Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Kitap Kulübü


eldar

Öne çıkan mesajlar

Bugün Beyoğlu'na uğrayıp Körlük'ü alayım dedim. Seçtiğimiz kitabın baskısı yokmuş :D.
Bir telif sorunu yüzünden bir süredir basılamıyormuş, daha da bir süre basılamayacakmış.

Şöyle bir sahafları dolandım, bulduğum en ucuz 50 lira dedi. 100 lira diyen bile oldu. E-kitap okumayı sevmediğimden gittim İngilizcesini aldım. Onu bile zor buldum, basılı kitap olarak almak isteyen olursa bulamaz sanırım daha.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 hafta sonra ...
Senko, bajazet, ben ve tili okudu sanırım. Başka okuyan oldu mu? Süre dolduğuna göre kitap hakkında isteyen yorum yazabilir. Konunun amacı kitap hakkında yorum olduğu için spoiler serbest.

Kitaba gelirsek adeta paragrafa tepki olarak yazılmış, bazen paragraflar 2 sayfayı buluyor. Üstelik noktalama işaretleri virgüllerden ibaret, 3 kere cümle bitiyorsa 1 tane nokta oluyor. Benim gibi ilk defa Saramago okuyan varsa diyaloglar bile paragrafların içinde düz yazı şeklinde virgülle ayrılıyor.
Bu yöntem son derece ilginç geldi, kitabı bitirdikten sonra baktım bu kitaba özgü değilmiş. Yazarın tarzı böyleymiş.
Aklıma gelen tek mantıklı açıklama okuyucu zorlamak için olabilir. Metne dalıp otomatiğe bağlayıp gidemiyorsun, cümleleri tartarak ilerliyorsun çünkü diyalogun karşı tarafa geçtiğini anlatan net bir işaret yok.

Kitabın kendisine gelince beğendim, düşündürüyor. Güzel noktalar üstünden kurulmuş öykü, yaşatıyor. Ama bazı şeylere takıldım okurken. Karakterlerin ismi yok, zaten körlerin isme ihtiyacı yoktur diye açıklıyor romanda. Sokak isimleri de önemli değil, şehir herhangi bir şehir. Bu isimsizleştirme olayını beğendim, hatta tam kavrayamadığım daha derin bir anlamı olduğunu da düşünüyorum, atıyorum modern dünya, küreselleşme gibi.
Takıldığım nokta ise, tımarhaneye tıkılan insan grubunun kim olduğu bence gayet önemli.
Aynı duruma bir grup Afrikalı düşse farklı tepkiler verir, Japonlar düşse farklı tepki verir. Ne biliyim mesela çarpıcı olarak konulmuş toplu tecavüz, Afrika'nın, Hindistan'nın bazı yerlerinde kültürün parçası. Onlar için o kadar anormal olmazdı.
Kitap dışından örnek vermek gerekirse açlıktan başka bir insanı yemek bana çok anormal geliyor ama yamyam toplumlar var sonuçta insanlık tarihinde, onlar aç kalmadan bile yiyor.
Yine gayet etkileyici bir kısım olan kilisede geçen bölümde işin içine kilise girince benim için işin büyüsü bozuldu biraz çünkü kilise evrensel bir mekan değil. Romanın geçtiği mekanın da herhangi bir yer olmadığı ortaya çıktı, hıristiyan bir Avrupa ülkesi. Olay Türkiye'de geçse tırlatan din adamı imam olacaktı ve gözlerini bağlayacak tasvir ya da figürler bulamayacaktı. Ya da kilise olacaktı ama kilise olağan bir yapı değil, ilginç bir yer olacaktı.

Kurguda insanların genel davranışlarını değil de bireyler ne kadar kendine özgü tepki verirse o kadar beğendim. Sonunu da ayrı beğendim. Türkçe'de nasıl çevrilmiş bilmiyorum da gören kör olduklarını söylemesi vurucuydu. İnsanların dünyayı nasıl algıladığı üzerine zihin açıcıydı benim açımdan.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

3/10

körlük
Ben beğenmedim. Öncelikle beklediğim bu değildi. Nedensiz olarak gelişen bu salgının insanları daha derin bir şekilde düşünmeye sevk etmesini ve varlığı daha fazla sorgulamasını bekliyordum. Bu beklentim neredeyse hiç karşılanmadı.

Diğer bir şey ise betimlemeler. Başlarında oldukça ilginçti körlerin dünyayı algılama biçimleri, sonrasında vasatlığa dönüştü. Normalde bir metinde ilgi alanına girmeyen şeyler üstünkörü anlatılır. Burada ise neden betimlendiğini anlamadığım insaların kör olduğunu anlatmaktan öteye gitmeyen ve yinelenen betimlemeler vardı.

