Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Karışık Tarih Bilgileri


Feamer

Öne çıkan mesajlar

yazıda da dediği gibi, resmi "sunni" tarih yazıcıların bek bahsedebileceği bir şey değil, arablar olunca konu yabancılar oryantelist baktıkları için pek ilgi duydukları bir konu değil, bizde ise bu konulara daha çok "dini" kimlikli kişiler baktıkları için onlar bilse bile yazmazlar zaten

benim de şahsen yeni haberim oldu, doğru yanlış bilemiyorum ama mantıklı geliyor, şii propagandası olsa böyle hak ve eşitlik de olmaz gibime geliyor... iki kitap buldum türkçe, birde yabancı yazar var baseden yukarıda geçiyor ama hangi kitabına da bulamadım
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Feamer said:

yazıda da dediği gibi, resmi "sunni" tarih yazıcıların bek bahsedebileceği bir şey değil, arablar olunca konu yabancılar oryantelist baktıkları için pek ilgi duydukları bir konu değil, bizde ise bu konulara daha çok "dini" kimlikli kişiler baktıkları için onlar bilse bile yazmazlar zaten

benim de şahsen yeni haberim oldu, doğru yanlış bilemiyorum ama mantıklı geliyor, şii propagandası olsa böyle hak ve eşitlik de olmaz gibime geliyor... iki kitap buldum türkçe, birde yabancı yazar var baseden yukarıda geçiyor ama hangi kitabına da bulamadım

Hakli olabilirsin, paylastiklarin oldukca ilginc seyler. Islam tarihi biraz kurcalansa bugunku ile bagdasmayan oldukca heterodoks akimlar var aslinda.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Feamer'in önceki sayfada paylaştığı Kelt kültürü haritası ilginç gerçekten. Bu Keltler Aryanların bir kolu ve büyük bozkırdan hareket ederek Avrupa içlerine ilerliyorlar. Bozkırdan geldikleri için atları var ama Avrupa'nın sık ormanlarında at arabası, mızrak ve ok bir işe yaramadığından süvari kılıcını buluyorlar. Bunun sayesinde Avrupa'daki Dikilitaş Kültürü'nü yani Stonehengeleri diken insanları ortadan kaldırıyorlar. Ortadan kaldırma derken adamların kültürü o dakika bitiyor ve Kelt kültürü baskın oluyor. Avrupa'nın ilk sahipleri, mağara duvarlarına resim yapanlar, Stonehenge'i dikenler bu insanlardı aslında. Keltlerin Aryan kökenli olmalarına bir diğer kanıt da Britanya'daki kabilelerin yoğun şekilde chariot kullanması. Dediğim gibi kara Avrupasında sık ormanlar ve bataklıklar yüzünden savaş arabaları pek iş görmüyor ama Britanya'da kullanılmış bolca. Aryanların en büyük olayı da savaş arabalarıydı zaten. Yine Keltlerin demircilikte ileri olmalarının sebebi bozkırdan gelmiş olmalarıdır. Bu tip büyük göç dalgaları hep ilgimi çekmiştir. Daha fazla bilgisi olan varsa ekleyebilir.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 4 hafta sonra ...
said:
O dört küçük topu ve kocaman yüreği ile, İngilizler’in dev uçak gemisi Ben My Chree’yi Meis’te sulara gömdü. Bir diğerini savaş dışı bıraktı. Çok sayıda irili ufaklı tekneyi ve Fransız topçu tabyalarını top ateşi ile yaktı. Akdeniz’de sahillerimize ölüm kusan Fransız savaş gemileri, Paris II ve Alexandra’yı Kemer’de batırdı.

Çanakkale’den Kurtuluş Savaşı’na kadar hep cephede savaştı.

I. Dünya Savaşı’nda yenilip silahlarımız elimizden alınırken İngiliz komutanlar bir tek bu şanlı bataryanın toplarını almayı askeri şerefe aykırı saydı. Bu dört top daha sonra onun ellerinde Kurtuluş Savaşımız’da Ege’de düşmanı hallaç pamuğu gibi attı.

O, denize döktüğü yaralı düşman askerleri ölümü beklerken, onların yaralarını sardı. O, sadece kahraman değil, zafer gecesini anılarına, “Zaferlerden mütevellit neşemizi yaralı düşman askerlerinin acısına hürmeten izhar etmedik.” Diye yazabilecek kadar da insandı. Pierre Loti, onun Fransızlara verdiği insanlık dersi ile bütün Fransa’yı ayağa kaldırdı.

Savaştan sonra Büyük Mareşal’in teşvikiyle anılarını yazdı. Ama yayımlamadı. İçe dönük, sade ve mütevazı yaşadı.

Ta ki Mustafa Kemal Aydemir 1995 yılında Paris II batığına dalıp, yıllar süren bir araştırmanın ardından ona ulaşana kadar da kendini bizlerden sakladı... Ve onun inanılmaz anıları Fransız İngiliz askerleri arşivlerinden tek tek doğrulandı.

Bu kitap, bu batıktan çıkan, bu meçhul kahramanın kitabıdır.
Bu kitap, onun barut kokulu, insanlık dolu inanılmaz destanıdır...


