geçirdikleri 19. yy başlarında dahi ingiliz dış ticaretinin 4/1'i osmanlıyladır, 18. yy fransasının ticaretinin üçte biri osmanlı devletiyledi, keza hollanda için de önemliydi bu. diğer yandan atlantik ve hint ticaretinin kaymağını yiyen, toprak da kaybetmeyen iberyanın köpekleri bir asır geçmeden nasıl meteliğe kurşun atar hale geldi biri açıklasın bana lütfen. bazı çok ciddi kitaplarda bile ingiliz, hollandalı ve fransızlardaki bu zenginleşmeyi; ispanyol gemilerini soyarak servet sahibi oldu diye açıklıyor. akıl alır gibi değil, kaç gemi soyulmuş? en fazla istisnadır. cevap akdenizdedir. yani bırak akdenizde ticaretin bitmesini, osmanlı, piyasadaki ham malların ülke dışına çıkmasını(ihracatı), avrupalıların aç köpek gibi zorla mallarımızı satın almasını, buğday, pamuk, yün, deri, kenevir ve benzeri kritik malların fiyatlarının artmasını önlemek için asırlarca çaba sarfetmiştir. kaçakçılıkla mücadele konulu sayısız ferman ve emirler hala osmanlı arşivlerinde okunabilir. ayvalık, foça ya da yunan adalarındaki çok zengin rum kasabalarının muhteşem taş evlerini kıyıdan açık denize sandalcılık rum kaçakçılar yaptırmıştır. elin gavurunu sen düşün.

din? evet dinin payı büyük, özellikle evlat katili sofu sülümanın vicdan azabı yüzünden ebussuda sığınması sonrası ruhban sınıfı önce hukuk ve eğitim olmak üzere çoğu kurumu terörize etti, ciddi şekilde güçlendi, bozgun yıllarında sokakları dolaşıp namaza gitmeyenleri cezalandıran günümüzün suudi din polisi benzeri yapılanmalar bile türemiş. devlet mekanızmasındaki dinci değişime dair mesela şu örnek ilginçtir; osmanlıya özgü ne var diye sorsalar vereceğim cevap olan, örfi osmanlı arazi tahriri 1669'da giritte uygulanmamış, giriti hz. ömer döneminin şeriat kanunlarıyla tamamen verimsiz şekilde inceleyip işlemiştir devlet, örfi tahrir kısmen şeriatle bile çelişir çünkü akıl mahsulüdür. kaynağını iki bin senelik türk geleneklerinden alır. osmanlı sadece dincileşmemiş, aynı zamanda milliliğini de kaybedip muhafazakar liboş ve kozmopolit bir ucubeye dönmüştür. osmanlı 2. murata kadar soyunu oğuz kağana dayandırıp gayrimüslim köylerin isimlerini zorla türkçeleştirirken, kanuni zamanındaki belgelerde "rum köyü sarıköseler, namıdeğer maviros" diye büyük dedesinin zorla türkçeleştirme politikasına anlam verememekteydi. osmanlıyı osmanlı yapan enerji milliliktir. neticede gayet açıktır ki o çağda gelecek "ulus devlet" idi. kanuni ile birlikte divan'ın adı bile esir pazarıdır. halk yönetenleri sevmez, kendinden kabul etmezdi. toplum hafızasında günümüze uzanan devşirme fıkraları vardır. taşrada bile yöneten sınıf valiliği bir sürgün olarak görür, genelde yerine adamını yollardı mecbur kalıp. gitse bile bölgenin orta ve uzun vadeli çıkarını zerre düşünmez, en iyi ihtimalle zorba olurdu. devşirme de türkü sevmez, ona idraksız türk der, her daim guguk kuşları gibi kendi yuvasından atmaya çalışır, genelde de başarılı olurdu. zamanla devşirmenin yerini gayrimüslimler ve yabancılar kaldı. bizim dünyada ilk yozlaşan, türkleri sürekli devlet kademelerine dolduran arap-islam devleti olması da ilginçtir bu arada. bu kozmopolitliğin dinle birlikte diğer sebebi fatihin başlattığı kanuninin denediği ama 1530'lardaki fethedilmesi gereken daha ilk kalelerde(modon muydu kodon muydu neydi) 6 ay uğraşılınca sözde kalan italyanın fethi ve "roma imparatorluğu v3.0" vizyonudur. bu aşırı büyük projenin altında kaldı osmanlı. askeri başarısızlığa rağmen dilinden hiç düşürmedi osmanlı, hayalini yaşadı. şehirli türk yabancı elde kendini rum diye tanıtmasını geçtim(örnek tac mahalin kubbesi ve süslemelerinde çalışan osmanlı kalfaları), araplar, kürtler, iranlılar bile anadolu türküne rum derdi. bu "romalılaşma" iddası türk milliyetini kaybetmesinde çok etkili oldu, fakat romalı da olamadı, ortaya çıkan boşluğu da din doldurdu. tam tersi elin ispanyolu taaa arizona kızılderisine bile türk dedi sırf yabancı olduğu için. kozmopolit yozlaşma için gerçek sebep "din"i çıkarırsak, istanbul bile başlı başına bir açıklama olabilir, liberal meyilli kozmopolit liman başkentllerinde milli politikalara direnç gösteren odaklar bulunur, karaktersiz ve muhafazakar devlet adamları kastamonu köyündeki köylü halil dayıdan çok, kendisine yalakalık yapan yabancı tüccar/diplomat/gayrimüslim zanatkarın işlerini takip eder. buna engel olacak büro baskısı bulunmaz buralarda. siyasi bir dahi olan mustafa kemal'in anadolunun göbeği, ankara'yı başkent yapma ısrarının açıklaması budur bence. 2. osman'ın başkenti taşıma niyeti bu amaçlı değildi muhtemelen, ilk olarak adaylar arasında kahire de zikredilir bi kere, öyle millilik olmaz. ikincisi osmanın atfedilen vizyona sahip bir lider olması imkansız, bi kere osmanlı eğitimi almış adam. serhatta doğup büyümüş okuma yazma bilmeyen biri olsaydı belki. osmanlı donanmasına kalyonu zorla kabul ettirip çağ atlatan mezamorta hüseyin paşanın, batı tipi deniz harp/mühendislik okulunu gene zorla kabul ettirmiş cezayirli gazi hasan paşanın, 3. selimi destekleyen, 2. mahmutu kurtaran, ıslahatlara tek başına devam etmeye çalışan alemdar mustafa paşanın, son firavun kavalalı mehmet ali paşaların osmanlı eğitimine maruz kalmamış okuma yazma bile bilmez kişiler olması rastlantı mı zannediyorsunuz yoksa?

19. yy'da yıkılmaktan kurtulmanın bir yolu vardı. lakin osmanlı bab-ı alisi iktisat politikası olarak; serbest ticaret ve tarıma dayalı liberal kalkınma politikasını benimsedi. onca ithalata ve batı anadolunun iliğini sömürecek ihracata rağmen memur maaşını ödeyebilecek vergi geliri birikmedi maliyede(üzerine borç parayla bizi iflasa sürükleyecek ölü yatırımlar yaptık). biraz para kazanan yerli tüccar da parasını dışarı kanalize eden rum/yahudi/ermeni yerli! tüccar ve tefeci olunca o kapital de sınırların dışına aktı. abd, japonya, fransa, almanya gümrük vergilerini arttırıp kapital biriktirdi, bu kapitali sanayi tesislerinin, demiryollarının, limanlarn yapımına harcadı. önce ithal ikameci sonra da ihracata dayalı sanayileşti. bunu yaparken küçük toprak sahibini işçiye çevirip orta toprak sahiplerini destekledi(şehirler orta ve büyük toprak sahiplerinin ekmeğiyle doyar, küçük çiftçi anca kendisi ile öküzlerini doyurur(günümüz türk tarımının açmazı). biz bunu yapamadık. sonunda da osmanlı vatandaşı lütfi efendinin satırlarıyla; "çalı süpürgesi, ağaç kaşık ve tahta taraklara kadar muhtaç olduğumuz eşyanın cümlesi yabancı memleketlerden gelip ucuzluğu cihetiyle revaç bulup mevcut servetimizi ecnebiler sülük gibi çekmekteydiler..." durumuna geldik. . osmanlı gümrük duvarlarını yükseltemedi(yükseltemediği gibi bi de türk tüccarın soyunu tüketen iç gümrük koydu, fahiş vergiler yüzünden bir şehirden diğer şehre mal götüremedi türk. yabancılar ve onların imtiyazındaki yerli gayrimüslimler ise muaftı tabi ki...) 1851-1871 arası osmanlının ithal ikameye yönelik minik sanayi hamlesi ise hiç bir korumacılık kalkanı olmadan hemen boğuldu, devlet bunları desteklemeye bile baskılar yüzünden deneyemedi. hatta fabrikaların ürettiği ürünlerin devlet tarafından satın alınmasıyla gerçekleştirilen sübvansiyonlar bile avrupa devletlerinin tepkisinden çekinildiği için büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirilmek zorunda kaldı... şaka gibi. bi avrupa savaşını fırsat bilerek siyasi baskıyı atlatıp oldu bittiyle gümrük kalkanını çekebilirdi belki lakin azınlıkların coğrafyayı parçalaması yüzünden bu imkansızdı. gümrük kapısı nerede olacaktı? 1878'e kadar hukuki olarak bizim olan sırbistan-hırvatistan sınırına mı? sırplar o memuru keser. yoksa selaniğin kuzeyine mi? peki duvarın öte yanını senden saymamayı türk/islam devlet adamı kaldırır mı? kaldırsaydı batı sınırımız edirnede değil selanikte olurdu. bu biraz diyarbakırın doğusu/ığdırın güneyini terk etmeyi asla kabullenemeyip; karşılığında düşmanlık/nefret/önyargı/iftira/uluslararası zor durum ve ölüm şeklinde alarak tüm ulusal servetimizi ve enerjimizi o iğrenç topraklara gömmeye benziyor. ödülümüz ise;; 4/1'i kafasını yastığa koyduğunda; kendi kanımızda boğulmamızı içeren çeşitli fantaziler kuran niteliksiz, suça meyilli, doyurulması, iş bulunması gereken gereken 18 milyon öz ortadoğulu insan. osmanlı tarihi bize birşey öğrettiyse; bunun sonuçları çok acı olacaktır.

