Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Sonisphere [ Metallica - Rammstein - Slayer]


Chris_Metcalf

Öne çıkan mesajlar

FACEPALM AMCA

Bahsi geçen amca yandaki kırmızı gömlekli çocuğun babasıydı sanırım. Yaşı yetmeyen çocuğa veli olarak gelmişti herhalde. Adam bütün gün kıvrandı, kulaklarını tıkadı, uyudu, suratı asıktı. Saat beş falan.



Lakin gecenin sonuna doğru saat 11 gibi metalin büyüsüne daha fazla dayanamadı ve herkesle beraber ayağa kalkıp istemsizce ritm tutmaya başladı!



fotoların orta soluna doğru bir dazlak yanında uzun saçlı bir eleman var, o ikisinin arasında nejat işler olacak ama çıkmamış, kendisi şımarık hareketleriyle göz doldurdu .
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

3 gün saha içinde en önlerde durmanın sonucu heryerim ağrıyor. allahtan cumartesi bulutluydu rahat geçti ama dün resmen direncimiz test edilmiş oldu =) içeri bir kaç şişe su yiyecek bir şeyler sokmuştuk ona rağmen zor dayandık.

alice in chains çok güzel çaldı, rammstein her zamanki şovunu aynen yaptı, manowar tribünlere oynayıp gönlümüzü aldı, acceptte kalabalığın yoğunluğunun da az olmasının yardımıyla oldukça güzel zaman geçirdik. son gün magedethtte vokal resmen yoktu, slayer her zamanki gibi beyinleri sikti metallica da herkesibüyüledi.

organizasyon rezaletti diyeceğim de bugüne kadar güzelini görmedim. her şeye eyvallah, suyun bitmesine onun yerine bira satılmasına falan da insanların kafasına melih gökçeğin kalabalığa top attığı gibi pet şişe atmak nedir kardeşim. madem öyle girişte izin verseydiniz insanların pet şişede su sokmasına, gerçi biz yine soktuk da ihihi =D
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

pogocular fail tiplerdi bariz, tribünden izledim, bazıları laf olsun diye ortaya dalıyor sonra halay misali dön baba dön hiç kimseye çarpmadan 2 tur dönen insan gördüm.

ha bir de hayatımın grubu gelmiş abiea slayer diyip durmadan komutan uçan tekme gibi zıplayıp hoplarken de ne anlıyorlar o konserden merak konusu.

Organizasyon fail şeması;

pazar su olayı fail.
ilk gün kapıda metal dedektörü koyuyorsun, bozuk paraları alıyorsun,
içeri giriyorum su alacam o kağıt para yine bozuluyor, ee wtf ? atacak olduktan sonra içerden de bozuk para elde edebilirsin demek ki.
o iş öyle olmuyor, rcn gibi 5in katları ile satış yaparsan kart kullanırsan mantığı var, fail.
yanımdaki adamdan çakmağı alıyorsun, yerime oturuyorum millette çakmak var
şemsiyeleri topluyorsun içeri giriyorum önümdeki kadınla kızının elinde şemsiye var
profesyonel makine sokamazsın diyorsun, adam yanımda kamera ile baştan sona tüm pazar gününü aralıksız kaydediyor.
tribün biletine numara basıyorsun, herkes her yerde oturuyor. sonra milletin arasında kavga çıkıyor, üstüne gelen güvenlik görevlin, yeri zapteden kişiden postalanıyor geri, üstüne gorilleri summonlıyorsun onlar da sadece insanları oturtuyor.gidip erkenden a dan b den bilet adam belki gidip e de oturmak zorunda kalıyor.
Paşa paşa de ki o zaman numara yok sadece tribün de sat a-b-c-d.. diye ayırma.
Ha nooldu biz şansıma F olan biletimize rağmen 3 gün c ve d den izledik ve yine epic şansımıza sahipleri hiç gelmeden, önümüz hiç kapanmadan konseri bitirdik.
Yemekler çoğu kişinin dediğine göre vasattı, kayış gibi et ya da bayat ekmek.

Neyse ki işin müzikal kısmı tatmin etti. Megadave epic fail. Daha önceden yurtdışından dinleyen arkadaşım uyarmıştı beni, bişey beklemeyin diye. Dediği gibi sound ayarı yapmaktan, tesisatı kurmaktan habersiz bir ekipleri var. Sofia'da falan da sıçmışlar aynı şekilde ne dediği anlaşılmıyormuş etc.

Metallica & Rammstein
Stone Sour & Manowar
Alice in Chains

performans olarak bence. zira alice de ayarsızca kafa sikiyordu gitarlar.

WOT STYLA!
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

goldbären said:

FACEPALM AMCA

Bahsi geçen amca yandaki kırmızı gömlekli çocuğun babasıydı sanırım. Yaşı yetmeyen çocuğa veli olarak gelmişti herhalde. Adam bütün gün kıvrandı, kulaklarını tıkadı, uyudu, suratı asıktı. Saat beş falan.



Lakin gecenin sonuna doğru saat 11 gibi metalin büyüsüne daha fazla dayanamadı ve herkesle beraber ayağa kalkıp istemsizce ritm tutmaya başladı!



fotoların orta soluna doğru bir dazlak yanında uzun saçlı bir eleman var, o ikisinin arasında nejat işler olacak ama çıkmamış, kendisi şımarık hareketleriyle göz doldurdu .
yalnız bildiğin yanyanaymışız.
vodafone'un şapkasını çıkartmayan şortlu tip bendim gördüysen eğer
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

buyrun kendi ' kalemimden ' festival özeti,

Nasıl anlatsam, nerden başlasam cidden hiç bilmiyorum. Gerçekten farklı ve bambaşka duygular içerisindeyim. Bir festival değildi bu, adeta müzikal bir şölendi. Metal’e doyduğum, kafamı deliler gibi salladığım, Devils Horn işareti yapmaktan koluma ağrılar giren, ama ellerimi her yukarıya kaldırdığımda Dio’nun biz seyircileri bir yerden izlediğine inanarak o ağrıların hepsini unuttuğum, eğlendiğim, güldüğüm, hüzünlendiğim, muhteşem insanlarla tanıştığım, küfür ettiğim, terlediğim, yorgunluktan öldüğüm ama inadına her gün 16 – 17 saat 2 metrekarelik alan içerisinde sahne önündeki yerimi koruduğum ve daha birçok şey..Bu tarz müzik dinleyen bir insan için daya iyi bir festival, daha iyi gruplar olamazdı. Sonisphere 2010 Istanbul – tek kelimeyle olağanüstüydü.

Hem ileride açıp okumak adına, hem gelemeyenler için konser özeti olması adına bu muhteşem festivalin 3 gününü tek tek ve grup performanslarına göre sırasıyla yazma ihtiyacı duydum. Bunlar tamamen kendi görüşlerim ve fikirlerimdir, henüz festival hakkındaki diğer yorumları okumuşluğum bile yok. Ne gördüysem, ne dinlediysem ve ne hissettiysem onu yazıyorum.