Ben Bir Türk Zabitiyim
Batıktan Çıkan Kahraman Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul

http://www.kitapyurdu.com/kitap/ben-bir-turk-zabitiyim-amp-batiktan-cikan-kahraman-topcu-yuzbasi-mustafa-ertugrul/151565.html&filter_name=ben%20bir%20t%C3%BCrk%20zabitiyim
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 hafta sonra ...
Kelt Sanatının Asya ile Bağlantısı Olabilir
http://onturk.org/2015/12/23/kelt-sanatinin-asya-ile-baglantisi-olabilir-haberi/
http://arkeofili.com/?p=9538

yorumsuz,

said:
Oxford Üniversitesi’nin yönettiği bir proje, Kelt sanatının yayılması ve etkisine ışık tutuyor. Projede cevaplanması umulan sorulardan en ilginç olanı Kelt sanatının Avrasya coğrafyasıyla bir bağlantısı olup olmadığı.
Bugüne kadar Kelt eserleri Avrupa sanatındaki gelişmeler üzerinden incelenmişti, fakat bu araştırmada Kelt sanatı ile Demir çağında Avrasya steplerinde karşılaştığımız sanat eserleri arasındaki ilişkilere de değiniliyor. Bu araştırma kapsamında çeşitli kazılarda ele geçirilen ya da müzelerde bulunan ve üzerlerinde sarmal, daire, birbirinin içine geçmiş desenler veya helezonlarla resmedilmiş hayvan ve bitki resimleri bulunduğu için Kelt eserleri olarak adlandırılan eserler incelenecek.

Araştırdıkları ana konulardan biri Orta Avrupa Keltleriyle onların Avrasyalı göçebe komşuları arasındaki ilişki. Genellikle İskitler ya da Sarmatlar olarak bilinen bu göçebeler Orta Asya ve Çin’in doğusundan Avrupa’ya kadar uzanan steplerin Avrupa’ya yakın olan kısmında yaşıyorlardı. Daha sonra İpek Yolu’nun bir parçası haline gelen bu yarı-çöl ve stepler arasında uzun yıllar kullanılan bağlantı yollarının, Doğu ile Batı arasındaki sanatsal ve kültürel etkileşimlerin gelişmesinde önemli bir rol oynadığı düşünülüyor

Sibirya, Moğolistan ve Kazakistan dağlarında Demir Çağından kalma mezarlarda çok sayıda yerel eserin yanı sıra Roma cam eserleri, Çin ipeği ve Orta Asya tekstilleri de ele geçirildi. Yerel eserler Kelt sanatından farklı olmalarına rağmen üzerlerindeki karmaşık desenlerde Kelt sanatında kullanılan sarmal stillerini çağrıştırıyor. Araştırmacılar bu birbirinden uzak sanatsal anlatımların birbiriyle, eğer varsa, nasıl bir bağlantısı olduğunu araştıracak.

Ekip, ayrıca, “Bağlamında Avrupa Kelt Sanatı” projesi kapsamında Fransa, Almanya, İsviçre, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti’ndeki müze koleksiyonlarını da inceleyecek. Yine bu proje kapsamında Avrupa’daki Kelt sanatı üzerine kapsamlı bir veritabanı oluşturabilmek için bu konudaki bütün veriler bir araya toplanacak. Bu çalışma geleneksel olarak Kelt dünyası kabul edilen bölgenin dışında kalan Kelt sanatına dair buluntulara da odaklanacak.

Projenin lideri, Oxford Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Profesörü Chris Gosden: ‘Avrupa’da Kelt sanatı, İskoçya ve İrlanda gibi ülkelerle sıkı bir şekilde ilişkilendiriliyor, ancak artık Avrupa ve Asya’da birbiriyle bağlantılı sanat stilleri olup olmadığı konusuna daha geniş kapsamlı bir açıdan yaklaşıyoruz. Betimlemelerin eylemlerle ve belki de değişen bilinç durumlarıyla ilgili olduğundan şüpheleniyoruz. Kelt sanatında kullanılan betimlemeler animistik inançlarla, yani ruhların maddesel dünyada yaşadığı ve insan, hayvan, bitki ve objelerin arasındaki sınırların bulanık olduğu bir dünyayla ilişkili olabilir,” diyor.

Avrupa’da Kelt sanatının MÖ. 500 civarında, Akdeniz sanatında yeni bir “realizm” akımının başladığı dönemlerde ortaya çıktığı düşünülüyor. İki sanat akımı birbiriyle bağlantılı olmasına rağmen Kelt sanatının yaratılmasındaki ilham, Yunan ve Roma’nın Klasik sanatıyla tam bir zıtlık oluşturuyordu. Hem Kelt sanatı hem de Klasik sanat, iki kıtanın etkileşimiyle ortaya çıktı, ancak Kelt sanatı, biçim değiştiren betimlemeleriyle stepleri aşarak Çin sınırlarına dayandı.

Doğunun Kelt sanatına etkilerini inceleyen bu proje, Oxford’dan Profesör Dam Jessica Rawson’ın Orta Asya step kültürünün Çin’in gelişmesine etkilerini inceleyen büyük araştırma projesiyle de kesişiyor.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 hafta sonra ...
bu kitabı tesadüfen gördüm, yorumsuz olarak kitabın ismini ve tanıtım yazısını alıntılıyorum

Ortaçağ'da Avrupa'da Alevi Hareketi Katharlar

said:
Katharlar hem “gerçek Hıristiyan biziz” diyorlar hem de kiliseye gitmiyor ve ibadetlerini evlerde gerçekleştiriyorlardı. Bu insanların ruhban sınıfları da diğerlerinden farklıydı; İnsanı Kamilleri, Erenleri vardı ve onların izlerinden gidiyorlardı. Kendilerine yol gösteren insanları “dede” diye çağırıyorlardı. Albigenler’de kadın ve erkekler eşitti ve her iki cins beraber ibadet ediyor ve kadınlar ermiş olabiliyorlar, yani ruhban sınıfı içinde yer alıyorlardı. Yin bu insanlar İsa’nın çarmığa gerilişine ve yeniden dirilişe inanmıyorlar bakire doğum ve tanrının oğlu inanışlarına değer vermiyorlardı.

