Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Noyzura-KuddusiMavra sunar


KuddusiMavra

Öne çıkan mesajlar

  • 2 hafta sonra ...
5 bölüm birden...Bazı yerleri redakte ettim...


BÖLÜM 1

Ayaklarının altını artık hissetmiyordu. Aslında bu iyi bir şeydi çünkü neredeyse 20 dakikadır yalın ayak kaçarken paramparça olmuştu ayakları. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki peşindekilerin Arnavut kaldırımındaki şangırtılarını bile bastırıyordu. Muhtemelen tepeden tırnağa zırhlıydılar.
Koşarken bir yandan da kendisine kızıyordu.
Madalene’ in sözleri kulaklarında yankılanıyordu:
-Sen hanımın hizmetçisisin. Söz konusu hanımın aşıkları olunca kulakların duymayacak, gözlerin görmeyecek. Merak iyi bir şey değil. Lütfen Candide, ne olur?! O Navarre çakalının bakışlarını beğenmiyorum.
Arkadaki kalabalık sanki artıyordu. Ya da aradaki fark kapanıyordu. Çünkü artık nefes alış verişlerini duymaya başlamıştı. Küfür ediyorlardı. Tabii ki kendisine.
Karlens’in vaftiz töreninde Navarre’ın kendisini nasıl tepeden tırnağa süzdüğünü hatırladı. Bakışları ile adeta içinden geçtiğini hissetmişti. Paris’ten bu tarafa her evde onun çapkınlık hikayeleri anlatılırdı. Paris’ten Tours’a piçlerinin sayısının yüzlerce olduğu rivayet edilirdi.
Aklına az önce şahit olduğu manzara geldi. Hanımının çığlıkları korkunçtu.
-Ne olur yapma! Yapma! Lütfen yapma, yalvarırım Navarre, yoooo, hayırrr, yapmaaaa!
Gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü, yanlardan uçup gitti.
Ay bile bulutların arkasına saklanmıştı. Zifiri karanlıkta daha ne kadar böyle koşabileceğini düşündü.
Birden ayakları yerden kesildi.
Büyük bir korku ile boşlukta düşerken buz gibi suyun içinde buldu kendisini. İliklerine kadar ürperdi. Değil Şubat, yazın bile Indre’ye düşen kişinin iflah olmayacağına dair köylülerin anlattıkları geldi o an aklına. O kadar soğuktu ki artık ellerine ve kollarına hükmedemediğini anladı.
Derken karanlığın daha da arttığını fark etti. Batıyordu. Loire Nehri’nin ana kollarından olan Indre’de 19 senelik ömrü son buluyordu. Bu, hanım hizmetçisi Tours’ lu Candide’in aklından geçen son düşünce oldu.

BÖLÜM 2

Artık hiç bir ses duymuyordu ölüm sessizliğinin çığlığından başka. Tüm vücudunu kaplamış olan soğuk, hızla içine nüfus ederken gözlerinin görebildiği sadece Loire Nehri'nin karanlık sularında hayaletler gibi dolanan çaresizliğiydi. Hareketleri git gide yavaşlarken her yerini kaplayan bir ılıklıkla birlikte etrafında türlü şekillere girip farklı farklı rotalarda dolanan ışık topları görmeye başladı ve tüm renkler birleşip Candide’nin karşısında kocaman bir ışık girdabına dönüşüp onu içine çekti.



***



Candide gözlerini açtı. Daha önce hiç görmediği oval bir gri bir yatak üzerinde yatıyordu. Oval büyük bir odadaydı fakat ne bir pencere, ne de kapı vardı. Hatta içeride hiçbir kandil yanmamasına rağmen içerisi beyaz bir şekilde parlıyordu . Gözleri içerisinin ışığına iyice alışınca ayağa kalktı. Üzerinde tüm vücudunu boğazına kadar saran beyaz bir kıyafet vardı fakat kıyafeti , içinde bulunduğu oda gibiydi; hiçbir parçası , düğmesi ya da bağcığı yoktu. Üzerinde nasıl durduğuna bakmaya çalışıyormuşçasına kendi kendini süzdü önce ve önüne ve sonra arkasına bakarak . Göğüsleri ve kalçası kıyafetlerden taşarcasına belli olurken kendisini çıplak gibi hissedip utandı ve kollarını önünde büzüştürürken saçmaladığını fark edip aniden ölmüş olabileceği fikri aklında belirdi. Gerçekten ölmüş müydü?

Sıktı yumruğunu. Sım sıkı yaptı. Aniden koşar adım yürüyüp duvara bir yumruk attı. Fakat duvar yumruğunu adeta emdi. Bir an için yumruğu duvarın içinde kayboldu. Sonra duvar az önce yok ettiği yumruğu iade etti. Hala yaşayıp, yaşamadığını merak ediyordu ve duvara yumruk atamama başarısızlığından sonra çareyi kendi elini tüm gücüyle ısırmakta buldu. Ağzından çığlıkla karışık bir “lanet olsun “ çıkıverdi. Yaşadığına kafası karışık bir şekilde sevindi . En azından hem peşindekilerden kurtulmuştu ve hem de nehirde boğulmamıştı. Ne yapacağını bilmiyordu ama birden burnuna ilk defa algıladığı bir koku geldi ve bu kokuyu hissetmesiyle birlikte gözleri kapanmaya başladı . Son enerjisi ile kendini bulduğu oval yatağa bıraktı.

