Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Noyzura-KuddusiMavra sunar


KuddusiMavra

Öne çıkan mesajlar

BÖLÜM 8
-İnanamıyorum. Böyle bir şeyin olabileceğine inanamıyorum. Kız yüzlerce yıl öncesinden çıkıp gelmiş gibi. Sorbon’da 3 sene eski Fransız lehçeleri, aksanları üzerine çalışma yaptım. Hocam ve arkadaşlarımla binlerce resmi yazışmanın yanı sıra en ücra Fransız köyündeki tüccarın veresiye defterine kadar pek çok belgeyi inceledik. Bu kız kesinlikle muazzam rol yapıyor çünkü konuştuğu Fransızca’yı şu an Fransa’da konuşan kimse yok. Olamaz da.
O kadar heyecanlı konuşuyordu ki bu da göğsünün hızlı hızlı şişip inmesine, kaşlarının yukarı kalkıp inmesine, gözlerinin kocaman kocaman açılıp kapanmasına neden oluyordu. Konuşması sırasında sürekli birini indirip, birini kaldırdığı elleri ve kolları da konuşmasındaki heyecanı fazlasıyla destekliyorlardı. Dimdik vaziyette oturuyordu. Boynu vücudu ile birlikte yaydan fırlayacak ok gibi gerilmişti. Bacak bacak üzerine atmıştı ve son derece güzel bacakları kesinlikle göz alıcıydı.
Tolga karşısındakini dinliyordu ama aklını söylediklerine vermekte zorlanıyordu çünkü son birkaç saattir bu kadının çekim alanına girmişti. Aşka kesinlikle inanmazdı. Birbirlerine “aşkııım” diye seslenen çiftlere hiç inanmazdı. Ona göre cinsel ihtiyaçları vardı her canlının. Ve tıpkı yemek,içmek gibi, nefes almak gibi,uyumak gibi cinsel ihtiyaçlar da ihtiyaç duyulduğu zaman giderilmeliydi. Bunun için iki cinsin birbirine bağlanmasına gerek yoktu. Bu nedenle evlilik, bir kadınla birlikte yaşamak kesinlikle ona göre şeyler değildi. Bu yüzden anneciğini çok üzüyordu.
-Şu aldığım notları nasıl toparlayacağız? Deli saçması gibi her şey!
diye sinirli sinirli söylenerek çantasından çıkarttığı, tayyörü ile son derece uyumlu şeffaf kırmızı çerçeveli gözlüğünü takıp önündeki defterine baktı. Okumaya başladı.
-Tours şehrinde doğmuş.Mirabelle isimli hanımının hizmetçisiyken bu Navarre isimli adamın –ki o da hanımının sevgilisi oluyor- tacizlerine uğradığını ve hatta başlangıçta bu durumun hoşuna gittiğini söyledi. Çünkü bu Navarre isimli adam Fransa’nın en çapkın asilzadelerinden birisiymiş. Çok yakışıklıymış. Fakat bir gece hanımı ile yani Mirabelle ile yaptıkları seks oyunlarına onu da kattıklarında bir yaratık belirmiş aniden oda da. İğrenç bir şeymiş.Gözlerinin yerinde sadece kırmızı noktalar varmış. Yani iki kırmızı nokta. Anlattığına göre boyu bu sözümona yaratık olduğunu iddia ettiği şeyin beline kadar ancak geliyormuş. Nefesi de iğrenç kokuyormuş. Onun için kullandığı kelime INCENNE ki şimdiki Fransızca ile INCONNU demek istiyor. Yani BİLİNMEYEN!
“Arkadaş, bu nasıl bir güzellik? Ben böyle bir şey görmedim.”
diye düşündüğü sırada aninden Belda kafasını kaldırdı ve ona doğru bakarak,
-Hiç konuşmuyorsun Tolga. Nasıl Türkiye’ye geldiğini öğrenebildiniz mi?
diye sordu.
-Yok,yok.Hayır.
diyebildi sadece ve önündeki küllüğü alıp masasının altındaki çöp kutusuna boşaltmak istedi. Ancak küllük boştu ve çoktan küllüğü eliyle kavramış ve masadan kaldırmıştı. Kadının kendisine soru dolu gözlerle baktığını fark edince aninden,
-Şükrüüüü! Şükrüüüü!
diye seslendi.
Taa yan odadan
-Geliyorum amirim.
diyen bir ses duyuldu ve 10 saniye içerisinde kapı açıldı.
-Buyrun amirim.
dedi Şükrü.
-Canım al şu küllüğü. Sigara içmeyeceğim bundan sonra. Görmek istemiyorum bu küllüğü burada.
deyiverdi Şükrü’nün şaşkınlıktan irileşmiş gözlerine bakarak.
-Amirim, hayırdır? Sağlık sorunun mu var bilmediğimiz?
diye soruverdi genç polis.
-Yok canım ya, böyle içmeye devam edersem olacak ama. Annem de zaten hep istiyordu bırakmamı. Kadını zaten çok üzüyorum, bari bu konu da mutlu edeyim. Sen al bu küllüğü.
dedi. Bir yandan da,
“Has..tir!Nereden çıktı lan bu? Hay kafama s.çayım!”
diye düşünüyordu.
Şükrü küllüğü aldı ama karşısında dikilmeye devam ediyordu.
-Ne oluyor oğlum? Tamam işte, al küllüğü git.
-Amirim, küllük vermekle sigara bırakılsaydı ohoooooo! Ver bakayım şu kamel sigaranı, çakmağını da alayım amirim.

