Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Türkiye'de yaşamaktan mutlu musunuz?


Tarumar

Öne çıkan mesajlar

Tarumar said:

KuddusiMavra said:

Tarumar said:

KuddusiMavra said:

Soru akepenin yanıltıcı anketleri gibi olmuş. O soru öyle evet,hayır ya da cevap yok şeklinde cevaplandırılacak bir soru değil.


nasıl olmalıydı bu anket?

çok daha fazla seçenekli olmalıydı.

sorunun kendisi ile ilgili sıkıntı var,ankette sorun yok.
dediğim gibi bu soruya evet,hayır ya da cevap yok şeklinde cevap vermek yeterli değil. açmak lazım içeriği.


toplam 5 tane cevap koydum. ilk 2 si çok seven, daha az seven sonra neutral son ikisi de sevmeyen ve hiç sevmeyen. bunlara ekstra ne gibi bir cevap gelebilirdi mesela bir örnek verir misin?


ülkemi çok seviyorum ama Türkiye'de yaşamaktan mutlu değilim şeklinde bir şık olsaydı pek çok kişinin ruh halini yansıtırdı diye düşünüyorum.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Ata toprağı elbette seviyorum. Kökünden tarihinden koyünden topragından uzaklaşmış kendi insanindan utanan insanlarini sevmiyorum ama.

Memleket sevgisi deyince aklıma su hikaye geliyor benim.