BÖLÜM 3

-Komserim valla billa aha şu önümde suya düştü. Etrafa o kadar çok su sıçrattı ki biz de ıslandık. Hatta aha şu Cemal hıyarının şarabın yanına iyi gider diye bulduğu cevizli ekmek mundar oldu. Ne ki, şarap bile mundar oldu. Tuzlu su doldu içi.
Durdu. Şişeyi burnuna götürüp kokladı sonra uzattı,
-Aha komserim, inanmazsan al bir fırt çek.
dedi.
Adam tiksindiğini belli ederekyüzünü buruşturdu kafasını şöyle bir yana doğru çevirdi.
-Tamam,tamam, yok, istemez.
dedi. Sonra,
-Başka?
diye sordu.
-Valla amirim, başkasıııı…biz, “n’oluyo a…k…?” derken ve aha şu geri zekalı Hilmi olan biteni bize bu zamana kadar yaptıklarımız nedeniyle canlarımızı almaya gelen Azrail sanırken…”
O zamana kadar susan beri ki heyecanla söze daldı,
-Evet komserim, bu salak, Kevser,Fatiha,Sübhaneke…artık ne biliyorsa okuyordu ama hepsini de yanlış okuyordu.
dedi gülerek. Sözü kesilen de başı ile onayladı.
-Hadi lan oradan! Ne yanlış okuması? İmam Hatip Lisesi’ni bitirdim olm ben, hepsini ezbere bilirim kitabın.
diye cevapladı karşı kaldırımdaki.
Adam eliyle susun anlamında bir hareket yaptı ve
-Devam et.
diye az önce sözü kesilen adama seslendi.
-Komserim,işte bu Hilmi salağı-ki biz ona kendi aramızda Ayyaş İmam ve genelde de kısaca Ayyaş deriz-duaları peş peşe sıralayıp Azrail’e ne diyeceğini yüksek sesle tekrarlayıp dururken ben ağaçların orada, karanlıkta parıl parıl parlayan bir kıyafet içinde o kızı gördüm.
durdu ve gevrek gevrek güldü,
-Çok güzeldi amirim, valla komserim. Yıllardır Kağıthane, Cibali, Alibeyköy, Tophane, Kasımpaşa…Şu Haliç’in kıyısı üzerindeki her yerde şarap içeriz, çok güzel yavrular görürüz…
Adamın kendisine dik dik baktığını fark edince
-Öhö öhö…Yani işte komserim pek çok güzel kadın-kız gördük, Allah sahiplerine bağışlasın…
diye düzeltti aceleyle. Adamın bakışlarında yumuşamayı fark edince de gülerek
-İşte bu kız kadar gzelini görmedim. Görmedik değil mi lan Cemal? Lan İmam, öyle değil mi oğlum?
diye onay istedi.
Cemal diye seslendiği cevap verdi.
-Valla komserim doğru söylüyor. Ben o an bu Ayyaş İmam’a inandım. Dedim ki aha bu güzeller güzeli kız şeklinde gönderiyor; yine de canımızı alırken bu dünyada görmediğimiz, sahip olmadığımız bir hatun kişi görüntüsünde Allah bize Azrail’i gönderiyor ki, kendi kendime “ulan ne boktan adamlarmışız, sabah akşam şarap içmekten alnımız secdeye gelmedi. Oysa güzel Allah’ım bize giderayak nasıl bir güzellik yapıyor,bak?!”diye düşündüm.
Adam artık muhabbetin gidişatından sıkılmış bir edayla,
-Edebiyat yapma, anlat, ne oldu? Kızın yanına gittiniz mi? Ne yaptı?
-Valla komserim.
dedi yine ilk başta sorularını cevaplayan adam. Biz ilk anın şaşkınlığını atlattıktan sonra o kızı fark ettik ya. Bir başka şaşkınlığa girdik. Sonra bu Ayyaş İmam dedi ki
-Yürüyün lan, gidip bakalım. Melek midir, in midir, cin midir?
Biz de kalktık, gittik yanına. Kız öyle uzun uzun yatıyordu yerde.
Durdu. Bıyığını sıvazladı.
-Valla sadece aha şu dolunayın ışığı vuruyordu parkın o kısmına ama çok güzel kızdı be amirim. Üzerindeki beyaz kıyafet ışıl ışıl parlıyordu. Bütün vücudunu sarmıştı. Kalçaları,göğüsleri,tüm kıvrımları, hatta hatta göbek deliği bile kıyafetin altından belli oluyordu amirim.
Adamın bakışlarının sertleştiğini görünce şöyle bir öksürdü, oturduğu yerde biraz daha dikeldi. Sonra tekrar anlatmaya devam etti.
-Kız baygındı ya da uyuyordu ama kesinlikle o top denize düşmeden önce orada yoktu. Buraları bizim evimiz, kim giriyor, kim çıkıyor biliriz. Bu ışıklı top suya düştükten sonra o kız orada belirdi amirim.
-Çok konuştun lan sen.
dedi ve İmam diye seslendikleri söze girdi.
-Amirim, ben gittim bu hatun kişinin alnına baktım, sonra eğildim kalbini dinledim. Kalbi atan bir insan evladıydı. Ne yalan söyleyeyim, rahatladım çünkü harbiden yüce yaratan bizi cezalandırımak için bu geceyi seçti, aha can alıcı meleği de bu hatun kişi diye düşünmüştüm. O arada bu kız birden gözlerini açtı. Kısa süre şöyle bir etrafa baktı. Sonra bizi fark etti. Korkmuştu kızcağız, tabi karşısında bizim gibi saç-sakal birbirine karışmış, o halde şarap şişelerini elden bırakmamış tipleri gördüğünde kim olsa korkar.
dedi gülerek.
Diğerleri de gülerek onayladılar onu.
Adam sabırsızlanmıştı iyice.
-Eee? Devam et, kesme. Sonra ne oldu?