dedi bir yandan gülerken diğer yandan da sağ elinin baş parmak hariç 4 parmağı ile herkesçe bilinen “alayım” hareketini yaparken.
Tam şöyle sinkaflı bir küfür savuracaktı ki tuttu kendini ve kadının gülümseyen bakışları altında cebinden sigarasını ve zippo çakmağını çıkartıp Şükrü’nün eline verdi.
-Al bakalım Şükrü, al bakalım.
dedi imalı imalı Şükrü’ye gözlerini dikerek,bir yandan da başını öne arkaya sallayarak.
Şükrü gayet mutlu bir şekilde sigarayı aldı ve gömleğinin cebine koydu hemen. Çakmağı aldı ve şöyle bir inceleyip
-Çok güzelmiş amirim,sağolun.
diyerek pantalonunun cebine attı. Küllüğü aldı ve
-Hayırlısı olsun amirim,darısı bizim başımıza.
diyerek odadan çıktı.
-Bravo Tolga, sigara içmek ve hele bu devirde yanlış anlamayın ama zaten çok büyük aptallık.
deyiverdi kadın.
Tolga kendisine 5 dakika içerisinde ikinci kez <> diyerek ismi ile hitap ettiğini fark etti. İçini ılık, tatlı bir his kapladı. Demek ki <> demesinin ardında başka bir şey aramamak lazımdı.
-Fatih’e de hep söylerdim. Sigara içtiğin zaman kokusu üzerine siniyor, kesinlikle kokusu üzerinden çıkmıyor ve kapalı ortamda bir süre birlikte vakit geçirdiğin insanlara bile kokusu geçiyor. Bırakmalısın bu sigarayı diye. O da 2 sene önce bu şekilde benim de bu sözlerimin etkisi ile bırakmıştı sigarayı.
Arkadaş bu nasıl iş? 1 dakika önce bu kadar mutlu iken 1 dakika sonra nasıl böyle mutsuz olabilirdi insan?
-Siz şu notlarınızı okumaya devam eder misiniz?
dedi sinirli bir ses tonu ile.
Kadın sesinin tonundaki siniri anlamıştı ama hiçbir anlam verememişti. Belli belirsiz bir omuz silkmeyle notlarını okumaya devam etmek için defterine baktı ve bakar bakmaz tekrar Tolga’ya dönerek
-Ama Tolga. Bu kız nasıl geldi o zaman Türkiye’ye?
diye sordu. Neyse ki bu sefer aklı başındaydı Tolga’nın.
-Ben de bilmiyorum Belda hanım. Zaten şu an önümüzdeki en büyük muamma bu. Yani belli ki ya çok profesyonel bir yalancı ya da gerçekten de büyük bir travma geçiriyor.
-Ama konuştuğu Fransızca…
diyecek oldu Belda fakat Tolga hemen kesti.
-Tamam Belda hanım, işin o faslı var ama bence onun mantıklı bir açıklaması olmalı. Öğrenmiştir kız o şekilde konuşmayı.
Gülümsedi kadın ve
-Linguistik konusunu hiç bilmiyorsunuz. Bu belli. Bir dil tüm kalıpları ile, dil bilgisi ile, kelimeleri, deyimleri, aksanı ile ancak o işin uzmanı kişiler tarafından seneler süren çalışmalar ile öğrenilebilir ki hiçbir zaman o kişi ya da kişiler öğrenmeye çalıştıkları dile 100% hakim olamazlar. Bu kız ise bu dili yaşıyor yani adeta ana dili. Hiçbir falsosu yok. Yani bir şeyleri ezberlemiş ve sadece o ezberlediği kalıplarla konuşuyor diyemem kesinlikle. Kız bu dilden başka bir dil bilmiyor gibi adeta. Dediğim gibi rol yapıyor, aksi mümkün değil. Ama şu şekli ile de açıklayamıyorum. Sana sorduğum soruya da olumlu cevap alamadım. Yani kızın ne zaman geldiği, nasıl geldiği de belli değil. Anlattığı hikaye zaten akıllara zarar.
dedi ve yeniden notlarına döndü. Okumaya başladı.
-Nerede kalmıştım? Heh, tamam. Bu BİLİNMEYEN dediği yaratık yani onun deyimi ile INCENNE çok uzun boylu ve iri yarı bir yaratık. Üzerinde de hiçbir kıyafet yok. Giysi yok yani. Gözleri kıp kırmızı ve insana da benzemiyor. Daha çok bir kurtu andırıyor yüzü kızın anlattığına göre. Ve bu yaratık kendisine doğru döndüğünde çığlık atmış,anlatırken bile aynı çığlığı attı. Çünkü yaratığın cinsel organını görmüş ve 2-3 penis boyundaymış. Ucu da mızrak gibi sipsivriymiş. Nasıl bir hayal gücü bu ey tanrım?!
diyerek gözlüğünü çıkartıp Tolga’ya döndü.
Tolga o kadar utanmıştı ki bakışlarını kadının gözlerinden kaçırarak
-Yaa, aynen öyle. Nasıl bir hayal gücü?
deyiverdi sadece.
Kadın onun utandığını anlamıştı kesin. Nasıl anlamasın ki? Kendisi bile yanaklarının kıpkırmızı kızardığını hissedebiliyordu.
-Çığlık attıktan sonra bayılmış olmalıyım dedi kız. Sonra hanımının yani Marbelle’in çığlıkları ile uyanmış. Bakmış ki Navarre kadının kollarını sıkı sıkı tutarken bu yaratık kadına tecavüz ediyor.
Tekrar gözlüğünü çıkartıp Tolga’ya baktı.
-Hanımının durumunu anlatırken çok ağladı. Bilemiyorum, sanki gerçekten yaşamış gibi anlattı olayı. Nasıl bir rol yapma yeteneği var bu kızın?
diye sordu.
Tolga iki elini yana açıp dudaklarını büzerek malum “ne bileyim?” hareketini yapabildi sadece.
Tekrar okumaya başladı.
-Kadının vücudundan her yana kanlar fışkırıyormuş. Yaratığın her hareketinde etrafa kan fışkırıyormuş.Bu kızcağız ise gördüklerinin etkisi ile öylece sessizce ayakta kalakaldığını anlatıyor. Sonra her nasılsa bu yaratık birden bire yok olmuş. Yemin ediyor, kesinlikle aniden odadan yok olduğunu yani kapıdan ya da pencereden çıkmadığını veya gizli bir bölmeden gitmediğini ama aniden yok olduğunu söylüyor. Bu Navarre o zaman onu fark etmiş. Kızın üzerine doğru atılacakken can havli ile fırlamış odadan. Ayakları çıplak, kendisini sokağa atmış. Bunu Navarre’ın adamları uzun süre kovalamışlar. Kaçarken Indre isimli bir nehire yuvarlanmış. Garip olan bu anlattığı Loire Nehri’nin ana kollarından birisinin ismi. Ve yine Tours şehri halen Fransa’da Paris’e yaklaşık 200 km mesafede olan bir şehir. Çok eski bir şehir hem de. Sorbon’dayken birkaç kez bulunmuştum orada.
-Sorbon dediğin nedir, neresidir Belda hanım?
diye sordu Tolga saf saf.
Gözlüğünü çıkartmış, çerçevesini ağzı ile emmeye başlamıştı Belda. Hınzırca gülümsedi.
-Birincisi bana Belda de lütfen. İkincisi Sorbon dünyanın en eski üniversitelerinden birisidir. Paris’te 13üncü yüzyılda kurulmuştur.
-Peki Belda hanım, amaaan, Belda. Cahilliğim için kusura bakma. Polis akademisinden işte benim gibi adamlar çıkıyor, malzeme bu.