haddimizi bilemediğimiz için bizim olmayanı aldık, astarı pahalıya geldi, çoğu ileride kangren olan yaralar aldık, pahalı astar felaketimiz olmasın diye sırtlanlara gebe kaldık, asırlar boyu günü kurtarmaya çabaladık, bi durup etrafımıza, dünyaya bakamadık, bu gebelik yüzünden onların istediğiyle kabul edilen tamamen zararımıza politikalarla daha da zayıfladık, her ticaret, imtiyaz anlaşması bizi daha da zayıflattı, bu zayıflık yüzünden önce iktisadi sonra diplomatik sonra da siyasi bağımsızlığımızı kaybettik.

kaynak:
- what went wrong? the clash between islam and modernity in the middle east, bernard lewis
- türkiye'de geri kalmışlığın tarihi ismail cem
- türkiye iktisat tarihi ahmet tabakoğlu
- sömürgecilik tarihiraimondo luraghi,
- türkiye'nin 200 yılık iktisadi tarihiorhan pamuğun abisi şevket pamuk(halil inalcığın kaynak gösterdiği bir kitaptır),
- levant philip mansel

neyse yazmaya üşendim, kaybettiklerim hariç çoğunluğu şu
kitaplar işte.

edit: tüm bunları bilip de ertesi gün ergenlere; "ahilik ne de güzel sistem, osmanlıda halklar ne de güzel ezilmeden yaşamış, osmanlı barışı, kuşlara bile vakıf yapmışlar, fetihler... " siyaha beyaz, beyaza siyah diyerek ders anlatmak nasıl ızdırap oluyor tahmin bile edemezsiniz.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Iktisat konusunda guzel analizleri olsa da kerameti israrla "millilik" olgusuna yukleyisi cok tarafli geldi.

1- Osmanli'nin milliligi neden Turklesme'den gecmelidir? Diger uluslari neden milli sayilmiyor? Bir koyun isminin Turkcelestirilmesi neden otomatikman bir keramet? Turkce'nin be Turklugun bilmedigimiz bir bonusu mu var? Yoksa Osmanli'nin birincil (primary) kulturu Turkluk de bu millilesme ona paralel gidince otomatikman hersey daha iyiye gidecektir seklinde bir varsayim mi var?

Yazar Turkler'in hakir gorulmesine bir iki yerde gocunmus ama kendi de her firsatta Ortadogululari asagilamis. O Osmanli elitleri de Turkler'e senin Ortadogulular'a baktigin pencereden bakiyordu iste. Kastamonu'lu Halil'in takip edicek pek bir isi/ustaligi yokmus ki hep Gayrimuslimler'in ustaligina yonelinmis. Osmanli'nin Gayrimulsim yahut devsirmelerin sirtinda yukselmesi bos yere degil. Obur turlu savastan baska birseye yatkin olmayan Turkler'i islah edebilmek icin sosyalizm falan getirmesi lazim ulkeye. Onu da yapmamis iste, her ulusu yatkin oldugu alanlarda kullanmis. Somuruyu koklemek adina Turkleri yukari tasimasindan cok asagiya cekmesi durumu sorunu derinlestirmis.

2- "Gayrimuslimler'in Osmanli'nin surekli birileriyle savasmasina yol acmasi." Bu yazidaki Gayrimuslimler'in hicbir zaman milli olamayacaklari tavrina ait en sesli ifade. Gayrimuslimler'in casus belli haline gelisi 1700lerin sonlarinda basliyor, bu tarihe kadar Osmanli'nin dusmanlari Osmanli'nin ic islerine karisacak kadar dominant degiller, zaten savas acmak icin boyle ince ince oyunlar da gerekmiyor.

Bu devletlerden cok once, 1400lerin basinda da Timur Osmanli'daki Turkler'i bahane edip saldirip Osmanli'nin canina okumustu onu da hatirlatmak gerek. Turkmenler bir bir taraf degistirirken Sirplar son ana kadar Beyazid'in yaninda savasti. Sonra 1500lerde yine bir suru Turk Safaviler'den yana oldu. Bir zamanlar Osmanli'yi dis mihraklara karsi zayif dusuren bu ic mihraklar Turkmenler yahut Aleviler imis demek ki. Bu Turkler'i daha az milli yapmis mi? (Aleviler'i yapmis gerci.)

Yani Osmanli'yi zayiflatmak isteyen ulkeler imparatorluga en az entegre olmus halklari ya da onlarla isbirligine en yatkin olan halklari hedef aliyor muhtemelen. Halklari millilestirmek devletin gerceklestirmesi gereken bir hamle. Osmanli bunu yapmamis ama denememis de. Osmanli'da Gayrimuslim'in yeri her zaman bellidir. Ikinci sinif vatandasligi kanunlarla belirlenmis bir guruh var, o devleti yikmak isteyenler tabi ki bu insanlara yonelir. Bu onlarin Turk yahut Musluman olmayislarinin getirdigi bir sorun degildir. Halkin dini ya da ulusu devlet ile in-line degilse, devlet kendi dini ya da ulusculugunu onunla in-line hale getirebilir.


2- Gayrimuslim azinliklarin sermayesinin otomatikman yurtdisina aktigi kanisi nereden geliyor?

3- 19yy'da Balkanlar'in refah seviyesi dunya standartlarina gore yuksekti demis. Balkanlar'in refahi olsa olsa Osmanli'nin geri kalanina kiyasla yuksektir. Anadolu bozuk burokrasi ve memurlar altinda ezilirken Balkanlar farkli bir duzenle yonetilmiyordu. Bunun ustune yerel Hristiyanlara karsi bildigin kotu niyetli asker, vali ya da burokratlari da ekle. Ikide bir savas yahut isyanlar altinda ezilip, surekli biryerlerin yikilip yikilip yeniden kurulmasini da ekleyelim buna. 1800lerin basinda Romanya ve Bulgaristan'in cogu yeniceri Osman Pazvantoglu'nun isyani yuzunden yikima ugruyor. Bu ilk tehdit de degil son da; bu tarihten sonra Balkanlar zaten isyan bastirmaca oyununa donmus. Refah seviyesini arttiracak yatirim ve icraatler nasil meydana gelsin? Arttiysa Avusturya'nin kontrol ettigi yerlerde artmistir.