-Vallahi amirim, kız ağzını açtı ve bir şeyler söyledi. Ama biz hiçbir şey anlamadık. “Ne diyon yavrum, n’oldu,başını sert mi vurdun?” falan dedim ben. Kız daha yüksek sesle bir şeyler demeye başladı. Sonra doğruldu ve ellerini çapraz yapıp omuzlarını tuttu, belli ki bizden korkmuştu amirim, kendisini sakınmaya çalışıyordu. Neyse ki bizim gibi adamlara denk gelmişti amirim,üzerimdeki ceketi çıkarttım,o önce anlamadı ne yapmak istediğimi ama omuzlarına arkadan yerleştirdim ceketimi. Anladı kızcağız…Bir şeyler daha dedi ama anlamadık tabi. Sonra zaten ekip otosundan inip koşarak gelen memurlar yetişti. Kızı aldılar, götürdüler. Bizi de işte burada beklettiler. Bu kadar amirim.
dedi.
Adam, diğerlerine döndü.
-Başka bir şey var mı anlatacağınız? Her şeyi anlattığınızdan emin misiniz?
diye sordu kuşkulu gözlerle.
-Valla komserim, kız anlamadığımız bir şeyler söylüyordu ama bir şeyi sıkça tekrar ediyordu. Neydi,nasıldı lan Cemal? “navar mıydı, növar mıydı, novar mıydı”? Öyle bir şey? Korkmuştu kız, ben önce bizden korktu sandım ama yok amirim, kız aha bu Ayyaşın ceketini omzuna aldıktan sonra bizden yana rahatladı,belliydi bu ama yine de heyecanla bir şeyler söylemeye devam ediyordu.
dedi. Diğerleri de
-Evet, evet komserim. Doğru diyor. O “navar mıydı,növar mıydı?onu tekrar edip duruyordu kız.”dediler.
-Sağolun,sizi karakola götürecek ekip otosu, ifadenizi orada bir daha tekrar anlatacaksınız. İmzalarınızı alıp sizi serbest bırakacaklar.
dedi. Arkasını dönüp giderken ismi Cemal olanı seslendi.
-Amirim,şarabımız,ekmeğimiz mundar oldu. Diyeceğim o ki,biz kanunlara saygılı adamlarız,bildiğimizi anlattık,karakolda bize şarap ve cevizli ekmek verirler mi?
diye sordu.
Adam öyle bir bakış attı ki,ismi Cemal olan gözlerini kaçırdı.
-Tamam amirim, şakaydı,şaka.
diyebildi.
Adam kafasını bir sağa, bir sola hafif hafif döndürerek oradan uzaklaşıp ilerideki ekip otosunun yanına geldi.
-Ne oldu lan kızın sorgusu? Neymiş? Kimmiş?
-Amirim, kızın konuştuğu dil Fransızcaymış.
-Hımm, baktınız mı havaalanı pasaport polisinden fotoğrafına? Ne zaman girmiş memlekete?
-Amirim,kız Fransız ama garip şeyler var bu kızla ilgili.
dedi. Durdu. Sonra devam etti.
-Kendisini sorgulayan arkadaşlar konuştuğu Fransızca’nın çok değişik bir aksan ve oldukça eski kelimeler içerdiğini söylediler.
-Nasıl yani?
-Amirim, bu kızı şu Galatasaray Liseli züppe komser Fatih sorgulamış.
-Ne biçim konuşuyorsun lan amirinle ilgili züppe,müppe? Terbiyeli ol!
diye uyardı adam.
-Afedersiniz amirim. Özür dilerim. Neyse, fatih komserimiz sorgulamış. Kızın konuştuğu dilin şu an konuşulmadığını ama kullandığı bazı kalıplar ve kelimelerin çok eskiden kullanıldığını söylemiş.
-Başka?
-Dahası bize hiçbir turizm firmasının İstanbul ya da Türkiye’de ki kafilelerinden kayıp ihbarı yapılmadı. Ya da kayıp Fransız vatandaşı ihbarı yapılmadı. Kız da zaten enteresan bir hikaye anlatıyormuş komserim.
-Ne diyormuş?
-Növar mıdır nedir bir adamın askerlerinden kaçarken Indre isimli bir akarsuya düştüğünü, boğulduğunu sandığını, uyandığında ise bembeyaz bir odada uyandığını, üzerinde arkadaşların da onu bulduğu zaman ki daracık elbisenin olduğunu, odanın duvarının yumruğunu yediğini sonra tekrar kustuğunu falan anlatmış. Şokta garip, belli ki Tolga amirim.
Tolga düşünüyordu. Kafasının içinde tüm bu dinledikleri resmi geçit tapıyorlardı.
Ne biçim işti lan bu? Ne alaka anasını satayım, Haliç kenarında içen ayyaşlar suya ışık topu düştüğünü görüyorlar,biraz korkuyorlar,panik yapıyorlar.Sonra bir bakıyorlar ileride 20li yaşların başında, belki de daha genç bir kız. Kız Fransızca konuşarak uyanıyor. Sorgusunda abuk subuk şeyler anlatıyor. Nasıl dünya oldu lan bu dünya?
-Bir şey daha var amirim.
Düşüncelerinden sıyrıldı hemen.
-Nedir?
dedi.
-Kızın üzerindeki elbiseyi incelemiş teknik büro. Elbise kesilmiyor.
-Nasıl kesilmiyor lan?
-Amirim,bana dedikleri bu. Laboratuarda incelemek için makasla parça almak istemiş kimyager ekip, elbiseyi makas kesememiş, kırılmış makas.
Tolga söylenileni duymuştu ama anlayamamıştı.
-Nasıl kesmez lan makas elbiseyi?
diyebildi.
-Vallahi kesmiyormuş komserim. Dahası da var.
dedi.
-Ne var lan başka?
-Komserim, kıza İstanbul’a hangi uçakla, ne zaman geldiğini sormuşlar. Kız hiçbir şey anlamamış. Uzun uğraşlardan sonra sorgulayan komserimiz kızın hayatında uçağa binmediğini, binmeyi bırak uçak görmediğini anlamış. En azından kız öyle söylemiş.
Tolga’nın kafa daha da bulanmıştı. Memur devam etti anlatmaya.
- Kayıt için adını, doğum tarihini, doğum yerini sormuşlar. Kız 1413 yılında Fransa’da Tuur mu Tuuğ mu, öyle bir şehirde doğduğunu söylemiş. Paris’e 1 gün ve gece at mesafesindeymiş. Arkadaşlar araştırmış, Tours diye yazılan bir şehir varmış Paris’in yaklaşık 200 km güneybatısında.
Tolga’nın aklından sadece bir soru geçti.
-Bu ne a…k….?

