Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Karışık Tarih Bilgileri


Feamer

Öne çıkan mesajlar

Kazan Hanlığı Ruslara karşı Osmanlı'dan yardım istediğinde bizimkiler adam akıllı bir Kuzey seferi başlatsa acaba ne olurdu?

Kazanlılar Ruslar'dan baskı yemeye başladığında Kırım Hanlığı kendi çapında yardıma gidip Moskova'yı falan yakmış ama bir grand strategy olmadığından uzun vadede hem Kazan hem de Kırım Ruslara geçmiş. Acaba Osmanlı erken müdahale edip o kargaşada Kiev'i alamaz mıydı? Kiev demek Doğu Avrupa nehir sisteminin merkezi demek. Osmanlı anca iş işten geçince Astrahan seferine çıkmış ama onda da çok fena fail olmuşuz. Hem Rusları iyice cesaretlenmişiz hem de Orta Asya ve Sibirya'yı Slavlara bırakmışız.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Slavlar Timur'un Altınordu'yu yıkmasıyla boşluk buldu, güçlendi söylemi bana biraz islamcı geliyor açıkçası. İslamcılar sevmez Timur'u. Moğol soyu falan derler.

Sonuçta Kazan altın çağında İran'dan ve Uzakdoğu'dan gelen malların toplanma alanıydı ve inanılmaz zengin bir şehirdi. O sırada Moskova'nın esamesi bile okunmuyordu. Hatta Kazan sultanları Moskova'nın tahtına kendi istediği prensleri atıyordu o derece bir üstünlük vardı. Yani Altınordu'dan çok da bir farkları yoktu. Keza önceki postta dediğim gibi Kırım Tatarları 100k süvariyle gidip Moskova'yı bildiğin kül ediyor vs.

Tüm olay Korkunç İvan'ın Çarlık projesiyle değişiyor. Yani Tatarlar ne kadar başarı kazanırsa kazansın uzun vadede Ruslar kazanmış. Bizimkilerin tam o sırada olaya el koyması lazımdı. Maalesef Ruslar Azak Kalesi önünde görünene kadar Osmanlı için Kuzey sadece köle diyarı olarak görülmüş.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Bu arada kafası çalışan yegane kişi Sokullu olmuş. Don ve Volga gibi iki nehri birleştirme projesi o döneme göre ciddi vizyon gerektiren bir şey. Böylece Osmanlı'nın rakipsiz Karadeniz filosu bütün Doğu Avrupa'yı kontrol edebilirdi. Bu Rus nehir sistemi öyle bir şey ki Azak Denizi'nden girip Baltık'tan çıkabiliyorsun. Zaten o dönem bizim filo tamamen kadırgalardan oluşuyor. Nehirde sıkıntı çıkarmaz hem de kürek gücüyle hareket ediyor vs.

Kısacası Sokullu sayesinde Osmanlı geç de olsa müdahalede bulunmak istiyor ama o dönem atı alan Üsküdar'ı geçmiş ve Slavlar Hazar kıyılarına varmış. Acele şekilde Astrahan'a bir sefer düzenlenmiş ama sonuç tam anlamıyla rezalet olmuş. Kanalı açmak için gönderilen işçiler hatta sefer ordusu az kalsın imha ediliyormuş. Bu mağlubiyetten Osmanlıcılar hiç bahsetmez mesela.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Tatarlar Moskova'yi 1571 yilinda, Kazan Hanligi yikildiktan sonra yagmaliyor. Wikipedia'da yazana gore Moskova Knezligi'nin Polonya ve Isvec ile savasta olmasini firsat bilip, Osmanli'dan da ciddi bir askeri yardim alarak yapiyorlar bunu. Moskova'nin yakilmasindan sonraki sene Devlet Giray tekrar sefere kalkinca bu sefer hazirlikli olan Moskovalilar yenmis mesela. Savaslara bakilirsa Tatarlar akinlari ile bayagi bir ugrastirmis Ruslari ama Ruslar adam topladiklari zaman durdurabiliyorlarmis. Iki taraf da her sene her sene bu kadar adam nerden buluyor onu bilmiyorum.

Kazan Hanligi zamaninda Kiev Polonya-Litvanya'ya ait bu arada.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

sokullu 10 sene padişahlık yapabilse dünya tarihi değişirdi bariz şekilde. 2. selimin maiyetiyle arası ne yazık ki çok açıktı, avusturya ile savaşmak yerine rusların üstüne yürümek gerektiği fikrini çok önce ortaya atıyor; ama padişahı ikna edemiyor. zaten kırım hanlığının sonunu da avusturya savaşları hazırlıyor bir bakıma. her sene osmanlıya asker göndermekten ruslarla doğru düzgün mücadele edemiyorlar. hatta bu durum hanlığın iç siyasetinde de sorunlara neden oluyor "ruslar anamızı öpecek, biz sonuçsuz osmanlı savaşlarına asker yolluyoruz" diye bölünmeler başlıyor, sonrası malum zaten.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Fakihler ve Sofuların Kavgası 17. Yüzyılda Kadızadeliler ve Sivasiler

said:
Osmanlı İmparatorluğu’nun 17. yüzyıldaki fikir ve zihniyet dünyasını resmeden bir kitap… Ulemâ içi tartışmalar ve kutuplaşmaların, sadece dinle ilgili değil, devlet ve toplum hayatı ile ilgili tayin edici olduğu bir dönem bu. Fakihlerle sofular, başka deyişle vâizlerle şeyhler arasındaki, İslâm tarihini kat etmiş mücadelenin bu safhası da siyaseti etkileme emeli etrafında düğümleniyor. Ali Fuat Bilkan, iki ulemâ “hizbini” oluşturan Kadızâdeliler ile Sivâsîler arasındaki kavganın, nasıl bir kargaşaya ve aynı zamanda nasıl bir taassup hâkimiyetine yol açtığını anlatıyor. Tütün ve kahve kullanımından şarkı söylemeye, selâm usullerinden kabir ziyaretine, birçok somut konudaki münakaşalarla birlikte… Hikâyede, adı deyimleşmiş Cinci Hoca’nın ve günümüzde komplo teorilerinin konusu olan Sabetay Sevi’nin de yeri var. Günümüzün siyasal zihniyet dünyasını ve kültürünü anlamanın da anahtarlarını sunan bir inceleme.
Esasında dinde “füruât” (ikinci derecede önemli) olarak yorumlanabilecek bazı hususları, muhataplarını tekfir edecek derecede kullanma tavrı, günümüzde de bir zihniyet örneği olarak devam etmektedir. Dört Halife döneminden sonra başlayan ve bugün farklı grup, tarikat, cemaât, dinî veya siyasî hareket görünümünde devam eden bu zihniyet, esas olarak ideallerine yönetim gücünü arkasına almak suretiyle tepeden inme bir metotla ulaşmayı hedeflemiştir.
ALİ FUAT BİLKAN

http://www.kitapyurdu.com/kitap/fakihler-ve-sofularin-kavgasi-amp-17-yuzyilda-kadizadeliler-ve-sivasiler/404728.html
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

http://67.media.tumblr.com/5aea511aec59fcc730657000d0b4f979/tumblr_nni8noTi4K1rui49ao1_1280.jpg

said:
A Roman shrine to the god Mithras (Mithraeum), ca. A.D. 240, from Dura-Europos (Syria).
The cult of Mithras first became evident in Rome towards the late 1st century AD. Having originated in Persia, during the next two centuries, it spread to the frontiers of the Western empire. It is referred to as a Roman “mystery” cult, for an initiation ceremony was required in joining, and the members kept the activities and liturgy of the cult strictly secret. Due to the highly secretive nature of the cult, our evidence for it is essentially entirely archaeological. Here we have a rare of example of a Mithraeum from Dura-Europos, which appears to be originally set in private house -a rare case indeed. The Yale University Art Gallery give the following description:
A shrine to the god Mithras, the Mithraeum at Dura-Europos was commissioned A.D. 168/69 by Palmyrene archers serving in the Roman army. It was renovated and enlarged in A.D. 209/11. The reconstruction on view here represents the third and final phase, dating to around A.D. 240. Unlike most Mithraea, which were underground to commemorate the god’s birth in a cave, the Dura Mithraeum was built into a private house.
The cult of Mithras attained popularity in the Roman period among soldiers and merchants. Restricted to men, it was a mystery religion thought to include initiation, ritual banquets, and the promise of salvation after death. The primary cult image was the tauroctony, or Mithras slaying the Cosmic Bull, often paired with an image of Mithras banqueting with Sol, god of the sun (as seen in the painting at left). Other common images included events from the life of Mithras and zodiac signs. While the subjects depicted in most Mithraea are similar, style and composition vary. The Dura Mithraeum contained two tauroctony reliefs, one above the other. The side walls showed Mithras as a mounted archer in a presentation that would have resonated with the Palmyrene archers who founded the shrine. (Yale)
Courtesy of & can be viewed at the Yale University Art Gallery, New Haven, CT. Via their online collections: 1935.100.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

http://ancientart.tumblr.com/

*******************************

http://66.media.tumblr.com/9187ba13a6da97d9ea4154d79e95d1d5/tumblr_ns2elvkcwH1rui49ao1_1280.jpg
said:
An Egyptian mummy portrait from the Roman period of a young boy.
Such portraits offer us valuable insight into the appearance of the Egyptian population during about 30 BC-AD 324. For more examples, see here. These portraits were essentially the mixing of two traditions: the Roman interest in realistic portraiture, and Egyptian mummification. The portraits were placed on the outside of the cartonnage coffin of the deceased individual.
Child death was an unfortunate, but ever-present reality of the ancient world. The young boy is shown here with a floral garland in his hair.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

