Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Karışık Tarih Bilgileri


Feamer

Öne çıkan mesajlar

gençler early christian tarihi ile ilgili kaynak bilir misiniz?
0 lia ilk konsile kadarki zaman.

Özellikle bu hristiyanlık 30-40 yıl içersinde nasıl bu kadar çabuk yayıldı onu merak ediyorum.

Mesela nero döneminde yangını hristyanların çıkardığını öne sürerek öldürdü deniliyor ya,, o zamanlar hristiyanlar tanınıyor muydu artık grup olarak? bir de kaç kişilerdi. Hoş o zamanında romasında da 400k kişi vardı, kimi yerler öldürülen hristiyan yasını 2k olarak veriyor, kimi 5k'ya kadar çıkarıyor.

Ama asıl merak sebebim işte, o zamanın sosyal zemini, hangi faktörler hristiyanlığın bu kadar çabuk yayılmasını sağladı. Hem roma'da hem anadolu da. Sonuçta latinlerin hali hazırda bir dini vardı yıllardır süregelen, keza anadolu da aynı şekilde.
Üstüne yahudilik te popülerdi.
Ne oldu da durum bu şekilde değişti.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

valla aslında çabuk yayılmıyor, ilk hirstiyanların tepe noktasını iznik konsili olarak alırsak 0-325 arası bir zaman çıkıyor ki hız olarak manicilik kadar hızlı değil

geniş bir coğrafyaya yayılmış, iç anadolu kapadokya, filistin çevresi, ve avrupada yayılmış ama bu bölgeler bile manicilerinki kadar geniş değil ve bölgesel olarak fraksiyonlar var yine farklı olarak mesela Aryanizm https://www.wikiwand.com/tr/Arius. yani bugün "hristiyanlık" dediğimiz şeyin ortaya çıkması bile 325 den sonra tamamlanmışken, 0-325 arasına, kulaktan kulağa yayılan irfanın ne kadarına genel anlamda hristiyanlık diyebiliriz? basit dini ayinler ve tapınma farkları değil zira bunlar direk "tanrı nedir kimdir" tartışması yapıyor adamlar -gerçi zıtlığı constantin çıkartıyor ama zaten ondan sonra kurumsal bir din oluyor...-

hızlı yayılmıyor diyorum zira, 200-300 lu yıllara kadar inanan insanların fazlalığı devlet düzeni içinde etkileri fazla hisedilmiyor

bu arada kaynaklar hep hristiyan ağzından yazılmış şeyler, pagan romalılar bunların gelişimini nasıl izlemiş veya izlemeye değer mi bulmamış, bular tek başına bir yerlere gitmiş oralarda hücre evleri gibi yaşamış sonra bunları anlatırken "oraları hep hristiyan yaptık" diye mi yazmışlar bunlarda mesele bence, ben diye taraftan kaynak görmedim, benze şey yahudi isyanları içinde geçerli, en azından internette yazan bilginin %90 ı isyanı çıkaran yahudinin anlatıkları içeriyor ki bu bana pek yeterli gelmiyor açıkçası

ama manicilere bakarsak, adamların başlarına gelenleri pers kaynakları başta olmak üzere kaçtıkları, sürgüne gittikleri her yerden takip edebiliyorsun + adamların yazılı metinleri var

islam yine aynı şekilde, daha yeni, modern ve daha çok komşunun olduğu bir coğrafyada doğduğu için sağdan soldan bilgi toplamak daha kolay.

iran tarihinde geçer, doğu roma tarihinde geçer, komşu kabilelerin ticari faaliyetlerinde geçer falan filan

ama ilk hirstiyanlar roma gibi mutlak bir imparatorluğun ortasında ortaya çıkmış bir azınlık, nereden nasıl takip edeceksin? anca mahalli kaynaklara bakmak lazım

mesela hz. isanın çarmağa gerilme olayı anlatıldığı gibi yaşanmış ise roma sarayında diğer çıkan bilmem kaç yahudi ve diğer isyandan daha fazla etki yapmışmıdır? bence bunlara bakmak lazım, bir kaynak var mı bilmiyorum açıkcası

ikinci kısıma gelirsek, kabaca 100 lü yıllara kadar büyük bir imparatorluk olarak romanın panteonu zaten oldukça karışık bir vaziyette, her yerden gelen tanrılar ve ekoller var, zaten bu tanrıların çoğu "mutlak yaratıcı" dan ziyade, savaş tanrısı, aşk tanrıçası gibi fikir bazında olan şeyler o yüzden hoşuna giden bir tapınağa girip oranın adamı olabiliyor...