Katharlar’daki farklılıklar bunlarla da bitmiyordu: Katolikler ve Ortodokslar'dan farklı olarak cemaat Ermişler, müminler ve dinleyiciler olarak 3 ana bölümden oluşuyor, ermişlerle sıradan inananlar kıyafet ya da yaşantıları ile birbirinden ayrılamıyordu. Dine giriş bir törenle oluyor ve buna el verme anlamına gelen Conselementum adı veriliyordu. ortak mülkiyeti bir erdem olarak gören bu insanlar doğunun bilgece geleneklerini Batı'ya taşımışlardı.
Katharlar’ın Fransa ve diğer Avrupa ülkelerine doğudan geldikleri biliniyordu. Ancak bu insanların kim oldukları kalın bir sis duvarıyla örülmüş ve tarihin karanlıklarında unutulmaya terk edilmişti. Oysa Albigenler’in bugün karanlık gibi görünen kökleri onların yaşadıkları çağda apaçık biliniyordu. Bu insanları kurumsal iktidarlarına karşı bir tehdit olarak gören ve ard arda toplanan Hıristiyan konsüllerinde -1160 yılında Oxford’da 1162 yılında Flanders’te 1167 yılında Burgundu’da ve 1179 yılında toplanan büyük konsilde- Katharlar’ın Divriği kökenli sapkınların ardılları ve uzantıları oldukları vurgulandı ve lanetlendiler.

Hıristiyan teolojisi içerisinde sapkın (Heretik) olarak görülen bu insanların bugün İslam coğrafyasında “asıl Müslümanlar biziz” diyerek yaşayan insanlarla olan ilişkisi dışarıdan koyayca görülemeyecek bir sırlar örtüsü altındadır. Bilmedikler şey İslam egemenliği altında yaşamaya mecbur kaldıklarında “asıl Müslümanlar biziz”deyip sudan sebeplerle camiye gitmeyenler, oruç tutmayanlar, namaz kılmayanlar, haccı reddedenler, geçmişte aynı coğrafyada Hıristiyan mezalimi ile kuşatıldıklarında “gerçek Hıristiyanlar bizleriz “deyip, kiliseye gitmemişler, vaftiz olmamışlar, haça tapmamışlar, Hz. İsa’nın ve Hz. Meryem’in kutsallıklarını reddetmişlerdir.

Aslında bu insanlar ne geçmişlerinde Hıristiyan oldular ne de İslam ikliminde yaşamaya başladıklarında Müslümanlığı seçtiler. Onlar sadece kendilerine yönelen ölümcül tehlikeleri savuşturmak için geliştirdikleri güvenlik söylemlerini hâkim dini rüzgârlara göre yeniden düzenlediler. Onlar geçmişlerinde ne kadar Hıristiyan oldularsa bugün de o kadar Müslümandırlar.

http://www.kitapyurdu.com/kitap/ortacagda-avrupada-alevi-hareketi-katharlar/134377.html
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

"Max Damage" said:

Feamer'in önceki sayfada paylaştığı Kelt kültürü haritası ilginç gerçekten. Bu Keltler Aryanların bir kolu ve büyük bozkırdan hareket ederek Avrupa içlerine ilerliyorlar. Bozkırdan geldikleri için atları var ama Avrupa'nın sık ormanlarında at arabası, mızrak ve ok bir işe yaramadığından süvari kılıcını buluyorlar. Bunun sayesinde Avrupa'daki Dikilitaş Kültürü'nü yani Stonehengeleri diken insanları ortadan kaldırıyorlar. Ortadan kaldırma derken adamların kültürü o dakika bitiyor ve Kelt kültürü baskın oluyor. Avrupa'nın ilk sahipleri, mağara duvarlarına resim yapanlar, Stonehenge'i dikenler bu insanlardı aslında. Keltlerin Aryan kökenli olmalarına bir diğer kanıt da Britanya'daki kabilelerin yoğun şekilde chariot kullanması. Dediğim gibi kara Avrupasında sık ormanlar ve bataklıklar yüzünden savaş arabaları pek iş görmüyor ama Britanya'da kullanılmış bolca. Aryanların en büyük olayı da savaş arabalarıydı zaten. Yine Keltlerin demircilikte ileri olmalarının sebebi bozkırdan gelmiş olmalarıdır. Bu tip büyük göç dalgaları hep ilgimi çekmiştir. Daha fazla bilgisi olan varsa ekleyebilir.


