Feamer Mesaj tarihi: Eylül 2, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 2, 2016 osur osur ipe diz... dediğim geçerli, argüman ve dayanağı orada duruyor, varsa itirazın onun üzerinden, benzer şekilde dayanak gösterek yapabilirsin, o kadar ilmin varsa Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Nigger_of_the_sand Mesaj tarihi: Eylül 2, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 2, 2016 Kaynak vermem gereken birsey soylemedim ki? Neye kaynak istiyorsun yani, eski Turkler'in feodal uniteler halinde orgutlendiklerine mi? Kuzey Kibris diye biryer olduguna mi? Bilginin sekline gore degil, o bilgiden yapilacak cikarima dayali bir tartisma yaptigimizi sen de biliyorsun yani. Ben senin cikarimlarini sorguluyorum, cikarimlarin bilimde nereye dusuyor bunu sorguluyorum. Benim Baciyan-i Rum'la, Bilge Kagan'in maskesiyle bir derdim yok ki? Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Eylül 2, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 2, 2016 daha üzerine konuşmak yersiz. hangi laf ne için, neden ve nereden söylenmiş, hepsi mevcut. isteyen döner bakar, istemeyende keyfi bilir Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Alfred Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Nigger_of_the_sand said: Kusura bakma da objektif degilsin bu konuda. Adam beni triggerlamadigi surece triggerlamiyorum ben. O benim konuyla alakali yazdiklarima sadece ad hominem ile karsilik verirken ben onunla ilgili goruslerimi ve tecrubelerimi hicbir zaman ad hominem olarak kullanmiyorum, onun konu dahilindeki goruslerini, argumanlarini alakasiz gorus ve izlenimlerimle karsilamiyorum, konuyu kisisellestirmiyorum. Adama usulunce karsilik verdim diye butthurt olmuyorum yani. Fikirlerini savunmus demissin, adam cevaplamasi gereken sorular soruldugunda su anki haline donusuyor iste. Bu yuzden bana sakin ol demen de yersiz, dahil oldugun tartismayi okusan, kimin konu dahilindeki bir yaziya konuyla alakasiz seylerle, kisisel hinclarina referanslarla dolu karsilik verdigini de biliyor olurdun. Bilmiyor olmana ve "Wot yazmakla hakli olunmuyor" diye ozetlemene bakilirsa okumamissin. Evet wot yazmakla degil tartismakla hakli olunuyor, birisi sana neden haksiz oldugunu 100 madde seklinde anlatinca hakliliki wottan gelmiyor zaten. Wot dedigin yazi da 3 paragraf he. Bright said: Sandnigger için standart operasyon prosedürü bunlar. İçi boş WoT at dolu gözüksün, ortamlarda argümanım var dersin, kim bilecek. Okumayan anlamlı birşey söylüyor sanacak, tam asrın liderinin yazılı versiyonu. "Sangnigger'in haksiz oldugunu soylemek istiyorum ama tartismaya girmek de yemiyor" All aboard the butthurt train Valla helal olsun; bilgili bir insan olduğunu belirtmek için ad hominem vurgusu hoşuma gitti :)... Ama yanlış kullanım var, madem ad hominemi kullandın ve herkezin bunu bildiğini düşünerek kullandın, tüm paragrafın gereksiz olmuş; ilk paragrafta sadece "O tartışmayı ad homineleştiriyiyor, ben ad homineleştirmiyorum" da yeterliydi sanki. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Nigger_of_the_sand Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Senin necrolamandan daha gereksiz degil. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Alfred Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Abi daha 40'ı cikmamış ne nekrolaması. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