kabaca böyle bir ortam var, ve imparatorluğun son zamanları ile iyice ortaya çıkmaya başlayan en alt tabaka kalabalık, zaten güncel "misyonerlik" faaliyetinde olduğu gibi aynı afyon fikirler ile onlara yanaşıyorlar, pek zor bir şey değil, nihayetinde bu gittikleri adamlar bacchus ayinlerinde ogrilerden orji beğenmiyorlar :)

sonrası zaten bildiğimiz gibi, bunlar çoğalınca "lan niye ogri yapıyorsunuz ne güzel hak dinimiz var sizi kafirler" diye rererö yapmaya başlayınca daha doğrusu egemen sınıfın dininin arka bahçesine tecavüz edince olay biraz karışıyor...

sanırım ilk hristiyanlar anadolu galatya bölgesinde ortaya çıkıyor -yozgat,çorum :) - orada nasıl dinamikler ile ilerliyorlar bilmiyorum ama orası için antik öğretileri üzerinden "yeni" inşa etiklerini iddia edebilirim belki

bu konu için, gönül tekinin Tarihin Arka Odası ve teke tek programlarında pagan rituleleri ile hristiyan diğer dinlerin rituelleri arasındaki benzerliğe değiniyor

kitabı da çıktı,
http://www.kitapyurdu.com/kitap/hayat-agaci--makaleler-1-kitap-ciltli/421587.html&manufacturer_id=636

son olarak güzel konu ama oldukça karışık bir konu, kabaca bildiklerimi laf olsun diye yazdım (:P)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

"Nasıl yayıldı?"dan ziyade, "neden yayıldı?" diyecek olursak bir alternatif bir bakış açısı olarak Nietzsche'nin köle ahlakı ile ilgili yazdıklarına bakılabilir sanırım.

Ama konstantine kadar çok da hızlı yayıldığı da söylenemez, özellikle islamla karşılaştırıldığında.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

islam daha çok fetihle yayıldığı için onunla da kıyas olmaz, işgal ettiğin yere illa bir şekilde girer zaten din

mani dini en iyi örnek,

said:
Mani Pers İmparatorluğunun I. Şapur (242–273) egemenliği altındaki döneminde, öğretilerini çok başarılı olarak halk arasında yayabilmiştir. Ancak I. Şapur'in ardından tahta çıkan hükümdar I. Behram (ya da II. Behram) onu Mager'lerin bir şikayeti üzerine tutuklatıp idam ettirmiştir. Maniciler, Mani'nin bir haça çakılarak (İsa'daki gibi) idam edildiğini kayıt etmiş olsalarda, bunda bazı şüpheler vardır. Mani dini Antik Çağın sonlarında, 3. ve 4. yüzyıllarda Sasani İmparatorluğu ve çevresinde yayılmıştır. Kral I. Şapur'in bir kardeşi Mani dini'ni kabul etmiş; ancak Şapur'dan sonra gelen Fars kralları Manicilerin düşmanı olmuşlardır. 4. yüzyılda Roma İmparatorluğuna kadar yayılmış olan Mani dini, etkili misyoner uygulamaları sayesinde daha da ilerleyip Çin'e ve İspanya'ya kadar yayılmıştır. Mani dini en parlak dönemini Uygur hükümdarı Bögü Kağan'ın hüküm sürdüğü 762 yılında devlet dini olarak ilan etmesi ile yaşamıştır. Mani dini'nin misyoner uygulamalarının nasıl bu kadar başarılı olduğu sorusu günümüzün birçok tarihçilerini meşgul etmiştir: Dini yaymak için kullanılan dini ifadelerin doğuda Budizm'e ve batıda Hıristiyanlığa yaklaştırılmış olması; ama buna rağmen dinin yöresel olarak ana hatlarından sapmaması buna neden olarak görülmektedir. Mani dini 5. yüzyılda özellikle Roma İmparatorluğunda hızla yayılan Hıristiyanlığa ciddi bir rakip olmuş , bu yüzden Romalılar bu dinin yayılmasını önlemek için çaba göstermişlerdir. Mani dini Çin'de 14. yüzyılda ortadan kaybolmuş, ama Çin'in Ming döneminin kuruluşunda önemli bir rol oynamıştır (Ming aydınlık ya da ışık anlamına gelir). Mani dini sonunda Avrasyada birçok dinin içine işlenmiş ve böylece başka dinlerin yeni kollarının ve tarikatlarının doğmasını sağlamıştır.