Not : Sahne Önü kombine biletim vardı ve 3 gün boyunca tüm grupları sahne ile seyircileri en önden ayıran bariyerin hemen arkasından izledim. Bunu belirtmemin nedeni de hava atmak, en önden izledim triplerine girmek değil, sahne önünde duyulan sesler ve izlenen şovlar ile saha içi – tribün kısımlarında duyulan seslerin ve izlenen şovların arasında fark olması. Ben tüm yazdıklarımı sahne önüne göre yazıyorum. Bilginize efem.

25 Haziran 2010 – Sonisphere 2010 Istanbul Festivali’nin ilk günü

İnanılmaz festivalin ilk günü. Hava biraz korkuttu başlarda, sabah şakır şakır yağmur yağıyordu. Ortaokul arkadaşım Ozan ile birlikte sabah erken saatlerde buluştuk ve festival alanı olan İnönü Stadına doğru otobüs ile yola çıktık. İnönü Stadına vardığımızda feci bir kalabalık vardı, beklediğimiz üzere tabi ki. Festivale gelen diğer arkadaşlarımızı gördük, sohbet ettik, birlikte gaza geldik bir güzel. Daha sonra sahne önüne girecek olan seyircilerin oluşturduğu kuyruğa katıldık, tabi kuyruğun sonuna gitmek yerine 1 – 2 saat önce gelmiş ve çok önlerde olan diğer arkadaşlarımızın yanına kaynak yaparak ( gerideki insanlardan tekrar özür diliyorum, gerçi kimse bir şey demedi ama eheh ) Sırada beklerken nereli olduklarını anlamadığım bir grup yabancı geldi, bir tanesinin elinde Vuvuzela vardı. Pek bir eğlendik, ama Vuvu’yu içeri girmeden aldılar. Doğruydu tabi ki Vuvu’nun alınması, yoksa kafa mikerdi bir güzel. Kapı açılışında gerginlik yaşandı, 25 dakika falan geç açıldı kapılar. Sıradakiler olarak baya bir tepki gösterdik tabi ki. 13.30 gibi stad’a girmeyi başardık.

Stad’a girdiğimizde stad çok dolu değildi henüz, saha içi daha bir kalabalık gibiydi doğal olarak. Sahne gerçekten muazzamdı, 2008 Metallica konserindeki sahne ile hemen hemen aynı büyüklükteydi diyebilirim. Sahne önünün en önündeki bariyerler ile sahne arasında aşağı yukarı 3 – 4 metrelik bir aralık vardı. Sahne önünde bir tarafta su ve yiyecek satılan yerler, bir tarafta da içki satılan yerler vardı. Sağda 4, solda 4 olmak üzere de 8 tane tuvalet vardı. Gittiğim festivaller arasında tuvalet sorunun en az yaşandığı festival buydu sanırım. Bütün tuvaletleri tek bir yere toplamak yerine bölümlere ayırmak mantıklı bir fikir olmuş. Ete Kurttekin festivalin ilk sanatçısıydı bildiğim kadarıyla, ama biz içeri girip sahne önündeki yerimizi aldığımızda Blacktooth sahneye yeni çıkıyordu.

Blacktooth :

Sonisphere 2010 Istanbul festivalinde ilk izlediğim grup oldu. İlk olarak kendilerini birkaç hafta önceki Lamb of God konserinde dinleme fırsatı bulmuştum. Lamb of God’da çok kısa süre kalmışlardı, 4 ya da 5 şarkı çaldılar diye hatırlıyorum. Oradaki tavırlarını ve davranışlarını açıkçası çok beğenmemiştim, gereksiz yere fazla küfür eden, henüz çok bilinen bir grup olmamasına rağmen fazla büyük bir grup gibi takılmaları vs. Ancak Sonisphere’deki performansları ve tavırları daha iyiydi. Soundları da öyle. Gelecekte iyi yerlere gelebilecek bir grup bence, özellikle solistleri seyirciyi iyi gaza getirebilen bir kişilik. Lamb of God konserinde olduğu gibi bu festivalde de en başarılı oldukları şarkı Pantera’dan Walk’tu. Pogo falan da döndü Blacktooth’da, ama zaten 3 gün boyunca feci şekilde yorulacağımı bildiğim için bu tip aktivitelere katılmadım, bir tarafımı sakatlamamak adına. İyi bir performansı vardı Blacktooth’un.

Stone Sour :

Saatler 16.20’yi gösterdiğinde uzun süredir görmeyi beklediğim muhteşem grup Stone Sour sahneye çıktı. Stone Sour’u bu kadar çok görmek istememin en büyük sebebi tabi ki Corey Taylor faktörüydü. Stone Sour sahnede yaklaşık 45 dakika kaldı ve çok çok iyi bir performansları vardı. Corey Taylor gerçekten seyirciyi çok iyi gaza getirdi, henüz çok dolu olmayan stadı coşturdukça coşturdu. James Root gibi muhteşem bir gitaristi de bünyesinde barındırması, ve Root’un konserde süper bir performansa imza atması da bizi bizden almaya yetti. Stone Sour’un aklımda kaldığı kadarıyla çaldıkları parçalar : The Bitter End, Made of Scars, Get Inside, Digital, 30/30 – 150, Your God, Through Glass idi. Unuttuğum 2 – 3 parça olabilir. 9 – 10 şarkısını çalan Stone Sour, Corey Taylor’ın övgü dolu sözleri ve teşekkürleri ile sona ererken, biz de bu süpersonik grubu canlı izleme fırsatı bulduğumuz için kendimizden geçiyorduk.

Pentagram :

17.30’da güzel ülkemizin güzel grubu Pentagram sahneye çıktı. 2008 Metallica İstanbul konserinden beri kendilerini canlı dinleme fırsatım olmamıştı. Murat abi’yi, Metin’i, Tarkan’ı, Cenk’i bir kez daha sahnede görmek hepimizi mutlu etti tabi ki. Bir ara Murat abi’nin ‘ Hayatımın en zor konseri ‘ demesi beni ve yanımdaki arkadaşları tedirgin etti. Hasta olduğunu, bu yüzden sesi ile ilgili problemler yaşadığını düşünerek bu cümleyi söylediğini düşündük, ancak o sırada öğrendik ki bu konser Murat abi’nin son konseriymiş. Her zamanki gibi efendiliğini koruyarak seyircisine veda etti Murat abi, yolu açık olsun demek düşüyor bizlere de. Pentagram her zamanki kaliteli Pentagram’dı. Murat abi’den son kez Bir’i dinlemek üzücü olsa da, Pentagram’ın benim için ve Türk seyircisi için kalplerdeki yeri hiçbir zaman değişmeyecek. Pentagram sahnede yaklaşık 50 dakika kaldı.