bunu ve niggerin kini yeni gördüm arada atlamışım,

öncelikle konu ile alakalı olarak şöyle bir kitap var, daha okumadım: Tunç Çağı'nın Sonu http://www.kitapyurdu.com/kitap/tunc-caginin-sonu/354820.html

tanıtım yazısı

İnsanlık tarihindeki ilk büyük uygarlıkların geliştiği Anadolu, Doğu Akdeniz, Mısır ve Ege dünyası, MÖ 13. yüzyıla gelindiğinde ihtişamlarının doruğundaydılar. Yüce krallar ile firavunların idaresinde emsali görülmemiş bir barış ve refah dönemi yaşanıyordu. Dur durak bilmeden inşa edilen anıtsal yapılar, saraylar ve tapınaklar ile tarihin ilk küresel ekonomik sistemi içinde el değiştiren kıymetli sanat eserleri ve lüks ürünler de bu döneme tanıklık ediyordu. Sonra bir anda bir şeyler oldu: MÖ 1200 civarında Yunanistan’daki Mykenai gibi büyük saray devletleri; Anadolu’daki Hitit başkenti Hattuşa, Troya, Alacahöyük ve diğer birçok yerleşim; Doğu Akdeniz’de ise büyük ticaret merkezi Ugarit gibi şehirler nedeni hâlâ tartışma konusu olan korkunç bir felaket yaşadılar. Birçoğu yerle bir edildi, yakılıp yıkıldı ve ardından ya unutuldular ya da geçmişlerinin bir gölgesi haline düşerek varlıklarını sürdürdüler. Antik Ortadoğu’nun egemen gücü Mısır Krallığı ise yok olmanın eşiğinden döndü. Felaket’ten sonra Yunanistan, Anadolu ve Doğu Akdeniz’in toparlanması için yüzyıllar geçmesi gerekecekti. Nedenleri tarihçiler arasında bitmek bilmeyen tartışmalara konu olan bu Felaket neticesi Tunç Çağı sona ererken kimileri binlerce yıl geçmişe uzanan uygarlıklar tam anlamıyla yok oldular ve yerlerini kendilerinden pek az bir miras alan yeni bir çağa, yani Demir Çağı’na ve uygarlıklara bıraktılar.




niye alakalı dedim, çünkü dediğin gibi keltlerin alametifarikalarından biri at arabaları ve hayatta kaldıkları sürece kulladılar. (bazı diğerleri için bıyık ve pantolon...) ama tarihte at arabasının yaygın olarak savaşlarda kullanıldığı çağ, tunç çağı ve tanıtım yazısında yazılan medeniyeler, en azından bilgim bu yönde.

at arabası, göçebe kabile olduklarının kanıtı olarak kullanıldığını hittiler için duyduğumu hatırlıyorum, ama mesela, anadoloyu istila eden kimmer(?) veya yunanistanı eden dor (?) kitleleri içim böyle bir şey hatırlamıyorum, geniş ve ağır kalkanlı piyadeler olarak anlatıldılar. ve sonuç olarak benimde fonksiyonel bulduğum (lojistik olarak) at arabasının savaş alanında kullanılması demir çağı başlarında ortadan kalktı. - bu arada asur süvarileri var, baya etkili bir kuvvet olduklarını hatırlıyorum -

son olarak bende keltlerin asya kökenli olabilecekleri yönünde aklımda kalmış bilgiler var ama kaynak falan göster derseniz bir şey diyemem (2 önceki kelt sanatı ile ilgili alıntı hariç)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 hafta sonra ...
tarih çalışırken kitapta 1. meclise isyan edenler arasında yörük ali ismi geçiyordu, dinlediğim hoca isyancı değil yanlış bilgiler var deyince bir araştırayım dedim daha önceden de bir yerlerden duymuş yörük aliyi kulak dolgunluğu kalmıştı.

https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/6/69/Yoruk_Ali_Efe.jpg

Yörük Ali Efe veya (Soyadı Kanunu'ndan sonra) Ali Efe Yörük (d. 1895, Sultanhisar – ö. 23 Eylül 1951, Bursa), Kurtuluş Savaşı sırasında 16 Haziran 1919'da Malgaç Baskını ile düşmana ilk darbeyi vurmak suretiyle Aydın yöresinde düşman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurmuş olan efe.
Babası Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Abdi, annesi yine Yörüklerin Atmaca Aşireti'nden Fatma'dır
Giydiği çizmeler meşhur körüklü Söke çizmesidir.
19 yaşına geldiğinde, Aydın dağlarında dolaşan Alanyalı Molla Ahmet Efe'nin grubuna katılmak istedi. Ağır bir sınavdan geçirilerek gruba alındı. Kısa zamanda Efe’nin ve tüm zeybeklerin güven ve sevgisini kazanarak grupta ikinci adam konumuna yükseldi. Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin Bozdoğan Kavaklıdere baskınında ölmesi üzerine Yörük Ali Efe olarak grubun başına geçti.
Dört yıldan fazla dağlarda dolaştı. Bu süre içinde daima ezilenin, mağdur edilenin, güçsüzün yanında oldu. Haklı olarak halk tarafından sevildi, itibar ve destek gördü.

1919 senesinde grubu ile birlikte dağdan indi. O sıralar Yunan Ordusu İzmir'in ardından Aydın ve Nazilli'yi de işgal etmişti.

Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları ile birlikte Aydın ilinin Çine ilçesi Yağcılar köyünde toplanarak 16 Haziran 1919 tarihinde Sultanhisar ve Atça arasındaki Malgaç deresinin üstünden geçen Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki Yunan karakoluna baskın yaptı. Baskın sonunda karakol tümüyle imha edildi, cephane ve erzaklar ele geçirildi. Bu baskın Batı ve Güney Anadolu'da düzenli, bilinçli ve milli şuurla işgalcilere yapılan ilk baskın olarak kabul edilmektedir. Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vererek, düşmanın yurttan atılabileceğine olan inancını arttırarak Yörük Ali Efe'nin liderliğini perçinledi. Yunan Ordusu ise beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılarak Nazilli'deki kuvvetlerini yakıp yıkarak Aydın istikametine geri çekti.
Daha sonra 7. Tümen kumandanı Miralay Şefik Aker'in başkanlığında kurulan halk meclisinde oy birliğince alınan karar uyarınca Yörük Ali Efe'ye Aydın'ın kurtarılması emredildi. Emrindeki kuvvetlerle birlikte Aydın'ı geri aldı. Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen Yunan ordusu Aydın’ı ikinci kez işgal etti. Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle, donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratıldı. Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellendi.
Düzenli ordunun kurulması üzerine Yörük Ali Efe, emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir grubu ile birlikte TBMM Ordusu'na katıldı. Milis Miralay rütbesiyle Milli Aydın Cephesi Komutanı olarak atandı. Savaş sonunda başarılarından dolayı TBMM tarafından Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile ödüllendirildi.
Alçakgönüllü bir insandı. Kurtuluş Savaşı'ndaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu cevabı her zaman hatırlanacaktır:
“ Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin bir çoğunu bana ve başkalarına mal ederler. Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki? Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş, bizim gibi duymuş, ondan sonra da bizimle beraber olmuştur. Milli mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin sesi olur mu ki? ”
Kurtuluş Savaşından sonra İzmir'e yerleşti. 1928 senesinde, Kurtuluş Savaşı'nda bir süre karargahı olan Yenipazar'a taşındı. 1934 yılında Soyadı Kanunu'nun çıkmasından sonra "Yörük" soyadını aldı. 1951 senesinde, İzmir'de geçirdiği talihsiz bir tramvay kazasında bacaklarını kaybetti. 1951 yılında tedavi için gittiği Bursa'da vefat etti.
Yörük Ali Efe vasiyetinde Yenipazar’da toprağa verilmesini istedi. Ayrıca "Halkı iyidir, toprağı sever, toprağı seven insan sever. Ben orada rahat ederim" dedi.
Kurtuluş Savaşı'ndaki destansı mücadelesi Türk halkı tarafından adına türkü yakılmasına vesile oldu.
Yenipazar'daki evi Kültür Bakanlığı tarafından müze olarak düzenlenerek Yörük Ali Efe Müzesi adıyla ziyarete açıldı.


http://www.youtube.com/watch?v=JRRrJ_PWInU


dipnot: kaynak vikipediden aldım satırbaşları falan uğraşamadım pek düzenlemeye.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 4 hafta sonra ...
abdallar

said:
abdallar bir yerde durmazlar, sürekli bir yerden bir yere giderler, her türlü dünya bağlılıklarından, yani yerleşmekten, aileden, ev sahibi olmaktan vazgeçmişlerdir. mezarları belli değildir. bütün bunlar tarihten bildiğimiz abdalların neden belli bir tarikatı veya türbesi olmadığını açıklar. halk tarafından bilinmezlikleri yüzünden, onları dış hallerine bakarak meczub sanar, onlara kötü davranırlardı.

14-15. yüzyılllarda köylerde şehirlerde yerleşik hayata geçmiş, medrese ve fakıların nüfuzu altında sünniliği ve yaşam tarzını benimsemiş türk nüfusu karşısında onlar, türkmen misafirin, göçebe yörük'lerin kültürünü, değerlerini temsil etmekteydiler.

abdalların beyler tarafından kutsal kişiler olarak şereflendirildikleri beylik döneminden sonra abdallar; resmen toplumdan dışlanmış duruma düştüler. medrese, devlet ve şehirliye karşı şiddetli bir çatışma ve siyasi otoriteye meydan okuma durumuna geldiler. bektaşilik ve vefaiyye dervişleri gibi, siyasi otoriteye itaatkar, devletten vakıf alan, zaviye kuran dervişlerden farklı olarak, devlete karşı açıkça cephe aldılar.

en ünlü abdal otman baba'nın yaşamı dışlanmış yörük toplumu ile yerleşik sünni toplum ve irani bürokratik devlet sistemi arasındaki çatışmanın dramatik bir hikayesidir.

****
halil inalcık, doğu batı makaleler 1; sayfa 144-146.


otman baba

ekşiden

o otman baba'dır ki, “bu dünya malı için zulüm yapanlara karşı olduğunu” ilan etmiş, fatih sultan mehmet gibi bir padişaha “tiz cevab ver ki, sultan sen misin yohsa ben miyim” diye sorup elini öptürmüş, ve başka bir sefer, sultan’ın onu tutuklu olarak bir araba içinde istanbul’a getirmesi üzerine verdiği emri kendisine ileten kul’a “heybet ve celali içinde kütüğünü havada sallayarak ” diye karşı gelebilmiştir (aktaran inalcık, 2004: 17, 25, 26).

• inalcık, h., (2004), “otman baba ve fatih sultan mehmed”, doğu-batı, 7 (26), pp.11-28.

---

tırnova kadısı otman baba'dan bir abdalı tarif etmesini ister. baba şöyle yanıt verir:

"abdal, oldur kim mecmû-i mâsiv allah'dan geçüb aşk-i hakk visalinde kararı ola ki, gayre vücûd kalmaya, dahi kendüyü ve mecmu-i eşyayı hatt-i ilahi ve sun-i padişahi bilüb gayri idraki hakkdan baid ola ve sıfatı taklidden zayil olub ayn'al yakine ere".

günümüz diliyle ve kısaca şunu demek istiyor otman baba : "abdal, allah dışında herşeyden vazgeçmiş kişidir."