BÖLÜM 4


Nehrin etrafındaki muhafızlar aramalarından vazgeçip dağıldıktan sonra Navarre saklandığı gölgelerden dışarı çıktı. Yapmaması gereken her şeyi yapmanın pişmanlığının yükü omuzlarında her saniye daha da ağırlaşıyordu. Başını sağa ve sola sallayıp bir silkindi. Her şeyin günah keçisinin Candide olmasına iç geçirdi. Kendi kendine “belki her şey onun için daha iyi olmuştur” diye söylendi fakat bu sözleriyle sadece kendisini kandırabileceğini kendi kendine itiraf edebildi .

Hiç bir şeyi eskisi gibi olmayacaktı ama yapılması gerekeni biliyordu ve bunun için vakti hızla azalıyordu . Nehrin kenarına indi ve belindeki matarasının bağını çözüp içine biraz su doldurdu.

- “Sanırım bu kadar yeterli değil mi ? “ diye sordu arkasında belli belirsiz karanlık siluete.
- “Evetsss..” diye tıslamayla karışık bir onay aldı
- “O halde geri d önelim yapmamız gereken çok şey var ve geç kalma lüksümüz yok” dedi ve cebinden ufak bir kese çıkardı .
- “hayır şimdi sırası değilllss” diye tısladı silüyet.
Navarre’nin suratı ekşidi . “Peki o halde bir an önce Algernon’un yanına gidelim yoksa ihtiyar çok sinirlenicek” dedi.
Siluet başıyla onayla.. birlikte birkaç adımdan sonra tekrar karanlığa karıştılar.