https://www.wikiwand.com/tr/Maniheizm

ki, hristiyanlar bu adamlara, romanın onlara saldırdığının 10 katı falan bir şiddet ile saldırmalarına rağmen coğrafyaya girebilimişler
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

bu arada Agora filmi yine dönem için bir kaynak olabilir

pagan yahudi ve hristyanlık çatışmaları arka ve ön planda işleniyor

https://images-na.ssl-images-amazon.com/images/S/sgp-catalog-images/region_US/lionsgate-2380003-200458-Full-Image_GalleryBackground-en-US-1484348617520._RI_SX940_.jpg
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

hmm mani'ye de bakayım, ilk hristiyanlığı anlamamda yardımcı olur muhakkak.

kütüphane de 2 kitap buldum bu arada

https://www.amazon.de/gp/reader/0713998695/ref=sib_dp_pt#reader-link
https://www.amazon.de/gp/reader/0753810654/ref=sib_dp_pt#reader-link

akşam kütüphane de kahvemi alır güzel güzel okurum bunları sdf
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

bir de mesela sayılarla ilgili hiçbir bilgi yok, biraz beklenen bir şey tabii bu.

Konstantin hristiyanlığa izin verdiğinde roma ve istanbulda ne kadar hristiyan vardı acaba, devleti tehdit edecek kadar çoklardı ki adam izin verdi diye akla geliyor.

Çok küçük azınlık olsalardı bir şekilde sindirilebilirlerdi belki, neron'nun yapmaya çalıştığı gibi.

Hoş neron ve roma yangını ile ilgili 6 veya 7 farklı kaynak var o dönemlerden, sadece 1 tanesinde hristiyanları suçlayıp katletti diyor, o da en erken kaynak olmasına rağmen orjinalinde hristiyan lafı geçiyor ki, ilk hristiyan kullanımı neron döneminden sonra, hatta kudüs fethinden sonra, dönem hristiyanlarının antakya'ya kaçıp yerleştiklerinde ortaya çıktığı söyleniyor. Bu konu da büyük muamma yani.

Birkaç yazar öldürülenlerin hristiyanlar değil, isis'e tapan mısırlılar olduğunu söylüyor hatta
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Ana Katili Neron ve kayık ile suikast:

"Neron, saltanatının ilk beş yılında, annesi Agrippina tarafından görevlendirilmiş olan iki bilge kişi, yani Burutus ve Seneca tarafından yönlendirilmişti.Fakat zamanla bundan sıkılan Neron, MS 59 yılınca bundan tek çıkış yolunun önce annesini sonra da iki danışmanını öldürmek olduğuna karar verdi. Agrippina'yı Napoli yakınlarındaki villasına akşam yemeğine davet etti ve gecenin sonunda onu koyun karşısındaki evine tekneyle geri gönderdi. Fakat teknede bubi tuzağı vardı ve ağırlıklarla yapılmış ve teknede delik oluşmasını sağlayan bir mekanizma nedeniyle tekne battı. Herkes yüzerek karaya ulaşmaya çalıştı. Bir kadın hizmetli "İmdat! Kraliçem, beni kurtarın" diye bağırır bağırmaz kafasına derhal sert bir şeyler indirilerek öldürülünce, Agrippina iki artı ikiyi topladı, hemen karaya çıktı ve bir tekne gelip onu güvenle evine götürdü. Eve vardığında bu komployu anlamamış gibi yaparak Neron'a sağ salim eve vardığını bildiren bir mesaj gönderdi. Neron yarım kalan işi bitirmeleri için hemen adamlarını gönderdi. Adamlardan biri sopayla Agrippina'nın kafasına vurup onu yere düşürdü ve bir diğeri kılıcını tam çekerken, Agrippina "Karnıma vur!" diye bağırdı ve aldığı darbelerle öldü"

Peter Jones - Geldim Gördüm Yendim sf 260-261 Say Yayınları 2016
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

O zamanki roma tarihcileri allayip pullayip abartarak yazmayi sevdiklerinden, hep bir suphe ile bakmak lazim kesinlikle.