Alice in Chains :

Saatler 19.00’u gösterdiğinde çıktı sahneye Alice in Chains efsane parçaları Them Bones ile. Cuma gününün asıl beklenen grubu tabi ki Rammstein olsa da, ben 7 – 8 senedir hayranı olduğum Alice in Chains’i de Rammstein’ı beklediğim heyecanla beklemiştim o güne dek. Layne’siz Alice in Chains olmaz diyordum geçen aylara kadar, ancak yeni solist William Duvall’ı canlı dinleyince tüm önyargılarımdan kurtuldum. William’ın sesi Layne’i neredeyse hiç aratmıyordu ! Them Bones’un ardından Dam That River ve Rain When I Die geldi. Rain When I Die şarkısı bana her zaman Layne’i hatırlatmıştır, kendisini birkez daha andım o sırada. Bu şarkıları yeni albümden parçalar da dahil olmak üzere Check My Brain, Acid Bubble, We Die Young, ?, Again, Would, Lesson Learned parçaları izledi. Sonlara doğru Alice in Chains’in efsaneleşmiş diğer iki parçası olan Man in the Box ve finalde Rooster çaldı. 19.50 sıralarında Alice in Chains sahneyi Rammstein’a bırakmak için terk ederken, ben de bu muhteşem grubu Layne’siz de olsa dinleme şerefine eriştiğim için mutluluktan uçuyordum.

Rammstein :

Şüphesiz ki Sonisphere 2010 Istanbul festivalinde Big 4 kadar beklenen bir grup daha vardı; yıllardır sahne şovlarını orda burda seyredip ‘ oha artık ‘ dediğimiz, Berlin konserini her izleyişimizde ağzımızı açık bırakan, Almanca bilmeyen insana bile Almanca öğreten, soundları en bir değişik, tavırları en bir farklı, senelerdir dönemin en pornografik, en asabi grubu olan Rammstein. Alice in Chains sahneden indiğinde ve tüm sahneyi kaplayan simsiyah bir perde çekildiğinde anlamıştık dakikalar sonra beynimizden vurulmuşa döneceğimizi. Dakikalar geçmek bilmedi, Rammstein bir türlü sahneye çıkmadı. O siyah perdenin ardında ne dekorlar, ne efektler hazırlanıyordu kim bilir. Arkadaşlarımız ile birbirimizi gaza getire getire hal olduk. Saatler 21.10’u gösterdiğinde o devasa, sahneyi kaplayan siyah perde indi. Perde aşağı düşerken sanıyorduk ki Rammstein üyelerine göreceğiz karşımızda. Ama beklenen olmadı, o siyah perdenin yerini aynı büyüklükte bir Alman bayrağı aldı. İnanılmaz bir görüntüydü, kim bilir uzaktan nasıl gözüküyordu o an. Kısa bir süre Alman Bayrağının dalgalanışını izledikten sonra Rammlied ile başladı efsane Rammstein konseri. Till Lindemann, Flake, Doom, Ollie, Scholle ve Paul : Hepsi capcanlı karşımızdaydı. Ve o dekorlar, o efektler, o havai fişekler ve alev gösterileri. Havanın o an esintili olmasıyla da aynı anda hem alev gösterilerinin etkisiyle yanıp terliyor, hem duman efektleri ile sise boğuluyor, hem de ensemize vuran rüzgar ile serinliyorduk. Gerçekten inanılmaz bir andı. Till’in o kaçık ifadeleri, Flake’in laubaliliği ve yavuşaklığı, Richard’ın karizması ve diğerleri.. Etkilenmemek elde değildi ki zaten. Her şarkı için farklı farklı gösteriler, şovlar hazırlanmıştı ve seyirci delirmişti adeta. Hayatımda daha iyi bir şov, daha iyi dekorlar, efektler görmemiştim.
Rammlied’i Feuer Frei!, Keine Lust, Frühling in Paris, Haifisch, Du Hast ( seyirci fail’ı yaşandı eheh ), Benzin, Keine Lust, Sonne, Pussy gibi diğer efsane Rammstein parçaları izledi. Till’in Flake’i küvet içerisinde 10 metre yükseğe çıkıp yaktığı sahne, Paul – Till – Robert’ın ağızlarından alev fışkırtmaları, seyirci yakma sahnesi (!), Flake’in 1.5 metrelik bot ile üzerimizde 2 dakika gezinmesi ve tekrar sahneye çıkması ( evet gerçekten bot ile üzerimizde gezdi, kaptanlık taslayarak ‘ ileri ‘ işaretleri yaptı ) ve tabi ki Pussy’deki penis’e benzeyen borudan mı, püskürtücüden mi diyim artık, sağdan sola bütün sahne önüne Till tarafından yağdırılan köpük ve konfetiler ( yuttuk evet çoğunu, gözlükler, telefonlar battı ) ve köpük şovun ardından alev gösterileri ile adeta duş alıp kurulanmamız seneler sonra bile unutmayacağımız sahne şovlarıydı. Reise Reise, Rosenrot, Mein Teil, Mein Herz Brennt gibi diğer efsane parçalarını çalmasa da Rammstein unutulmayacak bir gece yaşattı tüm seyirciye. Finalde Ich Will çalan Rammstein yaklaşık 2 saat sahnede kaldı. 23.20 gibi bitti konser. Evlerimize dönerken hepimizin ağzı beş karış açıktı. Rammstein’da bu duyguları yaşayan ben, Big 4’da sanırım kalpten gidecektim..

İlk günden notlar :

* Seyirci bakımından en kalabalık ikinci gün 25 Haziran’dı.
* Sahne önündeki güvenliğin handycam ile çekim yapmama bir şey demediği tek gün 25 Haziran’dı.
* Gittiğimiz saat ile de alakalı olmak üzere, kapıların geç açılması da dahil olmak üzere en uzun süre sıra beklediğimiz gün 25 Haziran’dı.
* Kendi adıma konuşmak gerekirse 14 – 15 saat hiç oturmadan ayakta beklediğim gün oldu 25 Haziran. Bu vakit 2008 Metallica konserini geçemedi, ancak aşağıda da belirteceğim üzere 27 Haziran günü bu rekoru egale ettim eheh. Artık oturmak, ayakta durmaktan daha acı verir hale geldi benim için konserlerde.
* Festivalde sadece bir kez su içme fırsatı buldum. Sabah kahvaltısı dışında yemek yemedim. Tuvalete gitme imkanım olmadı. Bariyer arkasındaki yerimi kaptırmamak uğrunaydı tabi ki bunlar, yoksa seyirciler bu konuda herhangi bir sorun yaşamadı.

26 Haziran 2010 – Sonisphere 2010 Istanbul Festivali’nin ikinci günü

Birinci gün sona erip eve geldiğimde o kadar yorgundum ki bir an için ikinci gün gitmemeyi düşündüm. Ama ikinci gün Volbeat ve Manowar’ın çıkacak olması bu düşüncemi bastırmama yetiyordu. Murder King’i çok merak etmiyordum açıkçası, kaçırsam da olurdu. İkinci gün kapı açılış vakti 14.00’dü ve ben hem Cumartesi günü için hem de asıl kral gün olacak olan Pazar günü için toplayabildiğim kadar enerji toplamak zorundaydım. İkinci gün festivale yine arkadaşım Ozan ile beraber gittik. 15.30 sıralarında stad’a vardık. İlk gün kadar olmasa da ikinci gün de sıra bekleriz diye düşünüyorduk ki, bir de baktık kimseler yok dışarıda. 1 saniye bile beklemeden içeri girdik rahatlıkla, içeride beklediğimiz gibi ilk güne göre daha az bir kalabalık vardı. Her ne kadar bu kalabalık Manowar’ın çıkış saatine yaklaşıldığında artsa da ikinci gün festivalin en az kalabalık olduğu gündü. Gene de sahne önü, saha içi, tribünler doluydu.