BÖLÜM 5

-Sviiiissss… Şırraaaaak!
Tüyler ürperten bir çığlık yankılandı taş duvarlarda.
-Sviiiissss… Şırraaaaak!
Bir çığlık daha. Enine ve boyuna kırbaç izlerinin bazıları kanıyordu. Bazıları ise kabuk bağlamıştı.
İnsanın genzini rahatsız edici bir koku vardı. Sidik, dışkı, kan, ter, rutubet…Tüm kokular birbirine karışmıştı. Demir kapılı bir girişi olan oda, ne odası? Hücrenin tamamı taş duvarlardan oluşuyordu. Geçmiş zamanlardan kalma belli belirsiz kan izleri vardı hücrenin dört bir yanında.
-Sviiiiiis… Şırraaak!
Belli belirsiz bir inilti duyuldu.
-Sviiiiisss… Şırrak!
-…….
-Sviiiisss… Şırraaakkk!
-…….
-Yeter!
dedi sert bir şekilde adam.
Kırbacı tutan el durdu, indirdi kırbacı. Adama döndü. Yüzü ifadesizdi.
-Ayılt şunu hemen.
dedi aynı sesin sahibi.
Kırbacı tutan adam ileriye doğru birkaç adım attı. Duvarın kenarındaki masaya bıraktı kırbacı. Arkasını döndü, demir parmaklıkların yanına yürüdü. Yerde duran kovayı aldı, geldi ve zincirlerle tavana kollarından sabitlenmiş olan kadının önünde durdu. Çırıl çıplak önünde duran kadının ayaklarının altında küçük bir kan birikintisi oluşmuştu. Saatlerdir kırbaçlıyordu ve bu şekilde devam ederse sabahı çıkartamayacağını biliyordu.
Kovayı kaldırdı ve içindeki suyu kadının yüzüne doğru sertçe fırlattı.
Boğuluyormuş gibi öksürükler ve hırıltılar arasında gözlerini açtı. Durmadan öksürüyordu. Böyle bir süre nefesinin düzelmesini beklediler.
-Geri çekil.
dedi adam kova elinde kadının karşısında dikilen adama.
Kova elinde geri geri adımlayarak çekildi adam. Duvarın dibine kovayı bıraktı. Sonra kollarını kavuşturup olanı biteni seyretmeye başladı.
Adam kadının karşısına, az önce kova dolusu su ile kadını ayıltan adamın bulunduğu yere geldi.
-Bana bak Madalene! diye haykırdı.
-Sana söylüyorum pis fahişe, bana bak, aç gözlerini çabuk!
diye bağırdı.
Kadın gözlerini açtı ve adamı görünce gözleri korkuyla doldu. Ağlamaya başladı. Bir yandan da
-Efendim. Gerçekten bir şey bilmiyorum. Candide bana her şeyini anlatır ama sizin benden ne duymak istediğinizi bilmiyorum.
diyebildi.
Adam, birkaç adım daha attı öne doğru.
-Bana o Candide o….sunun sana ne anlattığını söylemeden bu zindandan çıkamayacaksın. Bunu aklına sok.
dedi.
Kadın umutsuzca yalvarıyordu.
-Lütfen efendim! İnanın ki bilmiyorum. Bay Navarre’ın hanımefendinin aşığı olduğunu söylemişti bana. Bir de haftanın tek günleri, hanımefendinin La Riche’de ki av köşkünde buluştuklarını anlatmıştı. Doğduğundan beri hanımefendinin evinde yaşıyordu Candide. Ne bir akrabası, ne de benden başka bir arkadaşı yoktur. Kimseyi bilmez, tanımaz bu Tours’da. Yemin ediyorum başka dostu yoktur. Bildiği her şeyi bana anlatır. Bundan başka bir şey bilmiyorum. Bilsem neden söylemeyeyim?
Tam bu sırada demir kapı gürültüyle açıldı. İçeriye koşarak giren bir muhafızdı.
-Efendimiz Algernon hazretleri. Bay Navarre geldi.
dedi.
Adam muhafızın yüzüne şöyle bir baktı. Sonra arkasına döndü. Az önce kadını kırbaçlayan adama doğru bir işaret yaptı. O da “tamam” anlamında başını salladı. Gitti, masanın üzerinden kırbacı aldı. Tekrar kadının arkasındaki yerini aldı.
Kadın çığlıklar atıyor, yalvarıyor, ağlıyordu.
Algernon adama,
-Konuşana kadar devam et, bayılırsa ayılt tekrar devam et.
dedi. Sonra arkasını dönüp demir kapıyı açtı, dışarı doğru adımını atarken kırbacın ıslığı ve kadının çığlıkları başlamıştı çoktan.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