said:
Vapur rıhtımdan kalkıp tâ Marmara'ya doğru uzaklaşmaya başlayınca yolcuyu geçirmeye gelenler, üzerlerinden ağır bir yük kalkmış gibi ferahladılar:
-Çocukcağız Arabistan'da rahat eder.
Dediler, hayırlı bir iş yaptıklarına herkesi inandırmış olanların uydurma neşesiyle, fakat gönülleri isli, evlerine döndüler.
Zaten babadan yetim kalan küçük Hasan, anası da ölünce uzak akrabaları ve konu komşunun yardımıyle halasının yanına, Filistin'in ücra bir kasabasına gönderiliyordu.
Hasan vapurda eğlendi; gırıl gırıl işleyen vinçlere, üstleri yazılı cankurtaran simitlerine, kurutulacak çamaşırlar gibi iplere asılı sandallara, vardiya değiştirilirken çalınan kampanaya bakarak çok eğlendi. Beş yaşında idi; peltek, şirin konuşmalarıyle de güverte yolcularını epeyce eğlendirmişti.
Fakat vapur, şuraya buraya uğrayıp bir sürü yolcu bıraktıktan sonra sıcak memleketlere yaklaşınca kendisini bir durgunluk aldı: Kalanlar bilmediği bir dilden konuşuyorlardı ve ona Istanbul'daki gibi:
-Hasan gel!
-Hasan git!
Demiyorlardı; ismi değişir gibi olmuştu. Hassen şekline girmişti:
-Taal hun ya Hassen,
diyorlardı, yanlarına gidiyordu.
-Ruh ya Hassen...
derlerse uzaklaşıyordu.
Hayfa'ya çıktılar ve onu bir trene koydular.
Artık anadili büsbütün işitilmez olmuştu. Hasan, köşeye büzüldü; bir şeyler soran olsa da susuyordu, yanakları pençe pençe, al al olarak susuyordu. Portakal bahçelerine dalmış, göğsünde bir katılık, gırtlağında lokmasını yutamamış gibi bir sert düğüm, daima susuyordu.
Fakat hem pür nakıl çiçek açmış, hem yemişlerle donanmış güzel, ıslak bahçeler de tükendi; zeytinlikler de seyrekleşti.
Yamaçlarında keçiler otlayan kuru, yalçın, çatlak dağlar arasından geçiyorlardı. Bu keçiler kapkara, beneksiz kara idi; tüyleri yeni otomobil boyası gibi aynamsı bir cila ile, kızgın güneş altında, pırıl pırıl yanıyordu.
Bunlar da bitti; göz alabildiğine uzanan bir düzlüğe çıkmışlardı; ne ağaç vardı, ne dere, ne ev! Yalnız ara sıra kocaman kocaman hayvanlara rast geliyorlardı; çok uzun bacaklı, çok uzun boylu, sırtları kabarık, kambur hayvanlar trene bakmıyorlardı bile... Ağızlarında beyazımsı bir köpük çiğneyerek dalgın ve küskün arka arkaya, ağır ağır, yumuşak yumuşak, iz bırakmadan ve toz çıkarmadan gidiyorlardı.
Çok sabretti, dayanamadı, yanındaki askere parmağıyla göstererek sordu; o güldü:
-Gemel! Gemel! dedi.
Hasan'ı bir istasyonda indirdiler. Gerdanından, alnından, kollarından ve kulaklarından biçim biçim, sürü sürü altınlar sallanan kara çarşaflı, kara çatık kaşlı, kara iri benli bir kadın göğsüne bastırdı. Anasınınkine benzemeyen, tuhaf kokulu, fazla yumuşak, içine gömülüverilen cansız bir göğüs...
-Ya habibi! Ya ayni!
Halasının yanındaki kadınlar da sarıldılar, öptüler, söyleştiler, gülüştüler. Birçok çocuk da gelmişti; entarilerinin üstüne hırka yerine elbise ceket giymiş, saçları perçemli, başları takkeli çocuklar...
Hasan durgun, tıkanıktı; susuyor, susuyordu.
Öyle haftalarca sustu.
Anlamaya başladığı Arapçayı, küçücük kafasında beliren bir inatla konuşmayarak sustu. Daha büyük bir tehlikeden korkarak deniz altında nefes almamaya çalışan bir adam gibi tıkandığını duyuyordu, yine susuyordu.
Hep sustu.
Şimdi onun da kuşaklı entarisi, ceketi, takkesi, kırmızı merkupları vardı. Saçlarının ortası el ayası kadar sıfır makine ile kesilmiş, alnına perçemler uzatılmıştı. Deri gibi sert, yayvan tandır ekmeğine alışmıştı; yer sofrasında bunu hem kaşık, hem çatal yerine dürümleyerek kullanmayı beceriyordu.
Bir gün halası sokaktan bağırarak geçen bir satıcıyı çağırdı.
Evin avlusuna sırtında çuval kaplı bir yayvan torba, elinde bir ufacık iskemle ve uzun bir demir parçası, dağınık kıyafetli bir adam girdi. Torbasından da mukavva gibi bükülmüş bir tomar duruyordu.
Konuştular, sonra önüne bir sürü patlak, sökük, parça parça ayakkabı dizdiler.
Satıcı iskemlesine oturdu. Hasan da merakla karşısına geçti. Bu dört yanı duvarlı, tek kat, basık ve toprak evde öyle canı sıkılıyodu ki... Şaşarak eğlenerek seyrediyordu: Mukavvaya benzettiği kalın deriyi iki tarafı keskin incecik, sapsız bıçağıyle kesişine, ağzına bir avuç çivi dolduruşuna, sonra bunları birer birer, Istanbul'da gördüğü maymun gibi avurdundan çıkarıp ayakkabıların altına çabuk çabuk mıhlayışına, deri parçalarını, pis bir suya koyup ıslatışına, mundar çanaktaki macuna parmağını daldırıp tabanlara sürüşüne, hepsine bakıyordu. Susuyor ve bakıyordu.
Bir aralık nerede ve kimlerle olduğunu keyfinden unuttu, dalgınlığından anadiliyle sordu:
-Çiviler ağzına batmaz mı senin?
Eskici başını hayretle işinden kaldırdı. Uzun uzun Hasan'ın yüzüne baktı:
-Türk çocuğu musun be?
-Istanbul'dan geldim.
-Ben de o taraflardan... İzmit'ten!
Eskicide saç sakal dağınık, göğüs bağır açık, pantalonu dizlerinden yamalı, dişleri eksik ve suratı sarı, sapsarıydı; gözlerinin akına kadar sarıydı. Türkçe bildiği ve Istanbul taraflarından geldiği için Hasan, şimdi onun sade işine değil, yüzüne de dikkatle bakmıştı. Göğsünün ortasında, tıpkı çenesindeki sakalı andıran kırçıl, seyrek bir tutam kıl vardı.
Dişsizlikten peltek çıkan bir sesle tekrar sordu:
-Ne diye düştün bu cehennemin bucağına sen?
Hasan anladığı kadar anlattı.
Sonra Kanlıca'daki evlerini tarif etti; komşusunun oğlu Mahmut'la balık tuttuklarını, anası doktora giderken tünele bindiklerini, bir kere de kapıya beyaz boyalı hasta otomobili geldiğini, içinde yataklar serili olduğunu söyledi. Bir aralık da kendisi sordu?
-Sen niye burdasın?
Öteki başını ve elini şöyle salladı: Uzun iş manasına... ve mırıldandı:
-Bir kabahat işledik de kaçtık!
Asıl konuşan Hasan'dı, altı aydan beri susan Hasan... Durmadan, dinlenmeden, nefes almadan, yanakları sevincinden pembe pembe, dudakları taze, gevrek, billur sesiyle biteviye konuşuyordu. Aklına ne gelirse söylüyordu. Eskici hem çalışıyor, hem de, ara sıra "Ha! Ya? Öyle mi?" gibi dinlediğini bildiren sözlerle onu söyletiyordu; artık erişemeyeceği yurdunun bir deresini, bir rüzgarını, bir türküsünü dinliyormuş gibi hem zevkli, hem yaslı dinliyordu; geçmiş günleri, kaybettiği yerleri düşünerek benliği sarsıla sarsıla dinliyordu.
Daha çok dinlemek için de elini ağır tutuyordu.
Fakat, nihayet bütün ayakkabılar tamir edilmiş, iş bitmişti. Demirini topraktan çekti, köselesini dürdü, çivi kutusunu kapadı, çiriş çanağını sarmaladı. Bunları hep aheste aheste yaptı.
Hasan, yüreği burkularak sordu:
-Gidiyor musun?
-Gidiyorum ya, işimi tükettim.
O zaman gördü ki, küçük çocuk memleketlisi minimini yavru ağlıyor... Sessizce, titreye titreye ağlıyor. Yanaklarından gözyaşları birbiri arkasına, temiz vagon pencerelerindeki yağmur damlaları dışarının rengini geçilen manzaraları içine alarak nasıl acele acele, sarsıla çarpışa dökülürse öyle, bağrının sarsıntılarıyle yerlerinden oynayarak, vuruşarak içlerinde güneşli mavi gök, pırıl pırıl akıyor.
-Ağlama be! Ağlama be!
Eskici başka söz bulamamıştı. Bunu işiten çocuk hıçkıra hıçkıra katıla katıla ağlamaktadır; bir daha Türkçe konuşacak adam bulamayacağına ağlamaktadır.
-Ağlama diyorum sana! Ağlama.
Bunları derken onun da katı, nasırlaşmış yüreği yumuşamış, şişmişti. Önüne geçmeye çalıştı amma yapamadı, kendini tutamadı; gözlerinin dolduğunu ve sakallarından kayan yaşların, Arabistan sıcağıyle yanan kızgın göğsüne bir pınar sızıntısı kadar serin, ürpertici, döküldüğünü duydu.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