4- "Balkanlar'da resmi bir sinir ticareti nasil yapilsin, Sirplar gumruk memurunu keser". Sirplar Osmanli valilerini kesiyor muymus? Kesmeye calissa da memur atiyorsan, askeri korumasini da saglaman gerekir. Osmanli'nin para kapisini ve de sinirini bir manga askerle koruyacak hali de yok. Balkanlar'daki sikinti esas olarak ticaret yapabilecegin kimse olmamasi cunku komsular (ya da "komsu" ) ile dusmansin ve sinirlar da degisken. Yazarin bu gumruk ticaretinin olmamasina yonelik sundugu ikinci sebep, yani devletin sinirlarin oraya kadar uzandigini ve orada bittigini kabul edememsi durumu daha iyi bir analiz bence.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

ek: nigger yine havadan nem kapmış, adam yazdıklarını açıklıyor zaten, ama bilale anlatır gibi değil ve karaşık olarak

ama kısaca nasıl roma imp. üzerine goygoy yaparken romayı sazdan tuğlaya, tuğladan mermere eviren kafa yapısının kaybının üzerinde dolanıyorsak, benzer bir şekilde osmanlı üzerine neden aynı mantıkla yaklaşmayalım ?


yazı gerçekten güzel, kafa açan oldukça entelektüel konulara da değiniyor + sağdan soldan bildiğimiz bilmemize rağmen dikkat etmediğimiz konulara da vesile oluyor,

misal, takiyüddin

liseden beri ismen bildiğim bir şahıs ama biraz daha ileri gitmem yeni oldu
ekşiden alıntı yapıyorum,
said:
günümüzde 61" olarak hesaplanan güneşin apojesini, 63" olarak hesaplayan büyük ama hiç bilinmeyen talihsiz türk bilgini.

bu kopernik'in 24" ve tycho brahenin 45" değerleriyle karşılaştırılınca gerçeğe en yakın değer olarak görünmektedir.

takiyüddin'in rasathanesi sadece 7 yıl açık kaldı ama, bu 7 yılda çok önemli çalışmalar gerçekleştirildi.

bugün kopernik'i çocuklar bile bilir. takiyüddin ise tarihimizin unutulan ya da hiç bilinmeyen değerlerinden birisidir. dini taassub sonucu rasathanesi yıkılmasaydı, yanında çalışan 15 yardımcısıyla matematiğe ve astronomiye kimbilir daha nice katkılarda bulunurdu.

ama bilime ve sanata arkasını dönen osmanlı bu parlak bilimadamını ve geleceğini yok etmiştir.


said:
döneminin en büyük astronom ve matematikçilerindendir. özellikle trigonometride bir çok çalışması vardır, 16. yüzyılın ünlü astronomu copernicus sinüs fonksiyonunu kullanmamış, sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjanttan söz etmemiştir, ama takîyüddîn bunların tanımlarını vermiş, kanıtlamalarını yapmış ve cetvellerini hazırlamıştır. takîyüddîn, trigonometrik fonksiyonların kesirlerini, ilk defa ondalık kesirlerle göstermiş ve birer derecelik fasılalarla 1 dereceden 90 dereceye kadar hesaplanmış sinüs ve tanjant tabloları hazırlayarak ne kadar büyük bir bilim adamı olduğunu kanıtlamıştır. takîyüddîn trigonometrik hesaplamalarda cetveller ya da rub, yani "trigonometrik çeyreklik" denilen basit bir alet kullanmıştır. takîyüddîn'in aritmetik alanındaki çalışmaları da çok iyidir, bu bölümle ilgili bir çok araştırma yapmıştır. kendisine özgü pratik bir rakamla ma sistemi geliştirmiş ve çok eskiden beri kullanılmakta olana altmışlık kesirlerin yerine ondalık kesirleri kullanmaya başlamıştır. takîyüddîn, ondalık kesirleri kuramsal olarak incelemiş ve bunlarla dört işlemin nasıl yapılacağını örnekleriyle göstermiştir. batı dünyasında bu düzeye yaklaşık on sene sonra yazılmış olan simon stevin'in eseri ile ulaşılabilmiştir. takîyüddîn'e göre cemşit el-kâşî'nin kesirli sayıların işlemleriyle sınırlı kalmış olan ondalık kesirlerin, trigonometri ve astronomi gibi bilimin diğer dallarına da uygulanarak genelleştirilmesi gerektiğine söylüyordu. takîyüddîn'in tam sayı ile kesrini birbirinden ayırmak için bir simge kullanmadığı veya geliştirmediği görülmektedir.

ayrıca takîyüddîn yüz binler basamağı ile yüz binde birler basamağı arasında kalan kesirli sayıların kolayca aşama aşama yapmış, yani tam ve kesir kısımlarının birbirlerinden ayrılabilmesi için bir tablo düzenlemiştir. çarpma, bölme ve karekök alma işlemlerinden sonra sonuç sayısının tam ve kesir kısmını anlayabilmek için bu tabloya bakmak yeterlidir. yalnız bu tablonun işlemlerde sağlayacağı kolaylık, ondalık simgesinin sağlayacağı kolaylık kadar fazla değildir.

astronomideki en önemli güçlüklerinden birini gidermeyi amaçlayan takîyüddîn, açıları veya yayları ondalık kesirlerle gösterirken, bunların trigonometrik fonksiyonlarını altmışlık kesirlerle gösteremeyeceğini anlamış ve ondalık kesirleri trigonometriye uygulamak için sidretü'l-müntehâi'l-efkâr fî melekûti'l-feleki'd-devvâr (gökler bilgisinin sınırı) adlı yapıtında birim dairenin yarıçapını 60 veya 1 olarak değil de, 10 olarak aldıktan sonra kesirleri de ondalık kesirlerle göstermiştir. zâtü'l-ceyb olarak bilinen bir gözlem aletini tanıtırken kendi şöyle demiştir "bir cetvelin yüzeyini altmışlı sinüse göre, diğerini ise bilginlere ve gözlem sonuçlarının hesaplanmasına uygun düşecek şekilde kolaylaştırıp, yararlılığını ve olgunluğunu arttırdığım onlu sinüse göre taksim ettim." demiştir