http://67.media.tumblr.com/02dbb461d7e90d82126678f2fa5e78a3/tumblr_n1ms4sdFxk1rui49ao1_540.jpg
http://66.media.tumblr.com/8135c02a4ba01d36a854f444fd612e3f/tumblr_n1ms4sdFxk1rui49ao2_540.jpg

said:
An Egyptian artist’s sketch of pharaoh spearing a lion.
New Kingdom, Dynasty 20, ca. 1186–1070 B.C.E.
In this lively hunting scene, an unidentified Ramesside pharaoh is represented symbolically slaying the enemies of Egypt in the form of a lion.
The hieratic text reads: “The slaughter of every foreign land, the Pharaoh—may he live, prosper, and be healthy.”
This ostracon, a limestone chip used for sketching, was found in the Valley of the Kings during excavations conducted by Howard Carter on behalf of the Earl of Carnarvon, who received the piece in the division of finds. Although many of the figured ostraca discovered in this royal cemetery were clearly trial sketches made to facilitate an artist’s work, this scene is not found in royal tombs, nor do the figures conform to the strict proportions of a formal rendering.
The scene was drawn with great economy of line by the confident hand of a skilled artist who required no grid lines as a guide. It may have been done for the amusement of the maker, or it may graphically represent the artist’s hope that the ruler should be a strong protector of Egypt.
Courtesy & currently located at the Metropolitan Museum of Art, New York, via their online collections.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

The Oldest Love Poem.
http://65.media.tumblr.com/544a18f5cb3683ff6c07e3a5771edeb9/tumblr_mzmntdz22X1rui49ao1_r1_1280.jpg

said:
The world’s oldest known love poem. According to the Sumerian belief, it was a sacred duty for the king to marry every year a priestess instead of Inanna, the goddess of fertility and sexual love, in order to make the soil and women fertile. This poem was most probably written by a bride chosen for Shu-Sin in order to be sung at the New Year festival and it was sung at banquets and festivals accompanied by music and dance.
Its translation:
Bridegroom, dear to my heart,
Goodly is your beauty, honeysweet,
Lion, dear to my heart,
Goodly is your beauty, honeysweet.
[…]
Bridegroom, let me caress you,
My precious caress is more savory than honey,
In the bedchamber, honey-filled, In the bedchamber, honey-filled,
Let me enjoy your goodly beauty,
Lion, let me caress you,
My precious caress is more savory than honey.
Bridegroom, you have taken your pleasure of me,
Tell my mother, she will give you delicacies,
My father, he will give you gifts.
[…]
You, because you love me,
Give me pray of your caresses,
My lord god, my lord protector,
My SHU-SIN, who gladdens ENLIL’s heart,
Give my pray of your caresses. (x)

Courtesy & currently located at the Museum Of The Ancient Orient, Istanbul Archaeology Museums.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

1st century Roman gravestone
http://67.media.tumblr.com/c9bc41b57cb890ca34792a77f25b396d/tumblr_myjdhoBKtz1rui49ao1_1280.jpg

said:
Inscription:
T(itus) FLAVIVS BASSUS MVCALAE
F(ilius) DANSALA EQ(ues) ALAE NORI
CORV(m) TVR(ma) FABI PVDENTIS
AN(norum) XXXXVI STIP XXVI H(eres)
F(aciendum) C(uravit)
Translation:
Titus Flavius Bassus, son of Mucala, (of the tribe) Dansali, cavalier of the Noric Ala, division of Fabius Pudens, (died at the age of) 46, after 26 years of service. His heir erected (the grave)
Courtesy & currently located at the Romano-Germanic Museum, Cologne, Germany
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

http://67.media.tumblr.com/0b85166cbb0770ac19ab0c5c39a88b9a/tumblr_mxzqb5aAaR1rui49ao1_1280.jpg
said:
The Björketorp Runestone, Blekinge, Sweden. Proto-Norse, dates to about the 6th or 7th century.
Transcription:
A: Haidz runo runu, falh'k hedra ginnarunaz. Argiu hermalausz, … weladauþe, saz þat brytz.
B: uþArAbA sbA
Although debated, here is a translation of this:
A: I, master of the runes(?) conceal here runes of power. Incessantly (plagued by) maleficence, (doomed to) insidious death (is) he who breaks this (monument).
B: I prophesy destruction / prophecy of destruction.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

http://67.media.tumblr.com/8761276208961c4bf770da41fc11b90f/tumblr_mkx9x4kXap1rui49ao1_1280.jpg
said:
Venus of Brassempouy, Gravettian, probably between circa 26000 and circa 24000 BP, made of ivory. It is one of the earliest known realistic representations of a human face.
Courtesy & currently loctaed at the National Archaeological Museum, France
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

http://67.media.tumblr.com/fa358375cd66e2b862cf8be8c9e96913/tumblr_mh7z77GVWI1rui49ao1_1280.jpg
said:
The Ancient Egyptian Edwin Smith papyrus, the world’s oldest surviving surgical document.
Written in hieratic script in ancient Egypt around 1600 B.C., the text describes anatomical observations and the examination, diagnosis, treatment, and prognosis of 48 types of medical problems in exquisite detail. Among the treatments described are closing wounds with sutures, preventing and curing infection with honey and moldy bread, stopping bleeding with raw meat, and immobilization of head and spinal cord injuries.
Translated in 1930, the document reveals the sophistication and practicality of ancient Egyptian medicine. Plate 6 and 7 of the papyrus, pictured here, discuss facial trauma. (x)
Courtesy & currently located at the New York Academy of Medicine
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Hiksoslar
said:
Hyksos (Mısır dilinde heqa khasewet, "Yabancı Krallar"; Yunanca Ὑκσώς,Ὑξώς , Arapça لملوك الرعاة, çoban krallar) 12. Hanedan döneminde Nil Deltası'nı işgal ederek Antik Mısır 'ın İkinci Orta Dönemini başlatan Asya kökenli kavme verilen addır.[1] Hurri kökenli Hiksoslar bu bölgede Onbeşinci Sülale' yi kurmuşlardır. MÖ. 17. yy' da güneydeki Nubyalılarla ittifak haline girmişler ve beraberinde getirdikleri yeni savaş metot ve teknikleri ile Mısırlıları mağlup etmişlerdir. Koşumlu atlar ve yeni zırh çeşitleri getirmiş oldukları yeniliklerdir. Hiksoslar kültürel olarak bölgeye zenginlik getirmiş olsalar da Mısırlılar bu istilayı kabullenememişlerdir. M.Ö.15 nci yy' da bir Teb beyi olan Ahmose, Hiksoslarla mücadeleye başladı. Hiksosları Filistin'e sürdü ve Nubya üzerinde yeniden hakimiyet kurdu. Böylece Mısır Yeni Krallık Dönemi başladı.17 ve 15. yüzyıllar arasındaki bu döneme "İkinci Ara Dönem" denilmiştir.

Mısırlılar Suriyelileri Asyadan gelen yabani barbarlar olarak görürlerdi. suriyeliler o vakit hırsızlık ve yağmacılık yaparlardı. mısırlılarda suriyeden gelen ve mısırın bazı şehirlerini işgal eden bu kırallara sus ( suriyeli - hırsız krallar ) manasında hiksos demişlerdir.

^ Redford D., Egypt, Canaan and Israel in ancient times, 1992
https://tr.wikipedia.org/wiki/Hiksoslar


said:
http://gizliilimler.tr.gg/Hiksoslar--k1-%C7oban-Krallar,-Yabanc%26%23305%3B--Ue-lkelerin-Hakimi-k2-.htm

Hiksoslar (Çoban Krallar, Yabancı Ülkelerin Hakimi)

uzun

Hiksoslar kimlerdi ve nereden gelmişlerdi? Bugüne kadar elde edilen arkeolojik verilere göre Hiksoslar dönemini şu şekilde özetleyebiliriz; M.Ö. 1700'lerde Mezopotamya ve Mısırın Kuzey kesimleri büyük bir istila dalgasıyla sarsılır. Bu istilalar, bütün siyâsî ve dinî dengeleri altüst eder. Mısır'ın kuzeyini işgâl eden "Çoban Krallar" yahut "Yabancı Ülkelerin Prensleri" olarak zikredilen Hiksosların tek bir kavim mi yoksa kavimler topluluğu mu olduğu yine de tartışmalıdır. Irkî tiplerini anlayabileceğimiz ne bir sfenks ne bir heykel hiçbir resimsel kanıtları yoktur. Hiksoslar'ı resmeden tasvirler ise, Mısır'ın yerlileri tarafından yapılmıştır. Kesin olan, Asyalı olduklarıdır. Kısa sayılabilecek bir dönemde Mısır'ın sosyal hayatını derinden etkileyen Hiksoslar'ı XVIII. Sülale firavunları, Mısır'dan çıkarmışlardır.[1] Hurri ve Mitanniler'le aynı soydan oldukları sanılan savaşçı bir kavim olan Hiksoslar, zayıf Mısır yönetimini kolayca ele geçirmişlerdir. Mısır'a gelip yönetimi ele geçirince, Mengis'i yönetim merkezi, Avaris'i ise askeri merkez yapmışlardır. [2]