BÖLÜM 6


-Babuş, neden sıkkınsın bu kadar?
diye sordu adam iki eli ile kehribar tespihini çekerek? Yüzünde 3-4 günlük olduğu belli olan bir sakal vardı. Beyazlar grilerden, griler siyahlardan daha fazlaydı.
Aniden elindeki tespihi gözlerini duvardaki polis balosu afişine dikmiş öylece hareketsiz duran adamın masasına doğru fırlatarak
-Heey,alooo!? Sana diyorum oğlum lan Tolgaa!?
diye bağırdı.
Bariz bir şekilde silkindi Tolga. Sonra da oturduğu yerde doğrularak
-Amirim, bu iş boktan iş. Şu kızın sorgusunu okudum, film senaryosu gibi. Anlattığına göre uçak diye bir şey bilmiyor. Hayatında Tours denilen şehirden başka yere gitmemiş. Gemiye binmemiş. 19 yaşında olduğunu söylüyor. 1413 yılında yine aynı şehirde, Tours’da doğmuş. Yalan söylüyor,belli ama konuştuğu Fransızca’nın şu an konuşulmadığını iddia ediyor Fatih. Hatta İstanbul Üniversitesi’nden Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden bir öğretim görevlisinden yine de yardım istemiş, hocaya bu kızın sorgusunun birkaç dakikalık kısmını dinletmiş, hoca şaşırmış. O kadar ki Fatih söylemeden kendisi buraya gelip kız ile konuşmak istediğini söylemiş. Ben de onu bekliyorum,birazdan gelecek ve ben de kızı sorgularken yanımda olacak.
-Eee? Ne olmuş a….k…? Bu mudur seni düşündüren? Kız burada kim bilir nerelerde yedi içti, hangi uyuşturucuları kullandı, kimlerin altına yattı, kalktı? Kafası bir dünya uyandı Haliç’te. Karşısında da o anlattığın ayyaşları görünce ödü bokuna karıştı. Polisi de görünce böyle bir hikaye uydurdu küçük fahişe.
Kendinden emin bir şekilde olayı çözmüştü işte Bahattin amir.
-Ya amirim, kızın konuştuğu dile ne diyeceksin? Sonra o ayyaşların gördüğü suya düşen cisme ne diyeceksin?
-Babuş, sen diyorsun işte, ayyaş da o adamlar. Üstelik dalgıçlar saatlerce dalıp dalıp çıktılar, Bi s.k.m yok lan suyun altında.
-Amirim ya kızın konuştuğu dil?
-Hay diline başlayacağım şimdi kızın yaaa? Olm numara yapıyor lan işte, belki de uyuşturucu kuryesidir o….pu?
-Amirim, o kadar basit değil. Kızın üzerindeki elbise bile başlı başına soru işareti. Kesilmiyor yahu elbise!?
-Nasıl kesilmiyor? Ne demek lan o?
-Amirim, bizimkiler laboratuarda incelemek için parça kesmek istemişler, 2 tane makası da kırmışlar. Elbise son derece esnek ve kızın vücudunun şeklini alan bir elbise. Ancak parça kesmek istediklerinde bırak kesmeyi çizik bile atamamışlar elbiseye.
-Yok artık Lebron Ceyms?
-Valla amirim!
-Lan bi s.ktirin gidin yaaaa? Ulan çoluk çocuğu buraya dolduruyorlar, uzay yolu mu bu a…k…?
-Amirim ama…
-Kes lan, kes. Zaten birazdan eve gideceğim, yengen s….cekti beynimi, şimdiden sen limitimi doldurdun, artık evde yengeniz çenesini tutacak yoksa çok kötü fena…
dedi ve yerinden ok gibi fırlayıp
-Sorgula bakayım şu kızı. Yarın konuşuruz, senin gözlemlerin benim için daha önemli. Bu Fatih artist gibi giyinir, afilli konuşur; dediklerine göre de çok iyi Fransızca konuşurmuş ama züppenin teki. Ne de olsa üniversiteden geldi oğlum buraya, bizim gibi Polis Okulu’ndan pişmedi. O üniversiteden gelecek hocayı da al yanına, bak bakalım, kızın yalanını ve neden yalan söylediğini anlamaya çalış. Hadi kodum!
dedi ve montunu başının üzerinden geçirip omzuna atarak odadan çıktı.
Tolga sadece
-Güle güle amirim.
diyebilmişti. Düşünmeye devam ediyordu. Bu kız yalan söylüyordu muhakkak ama bu elbise ve o suya düşen cisim hikayesi neyin nesiydi? Üstelik çevredeki evlerden de 155’e gelen 6 tane ihbar vardı “suya düşen, ışıklar saçan cisim gördük” şeklinde.