uzun

osmanli ve turkiye'ye dair her turlu tartismanin tam da merkezinde duruyor aslinda takiyuddin ar-rasid. hatta bugun mezarindan cikip gelse sasar kalir kendisinin bir "bilim sehidi" ve "osmanli gerilemesi"nin miladi olarak resmedildigini gorunce. dogrudur, seyhulislam ve bir kesim ulema rasathane'deki faaliyetlerden son derece muzdarip olmustur; ama rasathane neden yikildi sorusu kadar onemli bir soru her zaman es gecilip duruyor: sahi, bu rasathane neden kurulmustu?
bilim tarihi'nin islam kanadinda maalesef muthis bir refleksif hava var. geleneksel oryantalist anlatinin 10. yuzyil sonrasi (pozitif) bilimsel faaliyetlerini es gecen tavrina karsin, "bakin, biz olmedik" dercesine ozellikle de cesitli zamanlarda kurulmus rasathaneler - sozgelimi maraga'da nasir al-din tusi'nin, yahut semerkand'da ulug bey, kadizade ve cevrelerine toplanan alimlerin kurduklari - buralardaki faaliyetlerin tam nesri yapilmadan birer "modern bilim mabedi" olarak sunulageliyor. halbuki avrupa bilim tarihciligi kendi ezoterik gecmisiyle yuzlesti ve kopernik'in, kepler'in, newton'un ilmi arayislarinda rol oynayan gizli ilimlerden, yogun kutsiyet ve tanri tasavvurundan hicbir sikinti duymadan bahsedebiliyor. konu islam dunyasinda bilimsel faaliyet olunca bu maalesef yapilamiyor. birincisi, sanirim dogu'yu sihir ve buyu'yle tarif etmeye coktan hazir olan oryantalist soyleme yem vermek istenmiyor; ikincisi, bu tur faaliyetleri islam akidesi ve gayb inanciyla bagdastiramayip yok sayma yoluna sapiliyor. mamafih, iste resim hep eksik kaliyor.
takiyuddin'in bugunku konumu da bu teorik marazdan muaf degil haliyle. onu, "bilim sehidi" mertebesine zink diye yukseltince ne onu hakkiyla anlayabiliyoruz ne devrini adabiyla yorumlayabiliyoruz. evet, takiyuddin matematik'le, mekanik'le, optik'le, yanisi bugun modern pozitif bilim olarak telakki edilen alanlarla ugrasip cesitli icatlarda bulundu. ama mesela onun mekanik'e dair kitaplarina bakilsa, yogun ezoterik hava hemen teneffus edilecek: zikr icin dualar, felaketlerden korumak icin sihri sozcukler, tilsim ve nirencat hep orada bir yerde. bugun bunlar konusulmayip es geciliyor; ama kendisinin boyle bir derdi tasasi yok. bilakis, "mekanik"in sihir gibi, simya gibi, doga kurallarini alt etme yolu oldugunu soyluyor. mekanik'i bilmenin, mekanik yapilarin ardindaki saikleri cozmenin, evrenin sirlarini anlayip tanri'nin kozmik duzenine bilgi duzeyinde ortak olmaya el verdigini anlatiyor. saat yapmanin yalnizca matematik, geometri bilmekten gecmedigini, ayni zamanda tilsim, sihir ve bilumum gaybi mevzuya vukfiyet gerektirdiginin altini ciziyor. doneminin diline egemen olan "kiyamet beklentisi"ne mutemadiyen vurgu yapiyor. sanki, evrenin gizli duzenini cozup elde ettigi bilgiyi bir son'u tersine cevirmek icin kullanmak istiyor.
rasathane'yi kurmak icin saray'in maddi destegini alirken de muhtemelen ayni soylemi kullandi. nasir al-din tusi de boyle yapmisti maraga rasathanesi'ni hulagu'ya kurdururken: han'im demisti, eger gokteki isaretleri cozebilirsek gelecegi avucumuzun icine alabiliriz.
islam dunyasi'nda rasathane kurmak onu belli bir sure sonra yikmayi da gerektirir der ihsan fazlioglu. ilk okudugum zamanlarda bunu acikcasi anlayamamistim, ama artik biraz biraz anlar gibi oldum. gokleri gozlemek, uzun vadeli bir ilmi projenin degil, bu gozlemi siyasi ve pratik bir eyleme donusturecek dirayetli bir hukumdarin himayesi altinda var olabilir ancak. siyasi/burokratik eylem tatbik edildiginde, rasathane'ye de ihtiyac kalmamistir artik. lakin en az 30 yillik bir isletim suresi vardir, daha dogrusu olmasi makbuldur, zira kadim kozmolojideki en dis gezegen olan saturn'un devrini tamamlamasi icin 30 yila yakin bir sureye ihtiyac vardir. tum gezegenlerin devirleri, kiran vakitleri, teslisleri, tesdisleri, terbiileri, mukabeleleri, yanisi birbirlerine karsi ne zaman hangi pozisyonda olduklari tesbit edilip listeler, diger bir deyisle zicler hazirlaninca rasathane gorevini yerine getirmis olur. oysa bu 30 yillik periyodu goren bir semerkand'daki olmustur. hatta sah ismail de zamaninda bir tane rasathane kurdurmak istemis, ama 30 sene gozlem gerek cevabini alinca vazgecmistir, cunku kiyamet savaslari icinde beklemeye tahammulu yoktur.
istanbul'daki rasathanenin yikilmasindan cok daha ilgimi ceken bir mevzu var takiyuddin ile ilgili. donemin sadrazami koca sinan pasa'nin sultan iii. murad'a yazdigi telhislerden birinde, sadrazam, ulemanin takiyuddin'i oldurmek istediginden, hakkinda bir kere fetva ciktigi icin onu istanbul'da tutamayacaklarindan, bu nedenle de en hayirli karar olarak onu memleketi suriye'de muhafaza etmekten bahsedyor. ilginc, cunku muneccimbasilik muhtemelen 16. yyin basinda kurumlasmis bir yapi olarak osmanli ilmi ve siyasi hayatinin hep icinde oldu. yillik hazirladigi takvimlerde notu dusulen kimi oldukca genel kimisi anlami kolay anlasilamayacak gizlilik ve tekillikteki kehanetler, muneccimbasilarin mutat mesailerindendi. dolayisiyla takiyuddin'in gordugu tepkinin benzerini onceki ya da sonraki donemlerde de gormeyi beklemek manasiz degil. ama bunu gormuyoruz. peki takiyuddun'in farki neydi? yalnizca o devre ozgu bir mutaassip ulema mi? yoksa isin icinde birtakim siyasi kliklerin derin mucadelesi mi vardi? ya da takiyuddin'in ilmi istiyakleri ve "doga kanunlari"ni manipule etme hayali fazla ileri gitmek miydi? zira gaybi meselelerde her dem bir sinir vardir: allah'in sirlarini kesf, ehline munasiptir; yine de onlari tatbik etmekten imtina etmek gerekir.
butun bunlar demek degil ki takiyuddin "pozitif"/matematik bilimlerle istigal etmedi. aksine, kimi yahudi (bkz: davud er-riyazi) ve italyan matematikci ve astronomlarla surekli munasebet halindeydi. kitaplarindan birindeki italyanca nottan italyanca bildigini de cikarabiliriz. tycho brahe'yi tanir miydi, bilmiyoruz; ama osmanli'yla apokaliptik bir savas icerisindeki habsburglara astrolojik danismanlik hizmeti goren tycho brahe'nin yaptiklarinin bir benzerini iii. murat icin yapmaktaydi. ters gidense veba salgini ve iran'dan bir turlu gelmeyen zafer oldu.



---
burada ayrıntı var:

http://www.kameraarkasi.org/light/mucitler/takiyiddin.html
---

uzun

asıl ismi takiyüddin rasid olup 1526 yılında doğmuştur. doğduğu yer konusunda farklı söylemler var; bir kısmı mısır, diğer kısmı şam olarak ifade ediyor. buradan anlıyoruz ki ortadoğu'da bir yerlerde doğmuş. iyi bir eğitim alıp tennis kadısı olduğu hemen hemen her kaynakta geçiyor. ben bu tennis kısmının nerede olduğunu bilemedim ve bulamadım. bilenler katkı sağlayabilir. kadı olduktan sonra 25m derinlikte bir kuyu kazdırdığı ve gözlemler yaptığı biliniyor. daha sonra osmanlı'nın başkenti istanbul'a geliyor takiyüddin. iş bulmak ve ünlü olmak için tarih boyu bu istanbul'a akın akın gelenler hep olmuş. "kimi sefil kimi vezir" olmuş. takiyüddin de "önce vezir sonra sefil" olanlardan...

namı yayılmış ve kendinden önce istanbul'a gelmiş aslında. çünkü o sıralar müneccimbaşı mustafa çelebi var. mustafa çelebi ölünce 1571 yılında bizim takiyüddin müneccimbaşılığa atanır. biz bu imkanlarla daha doğum yerini bulamıyoruz. o zamanlar saray takiyüddin'i istanbul'a gelir gelmez bulup müneccimbaşılığa atıyor.

o yıllar müneccimbaşılık çok önemli. müneccimlerin başı çünkü. peki müneccimbaşı ve müneccimler ne yapıyor? takvim, imsakiye gibi şeylerin hazırlanması yanında asıl olarak astroloji ve kehanet gibi işleri yapıyorlar. yani o çağın en büyük devletinin danışmanlarından önemli biri bunlar. kehanet içeren "bilgi ocağı". müneccimbaşılar, başta namaz vakitleri, savaş, doğum, düğün, denize gemi indirilmesi gibi konularda uğurlu saatleri tespit ederlerdi. yani gemi yapılır ama kızakta bekler. bu müneccimbaşı buyurup geminin ömründe yapacağı hayırlı işler için en uygun zamanı bildirir ve gemi o zaman denize indirilirdi. ya da devlet savaş yapacak ama müneccimbaşı diyor ki "olmaz o vakit hayırlı değildir"... bakar mısınız? ayrıca kuyruklu yıldızların geçişi, şiddet-i arz yani zelzele ki bugün de bilinemez, yangın, güneş tutulması ve ay tutulması gibi astronomi ile ilgili veya ilgili olduğu düşünülen olayları da takip ederek yorumları ile birlikte saraya bilgi veriyorlar. saray da yaşamsal alanda bu bilgileri kullanıyordu. bir kısa bilgi notu ile bu kısmı kapatalım: dinî olarak da yasak kılınıp olmaması gereken olarak tarif edilen ama osmanlı döneminde sarayın medet umduğu müneccimbaşılık kurumu ancak 1924 yılında cumhuriyet ile kapatılmıştır.

şimdi gelelim takiyeddün müneccimbaşı kısmına: istanbul' a gelip müneccimbaşı olan taküyeddin padişah ııı. murat'a; "uluğ bey tarafından yapılan ve kullanılan zic'in yani yıldız kümelerinin, burçların durumunu gösteren horoskop'ların dayandığı hesapların tarihin gerisinde kaldığını ve yeni gözlemlerin yapılması gerekir" diye rapor vermiştir. padişah da doğrusunun yapılması için onbin altın vermiş ve hoca saadettin, sokullu mehmet paşa'nın desteği ve padişah ııı. murat'ın fermanıyla 1577 yılında tophane sırtlarında ya da galata kulesi ile bugünkü galatasaray lisesi arasında bir yerde takîyüddîn’in yönetimi altında bir gözlemevi olan "takiyüddin'in rasathanesi" kurulmuştur.