Mısırlılar'ın bir zayıflık döneminde özgün yerleşimcilerin soyundan gelenler Delta Bölgesi'nde kendi hâkimiyetlerini elde edip başkentlerini Avaris'te kurdular. Bunlar, tarihte Hiksoslar adıyla anılırlar ki, bu kelimenin anlamı "yabancı dağlık ülkenin reisleri" demektir ve bu da güney Kenan'ın iyi bir tanımıdır. [3]

İlk hece "Heg" (yönetici), Mısırca bir kelimedir. İkinci hece ise doğu çölü göçebe ırkları için Mısır'da genel bir ünvan olarak kullanılan Shasu kökenli olmalıdır. Hiksos hükümdarlarından Khayan, kendisini "Heg Setu" (çöllerin hükümdarı) olarak adlandırıyordu. Ön Asya'ya at ve atlı arabayı ilk olarak Güney Asyalı Mitannilerin getirdikleri bilinmektedir. Mısır'a da at ve atlı arabayı ilk getirenler Hiksoslar'dır. Sonuç olarak Hiksoslar'ın Asyalı oldukları, Mısır'ın yerli kültüründen farklı bir kültüre sahip oldukları kesindir. Bütün bu bilgilerin ışığında şunu söyleyebiliriz; büyük bir ihtimâlle Yusuf Aleyhisselam, Hiksoslar döneminde başşehir Avaris (veya Memphis)'te hem peygamberlik hem de Maliye bakanlığı görevini sürdürmüştü.[1]

Hiksos ismi, herhangi bir etnik gurubun ismi değildir. Mısırlılar, bunlara yabancı hâkimler adını vermiştir (yabancı ülkenin hâkimleri). Hiksos adı yakın zamana kadar çoban kral olarak yanlış bir tabirle anılmıştır. Oysa Hiksoslar, Mısır'da her ne kadar kendi kurallarını koymamış olsalar da 100 yıl kadar uzun bir süreç içinde Mısır'ı yönetmişlerdir. Bu isim, ilk kez 12. sülale zamanında yaşamış olan Sinuhe'nin romanında karşımıza çıkıyor. Ayrıca Mısır'da 12. sülale zamanında scarabeler üzerinde de Hiksos adına rastlamaktayız. Hiksosların Mısır'a girişi 2. bin de, Hurrilerin Mezopotamya'nın kuzeydoğusundan Batı Suriye'ye doğru hareket etmesiyle, bu hareket sonucunda Asya kökenli kavimler Mısır'a hatta Kıbrıs'a kadar gitmek zorunda kalmıştır. Mısır'a giren bu kavimler burada Hiksos adıyla anılmıştır. 12. sülale döneminde küçük guruplar halinde Mısır'a giren Hiksoslar 13. sülale dönemimde küçük krallıklar kurmuşlardır. Hiksosların Mısır'a asıl hakimiyeti 15. ve 16. sülale dönemine denk gelir. 15. sülaleye 6 kral hakim olmuştur. Bu krallara genel olarak büyük krallar adı verilmiştir. 16. sülaleye ise 32 kral hakim olur, bunlara da 2. Hiksoslar adı verilir. Bu dönem yaklaşık olarak M.Ö. 1670 ve 1570 yılları arasına denk gelir. Bu dönemde yazılı belgeler düzensiz kaleme alındığı için dönem hakkında düzenli ve yeterli bir bilgiye sahip değiliz. Dünya tarihçileri Hiksosların dönemini çöküntü dönemi diye adlandırır ve bu dönemi küçümserler. Ancak bu dönem küçümsenecek bir dönem değildir. Hiksoslar Kuzey Mısır'a, deltanın olduğu bölgeye hakim olmuşlardır. Burada pek çok Hiksos yerleşiminin olduğu düşünülmektedir. Ancak deltanın dolguları sonucu alüvyon tabakanın altında kaldığı düşünülmektedir.

Bir çok Hiksos kralının adını dil altında çözmek kolay değildir. Hiksosların tamamı Sami kökenli olmayıp, Mısır kökenli Hiksosların da var olduğu bilinmektedir. bu dönemde Mısır'ın çevre kültürlerle bağlantıları olduğu düşünülmektedir. Örneğin Knosos'ta bir kapağın üst kısmında Mısırlı bir Hiksos kralı adının yazılmış olduğunu görmekteyiz. Ayrıca Bağdat'ta da Hiksoslar'a ait küçük bir aslan heykelciği bulunmuştur. Ancak bütün bu bilgiler Hiksos dönemine ve sanatına tamamen ışık tutacak bilgiler değildir.

Hiksos krallarının başkenti deltanın doğusundaki Avaris kentidir. Avaris'in ilk kez Hiksoslar tarafından kurulduğu düşünülüyor. Burası yeni krallık devrinde Ramses şehri olarak bilinir. Ramses Avaris'i geliştirip burayı düzenli bir şehir görünümüne kavuşturmuştur. Buranın bu günkü ismi Tanis şehri olarak bilinmektedir.

M.Ö. 17. Yüzyılda Mısır'da hüküm süren bir Hiksos kralının Girit'e gönderdiği bir vazonun kapağında kendi adı olan "Khan/Khayan" ismi geçmektedir. Khan Asya kökenli bir addır. Türkçe'deki Han ve Kağan'ı çağrıştırmaktadır. Ayrıca Hiksoslar'ı tasvir eden kabartmalar tipik Asya kökenli insanların resimlerini yansıtırlar. Fakat kullandıkları dilin Sami kökenli olduğu da nakledilmektedir. Kuzey'de Hiksosların hüküm sürdükleri dönemde Güney Mısır tahtında olan Kraliçe Haçepsut bir yazıtında şöyle der; "Kuzey ülkesinde Avaris'te Asyalılar var..." Avaris, Hiksosların başşehriydi. Yine Hiksos kralı Apophis'ten bahsedilen bir başka kayıt şöyledir; "Sıkıntı Asyalıların şehrindeydi. Kralları Apophis Avaris'teydi..." [1]

Hiksoslar, Yukarı Mısır'a egemen olamıyorlar. Egemenlikleri Aşağı Mısır'dadır. Egemenlikleri süresince Mısır'ın başkenti Teben'e sahip olamamışlardır. Avaris şehrini ise Filistin'e yakın kurmuşlardır çünkü herhangi bir saldırı veya savaş sonrasında Asya'ya Filistin'den daha rahat kaçacaklardır.

Hiksosların işgalini yaşayan Mısırlı tarihçi Manetho o dönemde yaşananları şöyle anlatmıştır; "Başımızda Timaios isimli bizden bir kral vardı. Her şey onun zamanında başladı. Tanrı bizden neden razı değildi bilemiyorum. Doğudan gelen yabancı adamlar aniden yurdumuzu bastılar. Cesur insanlardı. Hiçbir karşı koymaya rastlamadan ülkemizi ele geçirdiler. Yöneticilerimizi boyunduruk altına aldılar. Şehirlerimizi yağmaladılar mabetlerimizi yıktılar erkeklerimizi öldürüp çocuk ve kadınlarımızı esir aldılar. Sonra kendi krallıklarını kurdular. Krallarının adı Salatis idi. Yukarı ve aşağı Mısır'ın hakimi oldu. Gerekli yerlere garnizonlar kurdu. Salatis'in askerlerinin sayısı 240.000 idi." [1]

Yedi ay süren bir kuşatmanın ardından Hiksoslar'ın bütün Mısır'ı ellerine geçirmelerine son ciddi engel olan kuzey Mısır'ın başkenti Memfis, istilacılara teslim oldu. Aslında Memfis'in ele geçmesi Mısır'ın Hiksoslar'a karşı yirmi yıllık direnişlerinin sonu anlamına gelmektedir. Güney bölgesinin başkenti olan Teb şehrinin çok fazla direnebileceği düşünülmüyordu.

Memfis'in su kaynağı olarak güvendiği civardaki kanallar, kuşatmanın ilk haftalarında ağır zarar gördükleri için, şehir halkı büyük kayıplar verdi. Ölmüş olanların dışındakiler ölüme çok yakın durumda. Kuşatılmış şehrin aç ve hastalıklı halkı istilacılar için çok iğrenç bir manzara oluşturuyordu. Ancak onlar, bu durumdan pek etkilenmeden, sistematik yıkım ve soygunlarına devam ettiler. Hiksos Kralı Salitu'nun emriyle tanrı Sutek'in bir resmi Ra Tapınağına yerleştirildi. Burada ülkenin baş tanrısı olarak Mısır tanrısının yerini aldı. (Tanrı Sutek'in Mısır karşılığı tanrı Set'tir.) [4]

Hiksosların dini düşüncesine göre Set, dışardan gelen bir tanrıdır. Set kötü bir tanrı olmasına karşın Hiksoslar tarafından sevilen bir tanrıdır. Ancak Hiksoslar Set ismini Samileştirerek Sutek yapmışlardır. Set tanrı olarak başkent Avarist'e yıllarca sevilmiş; hatta Hiksosla'rın Mısır'dan gitmesinden sonra dahi bu şehirde yaşayan halk Tanrı Set'î sevmiş ve Set'e saygı duymuşlardır.