mevcut eğitim sistemi vatandaşlarını bilgilendirirken hep bir yandan da bir şekilde insanları bomboş bilgilerle dolduruyor.

atatürk te atatürk. ellerine almışlar atatürklü bayraklar, dikmişler her yere heykellerini. atatürk böyle birisimi? kendisi bilmezmiydi padişahı devirince ülkenin başına geçip yeni padişah benim demeyi? şimdiki atatürkçülerle atatürk ün bir ilgisi olmadığını düşünüyorum.

diğer taraftan da dinci tayfası var. onlarda muhammedçi. dünyada olan biten herşeyi insan eliyle yazılmış bir kitap ile yorumlamaya çalışıyorlar ve öyle sığ fikirleri savunuyorlar ki ben bunlarla nasıl güzel bir hayat geçirebilirim diye düşünüyorsun.

bu iki faction kapışırken olan da hayatını güzel geçirmeye çalışan insanlara oluyor. bitmek bilmeyen tartışmalar en azından benim içimi sıkıyor.

en basitinden ülkede adam akıllı kaldırım bile yok ya daha neyden bahsediyorsunuz? direklerle, reklam panolarıyla kapatılmış. adam akıllı kaldırım tasarımı konusunda bile bir sonuca varamamış bir ülkede siyaset neyinize daha?