*****
halil inalcık, doğu batı makaleler 1:sayfa 144

---

tekkesi bugün güney doğu bulgaristan'da, haskova'nın hemen güneyinde, kırcaali yolundan bir kaç kilometre içerideki tekkeköy'dedir. tekkeköy'ün bulgarca ismi teketo olarak geçmektedir. edirne'den 1 saatlik mesafededir.
tekke, şu an çok çok iyi bir durumdadır. yenilenmiş hizmet binaları bir tepenin eteklerine yayılmıştır. etraf yemyeşil çimenlerle kaplıdır. teketo köyü, tahmin edilebileceği gibi alevi türklerin yaşadığı küçük bir köydür.
son zamanlarda, türk partisinin iktidar olduğu dönemde, tekkenin yemen yukarısındaki tepeye çok güzel bir de otel yapılmıştır. tekke ziyaretine gelenlerin konaklaması için düşünülmüş bir oteldir.
otman baba, balkanlardaki alevi merkezleri içinde önde gelen bir tekkedir.
daha güneyde, bugün yunanistan sınırları içinde yer alan seyyid ali sultan'a bağlı bir tekke olmasına rağmen, faaliyet yoğunluğu, geniş alanı, ulaşım kolaylığı ve gidip geleninin çokluğu ile daha aktif bir merkez olduğunu söylemek mümkündür.
tekke'de, otman babanın sandukasının bulunduğu odada ilginç bir de gelenek vardır:
gelip giden insanlar, dileklerini, umutlarını, iyi dileklerini oradaki defterlere yazıp bırakırlar.
tekke'ye uğrayanlar bunlara mutlaka göz atmalı.
hatta belki bir şeyler de karalamalı.
tekkenin etrafında, ziyaret edenlerin başka ilginç geleneklerine de rastlamak mümkündür.



ekşi: said:

sürekli gezen, mal mülk edinmeyen, az yemek yiyen, toplumsal düzeni red ederek halktan ayrı yaşayan kişidir. kelime anlamı "bedel ödeyen"dir (arapça bedil'den). orjinal, tuhaf ve radikal yaşam tarzları nedeniyle, halk arasında abartılı anlatılara konu olur, dilediklerinin yerine geçebildikleri, diledikleri an kendi yerlerine birini bedel bırakarak istedikleri yerlere gidebildikleri söylenir. abdallar bu aşamaya namaz ve oruçla değil iyilik ve cömertlikle gelmişlerdir. abdal kelimesi, 12.yy ve 14.yy arasında zahit, veli, derviş, sofu anlamında kullanılmıştır. kalenderiler, haydariler, camiler, torlaklar, şems tebrizililer bu dönemde en fazla göze çarpan heterodoks derviş gruplarıdır.. sonralrı bu gruplar, kurumsal sufiliğe karşı geliştirdikleri protesto nedeniyle olsa gerek vahidi gibi iktidar kalemşörü müderrislerin aşağılayıcı düz anlatımlarına kurban edilmiştir. bu durum iktidarın, bu kural tanımaz karşıtlarını "zındık" ilan edip yok etme hakkını kazanabilmek için, tetiğini çektiği edebi ve toplumsal linçe dönüşmüştür.

abdal kelimesinin "divane"ve “tilbe” kelimeleriyle eşanlamda kullanılmaya başlanması, sonraki yüzyıllarda ahmak, şaşkın anlamına gelmesi bunun sonucudur.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

yazacak daha iyi bir yer bulamadım buraya yapıştırıyorum, zaten istanbul un bu şekli çoktan tarih oldu :(

"Le Corbusier" said:

...Le Corbusier’nin İstanbul’u ziyareti sonrasındaki kendi ifadeleri bunun adetâ tescili mahiyetindedir: “Eğer New-York’u İstanbul ile kıyaslayacak olursak New York’un felaket, İstanbul’un ise bir yeryüzü cenneti olduğunu söyleyebiliriz.” 1911-12 yıllarında söylenen bu söze ilaveten Le Corbusier “Bir atasözü der ki: ‘Kişi bina yaptığı yere ağaç diker.’ Biz ise onları söküyoruz! İstanbul bir meyve bahçesidir; bizim şehirlerimiz ise taş ocakları!”
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Eagle/Garuda in India, Rome and Sri Lanka

https://tamilandvedas.com/tag/roman-eagle/


Eagle/Garuda in India, Rome and Sri Lanka
eagle

It was discovered near the Aldgate Tube station in London.

Research paper written by London Swaminathan
Post No.1310; Dated 25th September 2014.

I wrote three articles about Eagle/ falcon (Garuda in Sanskrit) sometime ago:

“Hindu Eagle Mystery Deepens” — posted on 16th Feb. 2013
Gods and Birds, posted on 3rd Feb. 2013
“Double Headed Eagle: Sumerian –Indian connection”– posted on18 December 2011.

Now there are more interesting things about the eagle in History. Last year the same time, a remarkable discovery was made in London. A Roman eagle with a snake in its mouth was dug out very near the Tower of London. The amazing thing about the sand stone sculpture is that it is intact as if it was made yesterday. Actually it was made 1900 years ago and buried with a wealthy Roman general or businessman of Londinium (London’s original name). From 1st century to fourth century of Common Era, Britain was under the rule of Romans.

pg-28-eagle-2-mola

Let us look at the interesting things about this remarkable find:
I have already written that the fight between the Snake People and the Eagle people is depicted all over the world from Egyptian to Mayan civilizations. Actually this Garuda- Naga fight has started in Mahabharata times. Flags and emblems of many countries have this Garuda/Naga logo.
This Garuda emblem is mentioned in the Sri Lankan chronicle Mahavamsam as well.