(bkz: https://tr.wikipedia.org/…dia/file:taqi_al_din.jpg)

takiyüddin 15 bilim adamıyla çalışmalara başlar. sinus, kosinus, tanjant ve kotanjantın tanımlarını verip ispatlarını sergiler ve cetveller hazırlar. ekliptik ile ekvator arasındaki 23° 27' lik açıyı, 1 dakika 40 saniye farkla 23° 28' 40" şeklinde tahmin eder. bilimsel çalışmaları yanında saraya da raporlar verir.

rasathanenin tamamlanmasından sonra padişah ııı. murad takiyüddin'den kehanette bulunmasını talep eder. çünkü o sırada osmanlı devleti üzerinden bir kuyrukluyıldız geçmiştir. takiyeddün de halt eder ve bu yıldızın bir mutluluk ve saadet devrinin habercisi olduğu tahmininde bulunur. işte bu tahmin her şeyin de sonu olur. 1578 yılında istanbul'da veba salgını başlar. veba osmanlı döneminde allah'ın bir cezası sayılmış hastalıktır. gerçi avrupa ortaçağ döneminde de veba tanrı'nın bir cezası sayılmıştır. ortaçağ dönemindeki engizisyon mahkemelerinde kadınlar "cadı" bellenir diri diri yakılır, yahudiler de "dinsiz" diye yakılma kararlarıyla cezalandırılır. takiyüddin'in bu tahminin tersi olması üzerine karşıtları ve "cüppeliler" de yıpratma propagandasına başlar; "bu rasathane ile takiyüddin ve personeli meleklerin bacaklarını gözlemektedir. allah da kızmış ve vebayı da bunun sonucunda göndermiştir"...

o sıra şeyhülislam kadızade padişah'a mektup yollar. "rasat icrasının, eflakin sırlarını öğrenmeye teşebbüs mahiyetinde bir küstahlık olduğunu rasathane ihdas eden devletlerin zeval bulduğunu" bildirir. yani diyor ki şeyhülislam; "gözlem yapmak evrenin ve dahi allah'ın sırlarını öğrenmeye teşebbüs niteliğinde bir küstahlıktır. gözlemevi kuran devletler yıkılır"...

12. osmanlı padişahı ve 91. islam halifesi ııı. murat ne etsin? verir hatt-ı hümayunu kaptan-ı derya kılıç ali paşa'ya. "yık şu gözlemevini" der. kılıç ali paşa o muhteşem gemileri tophane önüne dizer. verirler ateşi. yerle bir olur rasathane...

neyin nesidir bu kaptan-ı derya? çünkü bu kişi de aslen luka galanti adında bir italyan'dır. kılıç ali paşa ismini sonra verirler kendine. bu devşirme italyan kısmına bir süre sonra "kılıç ali paşa" başlığında değineceğiz. ancak neden gemilerden atılan toplar ile gümbür gümbür yıkılır rasathane? işte burası önemli bence. çünkü bir söz vardır "at ölür izi kalır, yiğit ölür şanı kalır" derler. derler ya! kime kalır ve kime derler? tribünlere... yani söz konusu olan tribünler...

rasathane öyle sesiz sedasız, kazma kürek ile yıkılsa idi olmazdı. böyle anlı şanlı yıkılınca tribünler daha bir etkilenir. siyaset yani. o sıra hasköy'de, kasımpaşa'da imamlar camide verir gazı müridlerine; "attırdı topları şanlı padişahımız devletlümüz hükümdar, gümbür gümbür yıktı gafilin mekanını"... eyyy! ne gam, ne olsa da veba...

takiyüddin rasid tennis kadılığından istanbul'a geliyor. burada bayağı mülk de ediniyor. dolmabahçe sarayının olduğu yer var ya, işte orasının da sahibi olduğu geçiyor kayıtlarda. ama çocuksuz kişi. öyle "üç çocuk" değil bir tane de yapamıyor. çaresiz devlete kalıyor oralar.

not: tarihe ait anlatılarımın takipçilerinin mesajlarını okumak bir keyif. tek tek yanıtlamadıklarımı da okudum. hepsine teşekkür ediyorum.



said:
insanı kahreder. lanet olsun dedirtir yaptıkları, yaşadıkları.

yine burada kendisinin gökbilimci olduğu yazılmış fakat kendisi gökbilimciden daha çok mühendis ve matematikçidir. gökbilimcilik osmanlı'nın kendisinden istediği şey olduğu için yaptığıdır. kopernikten daha hassas ölçümleri vardır.

asıl noktaya geliyorum. bildiğiniz gibi sanayi devrimin başlangıcı olarak 1763 yapımı watt'ın buhar makinesi gösterilir. çalışmasıyla ilgili basit bir animasyon
https://youtu.be/emnrtocz6xq

sanayi devrimi ise bugün batının teknolojik olarak geldiği noktanın başlangıcıdır. buradan yola çıkarak buharlı gemiler, buharlı trenler yaptılar hatta 4 zamanlı motorun da çıkış noktası yine buharlı makinedir.

şimdi aşağıdaki animasyonda ise takiyüddin'in su pompalamak için tasarladığı sistemi görüyorsunuz. kendisi bunu 1551 yılında al-turuq al-samiyya fi al-alat al-ruhaniyya adlı eserinde tarif etmiş. eser bugün unesco tarafından korumaya alınmış bir el yazması.
https://youtu.be/dsvmb2q9-q4

bu da buhar krikosu olara tanımlanmış dünyanın ilk buhar tirbüni. daha sonra 1884 de ingiliz sir james parson cihazı geliştirmiş ve modern buhar tirbünine çevirmiştir. kurduğu şirket daha sonra bugün dünya devi olan siemens'in bünyesine girmiştir ve yine bugün dünyadaki elektrik üretiminin yüzde 90 ı buhar tirbünleriyle üretilmektedir.
http://i67.tinypic.com/ka5ibn.jpg

bizse taküyiddin efendiyi rasathanesi allah'ın işine karışıyor diye donanmayla denizden topa tutmuşuz. bak biz derken osmanlı'yı kastetmiyorum. sonuçta padişah bu adamı istanbul'a getirtmiş bir de rasathane kurdurtmuş. orayı yıktıran ise depremi rasathaneye bağlayan teba olmuş.

e bu ayıpta bizi 500 yıl götürmüş. şimdi de evrim'i falan kitaplardan çıkarıyoruz. bir 500 yıl daha böyle gider.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

aynı kişinin şöyle bir yazısı da var,
https://eksisozluk.com/entry/67072273
said:
- nüfuslarının önce niceliğini, sonra niteliğini 8-10 misli arttırdılar. 16. yyda 135 binlik sülümanın karşısına 100 bin adam bulamazken(korktuklarından değil cidden, adam yok çünkü), 1916da batı cephesinde, osmanlının kadın+erkek türk nüfusu kadar alaman neferi çarpışıyordu, biri de onbaşı adolf hitler(evet kel alaka). bu süreçte muazzam eğitim devrimi, her kasabaya fıstık gibi bir üniversite filan derken bismarkın 1870 fransız harbi sonrası verdiği "bu zaferin planları alman ilkokullarında çizildi" demecine kadar geldi.

- bir diğer sebep almanların kırsal ekonomiyi fransızlardan örnek alarak oturtmuş olmalarıdır. yeterli büyüklükteki ve bizimkiler gibi parçalanmamış çiftlikler, alman nüfusunun nicel büyüme motoru olmuştur.

- 1830'larda; kutsal kapitalist kitaplarının bizim gibi dandik ülkelere öğütlediği, gelişmiş ülkelerin dikte ettiğinin aksine gümrük duvarlarını yükseltmesi, yabancı mallara fahiş vergiler koyması, ithalatı ayıp, tüketimi utanılacak bir olgu haline getirmesi. ki hem fransa, hem abd, hem japonya, hem de kore bunu yaparak sanayileşmeyi başardı. bizim gibi salak ülkelerse gümrük birliği, serbest ticaret filan imzalar, varlıklarını yabancılara satar...

- işbu nüfus gücü sayesinde hemen her dönem, her çeşit alanda, aynı dönemde yoğunlaşabilmesi. 5 milyonluk goç gibi ordu yetiştirirken bu orduyu finanse edecek sanayi ordusu, dizel motoru icat edecek, havadan azotu ayırıp ondan barut yapacak bilim adamları, 70 milyon insanı doyuracak çiftçiler, sanatçılar vardı aynı anda.

gariban türkler ise 19. yy ikinci yarısında haklı rus işgali korkusu yüzünden her köşede pıtırak gibi açılan askeri rüştiyelerle kafası çalışan çocukları toplayıp en akıllılarını harbiye/akademiyle dünya standartlarında kurmaylar olarak yetiştirdi(neredeyse her hareketi ofsayt olan abdülhamitin hakkını verelim). üniversite? bir açılıp iki kapanan, medrese bozması darülfünunu saymazsak yok. bırak fabrika kurmayı, atatürkün makam arabasını tamir edecek usta bile yoktu 1923'de . 50'lerde ziraate, 60'larda altyapıya(baraja/yola/elektrifikasyona), 70-80'lerde ikameci sanayiye, 90'larda belediyeci inşaata yöneldik... bak 20-30 ların bol isyanlı, daha sıkıntılı koşullarında her alanda (eğitim/sanayi/sanat/ekonomi/toplum hayatı/üniversite/kültür/şehircilik en çok da sağlık-hukuk-siyaset) yapılanlar daha takdir edilesi geliyor insana. o da başbuğun dehasıydı neticede.