dedi ve iyi bir espiri yaptığını düşünerek gevrek gevrek güldü.
Karşısındaki ise gayet ciddi
-Estağfurullah Tolgacığım, senin niye cahilliğin olsun? İlgi alanı ve meslekle de ilgili bu işler.
deyiverdi.
"Anam? Tolgacığım mı dedi o?"
diye geçirdi aklından.
-Bu kızın adı da Candide Pierretta imiş. 19 yaşındaymış. Navarre dediği adam asilzadeymiş, pek çok ünvanı olan bir çapkınmış.
dedi. Arka sayfaya geçti.
-Burası da çok ilginç. Nehre düştükten sonra uyanıyor. Kendisini aydınlık bir odada buluyor. Oval gri renkte bir yatağın üzerinde uyanmış. Odanın nasıl ve nereden aydınlatıldığını anlayamıyor. Pencere yok. Ona lambayı anlattık ve hatta öğrettik. Lambanın ne olduğunu bilmiyordu! Oda da lamba ya da benzeri bir şey olmadığını da böylece teyit etti. Oval gri renkte bir yatağın üzerinde uyanmış. Sanki odanın kendisi ışıl ışıl aydınlık saçıyordu dedi. Sonra üzerindeki kıyafeti fark etmiş. Çok utanmış çünkü her yanını saran kıyafetleri kendisine kimin ya da kimlerin giydirdiğini bilemediği için birilerinin onun bedenini görmüş olduğunu ve kim bilir belki de tecavüz etmiş olabileceklerini düşünmüş. Kızgınlıkla duvara bir yumruk sallamış fakat anlattığına göre duvar yumruğunu yemiş. O böyle söylüyor. Anlayabileceğimiz kadarıyla sanki yumruğu duvar tarafından emilmiş ve sonra tekrar geri verilmiş gibi bir şey. Sonra bir koku hissediyor ve uykusu geliyor.
Notlarından kafasını kaldırıp Tolga’ya baktı
-Deli saçması değil mi?
dedi ve devam etti okumaya.
-Sonra üzerinde uyandığı o oval gri yatağın üzerine uzanıyor.
Tolga kendi notlarını okuyarak devam etti.
-Üzerine eğilmiş olan şu Hilmi isimli ayyaşın bakışları ile uyanmış. Korkmuş tabi. Nerede olduğunu anlamaya çalışmak için doğrulmuş fakat bir yandan da anlamadığı bir dille konuşan ve etrafını çeviren bu 3 adamdan çok korkmuş. Fakat bir tanesi-bu bizim Hilmi-üzerindeki kıyafetini(ceketini kastediyor)çıkartmış ve aniden omzuna koymuş. O an anlamış ki kötü niyetleri yok. Bu Tuurs denen şehirde hanımı için alışveriş yapmaya çıktığında önünü çok kesen serseri olmuş. O yüzden kim iyi, kim kötü, bakışından, hareketlerinden anlarım dedi. Sonra işte bizim memur arkadaşlar gelip almışlar bu kızı sarhoşların arasından ve merkeze getirmişler. Hikaye bu.
Kadın kendisini meraklı bakışlarla izliyordu. Hiçbir şey söylemeden gözleri öylece Tolga’nın gözlerine kilitlenmişti. Tolga için dakikalar süren birkaç saniyenin sonunda
-Ve bütün bu ifadeyi verirken aksanı ve kullandığı pek çok kelime kesinlikle şimdiki Fransızca ile ilgisi olmayan bir Fransızca idi. Peki nasıl toparlayacaksın bu ifadeyi, nasıl çıkacaksın bu işin içinden Tolga?Ay,işiniz gerçekten çok zor. Polisiye filmleri izlerken hiç zevk almazdım, senaryoların hep fazlasıyla zorlama olduğunu düşünürdüm. Ama işin içine bu şekilde girmiş bulundum ve o filmlerdeki senaryoların pek çoğunun bu bizim aldığımız ifadenin yanında çok masum olduklarını düşünüyorum şu an da. Biliyor musun?
dedi.
-Öncelikle ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin muayene sonucunu bekleyeceğiz. Bu arada kızın gerçek kimliğinin ne olduğunu öğreneceğiz. Türkiye’ye ve tabii İstanbul’a ne şekilde gelmiş olabileceğini öğreneceğiz. İlk muayenesinde kemik yaşının 20 olduğunu teyit etti doktorlar. Fiziksel görünümünü de göz önüne alarak 15-25 yaş arasında olabileceğini söylediler. Bu nedenle arkadaşlar Türkiye’ye son 1 yıl içerisinde girmiş olan 15-25 yaş arası tüm kadınların pasaport kayıtlarını inceliyorlar. Binlerce yat, özel uçak, gemi, tarifeli uçak, tren, on binlerce otomobil söz konusu. Bu iş çok ayrıntılı bir iş. 3-4 gün içerisinde ne şekilde Türkiye’ye giriş yaptığı, nereden, hangi yolla, hangi isimle geldiğini öğreniriz.