Volbeat :

Fazla şarkılarını bilmediğim, ama Papa James Hetfield’ın birkaç röportajda kendilerini övmesi üzerine dinlemeye başladığım ve beğendiğim grup Volbeat ile ikinci günün açılışını yaptım. Volbeat saat 16.25 gibi sahneye çıktı ve yanlış hatırlamıyorsam 45 dakika falan sahnede kaldılar. Bana göre gayet iyi bir performansları vardı, soundları gerçekten iyiydi. Papa’nın dediği kadar varmış kendileri, özellikle frontman Michael Poulsen muhteşem bir performans sergiledi, seyirci ile olan diyalogu da çok iyiydi. Teşekkür etti sürekli, övgüler yağdırdı. Gitarist Anders ve baterist Jon’un performansları da iyiydi. Volbeat’in şarkılarını dinlemiş olsam da isimlerini tam olarak bilmiyordum, sanırsam çaldıkları şarkılar arasında A Warrior’s Call, Stil Counting, Radio Girl, Sad Man’s Tongue falan vardı. Yanlış biliyorsam affola. Volbeat sahneden indiğinde biz de yavaştan Manowar için gaza gelmeye başlıyorduk.

Hayko Cepkin :

Çok fazla bir şey yazmak istemiyorum. Hayko Cepkin’i sevmem, yaptığı müziği de beğenmem. Hayko’nun performansı sırasında yuhalayan ve orta parmak çeken çok kişi oldu. Ben yuhalamadım, ama hiçbir şarkısını da alkışlamadım. Duyduğum kadarıyla baya ağır eleştiriler ve yorumlar yapılmış Hayko’yu yuhalayan grup için. Yuhalamak biraz fazla kaçıyor, bu doğru. Ancak insanların bilmek zorundalar ki bu bir festivaldi, Hayko Cepkin konseri değil. Eğer bu yuhalayan grup sırf yuhalamak için Hayko Cepkin konserine gidip bunları yapsaydı yazılan eleştirilere sonuna kadar hak verirdim. Ancak bu bir festivaldi, ve her ne kadar tepkinin şekli yanlış olsa da insanların tepki göstermeye hakkı vardı. Hayko Cepkin de profesyonel bir şekilde, istifini bozmadan tepkilere karşılık verdi. Birkaç şarkı sonra da sahneden indi.

Manowar :

Saatler 19.10’u gösterdiğinde çıktı Metal müziğin yaşlı kurtları sahneye. Ben o sırada yine sahne önü bariyerlerine kollarımı uzatmış şekilde bekliyordum, ancak Manowar’ın çıkmasıyla öyle bir itiş kakış başladı ki bir anda kendimi 2 sıra falan geriye gitmiş buldum. Çok da koymadı aslında bu, heyecanlıydı sonuçta herkes ve olabildiğine yakından izlemek istiyordu Manowar’ı. Dedeler (!) Manowar ile giriş yaptılar konsere ve Brothers of Metal, Call to Arms, Kings of Metal Warriors of the World United gibi parçalar ile devam ettiler performanslarına. Eric, Joey ve Karl’ı canlı canlı izlemek muhteşem bir duyguydu, senelerdir bozmadıkları imajları ve tipleriyle bizi bizden aldılar, ellerimizde tuttuğumuz biraları defalarca Manowar için kaldırdık. Arkadaşım Ozan ile birlikte tam Manowar’ın ünlü Türkçe parçaları olan ‘ Baba ‘yı söyleyip söylemeyeceklerini konuşuyorduk ki Joey Demaio 5 dakikalık Türkçe demeçine (!) başladı. Kağıttan falan okumuyordu Joey, kendi ezberiyle söylüyordu her şeyi. Konuşmasındaki en komik ve gaza getiren bölüm tabi ki şimdilerde herkesin konuştuğu bölüm olan:
‘ Sonisphere Festivalinde 4 büyük var diyorlar. S…tir ordan ! ‘ ve hemen ardından söylediği ‘ Kim için geldiniz ! Kim için geldiniz ! ‘ kısmıydı. Bunları söylemeden önce Türkiye’yi ne kadar sevdiğini belli etmesi, bunu göstermek için Türkçe konuştuğunu söylemesi bütün seyircilerin kalplerini fethetti. Ben de dahil olmak üzere bütün stad Manowar, Manowar diye inledi tabi, ancak diğer seyircileri bilemem ama benim için tabi ki bu bir gaza gelme sonucuydu. Benim için asla değişmeyecek olan büyük üzerimde de T-Shirti bulunan Metallica, daha sonra da Big 4’un diğer gruplarıydı. Ancak Manowar’ın büyüklüğü de tabi ki asla tartışılmaz. Dio’yu da tabi ki unutmayan Joey dizlerinin üzerine çöküp bizlere Ronnie James Dio diye haykırtmayı da ihmal etmedi. Manowar House of Death, Thunder in The Sky gibi parçalarını da çaldıktan sonra Heaven and Hell çalarak Dio’yu güzel bir şekilde andılar, ardından efsane parça Hail and Kill geldi ve coştukça coştuk. Black Wind, Fire and Steel ile festivale veda eden Manowar’ı ilk kez izleme şerefine eriştiğim için mutlu ve huzurluydum. Manowar sahnede doğru hatırlıyorsam 1 saat 10 dakika falan kaldı.

Accept :

Headliner olması büyük tartışmalara yol açmış olan Accept’in sahneye çıkmasına daha dakikalar varken, Manowar’da önüme geçmiş olan koyu Manowar hayranı grup festivali terketti. Ben de onların yerini alarak yine bariyer arkasında yerimi aldım. O sırada en önde birisiyle tanıştım, tahminim benden 5 – 6 yaş büyük, 25 – 26 yaşlarında bir arkadaştı bu. Manowar sahneden indiğinde Accept’e kalıp kalmamayı uzun süre düşünmüştüm çünkü. Pazar için asıl enerji toplanacak olan gece Cumartesi’ydi ve ben iki günün yorgunluğunu bacaklarımda hissetmeye başlamıştım bile. Arkadaşım Ozan evine dönmüştü Manowar’dan sonra, ben ve bir başka arkadaşım olan Anıl kalmıştık yalnızca Accept’i izleyecek olan tanıdıklar arasından. Sahne Önünde tanıştığım ve az önce bahsettiğim arkadaş ile tam da Manowar sahneden indiğinde koyu bir Metal müzik sohbetine başladık. Kendisinin Accept’i de dinlemişliği vardı ve bana kalmamı önerdi. Ben de hem sohbetin güzelliğine kapılarak, hem de sahne önü bariyerlerinin arkasındaki eski yerimi tekrar almanın getirdiği gaz ile Accept’i dinlemeye karar verdim. Accept saat 21.20 sıralarında sahneye çıktı ve 2 saate yakın sürdü performansları. Accept’i Sonisphere Festivaline dahil olduğu gün ilk defa duymuştum ve festival gününe dek ancak I’m A Rebel ve Balls to the Wall parçalarını dinlemiştim. Bu yüzden çaldıkları parçaları isimleriyle bilemiyorum. Ancak şunu söyleyebilirim ki, Manowar’dan sonra çıkıp gitsem çok şey kaçıracakmışım. Gerçekten iyi çaldı ve söyledi bütün grup üyeleri, gitarist ile birçok kez göz göze geldik. 23.10 sıralarında Accept’in performansı da sona erdi. Artık efsane güne yalnızca saatler kalmıştı..