Hiksosların Beraberlerinde getirdikleri at, Mısır için çok önemli bir yer tutmuştur. Çünkü Mısır'da daha önce atların çektiği savaş arabaları yoktur. Hiksoslar'ın getirdikleri bu atlar sayesinde Mısırlılar, çölleri aşarak Suriye'ye Filistin'e kadar gidebilmişlerdir. Tarihçiler, Hiksoslar'ın Mısır'a hakimiyetini atlı savaş arabalarına bağlarlar.[5] Savaşçı bir kavim olan Hiksoslar, Mısır'a demir silahları getirdiler ve bu silahlarla Mısırlıların bakır, tunç ya da çakmaktaşından yapılmış silahlarına karşı kolayca üstünlük sağladılar. Ayrıca savaş arabası da Mısır'a Hiksoslar tarafından getirildi. Bunların dışında Hiksoslar ilk kez Mısır resim yazısından harf yazısına geçişi başardılar. Oluşturdukları simgeler, Fenikeliler tarafından alınarak alfabe hâline getirildi.[6]

Mısır'da Orta Krallık devrine son vermişler­dir. M.Ö. 1700 yıllarına kadar akınlarını devam ettiren Hiksoslar, bu tarihten sonra daha büyük kitleler halinde saldırıya geçmişlerdir. [2]

Hiksoslar hâkimiyetleri zamanında kişiliklerini kaybetmemek için çaba göstermiş-lerse de uzun süreli başarı elde edeme­mişlerdir. Güney'e ve delta bölgesine ya­yılan Hiksoslar, Mısır iklim şartlarının et­kisinde kalarak değişme göstermişlerdir. Kralları firavun haline gelmiş, eski askerlik, atılganlık güçlerini kısmen kaybederek yerli Mısır halkının isyanlarıyla karşılaşmışlardır. [2] Bir süre sonra da [2] Hiksoslar'ın Mısır'da ki hakimiyeti M.Ö. 1570[-1580]'li yıllarda [5] Teb prensleri tarafından [6] sona ermiştir. Teben'de süren Mücadele sonucunda Hiksoslar Mısır'dan atılmış, Orta Krallık Devri sona ermiş ve Yeni Krallık Devri kurulmuştur.[5]

Hiksoslar ve Hz. Yusuf

Mısır, insanlık tarihinin en eski medeniyet merkezlerinden biridir. Kur'ân-ı Kerîm, hiçbir toplumun peygambersiz bırakılmadığını bildirmektedir. Hatta bazı toplumlara aynı anda birden fazla peygamber gönderildiği de bilinmektedir. Mısır gibi bir medeniyet merkezinin de bundan mahrum kaldığı düşünülemez. Fakat Kur'ân-ı Kerîm, Mısıra gönderilmiş peygamberlerden ilk olarak Yûsuf Aleyhisselam'dan bahseder. Her ne kadar açıkça bir tarihleme yapmasa da yaşadığı döneme ait bazı ipuçlarını en ince detaylarına kadar verir. Kur'ân-ı Kerîm'in eski Mısır hayatına ait verdiği bu bilgilere arkeoloji ancak son yüzyılda yaptığı araştırmalarla ulaşabilmiştir.

Hazret-i Yûsuf'un kıssası, MÖ 1700-1600 sıralarında Mısır'ı istila eden ve Asyalı kavimler topluluğundan müteşekkil Hiksoslar dönemini hatırlatmaktadır. Bu ihtimali kuvvetlendiren bazı sebepler vardır ki birincisi; Yûsuf isminden kaynaklanmaktadır. Yûsuf adına şahıs ismi olarak Hiksosların dilinde "Yu-ys" şeklinde rastlanır. İkincisi; Bu dönem monoteist eğilimlerin en yoğun olduğu dönemlerin hemen civarıdır. 1400-1350 tarihleri arasında ortaya çıkan Aton dini, yeni krallık döneminin 18. Sülalesine mensup olan firavun Akhneton yahut Amenhotep IV tarafından birdenbire Mısır'ın dini ilan edilir. Güneş yuvarlığı ile simgeleşen Aton, tevhidi öngören bir dinin ilahının Mısır dilindeki adı olur. Bu dine ait bilgiler Akhneton'un kurduğu başkent olan Tel el Amarna'da ele geçirilmiştir. Aslında tek ilah addedilen Aton, Tutmose III zamanından beri biliniyordu ki bu, peygamberlerden arta kalan tevhid inancının kalıntısından başka bir şey değildi. Akhneton zamanında ortaya çıkan tek tanrılı dinin, gerçekten ilahi bir din olup olmadığı konusu olup olmadığı konusu henüz tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Sebebi de hiyeroglif metinlerinin İslâmî birikimleri olmayan uzmanlarca günümüz dillerine çevrilmiş olmasıdır. Zira bu tercümanların hakim oldukları literatür, tahrif edilmiş Kitab-ı Mukaddes'in tezgahından geçmiş, bazen putperestliğe kaymış bir inanç sistemine sahiptir. Dolayısıyla bu gözlüğün ardından bakılarak yapılan tercümelerde, karanlıkta kalan pek çok husus bulunmaktadır. Bu arkeologların tercümelerine göre Akhneton'un ortaya çıkardığı dinin simgesi güneştir. Oysa, ilk peygamberden son peygambere kadar vazedilen tüm şeriatlarda Allah-u Teala, onun yarattıklarıyla resmedilmemiştir. Belki de Akhneton, Mısır tarihinin en güçlü sınıfı olan Amon rahiplerinin siyasal gücünü kırmak için böyle bir sistem geliştirmişti. Nitekim bunun tam tersi II. Ramses zamanında yaşanmıştır. II. Ramses, Amon rahiplerin siyasal gücünü artırırken, Amon rahipleri de onun dinsel gücünü artırmışlardır. Öyle ki, o zamana kadar görülmemiş boyutlarda bir uygulamayla "tanrı" ilan edilmiştir. Gerçi daha önce tanrılık iddiasında bulunan firavunlar çıkmıştı fakat, II. Ramses'in uygulaması kadar olmamıştı.

Üçüncü sebebi ise şöyle izah edebiliriz; Kur'ân-ı Kerîmden anlaşıldığına göre Yûsuf Aleyhisselam, Mısırlı idarecilerle -tebliğin dışında- hiçbir itikâdî çatışmaya girmemiştir. Başka bir deyişle, Mısırlı idareciler Yûsuf Aleyhisselam'ın tevhidi tebliğ etmesine karşı çıkmamışlardır. Oysa klasik Mısır idarecileri kendilerini tanrı ilan edecek kadar sapkınlık içerisinde olmuşlardır. Demek ki Yûsuf Aleyhisselam dönemindeki Mısır idarecileri böyle bir itikada sahip değillerdi. Faklı bir kültüre sahiptiler. Kur'ân-ı Kerîm'de, Yûsuf Aleyhisselam dönemindeki Mısır yöneticisi "melik" olarak isimlendirilmektedir. Oysa Mûsâ Aleyhisselam, dönemindeki yönetici hakkında "firavun" ismi kullanılmaktadır. Bu da ister istemez, Mısırda çok farklı ve özel bir dönemi akla getirmektedir. Büyük bir ihtimalle Hazret-i Yûsuf Hiksosların döneminde vazife yapmıştı. [1]

Hz Yusuf'tan Hz. Musa'ya

Son yılların ilginç cinayetlerini şöyle bir aklınızdan geçirin; Enver Sedat'ın askeri bir töreni izlerken uzun menzilli onlarca silahla taranarak öldürülmesi, İsrail başbakanı İzak Rabin'in sırtından vurularak öldürülmesi... Daha da gerilere gidersek İsveç başbakanı Olof Palme, İtalya başbakanı Aldo Moro'nun öldürülmeleri birer basit sebeplere mi dayanıyordu? Bunlar hangi güçler için birer engel olmuşlardı? Peki Marilyn Monroe, Bruce Lee ve oğlu Brandon'un öldürülmelerindeki bilinmezliğin sebebi neydi? Ülkemize baktığımızda Çetin Emeç, Uğur Mumcu, biraz daha gerilerde Gün Sazak neden öldürülmüşlerdi? Hem de hiçbiri sağ kalma şansı bulamayacak derecede adeta imha edilmişlerdi. Neden acaba? Çetin Emeç, Amerikalıların Ağrı'da Hazret-i Nuh'un gemisini aramak bahanesiyle Urartu altın madenlerinin peşinde olduklarını mı iddia etmişti? Uğur Mumcu, PKK ile bazı derin kişilerin enseye tokat samimi pozisyonlarını mı yakalamıştı? Peki Gün Sazak'a ne demeli? 1980 öncesinin bu başarılı devlet adamı gümrüklerde çok sıkı bir denetime girişmişti. Hemen arkasından da vurulmuştu. Acaba bu denetimden hoşlanmayanlar mı Gün Sazak'ı ortadan kaldırmışlardı? Tüm bu olayların üzerindeki esrar perdesi ne zaman kalkar bilemeyiz. Hem bizim bunlara aklımız da ermez. Ancak iyi bildiğimiz bir husus varsa o da, bu tür olayların insanlık tarihi kadar eski olduğudur. Bunlardan birisi de günümüzden binlerce yıl önce Eski Mısır'da yaşanmıştır.

1998 yılının en çok konuşulan konularından birisi ünlü Mısır firavunlarından Tutankamon'un bir cinayete kurban gidip gitmediği üzerineydi. Batı dünyasında hemen her gazetede buna dair haberler yayınlandı. Sempozyumlar düzenlendi hatta internette adeta doküman savaşları yaşandı. Tabiatıyla türk medyasına da yansıdı bu konu... Politikayla yatıp darbeyle kalkan medyamız için ümit verici bir gelişme olarak görülebilirdi. Ancak araştırmacı gazetecilerimizin haber konusunda bihaber olduklarına şahit oldu cümle alem... Zira hiç bir araştırma gereği duymadan ajanslardan geçen haberi aynen yayınlamışlardı. Hal böyle olunca tarihin en önemli dönüm noktalarından biri olan bu cinayet "iktidar hırsı ve karı yüzünden" işlenen bir suça dönüşüvermişti.