300 senede 16. yy nüfusunu eritmek yerine 4'e katlamış olsak, yani 19. asırda 40 milyon türk nüfus olsa japon tipi ithal geliri ile rahatlıkla kapital biriktirir, işçi istismarı ile sanayiyi kurar, azınlıkları prangaya dönüştürmeden daha insancıl yöntemlerle eritir, köyden kente göçü 1 asır evvel yaşar, önce tarım, sonra eğitim en son da her alanda kalkınmayı başarıp (sadece 2. mahmut reformları bile yeterdi) topyekûn savaşlar çağını daha az kayıpla atlatirdik. günümüzde ise; 4/1'i kafasını yastığa koyduğunda; kendi kanımızda boğulmamızı içeren çeşitli hayaller kuran kürtler olmak üzre, niteliksiz doyurulması, iş bulunması gereken gereken, çoğunun babası köylü 80 milyon insan... türkiye güçlü olacak değil ya!!
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Arkadasim bu kadar hassassan paylasim da yapma o zaman, duyuru panosu degil burasi forum. Konusulup tartisilsin diye degil de okunup kafa sallansin diye mi paylasiyorsun yazilari?

Terbiyesizlesmeni gerektirecek ne yazmisim simdi orada ben, olumlu yorum bile yapmisim nedir bu cekememezlik?

"Adam dediklerini acikliyor zaten" demekle yetinmissin. Benim degindigim noktalari aciklamamis iste. Yok aciklamissa gosteriver o zaman.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

gittim yazdığıma baktım acaba bun satırlara vesile olacak ne yazmış olabilirim diye ama bir emareye rastlamadım

diğer konuya gelirsek

kişinin biri, yazının sorunda vede başında ismen paylaştığı kitapları okudum ve böyle bir çıkarım yaptım diye bir yazı yazmış, benimde yazdığı yere yolum düşmüş es kaza okumuşum ve bazı noktalarda enteresan bilgi ve tespitlere rastladığım için paylaşmışım

iş bu noktadan sonra, benim bu yazı üstüne yapılan içerik ile ilgili eleştirilere ben ne diyeyim?

ha diyeceğim şudur ki yazdım zaten, adam yazının içinde gerekli açıklamaları yapmış.

ama bonkör ve sıkkın bir günümde olduğum için niggerinde gönlü olsun babı ile şöyle yapalım,

1

1- Osmanli'nin milliligi neden Turklesme'den gecmelidir? Diger uluslari neden milli sayilmiyor? Bir koyun isminin Turkcelestirilmesi neden otomatikman bir keramet? Turkce'nin be Turklugun bilmedigimiz bir bonusu mu var? Yoksa Osmanli'nin birincil (primary) kulturu Turkluk de bu millilesme ona paralel gidince otomatikman hersey daha iyiye gidecektir seklinde bir varsayim mi var?



-Osmanli'nin milliligi neden Turklesme'den gecmelidir? Diger uluslari neden milli sayilmiyor?

el cevap-e.c.
kurucu unsur ev motor gücü olduğundan olmuş olabilir mi? bkz. diğer imparatorluk

ek bilgi, insanlarda öyle bir algı oluşuyor ama selçuklu anadoluya girdiğinde anadolu çokta güzel, refah ve münevver bir yer değildi
sassani roma savaşları, ikon savaşları, roma-hilafet devleti savaşları, çeşitli isyanlar ve türk savaşları ile zaten fazlasıyla harap olmuş bir yerdi, nüfus hem az hemde bizim celali isyanları zamanı gibi korunaklı yerler sığınmıştı, hatta romalıların taktikal manevra olarak orman ve tarla yangınları çıkartmaları falan kitaplarında tavsiye olarak verilir... hadi selçuklulun yaptıklarını saymayalım, ama ondan sonrada, haçlı, ermeni ve moğol savaşları, sonrasında tekrar harap olan bir anadolu var, sonrasında beylikler var, böyle bir topraktan 200-300 sene içinde 16yy osmanlısına gelmek az buz bir iş değil

-Bir koyun isminin Turkcelestirilmesi neden otomatikman bir keramet? Turkce'nin be Turklugun bilmedigimiz bir bonusu mu var? Yoksa Osmanli'nin birincil (primary) kulturu Turkluk de bu millilesme ona paralel gidince otomatikman hersey daha iyiye gidecektir seklinde bir varsayim mi var?

e.c. - yazar orada o örneği bir mantaliteye örnek olsun diye vermiş, sende alınganlık yapmışsın, yazıyı ve paragrafı bütün olarak düşünmek gerekiyor

ha israrla bunun üzerine konuşma dönsün dersen, ben kurucu unsurun ve motor gücünün vede bölgesel çoğunluk olanın kültürünün hakim olması gerektiği fikrindeyim, böylesi daha sağlıklı olmuş ve olur, roma tarihi güzel bir örnek, aksi sağlıksız olur, yine roma tarihi güzel bir örnek

hem zaten dikkatli okuyucu görecektir ki, yazar yazının sonunda, eğer işler başka türlü süre gelmiş olsaydı, azınlıkların da imparatorluk içinde farklı konumda olacaklarından bahsederek, öncesinde çizdiği tablonun genel bir ideolojik çıkarım olmadığının da altını çiziyor.

2

2- "Gayrimuslimler'in Osmanli'nin surekli birileriyle savasmasina yol acmasi." Bu yazidaki Gayrimuslimler'in hicbir zaman milli olamayacaklari tavrina ait en sesli ifade. Gayrimuslimler'in casus belli haline gelisi 1700lerin sonlarinda basliyor, bu tarihe kadar Osmanli'nin dusmanlari Osmanli'nin ic islerine karisacak kadar dominant degiller, zaten savas acmak icin boyle ince ince oyunlar da gerekmiyor.

Bu devletlerden cok once, 1400lerin basinda da Timur Osmanli'daki Turkler'i bahane edip saldirip Osmanli'nin canina okumustu onu da hatirlatmak gerek. Turkmenler bir bir taraf degistirirken Sirplar son ana kadar Beyazid'in yaninda savasti. Sonra 1500lerde yine bir suru Turk Safaviler'den yana oldu. Bir zamanlar Osmanli'yi dis mihraklara karsi zayif dusuren bu ic mihraklar Turkmenler yahut Aleviler imis demek ki. Bu Turkler'i daha az milli yapmis mi? (Aleviler'i yapmis gerci.)

Yani Osmanli'yi zayiflatmak isteyen ulkeler imparatorluga en az entegre olmus halklari ya da onlarla isbirligine en yatkin olan halklari hedef aliyor muhtemelen. Halklari millilestirmek devletin gerceklestirmesi gereken bir hamle. Osmanli bunu yapmamis ama denememis de. Osmanli'da Gayrimuslim'in yeri her zaman bellidir. Ikinci sinif vatandasligi kanunlarla belirlenmis bir guruh var, o devleti yikmak isteyenler tabi ki bu insanlara yonelir. Bu onlarin Turk yahut Musluman olmayislarinin getirdigi bir sorun degildir. Halkin dini ya da ulusu devlet ile in-line degilse, devlet kendi dini ya da ulusculugunu onunla in-line hale getirebilir.



"Gayrimuslimler'in Osmanli'nin surekli birileriyle savasmasina yol acmasi." Bu yazidaki Gayrimuslimler'in hicbir zaman milli olamayacaklari tavrina ait en sesli ifade.

e.c. - dediğim gibi alınganca bir yaklaşım, önceki cevapta yazdığım gibi osmanlının yönetici kesiminin yaptığı hatalı icraatlar neticesi ile oluşan bir ortamdan doğan sonuçları anlatıyor yazar.

...Bir zamanlar Osmanli'yi dis mihraklara karsi zayif dusuren bu ic mihraklar Turkmenler yahut Aleviler imis demek ki. Bu Turkler'i daha az milli yapmis mi? (Aleviler'i yapmis gerci.)

bu ve öncesinde yazılanlar genel olarak doğru olduğu kadar yanlışta.

ne timur ne de alevi bektaşi vede türkmenler "türklük" üzerinden isyan etmiyor -yada böyle bir şey işte kafa yormadım şimdi tanım için-

selçukluda da karşılaştığımız gibi, "türk devleti diye biz buraya geldik ama elin kolun arı oynuyor laaan" serzenişi ile isyanlar çıkıyor, bunlar tamamen ayrı ve uzun konular.
timur zamanı taraf değiştirenler yine osmanlının "gayri milli" politkalarını neden gösteriyor, sırplar o yüzden son ana kadar adamın yanında kalıyor, benzer yavuz zamanı yaşanan olaylar yine aynı nedenlerden kaynaklanıyor

olayı sağa sola çekmeden anlamak için söyle bir örnekleme yapalım, mevcut hükumet, suriyelileri aldı, büyük şehirlerin en güzel yerlerine bedavadan yerleştirdi, üstüne kelle başı 10k maaş bağladı, yetmedi yanlarına filistinlileri de getirdi, yetmedi, filistinde savaşsınlar diye seni, çoluğunu çocuğunu zorla askere alıp oralara gönderdi

kafası olanın karşı çıkacağı bir durum olduğu gibi, doğru veya yanlış, o zamanlar isyan eden türk-türkmen unsurlarında motivasyonu benzer nedenlerdi

2.1

2- Gayrimuslim azinliklarin sermayesinin otomatikman yurtdisina aktigi kanisi nereden geliyor?