Tacitus mesela annesini oldurdugu ve Roma yi krndisinin yaktigini yalanliyor. Bi baskasi eglenmek icin roma yi yakti yanarken de lir caldi diyor :)

En erken yazim tacitus ama. Nero nun olumunden 50-55 yil sonra, cassius başka bir tarihci nerodan 150 yil sonra yasiyor o zaman kaleme aliyor.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

bu arada, özelikler ilk yıllarında hristiyanlık diğer dinlerin üstüne vampir gibi çöküp, parazit gibi yayılmış. en büyük örnek belki maniciler. zaten ilk inançların üstüne hülle ile çökünce onları direk mideye alıp sahaya yayılıyor, rakip kalmayınca bölünüp birbirlerini yiyorlar...

eğer zaten islam devlet dini olarak doğmasa, devletle birlikte ve fetih ağırlıklı ilerlemese ve asyaya açılmasa, hristiyan ve maniciler gibi devletin içinde "fikir" olarak kalsa bu gün roma kilisesinin rakibi falan olmaz, 40k gibi takılırdık ortalıkta...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 hafta sonra ...
bu arada geri ilk şunu alıntı yapayım,
said:
(Lequenne, S.182)

“Bunun yanında Galat yaylasından pek çok ortodoks ve diğer mezheplerden hıristiyanlar kaçmaya başlar. Pek çoğu Boğazlar’ı geçer. Paulicienler zamanında

başlamış olan hareketi sürdürerek Balkanlar’daki Bogomiller’i, Lombardia’daki

Paterenler’i güçlendirir. Bir gün daha uzaklara oğul vereceklerdir. Almanya’nın,

Flandr’ın, Provence’in babacan adamları, garipleri. En güçlü olarak da Fransa’daki

Beziers, Narbonne, Carcasonne, Toulouse, Albi Bölgesi’nde Cathare ‘Katharoi’leri

oluştururlar.

Bu mezhebin inançlıları; temiz ahlakları, fakirlikleri, tanrı aşkları ile çevrelerindeki yozlaşmış Hıristiyan inançlıları ve rahiplerinden kesin şekilde ayrılır. İncil’i halkın anlayabileceği bir dilde yayarlar. Bu mezhebin doktrini Anadolu keşişleriyle vaktiyle ilişki içinde olmaları nedeniyle çok zenginleşmiş Mani dini Mitos’ları daha da arılaşmıştır. Mani dininden, dünyanın ve etin şeytan tarafından yaratıldığı inancını. Bu dünyadaki hayatın geçiciliği fikrini almışlardır: Protestanlardan önce rahip hiyerarşisine karşı çıkmışlardı.


alt tarafa tamamını yaparım
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

https://www.turkcebilgi.com/galatlar

said:
(Ekrem Akurgal, Galatlar’a yazdığı önsözden)

“Eskiçağ yazarlarına göre onlardan daha iyi sihirbaz, daha üstün kahin yoktu. Fakat güçlerini şarlatanlar gibi kullanmazlardı. Cinlere ve halkın tanrılar adını verdiği güçlere de pek güvenmezlerdi. Toprak Ana’yı dölleyen bir Tanrı Baba-Gök’e inanıyorlardı.

Toprak Ana bütün doğa güçlerinin anasıydı. Su, toprak, ateş, hava. Kaynakların, dağların, ağaçların, yıldırımın, canlıların, dünyada olup bitenlerin anası. Grekler Kelt (Galat) ilahlarının yüzleri, belirli adları olmamasına çok şaşarlardı. Fakat Grekler’e mi düşmüştü söz söylemek? Onlar ki ruhun ölümsüzlüğüne, hayatın kurtarıcı gücüne bile inanmazlardı. Kendi tanrılarıyla alay ederlerdi.”

(Fernand Lequenne, Galatlar, S.6)

“Keravnos yakalanır, Keltler tarafından parça parça edilir, başı bir mızrağa geçirilir ve daha direnen Makedonya kuvvetlerine gösterilir. Yenilgi kesinleşir. Sağlam Keltiber kılıçları da işi tamamlar. Yaralılar ve ölüler üst üste yığılır.”

(Lequenne, S.12)

“Bol pantolonlu savaşçılar Bizans ve Pontos Euxinus (Karadeniz) için anahtar durumunda olan ve daha sonra onların adıyla anılacak olan Gallipoli /Gelibolu yarımadasına yayıldılar.”