Haberin kaynağı Amerikalı Eski Mısır uzmanlarından Prof. Robert Brier'e ait olan "Tutankamon'un Öldürülmesi" isimli kitabın piyasaya çıkmasıydı. Bu kitap aylardır internette iki ayrı cephede sürdürülen "Tut'un öldürülmesi" üzerine yapılan münakaşaların bir uzantısıydı. İngiliz ve Amerikalı araştırmacılar birbirlerinden habersiz bu konuda kafa yoruyorlardı. Sonunda Amerikalı uzman, Clinton'un Monica'ya sarktığı iddialarının etkisi altında kalmış olsa gerek son noktayı cinayet senaryosuna bir kadın oyuncu ekleyerek koymuştu. Öldürenler konusunda da tereddütler vardı. Yaşlı Vezir Ay, veya ordu komutanı Horemheb'in bir marifetimiydi. Aslında tüm bu soruların cevabını almanın en kestirme yolu Tut'un bizzat kendisini sorguya çekmekti ancak cinayetin mefulü 3500 sene önce dünya değiştirmişti. Sakın binlerce sene önce işlenmiş bir cinayetten bize ne demeyin kaybedersiniz. Elin gavuru enstitüler ve ekipler kurarak Eski Mısır tarihini böylesine didik didik ediyorsa mutlaka bir sebebi vardır. Mısır tarihi insanlık tarihinin geniş bir özeti gibidir. Olayların mantığı o gün de bugün de aynıdır. Değişen yalnızca tarih ve kişilerdir.

Evet gerçekten de tarihin en ilginç siyasi cinayetlerinden birisi de Eski Mısır'da işlenmişti. O günlerde yaşanan olaylar bütünüyle incelendiği zaman görülecektir ki bu cinayeti ilginç kılan basit bir iktidar hırsı değil yerleştirilmek istenen rejimdir. Kurban, Tutankamon isimli genç firavun, cinayeti planlayan ise ordu komutanı Horemheb'tir. Üstelik maktul rejimin bağlılarındandır. Horemheb Tutank'ı ortadan kaldırdıktan sonra cinayette işbirlikçisi olan vezir Ay'ı tahta geçirir. Yeni rejime böylece nispeten sivil bir görüntü veren Horemheb, yaşlı vezir ölünce Mısır'ın tek hakimi olur ve resmi devlet rejimini kademe kademe Mısır'a yerleştirir. Şimdi sizlere Tutankamon'un öldürülmesiyle ilgili bütün bilgileri sunuyoruz. Okuduktan sonra kararınızı verirsiniz. Tut'un öldürülmesi karı meselesi veya iktidar hırsı yüzünden mi olmuştur. Yoksa, firavun ve ordusunun Kızıldeniz'de imhasıyla sonuçlanan muhteşem olayların bir başlangıcı mıdır?

Tutankamon, Mısır'a tek tanrı fikrini adeta zorla kabul ettiren İhnaton'un biricik damadıdır. İhnaton'un asıl ismi Amonhotep'tir. Ancak Mısır'ın klasik çok tanrılı ve insan tanrılı dinini terk ederek Aton adını verdiği bir dini yerleştirmeye çalışır. Bunun için ismini bile değiştirerek Amonhotep yerine Akhenaton ismini kullanır. Amon rahiplerini pasifize eder. Tapınaklarının kapılarına mühür vurur. Tüm kitabelerdeki tanrı isimlerinin arkasına gelen çoğul eklerini kaldırır. Tek tanrı fikrini yerleştirir. Ancak bu tek tanrı fikri biraz karışıktır. Zira İhnaton'un tek tanrı olarak ortaya attığı düşüncede tanrı, güneş diski ile sembolize edilmektedir. Adem Aleyhisselam'dan beridir, İslam'ın hiçbir versiyonunda yaratıcı sembolik te olsa resmedilmemiştir. Güneş merkezli bu tek tanrı fikri ilahi orijinli değil tamamen Atonhotep'e ait bir fikirdir. Peki bu fikre nereden kapılmıştı. Bunun cevabını biraz gerilerde, Hazret-i Yusuf'un yaşadığı Hiksoslar döneminde bulabiliriz.

Bilindiği gibi Hiksoslar Mısır'ın yerlisi olmayan insanlardır. Mısır'ı işgal ettiklerinde, yerlilere ait tüm tapınakları yerle bir edenler. "Amon Rahipleri" topluluğunu da dağıtırlar. Ancak, değişik Asyalı topluluklardan oluştukları için belirli bir dinleri yoktur. Hazret-i Yusuf, işte bu dönemde Mısır'da yöneticilik yapmış ve insanları tek olan Allah'a davet etmişti. İslamiyet'in halk arasında yayılması ve devletçe de kabul görmesi Amon rahiplerinin gücünü tamamen sıfırlamıştı. Hiksoslar Mısır'dan çıkarıldıklarında Amon rahipleri eski statülerine kavuşurlar. Tapınaklar elden geçirilip yeniden inşa edilir. Dahası, eskisinden de kuvvetli bir şekilde devlet yönetiminde söz sahibi olurlar. Bu durumun, Mısır'daki yönetici tabakayı rahatsız etmesi kaçınılmazdır. Firavun Akhenaton döneminde yönetici tabaka ile Amon rahipleri arasındaki bağlar kopar. Firavun, Amon tapınağının gücünü kırmak için Hiksoslar dönemindeki inanç sisteminin bir benzerini getirmek ister. Bu sistemin kendi kontrolünde olması için bütün kaideleri Hazret-i Yusuf'un şeriatinden adapte ederek yeni bir din kurar. Amon rahipleri pasifize edilmişlerdir. Ancak devlet içerisindeki işbirlikçilerle birlikte fırsat kollamaktadırlar. Bekledikleri fırsat güçlü firavun Akhenaton ölünce ellerine geçer. Üzerlerindeki baskı hafifler. Devlet, firavunun karısı Nefertiti'nin yönetimine geçer. Ancak Nefertiti devlete tam hakim değildir. Hiç oğlu yoktur. Bunun üzerine büyük kızı Meritaten ile kocası Smenkare (Smenkhkare) yönetimi ele alırlar. Ancak çark dönmeye başlamıştır. Bin kaç ay sonra Meritaten aniden hastalanır ve ölür. Dul kalan firavun, baldızı Ankesenpaten (Ankhesenpaaten) ile evlenir. Ancak bu sefer de Smenkare, henüz 25 yaşında iken aniden ölür. Bu sefer dul kalan kraliçe olmuştur. Vakit geçirmeden Smenkare'nin küçük amcası Tutankaton ile evlenir.

Tutankamon'un tahta geçmesinden sonra çark tersine işlemeye devam eder. Çocuk firavunun adı değişir Tutankamon olur. Daha önce İhnaton'un süvari komutanı olan Ay, vezir yani başbakan olarak tayin ediliri. Amon rahipleri eski statülerini kazanmaya başlarlar. Tapınaklar yeniden inşa edilir. Aradan 10 sene geçer. Tutank büyümüştür. Radikal değişikler eskisi gibi hemen yapılamaz. Ordu, bir daha Mısır'ın dış tehdit yaşamaması için bazı değişiklikler yapılması yönünde bastırmaktadır. Putperest din tamamen Mısır'a yerleştirilmesine rağmen Horemheb hala rahatsızdır. Sebebi ülkede yaşayan Asya kökenlilerdir. Bunlardan en tehlikelileri, Hazreti Yusuf döneminde delta bölgesine yerleştirilmiş olan İbraniler'dir. Bunlar, Hazret-i Yusuf döneminden itibaren devletin kilit noktalarına yerleşmekle kalmamışlar, ülke ekonomisi için ciddi bir alternatif te olmuşlardır. Hazreti Yusuf'tan hemen sonra devlet kademelerinden birer birer uzaklaştırılırlar. Ancak Mısır'ın can damarı olan delta bölgesinde ekonomik ve siyasi bir engel olarak Mısırlıların karşısındadırlar. İbranilerle başa çıkmanın yolu onları sınır dışına itmek olamazdı zira bir süre sonra tekrar Mısır'ın başına bela olacakları düşünülmektedir. O halde dış dünya ile bağlantılarının kesilerek zaman içerisinde imha edilmeleri en kesin çözümdür. Ancak yönetimin başındaki Tutankamon artık çocuk değildir ve alınan bu tip kararlara hemen "evet" demez. Ordu için tek çıkar yol kalmıştır. O da Tutankamon'u ortadan kaldırmaktır. Nitekim devletin tepesindeki tepişmeden nasibini alır, öldürülür. Kamuoyunun yanlış anlamasını önlemek için de yerine sivil bir isim, Vezir Ay, vekaleten bakar. Ancak ikinci olarak dul kalan Ankesenpaten, etrafındaki insanların birer birer ortadan kaldırılması karşısında çaresiz kalır. Güçlü bir müttefik arar. Hitit Kralı Suppiluliuma'ya gizlice bir mektup göndererek, oğullarından birinin kendisine koca olarak gönderilmesini ister. Hitit kralı, oğullarından birisini Mısır'a gönderir. Ancak prensten bir daha haber alınamaz. Bu olayın gerisinde büyük bir ihtimalle general Horemheb vardır. Yeni bir Hiksos olayı yaşamamak için Hititli prensi ortadan kaldırmış olmalıdır. Çaresiz kalan kraliçe Ankesenpaten yaşlı vezir Ay ile evlenmek zorunda kalır. Bir süre sonra Ay ölür. Ardından da kraliçe... Meydan Horemheb'e kalır.