Durdu ve
-Sen Sorbon’dayken dedin. 3 sene dedin. Eğitimini yurtdışında mı aldın?
diye sordu.
Kadın gülümsedi.
-Çok uzun bir hikaye ama anlatayım.
dedi. Sonra başladı anlatmaya.
-Ben Fransa’da, Marsilya’da doğdum. Annem bir Fransız. Babam ise Türk. Annem Antalya’ya gezmeye gelmiş arkadaşları ile. Babam ise teknenin birinde kaptanlık yapıyormuş.
Kıkırdayarak
-Annem babamı görür görmez vurulmuş ona. 2 haftalık tatilini 2 aya uzatmış. Babamdan bir türlü ayrılamıyormuş. Sonra ülkesine dönmüş ama babamla sürekli mektuplaşıyorlarmış. Derken babam atlamış, Fransa’ya gelmiş. Annem o sırada bana hamileymiş. Babam bunu da görünce anneme evlenme teklif etmiş.
Gülmeye başladı.
-Burası çok komik çünkü annem kabul etmemiş. “Ne evlenmesi? Biz daha birbirimizi ne kadar tanıyoruz ki?” diye sormuş babama. Babam çıldırmış. “Bizim kültürümüze,geleneğimize göre bir adam çocuğunu taşıyan kadına piç doğurtturmaz.”falan gibilerden bir şeyler söylemiş. Neyse? Annem babamı o kadar çok seviyormuş ki hiç istememesine rağmen evlenmişler. Bu arada annemin babası yani büyükbabamın da yardımıyla babam için çalışma izni almışlar. Büyükbabam o zaman hatırı sayılır bir müteahhitmiş. Babam Marsilya’da mesleğini yapmaya başlamış teknelerde.
Durdu. Hüzünlenmişti. Tolga tam nedenini soracaktı ki devam etti.
-Derken babam her erkeğin yaptığını yapmış.
dedi bir an sinirlenerek.
Sonra yeniden olağan ses tonuna döndü ve anlatmaya devam etti.
-Annemi aldatmış. Annem affetmemiş. Bavulunu kaptığı gibi camdan aşağı atmış. Babam da çok yalvarmış ancak annem affetmemiş. Orada daha fazla kalmanın anlamsız olduğunu düşünmüş babam çünkü gerçekten çok pişman olmuş yaptığı hataya. Ben o zaman 3 yaşımdaydım, hayal meyal hatırlıyorum. Bana sarılıp nasıl ağladığını hatırlıyorum. Yüzümü,gözümü,kafamı öpmüş ve koklamış,koklamış,koklamıştı.
Gözlerinden süzülen yaşları silmesi için Tolga’nın uzattığı kağıt mendili aldı.
-Teşekkür ederim Tolga.
dedi ve yaşları sildi.
-Sonra annem beni en iyi şartları sağlayarak okutmaya çalıştı. Büyükbabam da-toprağı bol olsun-diğer torunlarından daha çok sevdi beni. Adeta bir baba gibi davrandı. Hep yanımda oldu ben büyürken. Her yılbaşı ziyaretine giderim. Marsilya'da bir huzur evinde kalıyor. 90 yaşını çoktan devirdi. Neyse...Ben 19 yaşımdayken annemin kanser olduğunu öğrendim. Akciğer kanseriydi ve ölmek üzereydi. Bana vasiyeti Türkiye’ye gidip babamı bulmam oldu. Bu arada içinde babamdan bana ve anneme ayrı ayrı yazılmış yüzlerce mektup olan bir kutu da bıraktı annem bana. Babam bu mektuplarda yarı Fransızca, yarı Türkçe olarak Fransa’dan ayrıldıktan sonra her gününün pişmanlıkla geçtiğini, annemi ve beni ne kadar sevdiğini anlatmış. Annem bu mektuplara cevap vermemiş ve benden saklamış. O kadar kızgınmış ki babama. Ömrünün son günlerinde ise kalbindeki sevgi yeniden canlanmış. Babamı gerçekten çok sevmiş anneciğim. Bu nedenle de kendisi öldükten sonra mutlaka babamı bulmamı ve onun babamı affettiğini kendisine söylememi istedi benden. Çok hem de çok uzun hikaye ama Türkiye’ye geldim, babamı Antalya’da buldum. Onu yanıma alıp Fransa’ya götürdüm, eğitimimi aldığım sürece babam hep yanımdaydı. Bu arada Türkçe öğrendim. Eğitimim ve yüksek lisansım bittikten sonra bir profesörümün tavsiyesiyle İstanbul Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladım.
Şaşkın şaşkın kendisine bakan Tolga’ya
-Yaa,işte böyle Tolgacığım.
dedi.