In Sri Lankan Mahavamsam (chapter 19), when Sangamitra, daughter of Emperor Asoka, was travelling in a ship with the Pipal tree (Ficus religiosa), the Nagas (people with snake totem) objected to it. Then Sangamitra ‘assumed’ the form of Garuda and threatened the Nagas. Immediately they made peace with her and accompanied the ship up to the Naga Country (northern part of Sri Lanka). Here we can read between the lines. When Nagas objected, she showed the Garuda devouring Naga emblem to threaten them. The message given by her was “I will take severe action against the Nagas like in the olden days”.

Zeus (Jupiter) on eagle
Zeus riding on an eagle
raviLord-Garuda

Ravi Varma picture of Vishnu riding eagle

((What happened in the olden days is explained in detail in the Mahabharata. The clash started when Arjuna and Krishna started burning Naga forest called Khandava Vana (Gond wana Land) and then the enmity continued until a Naga hid himself in a fruit basket and killed Pariksheet. Then Janamaejaya started killing all the Nagas (Sarpa Yaga) and at last Saint Astika made a peace treaty between them. Even today Brahmins recite this story in a mantra every day in the Sandhya Vandhanam))

In Greece Zeus is shown riding an eagle like Vishnu. In Egypt also Naga/eagle logo is shown in some of the seals.

Etana
Etana in Babylonia riding on eagle on his way to heaven to get medicinal herb(Soma !)

Roman and Hindu similarities
Rome has eagle as its emblem. But why did they bury a big statue 65 cms tall in a London mausoleum (grave). ‘Daily Mail’ of London explained it in a box item along with the news:–

a) The eagle signifies ‘good’ in Roman art.
b) It is also the symbol of Jupiter, the most popular Roman god at that time.
c) The fact that eagle is eating a snake shows that it has triumphed over death or evil.
d) In Roman art eagles are often shown carrying the souls of Roman emperors to the gods making the mortals divine. This is the reason for placing it in a mausoleum, said Michael Marshall, Roman Finds expert.

hebe-and-ganymede-by-bertel-
Ganymede taken to heaven by eagle (Zeus)

All these points correspond with Hindu mythology. Hindus recite Garuda Purana (Eagle Myth) on the last day of mourning period. They have the same belief of Garuda’s role in the transit of soul. Sumerians also believed that Etana was taken to heaven by an eagle. Greeks also believed that Zeus was riding an eagle like Hindu God Vishnu. Like Sangamitra (In Mahavamsa) threatened the Nagas with eagle emblem, we have similar stories in the Vedas. Ahi, the snake demon was killed by Indra who is comparable to Jupiter of Romans and Zeus of Greeks (I have explained this in detail in my previous articles on Indra).
In short, last year’s London find explains the belief that existed 2000 years ago throughout the world.
siam garuda

Thailand airmail stamp of Garuda; Indonesian airlines is also Garuda Airlines!

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Silivri’de Bronz Çağına Ait 5000 Yıllık Kurgan Tipi Mezar Bulundu

http://arkeofili.com/wp-content/uploads/2016/05/kurg.jpg


http://arkeofili.com/?p=14268


Silivri’nin Çanta bölgesinde yazlık siteye ait sosyal tesislerin yapılacağı arsada gerçekleşen müze kurtarma kazılarında Aralık 2015 tarihinde başladı ve 5 ay sürdü. İstanbul 1 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na geçtiğimiz nisan ayında gönderilen rapora göre, mezarın kuzeyden gelen tunç çağında yaşamış önemli bir askere ait olduğu düşünülüyor.

Mezardan elde edilecek bulguların İstanbul ve Trakya tarihine ışık tutacağı düşünülüyor. Mezarın tüm mimari yapısının ortaya çıkarılabilmiş olması büyük önem taşıyor.

İstanbul Arkeoloji Müzesi mezarın bulunduğu alanın tescillenmesini, mezarın buluntuları ve mimari yapısıyla kaldırılarak müzeye taşınmasını talep etti. Müze yeni mezarı, Trakya ve İstanbul buluntuları bölümünde olduğu gibi sergileyerek ölümsüzleştirmek istiyor. Koruma Kurulu’nun vereceği karara göre mezarın akıbeti belli olacak.

Orta Asya ve Kafkaslar Kültürünün Parçası

Bilinen en eski kurganlar MÖ 4. binyılda Kafkaslarda bulunuyor ve bu en eski kurganlar günümüzde Hint-Avrupa kültürüyle bağdaştırılıyor. Kurganlar Kalkolitik, Bronz Çağı, Demir Çağı, Antik Dönem ve Ortaçağ’da kullanılmaya devam etti. Hatta bu eski gelenek Sibirya ve Orta Asya’da hala devam ediyor.

Orta Asya’da bulunan kurganlar Saka, İskit, Yamna, Sarmat, Srubna kültürleriyle, bir kısmı Hun kültürüyle, bir kısmı da Türkik kültürle bağdaştırılıyor. Fakat Hun kurganlarının tarihi MÖ 3. yüzyıldan MS 6. yüzyıla kadar değişiyor. Türkik toplumlar ise kurganları ise MS 6. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar kullanıyordu. Silivri’de keşfedilen yeni kurgan ise Hun kurganlarından yaklaşık 3000, Türk kurganlarından ise yaklaşık 3500 yıl daha önceye tarihleniyor.

Daha Önce Trakya’da da Benzer Mezar Bulunmuştu

Ülkemizde Avrasya steplerinin ölü gömme geleneğini yansıtan kurgan tipi bir mezar 1980 yılında Prof. Dr. Mehmet Özdoğan tarafından Trakya yüzey araştırmaları sırasında Kırklareli’nin Asılbeyli köyü Taşlıcabayır mevkisinde, tamamen dağılmış halde bulunmuştu. Kurtarma kazısı sonucunda mimari yapı ortaya çıkarılamamıştı. Fakat yakınında demir çağına, yani yaklaşık MÖ 1200 yıllarına tarihlenmiş pişmiş toprak kaplar elde edilmişti.