Gayrimuslim azinliklarin sermayesinin otomatikman yurtdisina aktigi kanisi nereden geliyor?

e.c. - bilmiyorum referans kitaplarda yazıyor olabilir veya bahsettiği başka bir şey de olmuş olabilir yazana sormak lazım

3

3- 19yy'da Balkanlar'in refah seviyesi dunya standartlarina gore yuksekti demis. Balkanlar'in refahi olsa olsa Osmanli'nin geri kalanina kiyasla yuksektir. Anadolu bozuk burokrasi ve memurlar altinda ezilirken Balkanlar farkli bir duzenle yonetilmiyordu. Bunun ustune yerel Hristiyanlara karsi bildigin kotu niyetli asker, vali ya da burokratlari da ekle. Ikide bir savas yahut isyanlar altinda ezilip, surekli biryerlerin yikilip yikilip yeniden kurulmasini da ekleyelim buna. 1800lerin basinda Romanya ve Bulgaristan'in cogu yeniceri Osman Pazvantoglu'nun isyani yuzunden yikima ugruyor. Bu ilk tehdit de degil son da; bu tarihten sonra Balkanlar zaten isyan bastirmaca oyununa donmus. Refah seviyesini arttiracak yatirim ve icraatler nasil meydana gelsin? Arttiysa Avusturya'nin kontrol ettigi yerlerde artmistir.



19yy'da Balkanlar'in refah seviyesi dunya standartlarina gore yuksekti demis. Balkanlar'in refahi olsa olsa Osmanli'nin geri kalanina kiyasla yuksektir.

e.c.- sen bu çıkarımı neye dayanarak yapıyorsun?

balkanların ölüsü bile coğrafi ve iklim yapısı ile zaten dünyada sayılı yerlerden. hem ayrıca ora 19yy değilde 17-18yy lardan bahserken o tabiri kullanıyor...

...Refah seviyesini arttiracak yatirim ve icraatler nasil meydana gelsin?

e.c.- yazar iddia ediyor ki, eğer osmanlının uyguladığı saçma salan ekonomik ve sanayi politikaları olmasaydı dünya ile senkronize gidilseydi, dünyanın geri kalanından daha az refah bir yer olmayacaktı zira osamnlının bu ğrangasında olmayan gayri müslim tebanın küresel konjontür icabi ile alıp yürüdüğünden bahsediyor eeee balkanlarda bunun en iyi örneği bir yer olduğuna göre?

4

4- "Balkanlar'da resmi bir sinir ticareti nasil yapilsin, Sirplar gumruk memurunu keser". Sirplar Osmanli valilerini kesiyor muymus? Kesmeye calissa da memur atiyorsan, askeri korumasini da saglaman gerekir. Osmanli'nin para kapisini ve de sinirini bir manga askerle koruyacak hali de yok. Balkanlar'daki sikinti esas olarak ticaret yapabilecegin kimse olmamasi cunku komsular (ya da "komsu" ) ile dusmansin ve sinirlar da degisken. Yazarin bu gumruk ticaretinin olmamasina yonelik sundugu ikinci sebep, yani devletin sinirlarin oraya kadar uzandigini ve orada bittigini kabul edememsi durumu daha iyi bir analiz bence.



burada genel olarak bir sıkıntı var, yazar "Balkanlar'da resmi bir sinir ticareti nasil yapilsin, Sirplar gumruk memurunu keser" derken orada başka bir şey anlatmaya çalışıyor, mevcut duruma bir bahane değil, ama mevcut durumunun açmazına örnek olarak veriyor

yani ez cümle "azınlıklar" üzerinden duyar kasılacak bir yazı değil zaten konusun ve ana fikirde o değil

hem zaten o kafadan gidersek misal adam bütün türk ve müslümanlara pis demiş, çocuk yapmayı bilmez falan demiş, bunlara hiç değinmiyorsun :)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Birinin okudugu kaynaklardan bir cikarim yapmasi, senin de bunu paylasiyor olman elestiri gelmesine neden mani olacakmis? Sana bu cirkefce tavri takinma hakkini nereden veriyor? Beni alingan olmakla suclarken alinganligin kralini yapmissin. Bir benim yazdigim elestiriye bak bir de benim yazdiklarimin icinde aradigin manaya ve bu manalar uzerinden yaptigin terbiyesizlige.

Cevaplara gelirsek

1.1 - Yazdiklarinin hicbiri benim sorumla alakali degil. Turkler'in alninda "Osmanli'nin motor gucu" diye birsey yazmiyor. Osmanli'nin millilesmesinin neden Turkler'den gectigini sormusum orada. Bunun cevabi "cunku Osmanli'nin ana unsuru Turkler" minvalinde bir cevap olamaz. Yazinin icinde de bu soruma bir cevap alamadim.

1.2 - Turklesmenin keramet oldugu kabulunu sorguladim orada, neye dayanarak boyle bir kabul yurutuyoruz yani. Yazida buna yeterli bir cevap alamadim. Sen Romalilik ile ozdeslestirmissin - Romalilik din ya da etnisite ile bagdasan birsey degildi. Osmanli'nin Turklugu Romalilik konumuna getirmesi icin oncelikle Islam'i geri plana atmasi gerekir. Osmanli'nin ozellikle Balkanlar'daki Turk olmayan ama Musluman olan tebasinin sirf Turk olmadiklari icin bir zarar getirdiklerine inanmiyorum. Ornegin Arnavutlar ve Musluman Slavlar her acidan oldukca entegreler ve faydali olmuslar. Bir suru vezir, burokrat, asker ve tuccar cikmis aralarindan.

2.1 - Alinganlik oldugunu soylemissin. Bana kalirsa degil. Bu da diger maddeler uzerinden tartistikca belli olur oyle mi degil mi.

2.2 - "Turkluk icin isyan etmek" ne demek? Turk olduklari icin ve Osmanli da Turki tebasini onlari hos tutacak sekilde idare etmedigi icin, bunu sikca siyasi bir mesele olarak kullanan Timur'un yanina geciyorlar. Buradan "Turk" sozcugunu cikarip "Alevi" sozcuklerini yerlestirirsek de Safaviler'in tarafina gecen Aleviler'i aciklamis oluyoruz. O zaman dis guclerin elinde masa islevi goren azinliklar Ermeni veya Sirplar yerine Turkmen ya da Alevilermis demek ki. Osmanli da bu yuzden bu unsurlari bastirmaya / yok etmeye calismis demek ki.

2.3 (sen 2.1 olarak numaralandirmissin) - Bak bunun cevabi da yokmus demek ki yazida.

3.1 - Neye dayanarak soyledigim yazimin alintilamadigin devaminda.

3.2 - Buradan ne anlamamiz gerekiyor? Kapadokya da oldukca jeolojik ozellikleri acisindan essiz biyer ama refah seviyesi dusuk.

Ayrica ben de 19yydan ornek vermisim ama verdigim ornegin ilk ya da son olmadigini belirtmisim. Balkanlar'in savas bolgesi olmasi 19yydan sonra mi basliyor? Osmanli 2. Viyana kusatmasindan sonra geri cekilirken Avusturya butun Bosna'yi yakiyor. Bu 1 ornek hani, bu savasta olduyda baska savasta da olmustur yani. Politik acidan instabil, insanlarin kendini guvende hissetmedigi ve sonraya yonelik plan yapamadigi biryer. Refah icinde yasayan Guney Sirbistan'daki Arnavutlar'dir belki. Sirplar yasayamamis bosaltmis mesela orayi, Arnavutlar yerlesmis. Sirplar da Macar ce Hirvatlar'in bosalttigi yerlere yerlesmis. Bu toplu gocler cok olmus ve bu bir refah indikatoru degil.

Hangi indikatorlere dayanarak refah seviyesi yuksekmis diyebiliyoruz yani? Benim bildiklerime gore oyle gozukmuyor.

3.3 - Balkanlar refah seviyesi dunyanin en yuksek yerlerindendi diyor. Bu kaniya varmak icin ikna edici detaylar gerekiyor. Osmanli'nin kendi icinde yuksek olabilir.

4 - Yazarin sundugu 2 sebepten birine katilmadim, digerine katildim.