“Anasını satayım, demek bu yüzden bu kadın bu kadar rahat. Demek bu yüzden bu kadar sıcak. Demek bu yüzden birkaç saat içerisinde Tolgacığım oldum?! Ulan tabi yaaa?! Bizde böyle kadın ne arar?”
diye aklından geçiriyordu Tolga.

-Demek Fransız asıllısın he? O kadar güzel konuşuyorsun ki Türkçe’yi…Gerçi çok hafif bir aksan sanki var gibi ama ne bileyim, çok güzel konuşuyordun.
diyebildi.
-Ama adımdan da mı anlamadın? Belda bir Fransız ismidir.
dedi ve gülümsedi.
-Ya açıkçası isim bana sanki Türk ismiymiş gibi gelmişti.
dedi ve
-Ama sen de farklı bir şey olduğunu fark etmiştim.
diye çıkıverdi ağzından sonra kendisine kızdı. Ne gereği vardı ki o son cümlenin?
Kadın hiçbir şey demeden ayağa kalktı, Tolga’da öyle. Tolga’ya doğru birkaç adım attı ve elini uzattı.
-Memnun oldum Tolgacığım. Seninle tanıştığıma da…Ben de farklı bir şey olduğunu fark etmene de.
-Bu kartvizitim.
diyerek çantasından az önce çıkartmış olduğu kartı çoktan elini sıkmakta olan eline tutuşturdu.
-Bu olay ile ilgili lütfen beni aramaktan çekinmeyin. Bu iş başlı başına bir tez konusu olacak bir olay benim için. İzin verirseniz ben de çalışmalarımda bu olayı kullanmak istiyorum.
dedi gülümseyerek.
“Öyle güzel bakıyor ki.”
diye düşündü ve
-Tabii,yardımınızı isteyeceğim mutlaka.
diyebildi.
-Hala siz’li biz’li mi konuşacağız Tolgacığım?
dedi ve aniden sol elini uzatıp çenesinden bir makas alıp bıraktı.
Şuh bir kahkaha attı ve
-Hadi ben gidiyorum. Görüşmek üzere.
dedi. Arkasını döndü, kapıya doğru ilerledi,kapının kolunu tutup çevirdi ve kendisine çekti. Tam çıkacakken tekrar Tolga'ya döndü ve baktı. Gülümsedi. Sonra odayı terk etti.
“Aşk bu mu?”
Kafasının içinde yankılanan bu soruya ne cevap vereceğini düşünmeye başladı. Sonra elini cebine attı. Diğer cebine de baktı. Bir anlık şaşkınlığın ardından olanca gücüyle bağırmaya başladı:
-Ulan Şükrüüü? Getir lan sigaramla çakmağımıııı?
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 1 ay sonra ...
peki ben birsey karalayim.