İkinci günden notlar :

* Yukarıda belirttiğim gibi festivalin seyirci bakımından en az olduğu gün ikinci gündü.
* Manowar’da Joey’nin yaptığı konuşma akıllara kazındı.
* İkinci gün kahvaltıya ek olarak öğlen sahne önündeki yiyecek satılan yerlerden yemek yeme fırsatı buldum. Stad içerisinde rahatça ihtiyaç giderebildiğim tek gün ikinci gündü heheh.
* 10 saat falan ayakta durdum sanırsam, ancak bu sefer ara ara oturma imkanı buldum.
* Konserden atılma durumu ile karşı karşıya geldim. Manowar sırasında arkama gelip omzumdam yakalayan güvenlik görevlisi, Handycam ile çekim yapmaya devam edersem atılacağımı söyledi ehah.
27 Haziran 2010 – Sonisphere 2010 Istanbul Festivali’nin üçüncü günü

26 Haziran gecesi eve döndüğümde arkadaşım Ozan bize geldi. Saat gece 01.00 gibi Metallica konseri sırasında sahnenin en önünde açmayı planladığımız pankartın hazırlıklarına başladık. Ozan’ın çizimlerinin çocukluktan beri muhteşem olması sayesinde de iyi bir iş çıkarttık. Welcome Home – Metallica – Turkey 2010 ve Metallica’nın sembolleşmiş klasik logo’su olan M shurikenini alt alta çizdi Ozan, gerçekten 2 saat içerisinde yapılabilecek en iyi işti sanırsam. Gece 03.00 civarında kafaları yastığa vurduk ve uyuduk.

Saat 8.20 gibi kalktık, 09.00 otobüsü ile Taksim’e geçtik ve 09.20 civarında stadın önünde sahne önü kuyruğundaki yerimizi aldık. Bizden önce insanların geleceğini biliyordum, ama bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim. Saha içi ve sahne önü için kuyruk muhtemelen 8’den bile önce başlamıştı. Büyük ihtimalle kalabalığın çoğu sadece Pazar günü için bilet almıştı, bizde ise 2 günün büyük yorgunluğu vardı ve stad önünde yatmayı gerçekten kaldıramazdık. Yapmayı düşünmedik değil tabi. Kapılar tam 13.00’de açıldı ve içeriye kuyruğa rağmen erken girenlerdendik. 13.15 gibi stada girdik. Giriş sırasında bir kabus yaşadık ve elimizdeki pankart sorgusuz sualsiz alındı ve ancak çıkış sırasında alabileceğimiz söylendi. Tartışacak vakit yoktu ve mecburen küfür ede ede sahne önü bariyerlerinin biraz arkasındaki yerimizi aldık, en önde olmayı bekliyorduk halbuki. Gene de yerimizi koruyarak, öndekilerin yemek, su, tuvalet ihtiyacı sırasında yerlerini alma hayalleri kuruyorduk, öyle de oldu ilerleyen dakikalarda.

Gren :

Üçüncü gün yine adını hiç duymadığım Türk grup olan Gren’in performansı ile başladı. Vasat bir performansları vardı, gene de gurur verici olsa gerek böyle bir gün de sahne almak onlar için.

Foma :

Gren’in ardından sahneye Foma çıktı. Bana göre Gren’den daha iyi bir performansları vardı. Yine kendilerini ilk kez bu festivalde tanıma imkanı bulduğum için detaylı bir şey yazamıyorum.

Anthrax :

Saatler 15.50’yi gösterdiğinde efsane günün ilk grubu olan Anthrax’ın büyük logosunu taşıyan perde sahnedeki yerini aldı. Heyecandan ölüyordum, Big 4’un başlamasına dakikalar kalmıştı ! Saatler tam 16.25’i gösterdiğinde Anthrax çıktı sahneye. Joey, Scott, Frank, Rob ve Charlie ! Beşini ilk kez capcanlı karşımda görüyordum. O kadar gaza gelmiştim ki Anthrax çıkar çıkmaz arkamızdaki itiş kakışı bile umursamadım, yerimde duramıyordum, zıplıyor, haykırıyor Anthrax’ın ilk parçası olan ve benim için en efsane parçası olan Caught in a Mosh’da tepiniyordum. Caught in a Mosh’ı Madhouse ve I am the Law takip etti. I am the Law’da farkettim ki eğer bu şekilde haykırmaya ve eşlik etmeye devam edersem diğer üç gruba ses mes kalmayacaktı. Ama kendimi tutamıyordum ! Kafamda bir yerlerde sesim kısılmasın diye umarken tepinmeye devam ettik. Seyirci bana göre muhteşemdi, en azından sahne önü olarak herkes parçalara eşlik ediyor, grubu gaza getirmek için her şeyi yapıyordu. T-Shirtini çıkarıp gösterenler, güvenliğin uyarılarına rağmen birbirlerinin omuzlarına çıkanlar vb. Sahnenin tam önünün biraz sağındaydım ve Scott önümde deli gibi gitar çalıyor, birkaç dakika sonra onun yerini Joey alıyor, Frank önümde pis pis gülüyor, kendimden geçiyordum. Got The Time, Be All – End All, Antisocial ile devam etti Anthrax’ın performansı. Her şarkısını ezbere bilmiyordum Anthrax’ın, kimisinin sadece nakarat kısımlarını biliyordum, ama gene de gruba olan sevgimi göstermek için elimden geldiğince tepinip durdum. Bir diğer efsane parça olan Indians’ı da çaldıktan sonra, babalar Metal Thrashing Mad parçalarıyla festivale veda ettiler. Kendilerini canlı görmek, parçalarına eşlik etmek, headbang yapmak benim için bir onur ve şerefti. Büyüksün Anthrax !