kayserili Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 O değilde nigger in üslubundan bile haksız olduğu nası belli, vay arkadaş. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Nigger_of_the_sand Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Olmus bir tartismayi "haksizmis" demek icin uplamak aynen necro oluyor. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Alfred Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Yani haksız olduğunu kabul ediyon :) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Flassh Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Eylül 29, 2016 sahibinden temiz kullanılmıs gbtsiz türk kimliği satılıktır Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ekim 4, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ekim 4, 2016 cengiz ve timur hakkında atsızın bir yazısı: alıntı "ÇENGİZ HAN" VE "AKSAK TEMİR BEK" HAKKINDA Millî şuurun ve ilmî tarihçiliğin hâlâ gereğince gelişememesi, dinî taassubun hâlâ ruhlara hükmetmesi dolayısıyla tarihimizin bazı büyüklerine karşı saygısızlıkta bulunmak, yahut Türk ırkının şu veya bu bölümlerini birbirine düşman saymak gibi yanlışlıklar sık sık yapılmaktadır. Bunların arasında en yaygını Çengiz ve Temir düşmanlığıdır. Bu düşmanlığı yapanlar arasında Şarlman’la Şarlken’i birbirine karıştıran felsefeciler bulunduğu gibi tarihçi geçinenler de vardır. Bu tarihçi geçinenlerden biri Türk soyunun güzelliği hakkında yazdığı bir gazete makalesinde yine dinî taassup sebebiyle Çengiz ve Temir’den “mahlûkat” diye bahsederek onların sarı “Moğol” ırkından olduğunu Türklerin ise beyaz ırkın mümessili olduğunu ileri sürdü. Artık ilmî bir değeri kalmayan bu eskimiş sarı ırk, beyaz ırk tabirleri yanında muharririn Çengiz ve Moğollar hakkındaki son neşriyattan da habersiz olduğu, bu yazıları kırk yıl önceki ilmin kırıntılarıyla yazdığı anlaşılmaktadır. Burada tafsilâta girişerek, bazı gençlerin sorularını cevaplandırmak üzere, şimdiye kadar varılan ilmî sonuçların özetini vereceğim: 1- Türklerle Moğollar iki kardeş millettir. Altay grubu denen akraba milletlerin en mühim iki tanesidir. Türkçe ve Moğolca eskiden tek dil olup ancak Hunlar çağında iki ayrı dil haline gelmiştir. “Hun – Türk münasebetleri” adlı tebliğ ile bunu iddia ve ispat eden Türk, Moğol ve Çin dilleri bilgini Von Gabain olmuştur. (İkinci Türk Tarih Kongresi, s. 895- 911, İstanbul, Kenan Matbaası). 2- Moğol kelimesini tarihe tanıtan Çengiz Han olmuştur. Kendisinden önce Moğollara (yani Moğolca konuşan boy ve uruklara) ne dendiği kesinlikle belli değildir. Sekizinci yüzyıla ait Orkun yazıtlarında görülen “Otuz Tatar” ve “Dokuz Tatar” adlı birliklerin Moğol olduğu ileri sürülmüşse de bu, bir faraziyeden ibaret kalmıştır: Çünkü bugün Moğolistan denilen eski Gök Türk ülkesinin ancak onuncu yüzyıldan başlayarak Moğollarla dolduğu ortaya konduktan sonra Sekizinci Yüzyılın Otuz Tatar ve Dokuz Tatarların da Türk olduğu kendiliğinden belli olmuştur. Gök Türkler çağında adı geçen “budun”lardan Moğol olduğu kesinlikle bilinen ancak Kıtaylar’dır ki daha sonraki zamanlarda da tarihe Moğol olarak geçmişlerdir. 3- Fakat Çengiz’in “Moğol” topluluğu etnik değil, tıpkı “Osmanlı” tabiri gibi siyasî bir isimdir ve aralarında Türkçe konuşan veya Türk olan boylar ve uruklar da vardır. 