Kiz cocugu elindeki su sisesini kenara koyup iphone undaki youtube videosunu izliyordu sessiz sekilde. Video da Rihanna nin oldugu haberini anlatan spiker donuk bir tonda konusmasini surduruyordu. Kiz cocugu elindeki iphone u kenara birakip odasindaki yataga uzanip lap top ini yavasca acti. Bir sure daha lap top in acilim sureci surerken iphone undaki haberi goz ucu ile izleyip dinleyisini surduruyordu. Spiker bir an duraksayip elini kulagina goturdu. Surati bembeyaz olmustu. Hafif sendeleyip konusmasini surdurmek istedi ama yayin kesildi. Kiz cocugu iphone u kapayip tekrar lap top ina kafasini cevirdiginde lap top i acilmis fakat internet baglantisinin saglanilamadigini gordu. Kisa bir sure etrafina bakindi iki gun once aldigi Magi nin yeni sayisi olan mangaya biraz goz gezdirdi ve ardindan tekrar lap top ina baktiginda halen internetin olmadigini gordu. Kisa bir sure odasinda durduktan sonra yavasca dogrulup odasina kisa bir sure bakti. Odasinda hic oynamadigi oyuncaklari ve hemen kosede asili duran dunya haritasi ve hemen yaninda yiginlarca asili olan Koreli Erkek Pop Starlarin posterlerine bir sure bakip odasinin kapisini araladi.

devamedebilirim.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Kapisini araladiginda Annesinin yine babasindan habersiz sekilde babasinin cep telefonunda bir aldatmaya ait mesaji yakalamak icin nasil sessizce bir sekilde telefonu inceledigini izledi bir sure daha sonra bundan hafif bunaldigini hissedip annesinin arkasindan yavas adimlarla babasinin uzanip belkide ruyasinda annesini aldattigi anlarda olduguna aldirmadan babasini hizlica sarsti. Kizin babasi yavasca gozlerini aralayip:

Baba-Ne istiyorsun Saya?
Saya- Duydunuz mu bilmiyorum ama Rihanna olmus.
Baba- Hmm.. Arkadasin mi ?
Saya- off Baba...