Daha kötüsü toplum eleştirisi gibi bir şeye ulaşamadım. Ana fikir insanların ancak körlerin görebileceği bir dünyayı göremediği bu yüzden en başından kör olduklarıydı ama bu yaşanan olaylarda oldukça zayıf kaldı. Yangında, çıkış noktasında, toplanan anlamsız ve işe yaramayacak parada anlatılmak istenen neydi? Amaçsızlık mıydı? Otorite yokluğu muydu? Kolektif işe yaramazlık mıydı? Tecavüzün ancak otorite altında başlaması bir gönderme miydi? Bunlar oldukça muğlak.

Saramago'nun üslubunu da ayrıca beğenmedim. Paragraf eksikliği ya da virgül bolluğu olsa da, söylenen kelimelerin ya da cümlelerin diğer cümleye zaten bağlanmıyordu. O yüzden acaba bu kelimeden sonra gelen kelime bir sonrakine mi ait yoksa öncekine mi diye düşünmeye hiçbir zaman gerek olmadı. Bu da bir algı farklılığı yaratmaktan ziyade nokta koymayı unutmuş redaktörün hatasını düzeltme ekseninde ilerledi. Sonucunda bana çektiğim eziyete değer bir katkı sağlamadı.

Sonucunda 270 sayfa yerine 100-150 sayfada anlayamadığımız ve "göremediğimiz" bir körlüğün üzerimizde gezdiği, gökyüzünde dolaştığı bu kadar eziyet çektirmeden pekâlâ anlatılırdı.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Eh, açlıkla, hayatta kalmakla boğuşan bir insanın varlığını sorgulaması ya da herhangi bir felsefi sorgulamaya girişmesi gerçekçi olmazdı sanki.
Baskı tükendiği için türkçesini okuyamadım, portekizce aslını da okuma imkanım yok maalesef. İngilizcede yazarın garipsediğim, zaten de garipsenmek için yapılmış üslubu dışında anlatım bozukluğu gözüme çarpmadı. Ama çevirenin işi oldukça zordur tahminen.
Beğenmekle beraber şiddetle tavsiye edeceğim bir kitap değil, yukarda da anlattım. Yine de kitabın kendisi kötü demek biraz iddialı olur :).
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Evet bir sonraki okuma "Saul Bellow - Herzog"

Herzog

said:
20. yüzyılın birey üzerindeki yıkıcılığını ele alan Herzog, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Saul Bellow'un başyapıtı olarak kabul ediliyor. Herzog, hayatı her anlamda altüst olmuş, "Aklımı kaçırdıysam bana göre hava hoş," diye düşünecek kadar kendinden vazgeçmiş bir adamın hikâyesini anlatır. Başarısız yazar, başarısız hoca, başarısız baba Moses Herzog, kendisini kişisel felaketlerinden ve modern zamanların yıkıcılığından sağ çıkabilmiş bir kazazede olarak görür. İçini dökmek ve sıkışmışlığından kurtulmak amacıyla tanıdığı tanımadığı, hayatta ya da ölü, önemli ya da önemsiz bir sürü insana, hiç göndermeyeceği mektuplar yazmaya başlar. Arkadaşlarına, düşmanlarına, meslektaşlarına ve ünlülere dünya görüşünü, çektiği acıları, içinden çıkamadığı sorunları, özlem ve hıncını anlatır, kalbini açar. Amerikan edebiyatının en önemli romancılarından olan Saul Bellow, Herzog'da adeta içinde yaşadığı çağın duygusal, düşünsel ve ahlâki röntgenini çeker. "Madam Bovary'yi Charles'ın ya da Anna Karenina'yı Karenin'in bakış açısından anlatma hevesine kapılan biri, Herzog'da bunun kusursuz bir şekilde gerçekleştirildiğini görecektir."
-Philip Roth-
(Tanıtım Bülteninden)




482 sayfa, Deadline olarak 30 Ekim diyorum ben. Günde 24 sayfa ediyor. Uygun mudur?
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

bajazet said:

Evet bir sonraki okuma "Saul Bellow - Herzog"



482 sayfa, Deadline olarak 30 Ekim diyorum ben. Günde 24 sayfa ediyor. Uygun mudur?


Daha kitabı satın almam lazım, ayrıca insanların görmesi için bir kaç gün beklemede kalsın. Sonradan katılacağım diyenler oldu. Lütfen itirazı olan, başka önerisi olan da bir an önce yapsın. Aksi takdirde Herzog ikinci tur kitabı.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...