(Lequenne, S.15)

“M.Ö. 277 yılında Galatlar Asya’ya geçti.”

(Lequenne, S.35)

“(Anadolu’da) Galatlar’ın düşmandan ve kendilerine kinle bakan yüzlerden başka bir şeyle karşılaşmadıklarını sanmayalım. Hiç de böyle değil. İskender’in seferlerinden beri Asya’da kol gezen bir sürü maceraperest onlara katılıyordu. Aynı zamanda Helenizm’e karşı derin bir tepki göstermeye hazır olup dlan Anadolu’nun yerli halkı bu poturlu adamları öç alıcı olarak görüyordu. Volk-Tektosaglar (Kelt boyu) kendilerine düşen ve tutunmalarına olanak veren yüksek yaylalardaki bu tepkiyi çok daha güçlü bulmuşlardı.”

(Lequenne, S.38)

“Ptolemaios II’nin adı tarihe ‘kardeşlerini seven’ olarak geçer. Çünkü tahtını sağlamlaştırmak için bütün kardeşlerini öldürtmüştü.”

(Lequenne, S.39)

“Tektosaglar’ın 50 yıldan beri yaşadıkları ülke belki de Asya’nın en fakir yörelerinden biridir. Fakat o çağda şimdikinden daha çok orman, tarla ve çayırlara sahipti (Anadolu). Bozkır daha azdı. Ankara civarında şimdiki kurak tepelerin yerinde geniş ormanlar uzanıyordu. Burada Filistin, Lübnan ve Asya’nın birçok bölgesinde olduğu gibi bir ağaçsızlaşma ve kuraklaşma söz konusudur. Günümüzde modern İsrail kendi bölgesinde büyük ekim olanakları olduğunu kanıtladı. Türkiye’de aynı şeyi iyi bir tarımcı olan Mustafa Kemal yaptı.”

(Lequenne, S.54)

“Ormanlar özellikle yaylayı Bithynia, Karadeniz ve Kafkasya yönünden saran dağların üstündeydi. Galatlar’ın pek sevdiği meşe, gürgen ve çam ormanları. Bunlar Keltler’in kutsal hayvanları olan geyikler ve yaban domuzlarıyla doluydu.

Öte yandan Karadeniz’e doğru alçalan yüksek yaylalar (ortalama yükseklik 1000 metre) ve bazan bulutları yere kadar inen uçsuz bucaksız bir gök. Küçük Asya’nın diğer bölgelerinin ağır havasından uzak, kuru, temiz bir hava.

Kartallar ülkesi. Bozkırlar: Ararat’a (Nuh’un gemisinin dağı), Kafkasya’ya doğru yavaş yavaş yükselen Asya steplerinin başlangıcı. İran Yaylası’ndan geçip, daha ötede dünyanın damına doğru yükselen dağlar. Bu steplerden kışın dondurucu rüzgarlar ve kurt sürüleri gelir. Kayalık yerlerde ot cılızdır. Fakat başka yerlerde ilkbahar gelince bitkiler özsuyla dolup taşar. Asya’ya özgü görkemli bir fışkırma, bir çiçek ve ot okyanusu doğar. Bu yaz kuraklığına kadar sürer.

Çok sayıda başıboş sığır, domuz, at sürüleri. Daha fakir yörelerde koyunlar, Asya kökenli uzun, ipek tüylü keçiler (Ortaçağda Angora denilen ünlü Ankara keçileri) her yanda kaçışan tavşanlar. Görülmedik şekilde saf ve bol tane veren geriş arpa ve buğday tarlaları. Doğuştan tarımcı, iyi ekmekçi, hayvan yetiştiricisi olan ve et saklamayı bilen yeni gelenler, sucuklar, biralar ve Galat ekmeğiyle ileride ün yapacaklardır.”

(Lequenne, S.55)

“Galat Yaylası’na çıkmak için her yanda köpüklü sellerin aktığı vadiler aşılır. Karadeniz’e dökülen iki büyük nehir vardır. Batıda Frigya Yaylası’nın vahşi tepelerinden doğan, kutsal Gallos Irmağı’nın birleştiği Pessinus’tan itibaren gemilerin geçmesine elverişli olan, bol balıklı Sangaros (Sakarya). Doğuda Yukarı Fırat’ın yakınındaki yüksek yaylalardan doğup, dar boğazlardan akan, bulanık sulu, gemisiz, balıksız Halys (Kızılırmak).