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

abi pardonda 10 senedir ne reformu oldu benim bilmediğim??

ikide bir değişen sınav sistemi,eğitim sistemi!?,
kendi yandaşına peşkeş çekilmek için değişen/değişecek olan ilaç prosedürleri eczaneleri karalama kampanyası yada ticarethaneye dönüşen hastahaneler sağlık sistemi?
sıcak paraya endeksli,üretmeden kazanmaya dayalı ekonomi?

ha bunlara reform diyosan eyvallah..
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Tarumar said:

mevcut eğitim sistemi vatandaşlarını bilgilendirirken hep bir yandan da bir şekilde insanları bomboş bilgilerle dolduruyor.

atatürk te atatürk. ellerine almışlar atatürklü bayraklar, dikmişler her yere heykellerini. atatürk böyle birisimi? kendisi bilmezmiydi padişahı devirince ülkenin başına geçip yeni padişah benim demeyi? şimdiki atatürkçülerle atatürk ün bir ilgisi olmadığını düşünüyorum.

diğer taraftan da dinci tayfası var. onlarda muhammedçi. dünyada olan biten herşeyi insan eliyle yazılmış bir kitap ile yorumlamaya çalışıyorlar ve öyle sığ fikirleri savunuyorlar ki ben bunlarla nasıl güzel bir hayat geçirebilirim diye düşünüyorsun.

bu iki faction kapışırken olan da hayatını güzel geçirmeye çalışan insanlara oluyor. bitmek bilmeyen tartışmalar en azından benim içimi sıkıyor.

en basitinden ülkede adam akıllı kaldırım bile yok ya daha neyden bahsediyorsunuz? direklerle, reklam panolarıyla kapatılmış. adam akıllı kaldırım tasarımı konusunda bile bir sonuca varamamış bir ülkede siyaset neyinize daha?



ya sus artık of.

kimse bilmiyormuş, salağa anlatırmış gibi.

arkadaş bıktım forumda baktığım heryerde seni görmekten.

snn be slk.

ha ayrıca severim Atatürk'ü fakat adam hem başkomutan hem de devlet başkanı oldu mu? oldu. Bir harem için mi çemkiriyorsun?
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Lectre said:

Tarumar said:

mevcut eğitim sistemi vatandaşlarını bilgilendirirken hep bir yandan da bir şekilde insanları bomboş bilgilerle dolduruyor.

atatürk te atatürk. ellerine almışlar atatürklü bayraklar, dikmişler her yere heykellerini. atatürk böyle birisimi? kendisi bilmezmiydi padişahı devirince ülkenin başına geçip yeni padişah benim demeyi? şimdiki atatürkçülerle atatürk ün bir ilgisi olmadığını düşünüyorum.

diğer taraftan da dinci tayfası var. onlarda muhammedçi. dünyada olan biten herşeyi insan eliyle yazılmış bir kitap ile yorumlamaya çalışıyorlar ve öyle sığ fikirleri savunuyorlar ki ben bunlarla nasıl güzel bir hayat geçirebilirim diye düşünüyorsun.

bu iki faction kapışırken olan da hayatını güzel geçirmeye çalışan insanlara oluyor. bitmek bilmeyen tartışmalar en azından benim içimi sıkıyor.

en basitinden ülkede adam akıllı kaldırım bile yok ya daha neyden bahsediyorsunuz? direklerle, reklam panolarıyla kapatılmış. adam akıllı kaldırım tasarımı konusunda bile bir sonuca varamamış bir ülkede siyaset neyinize daha?



ya sus artık of.

kimse bilmiyormuş, salağa anlatırmış gibi.

arkadaş bıktım forumda baktığım heryerde seni görmekten.

snn be slk.

ha ayrıca severim Atatürk'ü fakat adam hem başkomutan hem de devlet başkanı oldu mu? oldu. Bir harem için mi çemkiriyorsun?


sana atatürk ü seviyor musun diye sormadım beni ilgilendirmiyorsun.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...