Megadeth :

Anthrax sahnede 45 – 50 dakika gibi bir süre boyunca kaldı. Grup üyeleri sahneden indikten sonra Megadeth için hazırlıklar ve soundcheck başladı. Saat 17.15 gibi Megadeth logolu perde, Anthrax logolu perdenin yerini alıyordu ve seyirci olarak bir kez daha büyük bir gaz ile alkışlayıp Megadeth ismini haykırdık. Ancak dakikalar geçti, geçti, geçti Megadeth bir türlü sahneye çıkamadı. 17.30’da sahneye çıkması gereken Megadeth, saat 17.50 olmasına rağmen henüz sahnede değildi. Yavaştan arka taraflardan yuhalama sesleri gelmeye başlıyordu ki sahnenin sol tarafında, arka tarafta grup üyeleri gözüktü. Buna rağmen 10 dakika boyunca bir türlü sahneye çıkamadılar, sanırım önemli bir mevzu konuşuyorlardı. En sonunda, benim için Metallica’dan sonra en büyük grup olan Megadeth saat 18.00’de sahneye çıktı. Dave sapsarı saçları ve yaşlanmış yüzü ile ilk kez karşımdaydı ! Chris Broderick Dave’in hemen solundaydı, David Ellefson sağda, arkada ise Shawn Drover, bangır bangır Metal dünyasının belki de gelmiş geçmiş en iyi parçalarından biri olan Holy Wars ile açılışı yaptı Megadeth. Anthrax’da olduğu ve Slayer’da olacağı gibi ilk kez Megadeth’i canlı ve 4 – 5 metre öteden dinliyordum. Gözlerimi Dave’den alamadım uzun süre, Dave’e bakmak sanki son 30 yıllık Thrash Metal tarihine bakmak gibiydi. Ellerinden, gitar çalışından gözlerimi alamadım uzun bir süre. Bir yandan da haykıra haykıra Holy Wars söylüyorduk tabi ki. Chris Broderick’de tek kelimeyle muhteşemdi. Dave ve Chris elektro gitarları adeta ‘ ağlatırken ‘, David’de bas gitar ile döktürüyordu. Anthrax’da olduğu gibi yine seyirci olarak tepiniyor, haykırıyor, kükrüyorduk Megadeth için. Holy Wars’u, Hangar 18, Wake Up Dead, yeni albümün enfes parçası Headcrusher, In My Darkest Hour, Skin O’ My Teeth izledi. Megadeth’in birkaç parçası dışında hemen hemen tüm parçalarını ezbere biliyordum, setlistlerinde de şansıma en sevdiğim parçalarını çaldılar. Trust’ı, Kick the Chair’ı, Blood of Heroes ve Washington is Next çalmalarını çok isterdim, bir de yeni albümün bana göre en iyi parçalarından biri olan 44 Minutes’ı, ama çalmadıklarına üzülmedim, sonuçta her parçanın benim için yeri ve önemi ayrıydı. Skin O’ My Teeth’i ise sırasıyla A Tout Le Monde, Tornado of Souls, Sweating Bullets izledi. Benim için en iyi 3 Megadeth parçasından biri olan Symphony of Destruction’da ise bir kez daha kendimden geçerek haykırıyordum parçanın nakaratını. Dave’in kendine has tarzı, grup elemanları siyahlar içerisindeyken beyaz gömlek ile sahneye çıkması, gülüşleri, Chris’in adeta otomatiğe bağlamış parmaklarla gitar çalması, David’in ve Shawn’ın performansları – her bir üye birbirinden inanılmazdı. Symphony of Destruction’da seyirci olarak yaptığımız, şarkının riffleriyle uyuşan ‘ Megadeth ! Megadeth, we love you Megadeth ! ‘de süperdi gerçekten. Babalar Peace Sells ile 19.05 sıralarında Sonisphere festivaline veda etti. Sahneyi terk etmeden önce Dave’in teşekkürlerine kendi teşekkürlerimiz ile cevap verdik, her bir grup üyesini tek tek ve ayrı ayrı alkışladık. Onları da dinlemek bir onur ve şerefti.

Slayer :

Normalde 19.00’da sahneye çıkması gereken Slayer, Megadeth’deki 30 dakikalık gecikme nedeniyle ancak 19.30’da sahneye çıkabildi. Ve işte, bu sefer de Kerry King, Dave Lombardo, Tom Araya ve Jeff Hanneman karşımdaydı ! World Painted Blood ile efsanevi bir giriş yapan Slayer’da sahne önünde doğal olarak inanılmaz bir itiş kakış başladı. Kendimi bir sahnenin önünde, bir solunda, bir sağında buluyordum. Buna rağmen en önlerdeki yerimi korumayı başardım. Kerry King tam önümdeydi, kaşlarının çatıklığı ve yüzündeki ifade konser boyunca neredeyse hiç değişmedi, yıllardır resimlerde gördüğüm gibiydi aynen. Tom Araya ise sürekli sırıtıyordu, yaşlanmış yüzüne gülmek yakışıyordu adeta. Ve tabi ki Dave Lombardo.. O nasıl bir bateri çalıştı öyle ! Tamam, biliyorduk ne kadar efsane biri olduğunu, ama adeta bir kez daha, bir kez daha göstermek adına döktürdü de döktürdü. War Ensemble, Seasons in the Abyss, Angel of Death, Disciple, South of Heaven gibi parçalarını çalan Slayer, finali Raining Blood ile yaptı ve ortalık hepten karıştı. Artık festivalin sonuna gelindiği için ve çoktandır yorgunluğumu unuttuğum için ben de katıldım bu karışıklığa. Neyse ki kimseye bir şey olmadan atlattık bu pogo vari karışıklığı ve yine neyse ki eski yerimin yakınlarında bir yer bulabildim Metallica konseri için. Tam bariyerin arkasında değildim o sırada, önüme birkaç kişi geçmişti ama boyları kısaydı bu kişilerin ve Metallica’yı net bir şekilde izlememe engel değildi bu durum. 2008 Metallica konserinde en önde olma derdim çok büyüktü ilk kez izleyeceğim için, bu sefer de bu derdim vardı tabi ki ama net bir şekilde izleyebildiğim bunun bana yeteceğini düşündüm. Slayer sahneden inerken hem bir kez daha kendimi gururlanmış hissediyor, hem de soluğumu tutuyordum… Dakikalar kalmıştı Metallica olan ikinci buluşmama..

Metallica :

27 Temmuz 2008 Istanbul Metallica konserinden bir gün sonra 8 – 9 sayfalık bir yazı yazmıştım. Bu yazıyı yazmamdaki amaç başlarda konserin bende bıraktığı çoook derin etkiyi anlatmaktı. Ancak 2 sene önce yazdığım bu yazıya başladığımda bir de baktım ki 1999 yılında Metallica ile olan ilk tanışmamdan 2008’e kadar içinde Metallica’nın geçtiği tüm hikayemi anlatmışım. Ve o yazının sonunda konseri anlatacak söz bulamamış, bu konserin yalnızca yaşanabileceğini belirtmiş, ve o konseri en dibine kadar yaşadığımı söylemiştim. Aslında şu an’da gene benzer duygular içerisindeyim, ancak sanırım bu sefer yalnızca 27 Haziran 2010 gecesini anlatabilecek bir yazı yazabileceğim..

Saat 20.30’u gösterirken sahneye nerdeyse 20 – 25 tane görevli çıktı. Zaten zorunlu olarak 30 dakika gecikecek olan Metallica’nın daha da gecikmemesi için deli gibi çalıştı bu ekip. Sahne 2008 konserinde olduğu gibi birden bire 2 – 2.5 katı büyüklüğe çıktı. Arka taraf metrelerce genişletildi yine, sağdan ve soldan çıkılabilecek şekilde 2. kat getirildi bu kısa sürede, arkadaki sahne genişliği boyutundaki ekran ortaya çıktı.