Masasındaki sigara paketinden bir tane çekti çıkarttı. Ağzının sağ tarafına yerleştirip çakmağı ile yaktı. Derin bir nefes çekti içine. Sonra daha derin düşüncelere daldı. 20 sene önce, polis kolejine ilk girdiği zamanı, 14 yaşındaki halini düşündü. Mahalleden arkadaşı İldeniz ile her fırsatta polisiye filmler izlerlerdi. Birbirleri ile polisçilik oynarlardı. Kimin polis, kimin soyguncu olacağı konusunda hep tartışırlardı çünkü her ikisi de hep polis olmak isterdi. Çünkü hep polis soyguncuyu yakalardı oyunlarında. İlkokulu,ortaokulu da beraber aynı sınıfta,aynı sıralarda okumuşlardı. Sonra polis kolejine de beraber girmişlerdi. Polis Akademisi’nde de birlikteydiler. Sonra İldeniz Özel Harekatçı olmuştu. Neredeydi sahiden? Hakkari’de mi, Mersin’de mi, Hatay’da mı?
-Komserim, Belda hanım geldi.
diyerek odaya giren polis memurunun sesi ile başını kaldırdı.
-Ne Beldası lan?
diye sordu sertçe.
-Komserim, İstanbul Üniversitesi’nden gelmiş, Fransızca biliyormuş. İşte öyle bir şeyler dedi.
dedi genç memur yüzündeki ifade ciddileşerek.
-Fransızca mı biliyormuş?
diye kendi kendine sordu önce ve anında
-Lan, ahahahah, tamam oğlum Şükrü. Anladım, tamam. Gönder içeri,gelsin hanımefendi.
dedi gülerek. Elindeki sigarayı küllüğe sertçe bastırıp söndürdü.
-Emredersiniz komserim.
dedi ve kapıyı açıp dışarıya doğru,
-Hanımefendi, buyurun lütfen
dedi Şükrü isimli memur. Sonra kapıyı ardına kadar açtı. İçeriye çok şık bir kırmızı tayyör içinde muhteşem bir kadın giriverdi. Kömür gibi simsiyah gözleri ışıl ışıldı, en az gözleri kadar simsiyah dalgalı saçları omzundan tayyörünün arkasına doğru uzanıyorlardı.
-30lu yaşlarında olmalı
diye şaşkın şaşkın bu güzelliği incelerken kadın elini uzattı ve
-Merhaba komser bey, ben Belda
deyiverdi.
O ana kadar yerinden kalkmamış olan Tolga hemen kalktı ve
-Hoşgeldiniz Belda hanım, ben Tolga
diyerek kendisine uzanan eli sıktı. O an kadının elini sıkan sağ elinden bileğine, bileğinden dirseğine, dirseğinden omzuna, omzundan beynine doğru bir enerji akışı hissetti.
-Hoş bulduk ama artık elimi alabilirim, değil mi?
diye gülerek sordu kadın.
Büyük bir utançla hemen eli bırakıverdi,
-Tabii buyurun, lütfen oturun
diyebildi. Sonra da hemen konuya girdi.
-Fatih komserim anlatmış size, hatta sorgu sırasında ki konuşma kaydından bir bölüm dinletmiş. Birazdan ben de kızı sorgulayacağım. Siz de benimle birlikte sorguda bulunacaksınız. Tercüman olarak bir başka polis arkadaşımız daha olacak. Lütfen siz sadece izleyin.
dedi.
-Açıkçası, Fatih’in bana dinlettiği kısım beni şok etti. Şu an Fransa’da bu aksan konuşulmuyor. Bu nedenle sizin de izniniz olursa birkaç soru da ben sormak isterim.
dedi Belda.
-Fatih hee?! Bu ne samimiyet?
diye aklından geçiren Tolga
-Tabi, yalnız önce ne soracağınızı bana söylemek şartıyla. Çünkü sizin resmi bir göreviniz yok, biliyorsunuz.
dedi.
-Tabii, mutlaka önce size sormak istediğim soruları söyleyeceğim
diyerek başıyla da onayladı.
Sonra Tolga’ya doğru öyle bir bakış attı ki, Tolga’nın ensesinden ayaklarına kadar tüm vücudunda bir karıncalanma oldu.
-N’oluyo lan bana?
diyerek aklından geçirdiği sırada
-Aslında kendimi doğru düzgün tanıtmadım. Ben Belda Karasu. İstanbul Üniversitesi Fransızca Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Doçentim.
deyiverdi kadın gülerek.
-Olm Tolga kendine gel, koyverme kendini
dedi içinden bir ses.
-Memnun oldum Belda hanım. Ben de Tolga Bardak. Haliç Polis Merkezi’nde 3üncü senem dolmak üzere.
diyebildi kendisini toparlayarak.
-Ben de memnun oldum.
dedi yüzündeki doğal gülümsemeyi bozmadan Belda.
Sonra da hemen sordu,
-Ne zaman geçeceğiz sorguya?
-Şimdi
dedi ve ayağa kalktı. Kapıya gitti, açtı ve arkasını dönüp,
-Buyrun, gidelim Belda hanım
dedi.
Kadın ayağa kalktı, tayyörünün yırtmacı o an Tolga’nın dikkatini çekti. Çok uzun ve muntazam bacakları vardı. 1,75’in kesinlikle üzerindeydi boyu. Dalgalı saçları adımlarıyla ahenkli bir şekilde dans ederek önünden geçti, kapıdan çıktı.
-Muhteşem kokuyor
diye düşündü ve sonra kapıyı arkasından çekip kapattı. Koridorda yan yana yürümeye başladılar. Parfüm kokusu artık iyice aklını başından almıştı.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