4.1 - Yazarin Ortadogulular'i hor gormesine deginmistim, baska ne demem gerekiyor Muslumanlar ile ilgili goruslerine? Ben adamin Turkcu ya da Islamci oldugunu iddia etmedim.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

işin vahim tarafı ne biliyormusun o kadar kafa açacak o kadar üzerine konuşulacak şey var ki o yazı içinde, üstelik öyle ha diyince ulaşabileceğin, ha desen bile 2000+ sayfa kitap okuman gereken şeylere değinilmiş ki yazı içinde...

ama sen ne yapıyorsun o kadar alakasız bir yerden ve üstelik haksız bir şekilde ele alıyorsun ki yazıyı insan gerçekten hayret ediyor

mesela bende yazarın ahilik konusunda yazdıklarını biraz aşırı buluyorum ama yazının tamamı ve yazılış amacını göz önüne alınca ve konu üzerine biraz düşününce adama hak veriyorum, zira sağlıklı yaklaşım böyle bir şey.

ha illa azınlık azınlık azınlık diyorsan al,
osmanlı dönemi dersim bölgesinde yaşanan güvenlik sorunları
http://www.asosjournal.com/Makaleler/230189058_855%20Abdulkadir%20G%C3%9CL.pdf

kaldı ki yazan kişi zaten bu amaçla yazmamış bunları, başında anlatmaya çalıştığı gibi bütün bunlar osmanlının başından beri yaptığı yanlış politikaların sonucu
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Nigger_of_the_sand said:


1.2 - Turklesmenin keramet oldugu kabulunu sorguladim orada,


ya yok öyle bir şey diyorum bende işte düzgün oku,

adam milli olunmasından veya olunamamasından bahsediyor , her hangi bir milli yani,

mesela "bu "romalılaşma" iddası türk milliyetini kaybetmesinde çok etkili oldu, fakat romalı da olamadı, ortaya çıkan boşluğu da din doldurdu. "


said:
4.1 - Yazarin Ortadogulular'i hor gormesine deginmistim, baska ne demem gerekiyor Muslumanlar ile ilgili goruslerine? Ben adamin Turkcu ya da Islamci oldugunu iddia etmedim.



üsteki mesajda dediğim gibi yazarın üslubu gereği böyle cümleler her taraf için kurulmuş

ama yine bunun dert edilmesine bir anlam veremiyorum, hem yazının amacı o değil zaten
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

masada, roma kale kuşatma kalitesine güzel bir örnek

http://www.ancientpages.com/wp-content/uploads/2018/01/masadaaerialviewramp12.jpg
https://1.bp.blogspot.com/-IwY7xJUKSM0/WDFd2iXuOGI/AAAAAAAABDw/UGZhMnX8cVoXz9W4u60bdHTwyLtU3ZKOQCLcB/s1600/Aerial_view_of_Masada_-_israeltourism.jpg
https://nu.aeon.co/images/af221fdb-c557-4cb3-af3a-cc36903f243f/header_essay-par101514.jpg
http://preteristarchive.com/Books/images/1973_kossoff_masada/05_chart_kossoff_masada_73-web.jpg
https://i.guim.co.uk/img/static/sys-images/Guardian/About/General/2013/9/22/1379850695245/Masada-010.jpg?w=700&q=55&auto=format&usm=12&fit=max&s=38ad9b2fae56c40038d2babb3c27d110
https://www.baslibrary.org/sites/default/files/styles/article_lead/public/bsba400402800l.jpg?itok=lzFWN5RY
https://i.vimeocdn.com/video/523945006_640.jpg
http://gb.fotolibra.com/images/previews/622605-roman-siege-ramp-masada.jpeg
http://4.bp.blogspot.com/-9G2jVx5mG78/UkxOdOqdbAI/AAAAAAAAFMg/rNb6xVidiUg/s1600/034.JPG
https://nu.aeon.co/images/af221fdb-c557-4cb3-af3a-cc36903f243f/header_essay-par101514.jpg



https://i.pinimg.com/564x/fb/20/eb/fb20eb4a2b316da4386199999b2381b5.jpg
http://1.bp.blogspot.com/_WemHOssXe6c/S-HbmJXdAtI/AAAAAAAAAA0/-WOA7QuMWiE/s1600/11+masada+a.jpg
https://i.pinimg.com/736x/b0/37/03/b0370394e429c42631f520182c155a34--roman-legion-roman-soldiers.jpg
http://www.nortfort.ru/masada/img/D7K_0581.jpg
http://www.netours.com/images/stories/Rift_Valley/masada/masada-siege-camps.jpg
http://www.netours.com/images/stories/Rift_Valley/masada/masada-aerial-nw_2.jpg
http://www.netours.com/images/stories/Rift_Valley/masada/masada-and-dead-sea-shore.jpg
http://www.netours.com/images/stories/Rift_Valley/masada/masada-cisterns3.jpg


kaynak çok var ama burasının fotolar güzel
http://www.netours.com/content/view/133/26/


said:
Written by Stephen Langfur



Masada and the first Jewish revolt against Rome


The Jewish revolt of 66 AD caught the Romans by surprise. The Jews had enjoyed "favored-nation" status ever since the decrees of Julius Caesar. The Romans probably thought they were conducting an enlightened occupation. There had been small-scale uprisings since Herod's death in 4 BC, but nothing had prepared them for revolt en masse.

The extraordinary factor in bringing on the war wasn't Roman behavior, but the Jewish covenant faith, of which the Romans understood little. By the terms of God's covenant with Israel ( Deut. 11: 13-17), many Jews believed that because they no longer worshiped idols, they ought to be sovereign in their land. The Roman occupation was therefore a challenge to the heart of Jewish belief. Various groups, such as the Essenes or the movements behind John the Baptist and Jesus, understood the Roman occupation to signify the travails of the final days. These "birthpangs," they thought, would usher in Redemption. Some of them believed that Redemption would result from a war against Evil. The Essenes, for instance, grouped the Romans with the Sons of Darkness. They joined the revolt, which they must have seen as the final war. (More on the "birthpangs of Redemption"...)

The historian of the Jewish revolt was Josephus (also our sole ancient source for the events on Masada). Yet here we run into a problem: Josephus avoids the topic of apocalyptic eschatology. With one exception, his history gives no idea of the part such thinking played in causing the war. Here is the exception:
But now, what did the most elevate them in undertaking this war, was an ambiguous oracle that was also found in their sacred writings, how, "about that time, one from their country should become governor of the habitable earth." The Jews took this prediction to belong to themselves in particular, and many of the wise men were thereby deceived in their determination. Now this oracle certainly denoted the government of Vespasian, who was appointed emperor in Judea. (Wars... VI 5.4)



said:
...Until a few years ago, the Armored Corps and the Paratroopers, having finished their training, would make a torchlight procession to the top of Masada and here take the oath of service, culminating in the cry from Lamdan's poem, "Masada shall not fall again!" Today they prefer more recent battlefields. Occasionally, the Engineering Corps holds a ceremony here.


bu son alıntı "neden tarih öğrenmeliyiz, neden ortak bir kültürel çatıda birleşmeliyiz ve nasıl motivasyon kaynağı olarak kullanmalıyız" için güzel bir örnek

veya tavşan gibi üreyerek, sonra toprakları satar, sonra adamların tanklarına terlikle vururuz...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

dur şunu da alıntı yapalım,

said:
Masada (İbranice'de kale anlamına gelen מצודה, metzuda, sözcüğünün Romalılarca söylenişi), İsrail'in güneyinde Necef Çölü'nde yer alır. Romalılara teslim olmak istemeyen Masada'daki 960 Yahudi intihar etmiştir. İnanca göre, sarp tepelere kurulu masada kalesi içerisinde gizlenen Yahudiler, kurtuluş ümitlerinin tükendiği anda, aralarından silah kullanmayı bilen 10 kişiyi, kendilerini öldürmeleri için görevlendirirler. Kural gereği bu 10 kişi, diğer 950 kişiyi öldürdükten sonra, birbirlerini de öldürerek kimse hayatta kalmaksızın toplu intihar gerçekleştirilecektir. Toplu intihardan sadece 2 kadın ve 5 çocuk hayatta kalmıştır. Hikâyenin tarihsel arkaplanında da, hayatta kalan bu kişilerin aktarımları rol oynamıştır. Dünden bugüne, Yahudi direnişinin imgelerinden biri olan olaydan, Talmud'da bahsedilmez.

Rivayete göre matematik ve fizikte kullanılan J sayısı konsepti, adını toplu intiharda kimin kimi öldüreceği konusunda kura çekilirken en sona kalan Jospehus'tan almıştır.


bir yerde okumuştum bu toplu intiharda hayatta kalan bay "J" hesap kitap ile bun başardığından bahsediyordu, üstelik isyanın başından beri önemli figürlerden biri galiba kendisi
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...