Horemheb döneminde deltadaki Yahudi toplulukları üzerinde yoğun bir baskı kurulur. Bütün hak ve imtiyazları ellerinden alınmış bir toplum durumuna düşerler. Ancak buna rağmen Horemheb'den sonra iktidara gelen I. Seti'yi ürkütürler. Firavun bunun da bir çaresini bulur. Önce İbraniler'den tehlikeli gördüklerini güneyde inşa edilen yeni başkent Luksor'un inşası için sürer. Böylece İbranilerin dünya ile irtibatları kesilmiş olur. Ancak nüfuslarının hızla artması Firavunun gözünü korkutur. Oğlu II. Ramses ile birlikte acımasız bir plan hazırlarlar. Üç kademeden oluşan bu planın ilk ayağı İbranilerin güzel kadınlarına el konularak yerli Mısır halkının içinde erimelerini sağlamaktır. İkincisi, çeşitli bahanelerle erkeklerinin kısırlaştırılmasıdır. Bunun için en küçük bir suçta dahi verilen ceza erkeklerin hadım edilmesidir. Planın üçüncü ayağı, her nasılsa dünyaya gelmiş olan erkek çocukların imhasıdır. Üstelik bu imha işini bizzat İbrani ebelere yaptırırlar. Bu felaketin bir benzeri daha önce İbrahim Aleyhisselam'dan hemen önceki dönemde yaşanmıştı. Sonuçta İbrani nüfusu önce duraksar. Sonra müthiş bir gerileme gösterir. Devrin aristokratları, işlerini yaptıracak hizmetçi ve kölelerin azalması sonunda firavuna çıkarlar. Erkek çocukların birer batın arayla imha edilmesi kararını aldırırlar. Bu karar İbranileri oldukça rahatlatır. İşte Hazret-i Musa'nın ağabeyi Hazret-i Harun böyle bir senede dünyaya gelebilmiştir. Hazret-i Musa ise imha yılında dünyaya gelmiştir. Annesi büyük bir gizlilik içerisinde doğum yapar ve yavrusunu bir sepete koyarak Nil nehrine salıverir. [8]

Kaynaklar

[1] www.tekplatform.com/super-cafe/127364-Hiksoslar.html
[2] www.mikrop.us/Hiksoslar/
[3] www.gizliilimler.tr.gg/Musa-ve-Mısır-h-dan-Çıkış.htm
[4] www.sevivon.com/volume1/vol1no3syf1_3.htm
[5] blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=24256
[6] www.boyutpedia.com/default~ID~1295~aID~32493~link~Hiksoslar.html
[7] www.biyografi.net/DetaySon.asp?HABERID=34
[8] www.sevde.de/peygamberlerin_hayatlari/11/08.htm


Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

yukarıdaki uzun yazı Akhenaton da değiniyor

said:
http://www.dersimiz.com/bilgibankasi/HIKSOSLAR-HAKKINDA-BILGI-2588.html

Mısır'a egemen olan Sami kökenli kavim. İ.Ö. 17. yüzyılda Mısır'da egemenliği ele geçirerek 15. ve 16. sülâleleri kurdular. Hiksos egemenliğinin İ.Ö. 1680-1580 yılları arasında olduğu sanılmaktadır. Savaşçı bir kavim olan Hiksoslar, Mısır'a demir silâhları getirdiler. Demir silâhlarla Mısırlıların bakır, tunç ya da çakmaktaşından silâhlarına karşı kolayca üstünlük kurdular. Ayrıca savaş arabası da Mısır'a Hiksoslar tarafından getirildi. Bunların dışında Hiksoslar ilk kez Mısır resim yazısından harf yazısına geçişi başardılar. Oluşturdukları simgeler, Fenikeliler tarafından alınarak alfabe hâline getirildi. Hiksosların egemenliğine Teb kenti prensleri tarafından son verildi (İ.Ö. 1580).
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Devam

said:
https://saklitarih.wordpress.com/2011/04/25/misirdan-cikan-onucuncu-kavim/

Hitit yazıtlarına göre, çok eski tarihlerde, Mısır ile yapılan devletler arası bir antlaşma ile Fırtına Tanrısı Teşup tarafından korunan ve kollanan Kuruştama diye anılan bir kabile Mısır a gönderilmiştir.


uzun...

Babam (Mısır ile) antlaşma tabletini tekrar istedi. Eskiden Fırtına Tanrısının, nasıl Hatti adamı olan Kuruştama adamını (halkını) aldığını ve Mısır a götürdü(ğü) ve Mısır adamları yaptığı ve nasıl Fırtına Tanrısı Mısır ülkesi ile Hatti arasında bir antlaşma bağladığı ve devamlı olarak aralarında dostluklar olduğu yazılı idi. (S.Alp, Hitit Çağında Anadolu)
I. Suppiluliuma’ nın vebâ ya karşı dua tableti silsilesi içinde iki ayrı tablette müstakil olarak geçen Kuruştama adamları halkının kimlerden oluştuğu daima merak etmişimdir. Zira bu tabletlere çok eski yıllarda karşılıklı bir antlaşma ile Fırtına Tanrısı tarafından, Mısır’a gönderilen bu kabile, kutsal niteliklere sahip olmalıdır ki, Hurrilerden Hititlere geçen Baş Tanrı Teşup, tarafından bizatihi himaye edilmektedir. Teşup tarafından sevilen bu halk, zaman içinde Hititler tarafından unutulmuş ve ihmal edilmiş, veba salgınına karşı dua tabletlerinde bu halktan açıkça özür dilenmek istenmektedir.
Tablette bahsedildiği gibi çok eski tarihlerde Mısır ile Hitit arasında savaş dışında halk mübadelesine yol açacak kadar birlik ve kaynaşma süreci, sadece Hiksos (Hkasos) istilasının (MÖ.1660-1570) son döneminde rastlanmaktadır. Bu dönem dışında Hititler, Mısırlılar ile arasında daima bir çekişme yaşanmıştır.
MÖ.2000 yıllarının başlarında Asya dan ve Avrupa dan, Ortadoğu ya doğru büyük bir göç hareketi yaşanmıştır.
Deniz Halklarının toplu olarak, sözleşmiş gibi Avrupa’ dan (İllirya üzerinden) Cezayir ve Libya’ ya oradan Mısır üzerine istilaları ile Mısır Firavunlarının gücü ile Sina üzerinden Fenike ye kadar yolculukları Dor İstilasını oluşturmuş ve Ugaritin zaptına kadar sürmüştür.
Bu tarihten sonrada Ugarit te mukim Kenan halkı daima bir başka krallığın vasallığı altında ticaret yapmak zorunda bırakılmıştır.
Aynı dönem içinde, Orta Asya dan bir başka halk kitlesi Anadolu ya inmiş ve Hitit İmparatorluğunun kurucusu olmuştur.
Yine aynı dönemde Orta Asya dan gelen İran ve üzerinden Mezopotamya ya yerleşen bir başka göç dalgası ile gelenler arasında Saslar da vardır. Bugün bile İran da Şas=Şasuvan adında bir Türk kabilesi vardır. Hatta İran da Sasanyan devletini kuranlar Türk tür.
Böylesine büyük bir göç dalgasını, ancak dünyayı sarsan, yıllarca süren bir iklim değişikliği ve bunun sonucu oluşan kıtlık yaratabilir. Fırat ve Dicle ırmaklarının bolca suladığı, alüvyonlar ile bereketli Mezopotamya bölgesine tüm dünya halklarının akın etmesi doğal bir sonuçtur.
Mısır da MÖ.1660 yıllarında yaşanan Hiksos istilasını bildiren ve isim olarak (Hkasos) adını yazan Maneton dur. Mısır sarayında yüksek derecede rahip olan bu zat, görevde bulunduğu dönemde eski tarih yazmalarından derlediğini kaleme almış ve bu yapıt günümüze ulaşmıştır. Hiksos ismine başka bir kaynakta rastlanmamaktadır. Yinede isimden yola çıkan bilim adamları, Bu kavimin menşe-i hakkında fikir yürütmüşlerdir. Maneton un kendisi, isimin manasını; Hka=Kral, Sos=Bedevi, olarak açıklamıştır. (Bedevi Kral) olarak tercüme etmektedir. Epytome, bu halkın Fenikeler olarak düşünmüştür. Yunanca ya çeviride ise (icasos) olarak yazılmıştır.Müller ise, Hkasos ismini, Hka=Kral, Şasut=Yabancı olarak okumuş ve Hkaşasut yazılımından; (Yabancı Kral) anlamı çıkarmıştır.
Ünlü tarihçi A. Moret; Napatada da bulunan bir dikili taştaki kahramanlık yazıtındaki;
Firavun Thotmeş in, büyük Mitani ordusunun Kralı Haşetyo nu mağlup etmesi hikayesinden yola çıkarak, Maneton’ nun Hkasos (Hiksos) denilen kavminin, Mitani Kral Haşetyo ve [Hurri] halkı olabileceği, dolayısı ile Hiksosların, Hurri-Mitani olduğunu söylemiştir.
Ord. Prof. Dr. Yusuf Ziya Özer ise, Hkasos adından yola çıkarak, (Hka) kelimesinin (ike) ile benzerliğine dikkat çektikten sonra,eski Türkçe de; (ike) kelimesi gerçekten (prens, kral) manasına geldiğini vurgulamaktadır. Bu halde diğer kelime (Sos) kelimesinin bedevi veya yabancı manasından çok bir kabile olabileceğini söylemekle, (Sos) ile (Sas) arasındaki telaffuz yakınlığından, bu kavmin (Saslar) olabileceğini söyler. Türkistan nın başkenti olan, Taşkent in eski adının (Şas) olduğu ve Çinlilerin, (Tiyan Şan) ve civarında Sasların hakim olduğunu yazdığını, daha sonra Orta Asya dan gelen bu halkın, İran üzerinden Orta Doğuya ve oradan Mısır a kadar gelmiş olabileceklerini iddia eder. Devamla, (Hkasos= Hiksos=İcasos=İkesos=İke-Sas) ses benzerliği içinde Hiksosların adının manası (Sas Krallığı) olduğu iddiasındadır.
En meşhur Hiksos krallarından Hıyan ın, Ergenekon destanında adı geçen (Kayan) ile benzerliğinden bahseder. Yine bir başka Hiksos Kralının adı; Salitis olup, bu isimde (Soltuz) ile benzerlik kurar. Bu isim (Yıldız) manasındadır. Yine bir başka Hiksos Kral adı Apofis ise, Göktürk hükümdarı (Apo) nun ismi ile aynıdır.


