Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Gerçekten ne istediğimizi nasıl buluyoruz ?


monoscope

Öne çıkan mesajlar

said:

Hesabını en iyi verebileceğim şey: HAYATIM. Hayata getirilmiştim bir kere ve var olduğum günden beri bu soruları soruyordum: “Nasıl yaşamalıyım? Hayat nedir? Yaşam nedir?” Neden her defasında önüme sunulan bu hayatı sorgulamaya itiliyorum? Yoksa hoşuma gitmeyen şeyler mi oluyor? Yoksa hayatım sınır durumlarıyla dolu olduğu için onlarla her karşılaştığımda mı bu soruları soruyorum? Bir yandan da zorluklar olmasa, sınırlar olmasa yayılırız, yaşama enerjimiz tükenir diye düşünüyorum. O zaman yaşanacak bir hayat da kalır mıydı elimizde?
Kendime bu hayatta gerçekten ne istiyorum diye sorduğumda, cevabı ilk önce kendi yaşama anlayışımı didikleyerek bulabilirim. Ne anlıyorum ben bu yaşamadan? Yaşama sorunuma parmak basabilmek için ben olarak, içimde ne varsa onu ortaya dökebilmeliyim. Annemizin karnına düştüğümüz andan itibaren kendi yaşama sorunumuz bizi kuşatıyor. Çırılçıplak hayata getiriliyoruz ve yaşadıkça üzerimize birçok şey eklenmeye başlıyor. Hiçbir zaman istediğimiz şeyleri tam olarak gerçekleştiremesek de her insanın alacağı kararlarda kendi özgürlüğünü yaratabilmesini isterdim. Neyin ne sonuç vereceğinin bilincinde olmamızı isterdim. Salt kendimiz olarak, hayatımızda almamız gereken önemli kararları kendi kendimize verip, sonuçlarına yine kendimizin katlanmasını isterdim. Çünkü kendimiz olamazsak kayboluruz. Var olma sıkıntımızı ancak kendimiz olursak sorgulayabiliriz böylece onu anlayabiliriz, onunla nasıl anlaşacağımızı kestirebiliriz, ve yaşamımızı yükseltebiliriz, erginlenebiliriz.

Hayatlarımızı tutabilmemizi isterdim o zaman hiç birimizin hayatı bomboş akıp gitmemiş olurdu, boş geçse bile ona sarıldığımız sürece yaşanmaya değer kalırdı. Tıpkı Martı Jonathan Livingston gibi: Bir tarafta binlerce balık, bir tarafta da kendi öz deneyimini yapan bir martı… Ya sürü anlayışıyla yaşayacaksın, ya da kendin olacaksın. Kendimizde bulunan bir şeyi deneyebilmemizi isterdim. Belirli bir bedeli olan iki şey arasında, seçtiğimizde mutlu olabileceğimiz şeyi gerçekten seçebilmemizi isterdim. Hangisini seçersek seçelim, onun bedelini hak ettiği şekilde ödeyebilmemizi isterdim. Deneyimlerimizle yaşamamıza dokunabilmemizi isterdim.

Otomatik bir şekilde yaşamamamızı, yaşamlarımızı kimsenin eline bırakmamamızı, otonom bir şekilde ona müdahale edebilmemizi isterdim. Ortaya bir şeyler koyabilmemizi isterdim. Bir çocuğun heyecanla oyuncaklarıyla oynaması gibi, karşımızdakilerle birlikte bir şey yapabilmemizi, birlikte sıkıntılara girebilmemizi isterdim. İçimizdeki gücü, potansiyeli ortaya çıkarabilmemizi, onu somutlaştırabilmemizi, denetleyebilmemizi isterdim. Bilgisiz ve sevgisiz kalmamamızı isterdim. Yanlışın doğru bilgilerini yakalayıp, başka başarılara gitmeyi isterdim. Umutsuzluğun yaşamımızı küflendirmesine izin vermememizi isterdim. Hırs hastalığından kurtulup, azmi hayatımıza davet edebilmemizi isterdim. Denemekten hiçbir zaman vazgeçmememizi isterdim. İçimizdeki cevhere bir şans verebilmemizi isterdim. Sabırla sınırlarımızı zorlayabilmemizi isterdim. Hayat sınırlarımızı, böylece yaşama alanımızı genişletebilmemizi isterdim. Kendi mücadelemizi kendimiz verebildiğimiz ölçüde hayatta kalabilmemizi isterdim. Üretici olabilmemizi, “Benim” diyebildiğimiz şeyleri yapabilmemizi isterdim. Eleştirebilmemizi isterdim.