Bu iki nehrin güney kolları arasındaki yayla, İonya’ya doğru ortasında Tatta (Tuz Gölü) bulunan büyük bir tuz çölüyle korunur. Strabon’un yazdığına göre, göl o kadar tuzludur ki, üstünden geçen kuşlar, kanatlarına biriken tuz billurlarının ağırlığından hemen düşer ölürler.

Ölü Deniz kadar geniş olan Tuz Gölü, bu bakımdan da ona benzer. Fakat bu bulutlara doğru yükselen bir ölü denizdir. Çevresinde Filistin’de olduğu gibi çakallara, hatta antiloplara, çalılık leoparlarına ve en çok da çekirgelere rastlanır.

Kuzeyde doğu batı doğrultusunda üstü bol çayırlar ve ormanlarla kaplı olan dağ silsilesi Karadeniz etkisindedir. Zirvelerinden biri Anadolu’da pek çok tepeye verilen Olympos (Aladağ) adını alır. Bütün bunlara, Avrupa yönünde Frigya’da olduğu kadar, Kafkasya’ya doğru Kapadokya yöresinde her yanda sık sık duyulan depremleri katalım.

İnsanı az fakat korunmaya çok elverişli olan bu yerlerin anlaşılmaz bir saflığı vardır. Gene de olağanüstü bir stratejik nokta olduğunu tekrar edelim: Asya’dan Bizans’a gitmek için daha uygun bir yol yoktur. Değerli mallar (ipek, baharat, fildişi) taşıyan güç yolculukların kervan yolu, seçkin yolcuların yolu, kışkırtıcı büyük dinsel fikirlerin, en korkunç akınların yolu.

Tektosağlar ırkdaşlarını ve onlarla beraber gelenleri (Germenler, her ırktan macera arayan arkadaşları) karşıladıkları zaman başkent Ankara olmak üzere merkezdeki durumlarını korudular. Gerçi böyle yapmakla en zengin bölgeyi ellerinde tutmuş olmuyorlardı. Fakat ileri görüşlülüğün bölgesiydi burası. -Nitekim bir gün, her yandan düşmanla çevrilmiş olan Mustafa Kemal sonuna kadar bu bölgeyi elinde tutacak ve zaferini buna borçlu olacaktır-.”

(Lequenne, S.56)

“22 Mart’ta (İlkbahar gündönümü) tanrıçanın aşkına hadım olmuşlar, rahiplerin yönetiminde kesilmiş çamı tapınağa götürüyorlardı. Çam Attis’in altında erkekliğini kurban ettiği ağaçtı. Galler ve sırdaşlar saçlar darmadağınık, yas işareti olarak göğüslerine vurarak çam kozalaklarıyla kan çıkıncaya kadar vücutlarını yaralıyorlardı. Arka arkaya üç gün üç gece uyumadan gözyaşları içinde hazin bir cenaze töreni yapılıyordu.”

(Lequenne, S.93)

“Ancyra Anadolu’nun en güzle şehri olmuştu. Bu bakımdan burada oturanlar Augustus’un kente yaptığı iyilikler için ne kadar şükran duysalar haklıydılar. Forum, tiyatrolar, sirkler, hamamlar, yollar, kaldırım taşları döşenmiş caddeler, saraylar ve güzel villalar. Her yerde heykeller vardı: Delphoi’nin zaptından beri kibar Tektosaglar epeyce değişmiş diye düşünülebilir. Ayrıca bundan sonra Sebate Tektosagon adını alır. Büyük İskender’in oturduğu ve Hindistan’a kadar Helenleştirme planını kurduğu Ancyra kaderini çizmiş gibi görünmektedir.

Galatlar her şeye rağmen geleneklerine bağlı kalmışlardır.... Tıka basa yenilen bir o kadar da konuşulan şölenler geleneği. Bu şölenlere ne kadar çok davetli çağrılırsa o kadar iyiydi. Hiç durmadan soru yağmuruna tutulan yabancılar. Eski yazarlar aylar boyunca sofralarını açık tutup gezicileri yiyip içmeye ve serüvenlerini anlatmaya zorlayan Galat Tetrahları’ndan söz eder.”