Mısır a tunç silahları, süvari savaşını, yani atı ve atlı arabaları getiren Hiksoslardır. Daha önce hiç at görmediklerinden, tıpkı Yunanlılar gibi, ata binen insanları önceleri dört ayaklı canavarlar olarak tarif etmişlerdir. Hiksoslar, süvari hareket ve sürati ile Orta Doğu da kısa sürede Mısır dan Dicle ye kadar hakim olmuşlar, Hammurabi krallığını (Babil) epey sarsmışlardır. Hititler ise, Anadolu da kalarak, bu savaşçı Sas Kralları ile karşılaşmak istememiştir. 90 yıl sonra Saslar gibi, Orta Asya dan gelen Hurri-Mitani imparatorluğu ile Hititler, Mısır a yardımcı olmak ve zayıflayan Sasları Mısır dan doğuya Sina bölgesine sürmüşler ve Saslarda bir dönem burada ikamet ettikten sonra diğer kavimlerin saldırıları sonucu iyice zayıflamış ve Mezopotamya içine dağılarak halklar içinde eriyerek yok olmuştur.
Hiksos işgalinden, Hititler yardımı ile kurtulan Mısır, daha doğrusu tüm Mezopotamyada yeni kültürler ve krallıklar doğmuştur. Aynı değişim ve yeniden yapılanma, III. yüzyılda Hun İstilasından sonra Avrupada yaşanmıştır. Bu konu ilerideki bölümlerde ele alınacaktır.
İşte bu yardım sonrası MÖ.1570 den itibaren Mısır ı, en üst seviyede ihtişama ve topraklara ulaştıracak güçlü 18. sülale iktidara gelmiştir. Hititler ile Mısırlılar arasında bu yardımlaşma sonucu, Hurri kökenli Kuruştama adamları, MÖ.1570 yılında, Mısırlı Kames ve oğlu Ahmes (manası: Ay)ın Hiksos sonrası hükümdar olduğu Mısır a gelmiştir. 18. Sülale ‘ nin ilk Krallığı döneminde gelen bu halk, ne tesadüftür ki, yine Rahip Ay dönemi sonunda (MÖ.1321) Hitit Kralı I. Suppiluliuma döneminde yani 250 yıl sonra, Hurri topraklarına geri dönecektir. Tarih her dönem tekerrür etmiştir. Mısıra göçen Kuruştama adamlarının ise, Hurri olduğu tartışmasızdır.
Ord. Prof. Dr. Yusuf Ziya Özer, -Mısır Tarihi- kitabının 174. sayfasında; (Mitanilerin Türk olduğunu, günümüzde bile Özbekistanda -Mitan- adı altında bir kabilenin yaşadığı, Hurrilerin ise, bugün Hive çevresinde yaşayan -Teke Türkmenleri- ile akraba olduğu) söylemektedir. Böyle bir iddianın Ord. Prof. Ünvanını taşıyan birinden gelmesi inandırıcılığını arttırmaktadır.
-Kuruştama- kelimesi köken olarak Hurri dilindendir. Bu konuda tarihçiler arasında hiçbir ayrışma yoktur. Hurri dilinde kelimeler, Türkçe gibi, kök hecesine sondan eklenen hecelerden oluşur. Bu halde Kuruştama kelimesini hecelersek, [Kuruş-t-ama] diye ayırmamız mümkündür. (Uma) özel bir isimin sonuna gelebileceği gibi, (örneğin: Suppiluli-uma); bir yer adının sonuna da gelebilir. (örneğin: Perg-uma=Bergama=Dağ Halkı) Kuruş-t-ama olarak kelimeyi ayırmak yukarıdaki örneklerden anlaşıldığı gibi doğru olacaktır. (ama) hecesi, (Perg-uma=Bergama örneğinde olduğu gibi) ses değişikliğ ve uyumu içinde uma-, ama- ya dönüşmüş ise, anlam olarak (halk) demektir.
Geriye (Kuruş-t) çözümü kalır. (Kuruşt) gibi bir birleşim Hurrice gibi sondan ekli dillerde gözetilmesi zorunlu olan ses uyumuna aykırı olduğu için, -t- harfi ancak Kuruş- kelimesi ile (halk) manasına gelen (ama-uma) kelimelerin arasında birleştirici ve mana ifade etmeyen bir harf olabileceği gibi, sonradan kelimeye yapılmış lehçe farkından gelmiş bir ekte olabilir.
Her sonuca göre; Kuruştama özel isminin kökü, [Kuruş] olmalıdır. Daha da kelimeyi parçalarsak, Kur-uş=Kur=Kor, gibi kök heceden türemiştir. Fakat bu kadar derine inmeden; Kabile adının aslı; (Koruşuma) olabilir. (Kor) Türkçe de, (Ateş) manasına gelir, Ateş ise simgebilimde; (Nur-Işık-Aydınlık-Bilgelik) ile aynıdır.
Anadoluda (Işık Halkı) olarak bilinen bir başka halkta vardır; Luviler… Bu halk Troya halkının kökenini oluşturmaktadır. (not: Troyalılar eski avrupalı tarihçilere göre Türk kökenlidir. Bakınız. Haluk Şahin, Troyalılar Türk müdür kitabı), Luviler, (Bilgelik) açısından üstün özelliklere sahiptir. (Luvi) kelimesi ile Tevrat ta geçen (Levi) kelimeleri arasındaki benzerliğe dikkat etmek gerekir. Kuruştama Kabilesi, Güney Doğuda Ateş Halkı, olarak anılıyor ise, Batı Anadolu da Luvi Halkı, Işık Halkı olarak anılır. Tevrat ta ise, Leviler üstün kültürlü, bilge rahiplerdir ve Peygamberler Kabilesi olarak geçer. İbrahim Peygamberden itibaren tüm Peygamberler Levi Kabilesi içinden gelmiştir. Kor, yunanca yazılım ile KHOR evrimleşerek, (K)HOR=HUR=HUR-Rİ, Hurrice ile aynı dil kolu içindeki Türkçede sondan eklenen Li, Lı-Ri gibi ekler kavim adlarında rastlanır. (Örneğin=Berber-Ri gibi) Bu kabilenin bir kısmı Batı Anadolu ya kadar yayılmış ve Luvileri yani -Işık Halkı- nı oluşturmuş, diğer kısmı Hatti-Mısır antlaşması ile Mısıra göç etmiş ve 1321 yılında, yani tam 250 yıl sonra Hurri Ülkesine geri dönmüştür. Hitit kaynaklarına göre, bu kabilenin adamları (Apilu) yani Tanrı ile konuşan insanlardır. Levilerin kökünün iki nehir arasından, (iki nehrin Aram ı) geldiği kabul edilir. Bu iki nehir arası Mezotopamya daki Dicle ve Fırat nehirleri arası olmayıp, Hazarın doğusundaki (Kök-Türk Devleti) nin kurulu olduğu -Maveraünnehr- bölgesi olabilir.
Hitit kaynaklarından, Kutsal Kuruştama Kabilesi hikayesini araştırmaya devam edelim. I. Şuppililuma yıllar boyunca,ülkesinde yaşadığı Veba salgınının sona erdirilmesini, Kuruştama adamlarından istemektedir. Demek ki bu kabile adamları dini saygınlığa sahip olmalı ki, veba belasının oluşturduğu lanetin sahipleridir.
Hattinin Fırtına Tanrısı Kuruştama adamlarını Mısır ülkesine getirdiği ve Hatti nin Fırtına Tanrısı onlara Hatti adamlarının karşısında bir antlaşma yaptığı zaman onlar Hatti nin Fırtına Tanrısı tarafından yemin ettirildikleri için ve Hatti adamları ile Mısırlılarda Hatti nin Fırtına Tanrısı tarafından yemin ettirildikleri halde geldiler ve Hatti adamları antlaşmayı bozdular ve Hatti adamları derhal Tanrı yeminini çiğnediler. Babam askerleri ve araba savaşçılarını gönderdi ve Mısır topraklarına ve Amka Ülkesine saldırdılar. Tekrar gönderdi tekrar saldırdılar. Mısırlılar korkunca geldiler, babamdan oğlunu (Mısır da) Krallık için ısrarla istediler. Babamda onlara oğlunu verince, onlarda onu (Mısır’a) götürünce onu öldürdüler. Babam kızdı ve Mısır ülkesine (sefere) gitti ve Mısır ülkesine saldırdı. Mısır ülkesinin askerlerini ve araba savaşçılarını imha etti. Yakaladıkları tutsakları Hatti ülkesine geri getirdikleri zaman, tutsaklar arasında Hatti ülkesinde salgın (veba hastalığı) çıktı. Onlar devamlı ölmeye başladılar…Mısır ülkesinden getirdikleri tutsaklar VE GÖÇMENLER ve Hattuşa halkının salgın için ödediği bedel yirmi katını buldu…TANRI İLE KONUŞAN ADAMLARDAN istekte bulundu. …Beni yaşat, eğer bu nedenle ölümler olursa onu ben tekrar düzeltinceye kadar, artık ölmesinler… (S. Alp; a.a.g.)
Hitit deki veba salgının, Mısır da 18. Sülale döneminde Tutanhamon nun katli üzerine yaşanan iktidar savaşı içinde bir başka bağı vardır. Rahip Ay nın meşru iktidar sağlamak için Kraliçe Aheshamon ile evlenmek arzusuna, şiddetle karşı çıkan Kraliçe, Hitit Kralına mektup yazması ile trajik olaylar başlar. Kraliçe kendi tebaasında gördüğü bir saray naibi ile evlenmektense, ölmeyi tercih edeceğini, buna engel olmak için, Hatti Kralından bir oğlunun Mısır’ a göndermesini ve yapılacak evlilik ile Mısır’ ın kurtulacağını yazmaktadır. Uzun bir tereddüt sonrası Hitit Kralı oğlunu gönderse de, Mısır’a varmadan Rahip Ay ın komplosu ile öldürülür. Rahip Ay, Kraliçe Aheshamon ile zorla evlenir ve Mısır Firavunu olur. Buna çok sinirlenen Hitit Kralı, bir ordu ile Mısır’a savaş açmış ve Mısır ordusunu (Hitit kaynaklarına göre) hezimete uğratmıştır. Bu savaşa (yenilgi sebebi ile olsa gerek) Mısır kaynaklarında rastlanmaz. Büyük bir ihtimalle, tıpkı Aton inancının yok edilmesi gibi, Hitit yenilgisi sonradan Firavun olan başkomutan Horemhep tarafından kayıtlardan silinmiştir.
Yengi sonucu, Hitit Kralı ganimet, köle ve göçmenler ile ülkesine geri döner. Bu yenilgi (MÖ.1325-1321) Rahip Ay iktidarının son günlerine rastlar. Bundan sonra (MÖ.1321-1293) Baş komutan Horemhep iktidar olmuştur.
Yine Hitit kaynaklarına göre; yaşanan Vebâ salgını başlangıcı için, Mısır dan savaş sonrası ganimet olarak kölelerin, Hitit’te getirilmesi sebep gösterilmektedir.
Burada savaş sonrası köle ve ganimet alınması ve ülkeye getirilmesi normal olsa da, ülkeye geri gelenler arasında göçmen insanlardan bahsedilmektedir.
Bu özgür göçmen insanlar I.Şuppiluliuma nın bahsettiği veba lanetinin sahibi, Kuruştama adamları olabilir mi… diye bir şüphe duydum. Veba salgınının sebebi içinde, Fırtına Tanrısı Teşup tarafından korunan kutsal (Bilici-Apilu) Kuruştama adamlarının, eski bir tarihte Mısır a gönderilmesi ile başlayan olaylar zincirinde; Hattinin, Mısır ile antlaşmayı bozması sonucu başa gelen bela gösterilir. Vebanın, Mısır köleleri ile birlikte geldiği, gelenler arasında Mısır dan gelen göçmenlerin bulunduğu anlatılmaktadır. Bu şüphe üzerine diğer dini kaynaklar, tarih ve olayların çakıştığı noktaları araştırdığımda bambaşka bir tarih önümde duruyordu;
“Ve Rab Musa ya dedi. Artık Firavun nun üzerine bir bela daha getireceğim, ondan sonra sizi buradan salıverecektir. Sizi salıverdiği zaman mutlaka sizi buradan tamamen kovacaktır….Ve geceleyin, Firavun kendisi ve bütün kulları ve bütün Mısırlılar kalktılar, ve Mısır da büyük feryat vardı. Çünkü içinde ölü olmayan bir ev yoktu. Ve geceleyin Musa’yı ve Harun’u çağırıp dedi; Kalkın, hem siz, hem de İsrail oğulları, kavmimin içinden çıkın, ve gidin söylediğiniz gibi Rab be ibadet edin.. ve beni de mübarek kılın…” (Çıkış, 11-1; 12-30)
Bu satırlarda Mısır dan çıkışta büyük bir Veba salgını olduğunu açıkça görebiliyoruz. Bu salgın galip Hitit ordusu tarafından memlekete getirilen köle ve göçmenler arasında da devam etmektedir.
Rabbin önünde Veba ile öldüler. (Sayl. 14-37)
Ve böylece Rabbin cemaati arasında Veba oldu (Sayl. 31-16)
Tevrat a göre bu salgından Nun oğlu Yeşu ve Yefunne oğlu Kalep ile henüz evlenmemiş kadınlar ve çocuklar sağ kalmıştır.
Mısır da köleler arasında başlayan vebâ salgını yayılma ile, Mısır ilinden savaş sonrası köle ve göçmenlerin getirilmesi ile Hitit ülkesinde tam bir yıkıma sebep olmuş ve Krallar dahi bu beladan kurtulamamıştır.