Kiz babasi ile ettigi sohbettende zevk almamis bir halde yavas adimlarla sokak kapisinin onune geldi. Sokak kapisinin onunde titizlikle yapilmis dortgen halde olusturulmus ayakkabi dizilerini ozenle bozup kapiyi acip disari cikti. Disarisi inanilmaz derecede sicak ve nemli bir haldeydi. Bisikletinin demirinin neredeyse alev alacagina inanmis sekilde urkerek golgede kalan yerlerinden tutup bisikletine bindi. Icinde bir ses artik ozgursun tum sokaklar tum sehir artik senin haydi artik git diye fisildadi. Sesi dinlermiscesine pedallara hizla basti. Ama ardindan dakikalar gecmeden bedeninin katilastigini hissetti. Korku dolu gozlerle etrafina bakmaya basladiginda herkes urkek gozlerle ona baktigini gordu. Anlayamiyordu herkes ona ilgi gosteriyordu ruyalarinda gordugu gibi herkes artik onunla ilgileniyordu. Konusmak ve tesekkur etmek istedi ama agzinin kipirdayamadigini hissetti. Ardindan da gozleri birer asansor kapisi gibi hizla kapandi.


Yolda bisikletinin hemen yanindaki kiz cocugu cesetini olay yeri inceleme ekipleri itina ile incelerken. Polislerin bir kaci takim elbiseli kisilerle konusuyorlardi.