(Lequenne, S.138)

“Hıristiyanlar, Jean’ın deyimiyle ‘Kanlı bir hayvan üstüne binmiş fahişeler anası adını verdikleri Kibele’yi aşağılık bulduklarını saklamazlar. Galya’da olsun Anadolu’da olsun pek çok hıristiyan, Ana ile alay ettikleri gerekçesiyle öldürülür.”

(Lequenne, S.161)

“Selçuklu Türkleri Aral Denizi steplerinde göçebe olarak yaşıyorlardı ve Araplar’ı bile yumuşatmış olan aşırı zengin Pers ülkesine yavaş yavaş sızıyorlardı. Selçuklular kısa süre önce müslüman olmuştu. Politika gereği başlar (yöneticiler) bu dine girmişti. Oysa büyük kitleler bütün Ural Altaylılar gibi şamanlığa bağlı kalmışlardı. Kam gökyüzü ile toprak arasındaki bağlantının daha sıkı olduğu eski zamanlardaki gib etkiliydi. Gök Tanrı – Baba – Yüce Tanrı, yaratıcı (Tengri) ve evvelce onunla bir olan Toprak Ana (Umay).

Umay arılaşmayı ve Gök ile yeniden birleşmeyi ister. (Göller Bölgesi Türkleri’nin Umay ile birleştirdikleri Fatma Ana’ya taptıkları biliniyor.) “451 yılı, kendisinin Tanrı’nın musibeti olduğunu bilenin yılıdır. Attila imparatorluk sarayında bunca özenle boşu boşuna yetiştirilmemiştir. İmparatorluğun ordularında paralı asker olarak bulunan Hun askerlerinin bağlılığını güvenlik altına almak için sarayda rehinedir. Latince konuşur, Romalılar’ın ahlak bozukluğundan, kendilerini beğenmişliğinden nefret eder. Türk steplerinin insanı olarak madenden ve ağaçtan yapılan tanrılara tapanları hor görür.

Keltler gibi çok eski Orhon yazıtlarında söylendiği üzere Yukarıdaki Gökyüzünün çökmesinden ve ayağının altındaki toprağın yarılmasından başka hiçbir şeyden korkmaz. Nihayet bir gün Germenler’in hatta Galyalılar’ın bazı giz dolu çağrılarına cevap vererek, her çeşit milleti çok büyük bir ordu halinde harekete geçirir. Ve pek çoğunun alkışları arasında kendisinin Batıyı kokuşturan Grek Roma çürümesinin mezar kazıcısı olduğunu ilan eder.

Buna rağmen piskoposların, ermişlerin, onu ne kadar etkiledikleri ve hatta durdurdukları da bir gerçektir. 452’de Papa Leon ve rahipleri üstlerinde tören giysileriyle Roma’ya yaya olarak iki günlük uzaklıkta olan Hun Ordusu’nun önüne çıkarlar. Attila ile görüşme ancak birkaç dakika sürer. Bu iki kişinin ne konuştuklarını kim bilecektir? Attila ordularına çekilmelerini emreder. Olay bütün dünyada derin yankılar uyandırır.”

(Lequenne, S.182)

“Türkler, Hunlar gibi her çeşit yobazlığın, putperestliğin düşmanıdırlar. Hoşgörülü, disiplinlidirler, memur ve köylü olarak bağlanmasını bilirler. Birkaç kez Bizans ile bağdaşıklık kurarlar. Arap kargaşalığı bunların önünde fazla dayanamaz. 1051’de İsfahan’a, 1055’de Bağdat’a girerler. Sonra da Ermenistan’a ve Kapadokya’ya (1059). 1071’de Bizans Malazgirt’te korkunç bir yenilgiye uğrar. Bununla beraber Anadolu’da kalmak niyetinde olmayan Türkler geri çekilir.”

(Lequenne, S.182)

“İşte bu sırada Roussel de Bailleul, Bizans İmparatoru’na ihanet ederek, başında

kendine bir krallık koparmak sevdasına düşer. Galat Kalesi’nin yakınlığına güvenerek bütün Küçük Asya’yı zaptetmek üzereyken Bizans, tarih önünde bir daha düzeltemeyeceği bir hataya düşer. Selçuklular’ı yardıma çağırır. Yüz bin Türk yaylalardan Marmara’ya doğru ilerler ve bir daha da geri dönmez.”