4- Eserini On Birinci Yüzyılda yazan Kaşgarlı Mahmud, Tatarları, ayrı lehçeleri olan bir Türk kavmi olarak göstermiştir. 5- On Üçüncü Yüzyılda Büyük Çengiz İmparatorluğunu gezen Marko Polo, “Tatar” kelimesini Türkler’le Moğollar’ın ikisini birden kapsayan bir deyim olarak kullanmıştır. 6- Türkler’in kendileri de “Tatar”ı Türkler’in bir parçası ve belki de Doğu Türkçe’siyle konuşan Türkler olarak saymışlardır. Âşıkpaşaoğlu, tanınmış tarihinde Süleymanşah’la birlikte Anadolu’ya gelen Türkleri “elli bin miktarı göçer Türkmen ve Tatar evi” olarak kaydeder. 7- Osmanlı padişahlarından II. Murad zamanında, hicrî 843’te yazılıp tarafımdan yayınlanan bir tarihî takvimde Çengiz, Ögedey, Güyük, Mengü, Hülegü, Abaka, Keyhatu gibi Müslüman olmayan Çengizli Kaanlar rahmetle anılmıştır. (Osmanlı Tarihine ait Tarihî Takvimler, s. 92-94, İstanbul 1961, Küçük aydın Basımevi). Yani On Beşinci Yüzyıl ortalarına kadar Türkiye’de aydınlar arasında bir Tatar düşmanlığı, Müslüman olmayan Türk’e düşmanlık diye bir şey yoktu. Bu müsamahakârlık Doğu Türkleri’ni veya Tatarları yabancı saymaktan, Çengiz Hanedanını millî bir hanedan saymaktan ileri geliyordu. Umumî bir müsamaha olsaydı aynı hoşgörürlük Bizanslılara, Ermeniler ve Gürcülere, Batılılara karşı da gösterilirdi. 8- Türkler’le Moğollar aynı kökten gelen iki kardeş millet olmakla beraber Çengiz Han, Moğol değil, Türk’tü. Çengiz’in Türklüğü tarihî geleneklerin dışında tarafsız çağdaş Çinlilerin tanıklığı ile de sabittir. Profesör Zeki Velidi Togan, 1941’de yayınladığı “Moğollar, Çengiz ve Türklük” adlı küçük eserinde, (s. 18) ve 1946’da yayınladığı “Umumî Türk Tarihine Giriş” adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66) Çengiz Kaan’ı 1221’de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir. Bu elçi, Çengiz’in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir. Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türkler’den inen büyük bir uruktur. Çengiz’in tipi hakkındaki tarihî bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır. Çengiz’in aile adı olan “Börçegin”, “Börü Tegin’in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi “Çengiz” kelimesi de “Tengiz” yani “Deniz” kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir. Türkçe’de “t” ile başlayan kelimelerin Moğolcada “ç” ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir. Çengiz’in ailesi hiç şüphesiz eski Türk devlet geleneğine uygun olarak çok eski zamandan beri Moğollardan bir kısmı üzerinde (belki de Moğollaşmış Türkler üzerinde) beğlik eden bir Eçine Hanedanı kolu idi. Bu hanedanda Türk geleneklerinin devam etmekte olduğu Çengiz’in oğullarından Çağatay ve Ögedey’in adlarından gözükmektedir. “Çağa” ve “Öge” bilindiği üzere, Türkçe kelimelerdir. 9- Aksak Temir Bek’in bir Barlas gibi olması ve Barlasların Moğol uruğu sayılmasında Temir’in Türklüğüne engel değildir. Temir’in ailesi de Çengiz ailesinin bir kolu olup Barlas uruğu üzerinde beğlik etmiştir. Ruslar tarafından Temir’in mezarını açmak suretiyle yapılan incelemeler onun da uzun boylu ve beyaz tenli olduğunu ortaya koymuştur ki eski Arap ve Fars edebiyatlarındaki Türk tavsifine tamamen uygundur. Üstelik Temir’in anadili de Türkçe’dir. 10- Ne Çengiz ne Temir Bek, Aryanî tipinde değildi. Klâsik