Saatler 20.40’ı gösterdiğinde yine 2008 konserinde olduğu gibi Lars’ın baterisi getirildi sahneye, alkış tufanı koptu bütün stadda. Gerekli son hazırlıklar da yapıldı. Artık hepimiz o anı bekliyorduk..

Birçok insan gaza gelip ‘ çıkıyorlar şimdi ! ‘ diye gaza geliyordu, ancak ben biliyordum ki sahne ışıkları 2 sene önce olduğu gibi mavimsi-morumsu renklere büründüğünde, Ennio Morricone’un bestesi olan ve Metallica’nın konserlere giriş klasiği olan Ecstasy of Gold’un ilk saniyesi çalmaya başladığında asıl saf heyecan başlayacaktı. Bu sırada çevremdeki insanlarda şimdiden konser hakkında konuşmaya, çalması beklenen parçaları söylemeye, telefonlarını hazırlamaya başlamışlardı. Kimisi uzun süredir çalınmayan St.Anger albümünün parçalarından çalınacağını söylüyor, kimisi Load ve ReLoad’dan parçalar çalınacağını söylüyor, kimisi Rammstein’a yakın sahne gösterisi olacağını söylüyor, kimisi de finalin Seek and Destroy değil başka bir parça ile kapanacağını söylüyordu. Yakınımda olan tüm bu konuşmalara oradan buradan dahil oldum, ve Metallica hakkındaki 11 yıllık birikimim, hissettiklerim, duygularım ve düşüncelerim doğrultusunda insanlara bazı kısımları yanlış bildiklerini, konserde muhtemel çalınacak parçaları, çalarsa sürpriz olacak parçaları söyledim. Bunları söylerken hiçbir şekilde böbürlenme, kendimi öne çıkarma niyetim yoktu. Tam tersine, 2 sene önce olduğu gibi bu sene de bu festival ve konser sayesinde yeni insanlarla tanışacağımı, birkaç dakika sonra hiç tanımadığım insanlarla omuz omuza Metallica parçalarına eşlik edeceğimi, birbirimizin suratlarına bakarak haykıracağımızı, bu şekilde gaza geleceğimizi, birlikte yorulup, konser sonunda birlikte pena, baget, bileklik kapmaya çalışacağımızı biliyordum çünkü. Öyle de oldu..

Saat 21.30’da o an geldi.. Sahne ışıkları mavimsi rengine büründü.. Ecstasy of Gold çalmaya başladı, sağdaki ve soldaki ekranlarda efsane kovboy filmi ‘ The Good, The Bad and The Ugly ‘den kısımlar gösterilmeye başlandı. Stad adeta inliyordu, hep birlikte Ecstasy of Gold bestesine eşlik ediyorduk. Sesimin kısılmasına az kalmıştı, hissediyordum. Ama eminim 2 saat daha dayanabildi bu ses. Ecstasy of Gold bitti ve o an geldi..

Lars her zamanki gibi sahneye ilk çıkan oldu, spotlar baterisinin üzerine yoğunlaştı. Koşarak baterisinin başına geçti Lars, 2008 konserinin aksine bu sefer elinde su bardağını atmadı seyirciye, ne olduğunu göremediğim başka bir şey attı. Aynı anda James, Kirk ve Robert’da sahneye girdiler ve beklediğim gibi Creeping Death ile başladı efsane 2010 Istanbul Metallica konseri.

İki yıl aradan sonra Papa’yı ( James ) canlı görmek öyle tarifsiz duygular yaşamama sebep oluyordu ki çıldırmak üzereydim adeta. Daha ilk andan itibaren hem Creep’e eşlik ediyor, hem de avazım çıktığınca Papa diye bağırıyordum. Daha sonra da yakınıma grup üyelerinden hangisi gelirse onun ismini haykırmaya başladım, tabi ki Lars’ı da unutmayarak. Belki tüm stad inlerken beni duymuyorlardı, ama ben sonuna kadar tatmin oluyordum. O kadar çok bağırıyordum ki, ve kalan 17 şarkıda o kadar çok bağıracaktım ki bazı yerlerde kendi sesimden Metallica’ya duyamıyordum, duyamayacaktım. Ama elimde değildi, son 3 gündür birçok grubun şarkısına eşlik etmiş olan sesimin kısılmadan önceki son çırpınışlarıydı bunlar. Metallica istediği albümden istediği şarkıyı Çalsındı benim için, hepsini ezbere söylerdim, hepsine gerektiği yerde gerektiği şekilde eşlik ederdim, üstüne kitap bile yazardım !

Creeping Death sona erdiğinde James ve grup üyeleri bir kez daha İstanbul’da oldukları için ne kadar mutlu olduklarını James aracılığıyla bizlere söylüyorlardı, ben de o sırada Papa! diye haykırmaya devam ediyordum tabi ki. Muhtemelen insanlar rahatsız oluyordu sürekli aynı şeyi bağıran birinden ama çevreme arada sırada bakındığımda insanların bana bakarak gülümsediklerini görüyordum, muhtemelen anlamışlardı nasıl duygular içerisinde olduğumu.

Creep’den sonra For Whom the Bell Tolls başladı. Burada belirtmek isterim ki, benim yıllardır Metallica’nın Bellz’i için bir hayalim var, gerçekleşmesi zor ama bir gün olur da yapılırsa muhteşem olabilecek bir durum. Bir yerlerden bir şekilde sahneye büyük bir çan indirilse, Bellz’in girişinde James bir yandan gitar çalarken bir yandan da çan’ın çaldığı kısımda dirseği ile çana vursa. Ne bileyim, böyle bir hayalim var benim, hatta bu sene Meet and Greet çıksaydı bana söyleyecektim bunu ama neyse işte. Belirteyim dedim eheh. For Whom the Bell Tolls’u da anıra anıra söylerken, ‘ Take a look to the sky just before you die, it’s the last time you will ! ‘ kısmında yine hüzünlendim, yine hüzünlendim..
Bellz’den sonra ise 2008 konserinde çalınmayan, ilk defa bu konser ile canlı canlı dinlediğim parça olan Fuel başladı. James bir an seyirciye baktı ve girişi yaptı ‘ Give me fuel, give me fire, give me that which i desire ! ‘ ile. ‘ Give me that which i desire ‘ kısmı benim için tam önümde duruyordu, daha ne olsundu ! Alev gösterilerinde yayılan sıcaklık yüzümüzü 2 sene önce olduğu gibi buram buram yakarken, haykıra haykıra söyledik Fuel’u da.

Fuel sona erdiğinde daha soluk alıp, alkışlamaya fırsat bulmadan The Four Horsemen başladı. Stadca bir kez daha inledik, Fuel’da olduğu gibi Four Horsemen’i de ilk kez canlı dinliyordum Metallica’dan. Daha Metallica’nın çıkmasına saatler varken, Cumartesi gecesi ve Pazar sabahı konuşmuştuk arkadaşlarım ile, hepimizin en büyük dileği bir kez de olsa Four Horsemen, Blackened ve Battery’i canlı dinlemekti. Ve daha 4. parçadan dileğimizin ilki gerçekleşmişti ! Four Horsemen’de bir yerde bağırmaktan sesim gitti, neyse ki o an şarkının sözsüz bir anına denk gelmişti de ben de şarkıya eşlik edememe gibi bir durumla karşılaşmadım.