(Lequenne, S.182)

“Galat kaleleri birkaç yıl daha direnecektir. Sonra her şey biter. Bundan sonra bilinen Türkler’in Kale halkıyla oldukça iyi anlaştıklarıdır. Ordularına serüveni pek seven bu insanları alırlar. İlk Kelt-Türk kardeşliği.”

(Lequenne, S.182)

“Bunun yanında Galat yaylasından pek çok ortodoks ve diğer mezheplerden hıristiyanlar kaçmaya başlar. Pek çoğu Boğazlar’ı geçer. Paulicienler zamanında

başlamış olan hareketi sürdürerek Balkanlar’daki Bogomiller’i, Lombardia’daki

Paterenler’i güçlendirir. Bir gün daha uzaklara oğul vereceklerdir. Almanya’nın,

Flandr’ın, Provence’in babacan adamları, garipleri. En güçlü olarak da Fransa’daki

Beziers, Narbonne, Carcasonne, Toulouse, Albi Bölgesi’nde Cathare ‘Katharoi’leri

oluştururlar.

Bu mezhebin inançlıları; temiz ahlakları, fakirlikleri, tanrı aşkları ile çevrelerindeki yozlaşmış Hıristiyan inançlıları ve rahiplerinden kesin şekilde ayrılır. İncil’i halkın anlayabileceği bir dilde yayarlar. Bu mezhebin doktrini Anadolu keşişleriyle vaktiyle ilişki içinde olmaları nedeniyle çok zenginleşmiş Mani dini Mitos’ları daha da arılaşmıştır. Mani dininden, dünyanın ve etin şeytan tarafından yaratıldığı inancını. Bu dünyadaki hayatın geçiciliği fikrini almışlardır: Protestanlardan önce rahip hiyerarşisine karşı çıkmışlardı.

(Lequenne, S.182)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 hafta sonra ...
bunu bilmiyordum yeni öğrendim, gerçi kaynak yazmamışlar ama, genel hatları ile doğrudur büyük ihtimal

said:
Ermeni Reform Hareketi ve milliyetçiliğin doğuşu

Osmanlı Ermenileri arasında Batılılaşma ve reform hareketlerinin başlangıcı 18. yüzyılın ilk yıllarına dayanır[kaynak belirtilmeli]. 1701 yılında Sivas'lı Mkhitar Vartabed öncülüğünde İstanbul'da başlayan reform hareketi, kız ve erkek çocuklar için modern okullar açılması, eski kilise Ermenicesi yerine İstanbul halk diline dayalı yeni yazı dilinin geliştirilmesi, Batı dillerinden kitaplar çevrilmesi, ve reformlara direnen Kilise yönetimine karşı sivil siyasi örgütlenmelerin kurulmasını hedeflemiştir. Zaman zaman sert mücadelelere sahne olan reform hareketi, 1860'ta Padişah Abdülmecid tarafından Ermeni Milleti Nizamnamesi ile gerçekleşti. Bu Nizamname ile kurulan Ermeni Millet Meclisi Osmanlı Devletindeki ilk temsili parlamenter organ niteliğinde olup, 1876 Kanun-u Esasi'si ile kurulan Osmanlı Mebusan Meclisi'ne de örnek teşkil etmiştir.

https://www.wikiwand.com/tr/Ermeniler
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:
Bütün ordu eğitiminiz boyunca boktan talimler dediğiniz şeyden karılar gibi car car şikayet ettiniz. Hepsi bir amaç içindi – emirlere anında itaat ve daimi tetikte olma bilincini size kazandırmak için. Bu her askere kazandırılmalıdır. Her zaman pür-dikkat olmayan asker sikimde bile değildir. Ama talimler hepinizi deneyimli askerlere dönüştürdü. Hazırsınız! Nefes almaya devam etmek isteyen herkes sürekli tetikte olmalıdır. Olmazsa, bir Alman orospu çocuğu arkasına sızar ve içi bok dolu çorabıyla öldürene kadar döver. Sicilya’da şu an temizinden dört yüz mezar taşı var, görev yerinde uyuyan bir adam yüzünden- fakat bunlar Alman mezarları, çünkü piçin birini komutanından önce biz, uyurken yakaladık.


General George S. Patton, Birleşik Krallık, 1944.

tamamı:
http://wwturkiye.org/normandiyayi-anmak-pattonun-efsanevi-nutku/
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...