alıntı said:

Ord. Prof. Dr. Yusuf Ziya Özer ise, Hkasos adından yola çıkarak, (Hka) kelimesinin (ike) ile benzerliğine dikkat çektikten sonra,eski Türkçe de; (ike) kelimesi gerçekten (prens, kral) manasına geldiğini vurgulamaktadır. Bu halde diğer kelime (Sos) kelimesinin bedevi veya yabancı manasından çok bir kabile olabileceğini söylemekle, (Sos) ile (Sas) arasındaki telaffuz yakınlığından, bu kavmin (Saslar) olabileceğini söyler. Türkistan nın başkenti olan, Taşkent in eski adının (Şas) olduğu ve Çinlilerin, (Tiyan Şan) ve civarında Sasların hakim olduğunu yazdığını, daha sonra Orta Asya dan gelen bu halkın, İran üzerinden Orta Doğuya ve oradan Mısır a kadar gelmiş olabileceklerini iddia eder. Devamla, (Hkasos= Hiksos=İcasos=İkesos=İke-Sas) ses benzerliği içinde Hiksosların adının manası (Sas Krallığı) olduğu iddiasındadır.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

içeriğe bakıyorum, kendi bildiklerim ile çelişen veya çok uçuk şeyler değilse kayda değer buluyorum.

diğer taraftan daha öncede yazdığım gibi "ciddi" olarak değerlendirmiyorum, sadece dikkate değer buluyorum, zira gerçekten önemli şeyler var, özellikle son alıntı.

hem zaten bu şekilde palavra atılmaz, palavranın mantığına ters
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

son yazıdan alıntı:

said:
...Anadoluda (Işık Halkı) olarak bilinen bir başka halkta vardır; Luviler… Bu halk Troya halkının kökenini oluşturmaktadır. (not: Troyalılar eski avrupalı tarihçilere göre Türk kökenlidir. Bakınız. Haluk Şahin, Troyalılar Türk müdür kitabı), Luviler, (Bilgelik) açısından üstün özelliklere sahiptir. (Luvi) kelimesi ile Tevrat ta geçen (Levi) kelimeleri arasındaki benzerliğe dikkat etmek gerekir. Kuruştama Kabilesi, Güney Doğuda Ateş Halkı, olarak anılıyor ise, Batı Anadolu da Luvi Halkı, Işık Halkı olarak anılır. Tevrat ta ise, Leviler üstün kültürlü, bilge rahiplerdir ve Peygamberler Kabilesi olarak geçer. İbrahim Peygamberden itibaren tüm Peygamberler Levi Kabilesi içinden gelmiştir. Kor, yunanca yazılım ile KHOR evrimleşerek, (K)HOR=HUR=HUR-Rİ, Hurrice ile aynı dil kolu içindeki Türkçede sondan eklenen Li, Lı-Ri gibi ekler kavim adlarında rastlanır. (Örneğin=Berber-Ri gibi) Bu kabilenin bir kısmı Batı Anadolu ya kadar yayılmış ve Luvileri yani -Işık Halkı- nı oluşturmuş, diğer kısmı Hatti-Mısır antlaşması ile Mısıra göç etmiş ve 1321 yılında, yani tam 250 yıl sonra Hurri Ülkesine geri dönmüştür. Hitit kaynaklarına göre, bu kabilenin adamları (Apilu) yani Tanrı ile konuşan insanlardır. Levilerin kökünün iki nehir arasından, (iki nehrin Aram ı) geldiği kabul edilir. Bu iki nehir arası Mezotopamya daki Dicle ve Fırat nehirleri arası olmayıp, Hazarın doğusundaki (Kök-Türk Devleti) nin kurulu olduğu -Maveraünnehr- bölgesi olabilir...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...