devamedebilirim.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

BÖLÜM 9
Dumandan göz gözü görmüyordu. Genzinde, gözlerinde, boğazında felaket bir yanma başlamıştı. Bir yandan göz gözü görmeyen sokağı “Mustafa…Kemalin…Askerleriyiz” şeklinde sloganlar inletiyordu.
Derken etrafında duvara çarpan, yere düşen metal sesleri, kırılan cam sesleri duymaya başladı. Bazı insanlar çığlıklar atıyorlardı. Etraftaki gaz bulutu daha da yoğunlaşmış, genzi daha fazla yanmaya başlamıştı. Gözlerinden sular seller boşalıyordu adeta. Kendisini hiç tutmadı, bıraktı, ağlıyordu, ağlamanın en iyi çözüm olduğunu biliyordu. Biber gazı ile ilgili kısa bir eğitim almıştı daha önce. Gözlerini oğuşturmadan mümkün olduğu kadar ağlayarak en kısa sürede rahatlayacakları anlatılmıştı. Anlatılmıştı da yanan geniz için bir şey söylememişlerdi. Bu arada sağına, soluna, önüne, arkasına düşen metal sesleri duyuyordu. Ne olduklarını anlamamıştı.
Aniden önünde bir gencin bağırarak yere düştüğünü fark etti.
-N’oluyo a…. k……?
diyerek yerdeki gence bakmak için eğildi. 20-25 yaş arası bir gençti. Alnının sol tarafı feci çekilde kanıyordu ve hafif çökmüştü. Kafası kırılmıştı çocuğun. Etrafa bir göz atarken az ileride, birkaç metre ötede duvar dibindeki boş metal çubuk dikkatini çekti. Eline aldı. MADE IN BRASIL yazıyordu.
-Gaz kapsülü lan bu! Vay arkadaş! Demek deminden beri bunları sallıyorlar?! Ulan bunlar böyle leblebi gibi nasıl sallanır insanların üzerlerine?
dedi. Sonra yerde inleyen çocuğa tekrar eğildi.
-Şimdi seni taşıyacağım, merak etme, sakin ol. Doktora götüreceğim seni.
dedi. Çocuğu iki eliyle kaptığı gibi kaldırdı. Dümdüz İstiklal Caddesi’nden Taksim Meydanı’na doğru ilerlemeye başladı. Yaklaştıkça gördüğü manzara korkunçtu. Kadınlar, genç kızlar, erkekler panik halinde kaçışıyordu. Panik atak krizi geçirenler, gaz nedeniyle öksürük krizine girenler. Yaralılar. Ağlayanlar. Ve hiçbir şey olmamış gibi ellerinde Türk bayrakları ile sloganlar atan binlerce genç.
-Film çekimi ortasında mı kaldım diyeceğim ama yok arkadaş. Bu ne yahu?
dedi. Sağ tarafta Mado önündeki kalabalığı fark etti. Kadının birisi yalvarıyordu:
-Açsana evladım kapıyı, kızım astımlı. Ölecek, ne olur açın kapıyı!
diye yalvaran kadın dikkatini çekti. Yanı başında 20li yaşlarda bir genç kız annesine sarılmış düştü düşecek vaziyette öksürük krizine tutulmuştu.
O tarafa yöneldi.
-Ne oluyor burada?
diye sordu. Kadın ağlıyordu, cevap veremedi. Çevredekilerden uzun boylu bir genç delikanlı,
-Ne olacak? Mado kapıları kilitledi. Almıyor kimseyi içeriye. Dumandan burada perişan olduk. Kimseyi almıyorlar, o kadar yalvardık, bana mısın demediler.
dediler.
Camın öbür tarafındaki beyaz önlüklü garsonlarla göz göze geldi.
-Açsanıza lan kapıyı!
diye sertçe bağırdı ama camın öbür tarafındaki çocuklarda hiçbir tepki yoktu.
Sonra yeniden arkasında bir çığlık duydu.
Dönüp baktığına az önceki kızı için yalvaran kadının yere düştüğünü, omzunu tuttuğunu fark etti.
-Gaz bombası isabet etti teyzeye, koşun, koşun!
diye bağıran çocuklar ve teyzenin az ilerisinde yerde duran az önce gördüğü kapsülün benzeri kapsülü gördü. Kan beynine sıçramıştı.
Kollarındaki gençle beraber koşarak İstiklal’de yukarı doğru ilerlemeye başladı. Bir yandan artık gözlerini hissetmediğini fark etti. Yoğun duman arasında sadece kalp atışlarını duyuyordu. Fransız Konsolosluğu’nun orada tomayı ve sağında solunda dizilen çevik kuvvet polislerini fark etti. 40-50 metre kalmıştı. Birden tomanın sağında ve solunda nişan alan polisler dikkatini çekti.
-Lan bu kapsüller havaya atılmıyor da böyle nişan alıp mı atıyorlar?
diye kendi kendine sordu. Tam o sırada sağ bacağının altında müthiş bir acı hissetti. İstemsiz bir şekilde öne doğru devrildi, düşerken taşıdığı gencin yere çarpmaması için kendini feda etti, ağırlığını sol tarafına vererek sol dirseği üzerine hızla bırakıverdi kendisini yere kucağındaki delikanlıyla. Hisettiği acı az önce bacağında hissettiği acıdan daha felaketti. Düşerken kendisini vuran polisi fark etmişti. Tüfeği havaya kaldırıp, bir çeşit zafer hareketi yapmıştı. Sonra tekrar kapsülü sürdü tüfeğe ve nişan aldı. Tetiğe asıldı.
-İyi misiniz? Bir şeyiniz yok ya? Kendinizde misiniz?
diye sorular soran genç bir kız tepesinde bitiverdi. Kız üzerine beyaz önlük giymişti.
-Hemşireyim ben.
diye ekledi.
-İyiyim.
diyebildi Tolga.
Sonra da,
-Siz gençle ilgilenin.
diyebildi.
Sonra da az önce kendisini vuran polise bir daha baktı. Tüfeği havaya kaldırıp az önce kendisini vurduktan sonra yaptığı zafer işaretini bir kez daha tekrarladığını fark etti. Demek ki birini daha vurmuştu. Ayağa kalkıp doğrulmak istedi ama müthiş bir acı ile tekrar ellerinin üzerine yere çöreklendi.
Sağ bacağına baktı, kapsülün çarptığı yer yanmıştı, pantalonu zaten hem yanmış ve hem de yırtılmıştı. Eliyle yokladı, kırık yoktu ama çok canı acıyordu. Sonra sol dirseğini yokladı, kırık olabilirdi çünkü sol kolunun gittikçe uyuştuğunu hissediyordu. Az önceki genç kız çoktan buraya kadar taşıdığı gencin başındaki yarası ile ilgilenmeye başlamıştı.
Yeniden kendisini vuran polise doğru baktı. Aralarında 40 metre ya var, ya yoktu.
Çok sinkaflı bir küfür savurdu, insan üstü bir çaba ile ayağa kalktı. Ve aniden koşmaya başladı.
Göstericilere nişan almakla meşgul olan öndeki 4 çevik onu fark edemedi. Arkadakiler fark edip hareketlendiler. Ancak o kadar kısa sürede olup bitti ki her şey, geç kalmışlardı. Tolga kendisini vuran polis ile arasında 2-3 metre kalana kadar son hızla bacağındaki ve dirseğindeği ağrıya rağmen koştu ve öne doğru atıldı, havaya doğru zıpladı ve ancak filmlerde görünecek şekilde kendi ekseni etrafında yere paralel dönerek voleye yatıp tekmeyi savurdu. Kendisini vuran poliste onu fark etmişti ama çok geç kalmıştı. Tekme polisin ağzının üzerine oturmuştu. Sesi bile çıkmadı ve olduğu yere yığıldı.
Tolga’da yere düştü, tekme tokat diğer polisler çoktan vurmaya başlamışlardı.
Küfürlerin bini bir paraydı. O ise çoktan bayılmıştı bile.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Vingthor said:

"roket adam" said:

Direniş topiclerinde Çetin reyizin eksikliği hissedilmişti, geç oldu geç :)


aklı varsa girmez direniş topiklerine. en azından patide devamlılığı bozacağını zaten yeterince bölünmüş olduğumuzu edeceği her lafta daha çok bölüneceğimizi falan biliyodur artık.


Zaten eline hakim olamayacagı için de anında banlanır siyasete bulasırsa.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Misafir
Bu konu yeni mesajlara artık kapalıdır.
×
×
  • Yeni Oluştur...