Bunları neden isterdim? Neden her cümlemde çoğul şahıs ekini kullandım? Çünkü yaşadığım yerde sadece ben yokum, yaşadığım yer, beraber olduğum toplulukla, ötekileri de işin içine kattığım sürece anlamlı. İşte ötekileri de düşünerek yaşamın bize sunduklarına teşekkür edebilmemizi isterdim.

Herkesin yaşamı sırlarla, sorunlarla dolu. Ama maalesef hayat, bunları çözebilmemiz için bize hazır formüller sunmuyor. Aslında başka bir açıdan düşünürsek, yaşamı değerli kılan ölüm için yaşıyoruz. Bir gün gelecek ve hepimiz öleceğiz. O zaman geride yazdığım bu yazı kalacak ve belki de beni ölümsüzleştirecek ve ben de hayata bu şekilde dokunmuş olacağım.

Gerçekten ne istiyorum sorusunu sorarak, istediklerimi gerçekleştirebilmek için neler yaptığımı ve ileride isteklerim doğrultusunda neler yapmam gerektiğini belirlemiş olduğumu düşünüyorum. Yazımın içinde aslında hayatımızın içinde olduğunu ama bizim fark etmediğimizi sonradan öğrendiğim felsefe eleğinden geçirilmiş “ben”in izlerini görebilirsiniz. Tarihsel bir varlık olmamın farkına varışımla, içinde yaşadığım kültürle, eğitimimle, yönelimlerimle, ilgi alanlarımla kendime döndüm. Kendime dönüşümü kendime sorular sorarak gerçekleştirdim. Bu sorularla kendime eklediklerimi, kendimden kaybettiklerimi, eksiklerimi görmeyi istedim. Ne olduğumun farkına vararak ne yapmak istediğimle ilgili kendi özgürlüğümü yaratabildim. Karar almanın ve kendi özgürlüğünü yaratabilmenin yetkinlik istediğini düşünüyorum. Bu yüzden yolunda gitmeyen şeylere bir tepki olarak soru sormanın yetkinlik için atılan ilk adım olduğunu düşünüyorum.

Neyin ne sonuç vereceğini kestirmek için iyi bir gözlemci olmak, olaylardan ders çıkarmak, sabırlı olmak, sınırları zorlamak (Bütün filozoflar aslında sınırlarını zorlayarak çağlardan beri onlardan bahsetmemizi sağlayan düşünceler ortaya koymamışlar mıdır?) işte bunlardı benim felsefeden anladıklarım ve böylece kendimi bilmem ve kendimle başlayıp, kendimle bitmemi anlamamdı.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:

Hayattan ne istiyoruz? Mutluluk. Mutlu olmak huzurlu olmak istiyoruz. Ama biz mutluluk istedikçe öfke acı keder peşimizi bırakmıyor. Bir gün danışanlarımdan biri göz yaşları içinde şöyle söyledi. “ben neden kendime zenginliği, güzelliği, mutluluğu çekemiyorum. Kitaplar her şeyi bizim çektiğimizi söylüyor. Ama ben güzel şeyleri kendime çekmeyi başaramıyorum demek ki beceriksizim.”
İşte o zaman isyan ediyoruz. Allah’ım neden bütün kötü şeyler, bütün sıkıntılar beni buluyor. Bütün kötü duygulardan ve bize bu duyguları hissettiren kişilerden kaçmaya çalışıyoruz. İstediklerimizin hayrımıza istemediklerimizin zararımıza olacağına inanıyoruz. Sanki kendimiz için neyin iyi neyin kötü olduğunu neyin bizi büyüteceğini biz biliyoruz.
Kaçmaya çalıştığımız, kötü diye etiketlediğimiz her şey, belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerdir. En büyük kaybımız diye düşündüğümüz şey belki de en büyük kazancımızın kapısını açacaktır. Beş yaşında bir çocuk düşünün. Gece yatmadan önce bir kutu şekeri yemeye çalışıyor. Bunu gören annesi şeker kavanozunu çocuğun elinden alıyor. Çocuk buna çok kızıyor, öfkeleniyor, ağlıyor, bağırıp çağırıyor ve şekerini geri istiyor. O anda annesi ona çok kötü bir şey yapmış gibi algılıyor. Oysa gece yatarken şeker yememesi onun iyiliği için. İşte bazen hayat karşısında beş yaşında bir çocuk gibi tepkiler verebiliyoruz.
Peki hoşumuza gitmeyen duygulardan kaçmamız gerektiğini bize kim söyledi? Acıdan kaç, yalnızlıktan kaç, sinirlenmekten kaç, stresten kaç. Oysa tüm bu duyguları hissetmemiz gerektiği için onlar yanı başımızdalar. Duygular bize bir şeyler anlatmaya çalışır, onlar sadece işarettir. Çoğu zamanda bir şeylerin değişmesi gerektiğini bize gösteren işaretlerdir. Aynı zamanda değişim için gerekli gücü de bize sağlarlar. Duygularımızı dinlersek büyük değişimlerin kapısını açma şansımız olur.
Hayat bize her zaman bizim istediklerimizi değil, ihtiyacımız olanı gönderir. Çünkü istediğimiz şeyler, içsel benliğimiz için hiç de faydalı şeyler olmayabilir. İçsel benliğimizden kopuk olduğumuz için gerçek ihtiyaçlarımızın farkına varmamız zordur. Bizim için neyin iyi neyin kötü olduğunu hele de yolun başlarındayken bilemeyiz. Bize düşen payımıza düşeni kabullenebilmek, neden benim başıma geldi diye isyan etmek yerine başımıza gelendeki hikmeti anlamaya çalışmak, yani teslim olabilmektir. Bu anlayış, sadece koşulsuz kabul içinde gelişebilir.
Arabanın kadranındaki göstergeleri düşünün. Göstergeleri okur ve gereğini yaparız. Yakıt bitiyor işareti yanıyorsa akaryakıt istasyonuna gireriz, göstergenin üzerini siyah bir bantla kapatmayı, ya da arabadan inip oradan hızla uzaklaşmayı seçmeyiz. Hiçbir yere kaçmadan, bizi üzen eşimizden boşanmadan, bizi kızdıran elemanımızı kovmadan, gürültü yapan komşumuzun kapısına dayanmadan önce biraz düşünmeye ve duygularımızı takip etmeye ihtiyacımız vardır.
Sıkışmış hissediyor ve sıkıştığımız yerden çıkamayacakmışız gibi bir duyguyla bunalıyorsak pek de kolay olmayan bir yolculuğa çıkma zamanı gelmiştir. Zaman derinlere doğru kök salma zamanıdır. Yüksek emellerimize ulaşmak, derinlerimizi keşfetmekle mümkündür. Bu uğurda çıkılan yolculuk belirsiz ve sıkıntılıdır. Bununla beraber attığımız her adımda kendimizi biraz daha güçlenmiş hissederiz. Basit bedensel hazlara takılıp kaldığımızda, bedene yönelik bağımlılıklarımızdan vazgeçip bunun getirdiği acıya katlanamadığımızda ruhsal olarak acı çekmeye mecburuzdur.
Bizi mutlu eden her şeyin peşinde koşmayı bırakmalıyız. Can sıkıntısına ve kayıplarımızın yarattığı acıya katlanmayı öğrenmeliyiz. İnsan bu dünyada sürekli mutlu olamaz. Neden böyle diye sormak yerine bu dünyanın gerçeklerini kabullenmeye çalışmak daha iyidir. Hiç acı çekmeden, hiçbir bedel ödemeden, hiçbir şey kaybetmeden yaşayabilen hiç kimse yoktur. İster bir dilenci isterse bir sultan olsun tüm insanlar bu noktada birbirine eşittir. İçinde bulunduğumuz kültürel, ekonomik sosyal koşullar ne olursa olsun hepimiz yüreğimizi kavuran acılar çekeriz. Aşk acısı, ölüm acısı, fakirliğin acısı, başarısızlığın acısı, hastalanmanın acısı kılığında gelebilir acılarımız. Ama yüreklerdeki yakıcı etki değişmez. Bazısı sevgilisinden ayrılmanın acısına katlanamayıp intihar ederken bazısı bir kazada tüm ailesini kaybetmesine rağmen bu acıyla yaşamayı öğrenir.
İnsan bu dünyada kaybeden bir varlıktır. Hiç kimse sürekli kazanamaz, sürekli mutlu olamaz, her istediğine kavuşamaz. Allah herkese taşıyabileceği kadar yük yükler. Ama biz isyan ederiz. Dünya yaşantısı boyunca kendimizi tam hissedeceğimiz anların peşinde koşarız. Ama bu anlar sürmez. Aşık olduğumuz ilk zamanlarda, aşığımızla böyle bir bütünlük yaşarız. Hep öyle kalmak ve hatta öyle ölmek isteriz. Ama biz bu duyguya ne kadar bağlanırsak büyü o kadar hızlı bozulur.
Çabuk elde edilen ve daha ziyade bedeni tatmin eden hazlar uzun vadede mutsuzluğumuzun en büyük sebebi haline gelir.
Can sıkıntısına katlanın. Hemen telefona sarılmayın, ilk iş bilgisayarınızı açmayın. Durun.
Doğadan koparılan insan haliyle ve nihayetinde kendi doğasından da koptu. Siz en azından geceleri ayı, yıldızları, gündüzleri bulutları izlemek için kendinize zaman ayırın.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:

Bir deniz vardı tam karşımda. Kocaman, dipsiz bucaksız sanki sonu yoktu. O derin mavinin Turkuvaz’a bakan ufkunda kayboldum. Ben hep kaybolurdum zaten o denli derinliklerde…

Birden yıllardır kendimden sakladığım o soruyu sordum kendime “Ne istiyorum?, Ben gerçekten ne istiyorum”. Düşünüyordum, kafam patlayacak gibi oldu ama ben ne istediğimi bulamıyordum. Kaybolmuştum yılların akışında. Yaşamıştım bunca seneleri fakat hep başkaları için. Yaşamıştım yaşadığımı sanarak. Ama kendime hiç bir zaman gerçekten ne istediğimi soramamıştım. Bunu itiraf etmek dahi beni ürkütmüştü.
“Ya ne garip” diye düşündüm. “Hayat benim. Yaşam benim. Aslında bütün ipler benim elimde fakat ben bu soruyu sorarken korkuyorum. Ama bu sorudan korkulmaz ki”.
Evet korkmamalı. Öyleyse ben şimdi neden tir tir titriyordum. Aslında bu çok basit bir soruydu. “Ben gerçekten ne istiyorum?” Hayatım gözlerimin önünden saniyeler hızıyla geçiverdi. Çok acıydı fakat bu yaşıma kadar sormadığım bu soruyu o anda bile kendime itiraf edemiyordum. Bu saatten sonra ne değişir diye düşündüm. Ertelemek yine ertelemek geldi içimden. Yaş 65, ne değişecek ki? Yaşanmışlıklar yaşanmış, kaçırılan hayat mısraları da geri gelmeyecekti. Evet önümdeki yaşamın uzunluğu ya da kısalığı hakkında elbette bir bilgim yoktu. Ölümüm kapıda mıydı? Yoksa 100 yaşına kadar mı yaşayacaktım? Elbette bu bilinmez bir süreçti. Peki, ben ne yapmalıydım şimdi? Gerçekten ömrümün geri kalanından ne istiyordum? Yaşanmamış hayat dizelerini nasıl yapılandırmak isterdim?
Fark ettim ki bu konu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yorum dahi yapamıyordum çünkü bilmiyordum, ne istediğimi bilemiyordum. Sadece acı vardı o anda, tek hissettiğim derin bir acıydı. Göğsüme saplanan o bıçak delip geçti bedenimi.
“Ey deniz, sonu görünmeyen ufku açık deniz, söyle bana ben gerçekten ne istiyorum?” diye avazım çıktığı kadar haykırdım gözlerim yaşlı vücudum titrek ve dişlerim kenetlenmiş…..

Bir düşünün:
Gerçekten ne istiyorsunuz?
SIZ ne istiyorsunuz çevreniz değil?
“Mutluluk” sizin için ne ifade ediyor?
Şuan neredesiniz? Hayatınızda gelmiş olduğunuz noktanın bir resmini çizseniz bu nasıl bir resim olurdu?
Peki, olmak istediğiniz ve yaşamak istediğiniz hayatın resmi nasıl?
Gerçekten istemeyi hiç tattınız mı?
Gönülden istemek sizce ne demek?

Peki ya;
Kaç kez zamanı ertelediniz?
En son ne zaman bir hedefiniz oldu ve gerçekleştirmek için neler yaptınız?
Sizin gerçeğiniz herkesin gerçeği mi?
Değerleriniz neler?
Sizi siz yapan olgular neler? Bunların farkında mısınız?
Siz kimsiniz?

Her bir soru çok değerlidir ve hayatımın yapı taşlarını oluşturur. Bu sorulara gönülden sahip çıkarsanız ve onlara ihtiyaç duydunuzda korkmadan cevaplandırırsanız hayallerinizi hedefler haline getirir ve bu doğrultuda ilerleyebilirsiniz.

“Ömrüm cevapsız sorularla akıp gitmeyecek.
Ben şuan burada varım ve hep var olacağım.
Ne istediğimi biliyorum. Hayallerim hayal olarak kalmayacak çünkü onlar benim hedeflerim.”

Her yeni “soru”nun ardındaki hedeflerinizin gerçekleşmesi ümidiyle….
Sevgiyle kalın
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...