Horsemen bitti, Fade to Black başladı. 2008’de bu şarkı çalarken ne hissettiysem, aynısını bu konserde de yaşadım. Girişine gözlerim kapalı eşlik ettim, devamında ise tabi ki tepine tepine her zamanki gibi..

Fade’i yeni albüm olan Death Magnetic’den That Was Just Your Life ve The End of the Line izledik. Yeni albümden 4 – 5 parça çalacaklar diye tahmin ediyordum son setlistleri göz önünde bulundurarak. Ancak grup üyeleri muhtemelen henüz Old School şarkılarının tümünü Istanbul’da çalmadıklarını düşünerek 3 şarkıya yer verdiler Death Magnetic’den. Life ve Line’ı da tutku ve coşkuyla söyledim, elimdeki Metallica atkısını zıplaya zıplaya defalarca salladım. Bu sıralarda fark ettim ki, sağımda solumda önümde arkamda diğer seyircilerin arasında olmayan bir boşluk var. Gülümsedim, yine aynı şey oluyordu : O kadar kendini kaybetmiş bir şekilde eğleniyordum ki muhtemelen farkında olmadan insanları rahatsız etmiştim, belki atkımı bir yerlerine defalarca vurmuştum, belki de saçım suratlarına falan çarpmıştı kafamı bir o yana bir bu yana sallarken. Ancak insanlar yine sesini çıkarmamıştı büyüklük edip, halbuki beni uyarmaya hakları vardı. İşte o an tekrar Türk seyircisi olarak birbirimize karşı ne kadar anlayışlı olduğumuzu gördüm.

Life ve Line’ı sırasıyla Sad But True, Sanitarium ve bir diğer Death Magnetic parçası olan All Nightmare Long izledi. Sanitarium ( Welcome Home ) çalarken güvenlik görevlilerine bir kez daha içten içe küfrettim, hazırladığımız ve girişte elimden alınan pankartın üzerinde Welcome Home yazıyordu ve amacım bu parçada açmaktı o pankartı. Bozuntuya vermeyerek bu şarkılara da eşlik ettikten sonra One başladı. Havai fişekler atıldı yine, gökyüzüne kaldırdık kafalarımızı. 22 sene önce And Justice for All albümü için yazılan bu parça, hala o kadar net bir şekilde anlatıyordu ki savaş gerçeğini, şarkıyı bağıra bağıra söylerken ülkemizde ve dünyada yaşananları düşünmeden edemedim..

One sona erdi, ve yine o an geldi.. Master of Puppets. Benim için Puppetz yalnızca Metallica’nın en iyi parçası değil, gelmiş geçmiş en iyi parçaydı. Herkesin bir ‘ en ‘i vardır ya bu konuda, benim de Master of Puppets’dı bu en’im, parçayı ilk dinlediğim günden beri. Haykıra haykıra söyledim, solosuna seyircinin eşlik ettiği bölümde yine hem hüzünlendim hem mutlu oldum. Puppets sona erdiğinde yine gözlerim az da olsa yaşarmıştı, fazla mı duygusaldım neydim ?

Ve Blackened. Bir diğer ‘ bir kez olsun canlı dinleyelim ‘ dediğimiz parçaydıkonser öncesinde, ve işte bağırıyorduk ‘ color our world blackened ! ‘ diye. Alev gösterileri yine muhteşemdi, James, Kirk, Robert ve Lars yine ve yine muhteşemdi. Papaaa !

Nothing Else Matters başladığında ise yanımda 3 gündür ara ara Türk seyircisiyle gerginlik yaşayan İran’lı 10 – 15 kişilik grup vardı. Aralarında 30 yaşlarında bir ikiz de bulunuyordu, Türkçe de biliyorlardı. Nothin Else Matters’a eşlik ederken, konserin başlamasına dakikalar kala yukarıda da bahsettiğim şey oldu: Bir gün önce Manowar sırasında gereksiz bir konu yüzünden tartıştığım bu adamlarla, şimdi omuz omuza, kol kola N.E.M söylüyordum. Bu anı da hiç unutmayacağım sanırım.

N.E.M’den sonra yine 15. parça olarak Enter Sandman başladı. James bir an için yine parmak şovu yapacak sandım, çünkü dev ekranda yine James’in eli gözüküyordu. Bunun yerine James bu sefer penasını gösterdi bizlere, beyaz penanın üzerinde Big 4 yazıyordu. Süper bir gaza gelmenin ardından başladı Enter Sandman ve aynı gaz ile devam etti. James’in ‘ Exit Light, Enter Night ‘ diye bağırırken aralarda söylediği ‘ Give it to me ! ‘yi bile seyirci olarak söyle kısmı bana düşmese de söyledim kendimi tutamayıp.

Enter Sandman’i yine ilk kez canlı dinleme fırsatı bulduğum, James’in de konserde söylediği gibi Metallica’nın ilham aldığı gruplardan Budgie’nin Breadfan’i izledi. Sözler arasındaki geçiş çok hızlı olduğu için seyirci olarak tam eşlik edemesek de başka bir güzel andı.

Breadfan sonrası Trapped Under Ice’ın girişini duyunca ise tüylerim diken diken oldu, bir başka efsanevi Old School parçasını çalıyordu Metallica ! Parçanın benim için en güzel kısmı olan ‘ Scream – from my soul, Fate – mystified, Hell – forever more ! ‘ kısmında artık tükenmek üzere olan sesim ile son kez bağırıyordum..

BİS öncesinde James bu sefer 2008 konserindeki kadar olmasa da birkaç kez ‘ Thank you, goodnight ‘ dedi gene. Tabi ki Metallica’yı Seek and Destroy dinlemeden bırakma niyetimiz yoktu. James bunu iyi biliyordu ki son şarkı olan Seek and Destroy başladı. Seyirciler olarak son bir kez daha kükredik, haykırdık ve tepindik. James yine girişi ‘ We are scanning the scenes in İstanbul tonight ‘ olarak değiştirdi, gene coşturdu. Ve Seek de sona erdi..

Grup üyeleri son kez tek tek bizlere teşekkürlerini sundular, James veda konuşmasını yaparken son kez Papa diye inliyordum. Robert gene ‘ Heeeey ‘ kısmını iki kere yaptı, yine seyirci üç kez yapmasını bekliyordu. Kirk’ün de teşekkürlerinin ardından Lars şu cümleleri söyleyerek geceyi muhteşem bir şekilde bitirdi : ‘ Sonisphere Festivallerinin Avrupa ayağını bitirmek için daha iyi bir yer düşünemiyordum ! ‘ Sözün bittiği an bu andı..

Bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha teşekkürler Metallica, teşekkürler Papa Het, Kirk, Robert ve Lars, teşekkürler muhteşem seyirci, teşekkürler 3 gün boyunca bize unutulmaz anlar yaşatan tüm gruplar..
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...