Trakya’da bilinen kurgan tipi tek mezar da buydu. Silivri’de ortaya çıkarılan mezar bundan hem daha eski hem de tüm mimari yapısıyla ortaya çıkarıldı.

İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, Prehistorya Anabilim Dalı öğretim görevlisi Prof. Dr. Mehmet Özdoğan buluntu için, “Trakya’ya kuzeyden gelen göçler var. Kurgan tipi bir mezar bu. Benim çalışmalarımda da bu tarz mezarlar var. Trakya’da çok sayıda bu tür mezarların tahrip edildiğini biliyorum. Bir tanesini kepçenin önünden kurtarmıştık. MÖ 1. binyıla, demir çağına aitti. Çok sayıda mezar buluntusu elde etmiştik. Ancak buradaki mezar daha eski tunç çağı. Oldukça önemli bir keşif. Bilimsel incelemeleri sonucunda güzel veriler elde edilecektir” dedi.

Hürriyet, Ömer Erbil, 16 Mayıs 2016





http://www.hurriyet.com.tr/yilin-en-buyuk-arkeolojik-kesfi-40104420


Yılın en büyük arkeolojik keşfi
Paylaş

İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin Silivri’de gerçekleştirdiği kurtarma kazısında bu yılın en büyük arkeolojik keşfi gerçekleştirildi. Kazı raporundaki “ülkemizde bulunmuş ve kazısı yapılarak tamamen ortaya çıkarılmış ilk ve en eski, 5 bin yıllık kurgan tipi mezar” tespiti, buluntunun önemini gözler önüne seriyor.

İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin Silivri’deki kurtarma kazısında bu yılın en büyük arkeolojik keşfi gerçekleşti. Türk ve Altay kültüründe kutsal mezar olarak bilinen kurgan tipi mezar bulundu. Üzerinde mızrak ucu bulunan iskeletin önemli bir asker, savaşçı olduğu tahmin ediliyor. Kazı raporunda, “ülkemizde bulunmuş ve kazısı yapılarak tamamen ortaya çıkarılmış ilk ve en eski, 5 bin yıllık kurgan tipi mezar” tespiti yapıldı. Kurgan, Yenikapı arkeolojik kazılarından sonra İstanbul tarihine yepyeni bilgiler getirecek.

DEFİNECİLER ULAŞAMADI
Silivri’nin Çanta bölgesinde yazlık siteye ait sosyal tesislerin yapılacağı arsada gerçekleşen müze kurtarma kazılarında İstanbul ve Trakya tarihine ışık tutacak buluntulara ulaşıldı. Aralık 2015 tarihinde başlayan kazılar 5 ay sürdü. İstanbul 1 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na geçtiğimiz nisan ayında gönderilen rapora göre, mezarın kuzeyden gelen tunç çağında yaşamış önemli bir askere ait olduğu düşünülüyor. Arkeolojik kazılarda tümülüs (anıt mezar) öncüsü olan kurgan tipi mezarın daha önce defineciler tarafından birkaç kez deşildiği, ancak ana mezara ulaşılamadığı tespit edildi.

ÜLKEMİZİN EN ESKİ KURGANI
Kurgan tipi mezarlar Orta Asya kültürü olarak biliniyor. Ülkemizde Avrasya steplerinin ölü gömme geleneğini yansıtan kurgan tipi bir mezar 1980 yılında Prof. Dr. Mehmet Özdoğan tarafından Trakya yüzey araştırmaları sırasında Kırklareli’nin Asılbeyli köyü Taşlıcabayır mevkisinde tamamen dağılmış vaziyette bulunmuştu. Kurtarma kazısı sonucunda mimari yapı ortaya çıkarılamamış, demir çağına MÖ 1200 yıllarına tarihlenmiş pişmiş toprak kaplar elde edilmişti. Trakya’da bilinen kurgan tipi tek mezar da buydu. Silivri’de ortaya çıkarılan mezar bundan hem daha eski hem de tüm mimari yapısıyla ortaya çıkarıldı.
İstanbul Arkeoloji Müzesi mezarın bulunduğu alanın tescillenmesini, mezarın buluntuları ve mimari yapısıyla kaldırılarak müzeye taşınmasını talep etti. Müzenin Trakya ve İstanbul buluntuları bölümünde olduğu gibi sergileyerek bu eşsiz buluntuları ölümsüzleştirmek istiyor. Koruma Kurulu’nun vereceği karara göre mezarın akıbeti belli olacak.

KUZEY GÖÇLERİYLE GELMİŞLER
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü, Prehistorya Anabilim Dalı öğretim görevlisi Prof. Dr. Mehmet Özdoğan buluntu için, “Trakya’ya kuzeyden gelen göçler var. Kurgan tipi bir mezar bu. Benim çalışmalarımda da bu tarz mezarlar var. Trakya’da çok sayıda bu tür mezarların tahrip edildiğini biliyorum. Bir tanesini kepçenin önünden kurtarmıştık. Birinci bin, demir çağına aitti. Çok sayıda mezar buluntusu elde etmiştik. Ancak buradaki mezar daha eski tunç çağı. Oldukça önemli bir keşif. Bilimsel incelemeleri sonucunda güzel veriler elde edilecektir” dedi.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...