BÖLÜM 7


-Bu kaçıncı vukuat Navarre? Aklın fikrin şeyinde. Paris’ten Tours’a kadar yüzlerce piçin var ve hala bir hizmetçi parçasını daha becermek için her şeyi berbat etmekte sakınca görmüyorsun?
Gözlerinde çakan şimşekleri Navarre rahatlıkla görebiliyordu. Başka zaman olsa ti’ye alabilirdi karşısındakini. Zaten çapkınlığı kadar meşhur olan bir başka özelliği de patavatsızlığı idi. Ama karşısındakinin sessizliği nedeni ile sustu. Susması gerektiği zamanı bilirdi.
-Madalene isimli olan kız öldü.
dedi dişlerinin arasından tıslar gibi bir ses çıkartarak Algernon.
İçi sızladı. Hiçbir suçu yoktu kızın. Sadece Candide’in tek arkadaşıydı.
-Dayanamamış tabi Florus’un kırbaçlarına aşifte. Hehhehheh.
Her nasılsa
-Hiçbir suçu yoktu, bunu siz de biliyorsunuz.
diyebildi. Sonra sanki 5 saniye önce konuşan kendisi değilmiş gibi susup sessizliği dinledi.
-Ne oldu? Yumuşadın mı Navarre? Öldürdüğün adamları uç uca dizseler buradan Vouvray’a yol olur.
-Onlar başka. Hepsi hak etmişlerdi.
-Risk alamayız Navarre.
diye bağırdı elini sertçe yanındaki sehpaya vurarak. Sehpanın üzerindeki kadeh yere düştü. İçindek, şarap mermer zemine yayıldı.
-Bu tarikat 200 yılı aşkın zamandır var oldu. Sadece Fransa’da değil İtalya’da, Britanya’da, İspanya’da, hatta Constantinople’da bile varlığımızı devam ettirmemizin en önemli nedeni mutlak gizliliktir Navarre. Dünyevi zevklerin için bir çok defalar kendini, dolayısıyla tarikatimizi riske ettin. Son olarak bu dul kadın olayı. Sapkın cinsel fantezilerin umrumda değil, kiminle ne şekilde ne yapıyorsan yapabilirsin. Tarikatimizin bu konuda her hangi bir kısıtlaması yok, biliyorsun. Ancak bu dul kadın, neydi adı? Heh,tamam, Mirabelle…Bu Mirabelle’yi becerirken tarikatin yüzlerce yıldır sakladığı gizli sözleri kullanıp BİLİNMEYEN’i getirmen bardağı taşıran son damla oldu evlat. Büyük üstatlar konseyi seni artık burada istemiyor.
Sözleri biter bitmez Navarre’in gözlerinin içine dik dik bakmaya başladı. Belli ki tepkisini merak ediyordu.
Berikinin en ufak bir tepki göstermediğini görünce devam etti.
-Bundan sonra tarikatimize Constantinople’da hizmet vereceksin.
-Neee? Saçmalamasınlar!? Bu kadarını beklemiyordum? Roma veya Madrid ya da Londra’ya sürebilirlerdi beni ama Constantinople nedir yahu? Her taraf baharat kokuyormuş orada. Üstelik bir sürü Ortodoks gavur var orada.Sizin pek çok emrinizi yerine getirdim, karşılığı bu mudur Algernon hazretleri?
Çıldırmıştı ve sinirden yerinde duramıyordu.
Algernon garip bir şekilde zevk aldı onun bu tepkisinden. Gevrek gevrek gülüyordu.
-Neden bu kadar hoşunuza gitti,anlamadım?
dedi Navarre. Hala burnundan soluyordu.
-Oğlum. Akıllı ol. Şimdiye kadar kaç kez kıçını kolladığımı sen biliyorsun. Dilini bilmediğin bir ülkede o meşhur çapkınlık numaralarını çekemeyeceğini bildiğin için değil mi bu sinir? Neyse, sonunda sen de efendimizin hizmetine daha fazla verebileceksin kendini. Üstelik gizli sözleri kullanmana da izin olacak.
Beri ki birden kulaklarını dikti.
-Ne? Anlamadım?!
-Anlamayacak ne var oğlum, gizli sözleri kullanmana izin verilecek. Ne yapsınlar, baktılar ki zaten hiçbir kısıtlama, yasak seni adam etmiyor ve bu tarikatin en profesyonel katili de sensin, o zaman senin söz dinlemez tavırlarınla tarikatimizin amaçlarını birleştirmeye karar verdiler. Gizli sözleri kullandığın zaman tarikatin ve dünyanın en az risk alacağı ve tarikatimizin en çok güçlenmek istediği yer Constantinople.
Constantinople… İmparatorun psikopatça zevk sefaları Paris’te ki genelevlerin teraslarında bolca süslenerek anlatılırdı. Gece boyunca baş ucunda 2 bakire ellerinde ki mumlarla sabaha kadar dikilerek odanın aydınlanmasını sağlarlarmış. Her sabah yataktan bu bakireler tarafından uyandırılırmış. Ve eğer imparator bakirelerden memnun kalmazsa kahvaltısını yaparken huzurunda bakireleri aslanlarına yem ederlermiş.
-Ne zaman gitmem gerekiyor?
Diye sordu.
-Hemen, şimdi. Yanına almak istediğin kadar altını Pasquale’ye söyle, hemen versin. 3 günlük kumanya da hazırlasın, 2 kişilik.
Soru soran gözlere hemen cevabı yapıştırdı.
-Geldiğini haber verdiklerinde uşağını buraya getirmeleri için adamlarımı gönderdim. 4 at alın, değişe değişe Antwerp’e gideceksiniz. 3 gün içinde orada olmanızı istiyorum. Sadece yemek yemek ve uyumak için mola verin. Antwerp’te Constantinople’a gidecek olan bir Venedik gemisi olacak. Adı DONNA STANCA. Kaptanı Rugerro bizdendir. Yalnız başka önemli konukları da olacak ve geminin hareket tarihi 18’i yani 3 gün sonra; gece 11 sularında. Sizin gideceğiniz konusunda çoktan bilgilendirildi. Kamaran seni bekliyor olacak.
Constantinople ha? Demek sıra Ortodoks gavurların karılarına doğru yolu göstermeye gelmişti he. İstemsiz şekilde gevrek gevrek güldü.
-Bakıyorum da çok hoşuna gitti bu Constantinople işi?
-Görevim nedir?
-Hah,şöyle. Görevin o sapık imparatoru etkileyip masasına oturan birkaç kişinin arasında yer almak. Bu arada imparatoriçe de sapkınlık konusunda imparatorundan geri kalmıyormuş duyduğumuza göre. İmparatorun masasına giden yol imparatoriçenin yatağından geçiyormuş.
Soru soran şaşkın gözleri görünce ihtiyar Algernon kahkahayı bastı.
-Ne oldu? Bu kadar şaşırtabildim seni sonunda, öyle mi? Doğru duydun evlat. Bu görev tam sana göre. Paris’in meşhur kılıç ustalarından Vachel Garan olarak tanıtacaksın kendini. Kralın mührünü taşıyan adına düzenlenmiş Tours, Villeurbanne, ANgers ve Paris savaş oyunlarında ki 1inciliklerin nedeniyle aldığın takdir belgelerini de yine Pasquale verecek sana. Hepsi ayarlandı.
-Peki BİLİNMEYEN’i ne sıklıkta kullanabilirim? Herhangi bir kısıtlama var mı?
Algernon sanki iğrenç bir şey görmüş ya da çürük yumurta kokusu almış gibi yüzünü buruşturdu.
-Hiçbir kısıtlama yok, tamamen senin inisiyatifinde.
diyebildi.
Navarre gelip Algernon’a elini uzattı.
-Tanrı üzerinizden gölgesini eksik etmesin.
Algernon uzanan eli sıktı ve aynı şekilde karşılık verdi.
-Tanrı üzerinden gölgesini eksik etmesin.
***
Navarre atıyla dört nala giderken uşağı Yvet mesafenin açılmamasına uğraşıyordu. Atı ve terkisine bağlı olan diğer 2 atla birlikte onlar da dolu dizgin efendisini takip ediyorlardı. Haftasonu planları alt üst olmuştu. Nereye gittiklerini bile soramamıştı efendisine. Hoş, zaten aralarında soru-cevap ilişkisi olduğu da pek söylenemezdi. Bastille’de hücresinde açlık ve susuzluktan ölmek üzereyken Florus isimli bir yarmanın kendisini sırtlayarak efendisinin huzuruna getirmesi ile başlamıştı 8 sene önce.
Bakalım nerede son bulacak? diye düşündü. Sonra da neden böyle bir şey düşündüğünü düşündü.
-Deeh
dedi aradaki farkın artmaya başladığını görünce.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Misafir
Bu konu yeni mesajlara artık kapalıdır.
×
×
  • Yeni Oluştur...