Türk tipi bazı sahtekârların iddia ettiği gibi Hind Avrupa tipi olmayıp Çinlilerle Aryanîler arasında orta bir tiptir. Mezarlardan çıkan kafatasları, eski heykeller, eski duvar resimleri ve tarihî tavsifler bunu gösterdiği gibi Arap ve Fars şiirlerinde de çekik gözlü Türk güzellerinin övülmesine dair birçok örnek vardır. Milâdî 1114’te, yani daha Çengiz’in ve Moğollar’ın ortaya çıkmasından ne kadar önce ölmüş olan Zemahşerî’nin bir Türk güzeli hakkında yazdığı şu şiirlere bakın: “O ne kutlu bir gündü ki Yâfes kızlarından güzel ve cilveli bir kıza malik olmuştum. O güzel gözleri her ne kadar dar ise de sihir kârlık bakımından geniştir. Baktığı vakit gözlerinin karası görünürse de güldüğü zaman bu siyahlığın hepsi kaybolur.” * * * “Türk”‘ neslinden bir güzel kız beni kendi isteğimle ölüme doğru götürmektedir. O kızın kendi fettan, gözleri de öldürücüdür. Zaten Türk’ün öldürücülüğü meşhur değil midir? Bu kızın kardeşinin kılıcı ne kadar kesici ve öldürücü ise de bu hususta onun gözü erkek kardeşinin kılıcından daha kesicidir. Kardeşi, aldığı esirleri azad ederse de bunun esirleri azad kabul etmez. Kardeşi bazı insanların kanını dökerse de bu herkesin kanını dökmektedir. Kardeşinin elinde kâfirler feryad etmektedir. Bu ise Müslümanları inletmektedir. Ben onun hicranı ile ağladıkça o benim karşımda güler ve güldüğü vakit büsbütün darlaşan gözleri kalbimi yaralar.” * * * “Su’dâ (1) ya şöyle söyle: Bizim sana ihtiyacımız yoktur ve biz iri siyah gözlüleri istemeyiz. Dar gözler ve dar gözlüler bizim düşüncemizi ve hayalimizi doldurmuşlardır. Onlar baktıkları vakit yalnız gözlerinin siyahlıkları görünür. Fakat gülecek olurlarsa o siyahlık da görünmez olur. Türk yüzü-ki Tanrı onları kem gözden esirgesin-gökteki ay gibidir” (Atsız Mecmua, Sayı: 15, 15 Temmuz 1932, Sayfa: 66-67.) 11- Oğuzlar’ın da vaktiyle tam klâsik Türk tipinde olduklarının en büyük delili daha Selçuklu devleti kurulmadan önce ölmüş bulunan Mes’ûdî’nin kaydıdır. Mes’ûdî “Oğuzlar çekik gözlüdür. Fakat onlardan daha çekik gözlü olanlar da vardır.” demektedir. Genellikle Oğuzlar’ın torunları olan bugünkü Türkiye Türkleri’nin arasında da bu tipin tam veya biraz değişik örnekleri çok sayıda göze çarpmaktadır. 12- Aksak Temir’in Türkiye Türkleri ile çarpışmasını bir millî dâvâ haline getirmeye çalışmak millî bir ihanetten başka bir şey değildir. Aksak Temir’in Yıldırım Bayazıd’a karşı savaşan ordusunda pek çok Doğu Anadolulu Türkmen vardı. Bu savaş gerçekte Osmanlı-Karaman, Osmanlı – Akkoyunlu, Osmanlı – Safevî vuruşmaları gibi bir iç savaştır. Osmanlı – Karaman ve Osmanlı – Safevî savaşlarında gösterilen sertlik Osmanlı – Çağatay savaşındakini bastıracak niteliktedir. Bu çarpışmalar Türk tarihinin oluşundaki bir kader sonucudur. Türk tarihi pek çok iç çarpışmalarla doludur. Nitekim Osmanlı tarihinde de prensler arasındaki kıyıcı savaşlar büyük bir bölüm teşkil eder. 13- Son zamanlarda Kül Tegin anıtının bulunduğu yerde keşfedilip Kül Tegin’e ait olduğu iddia edilen heykelin tipi arkaik Orta Asya tipidir. Herhalde Kül Tegin’in veya Gök Türkler’in de “Moğol” olduğu iddia edilemez. 14- Selçukluların İranlı saray şairlerinden “Dih Hudây Ebu’l-Ma-âlîyi’r Râzi” Selçuk sultanının sarayındaki Türk kölemenlerden bahsederken şöyle demektedir: “Hepsi Kırgız ve Çin kökünden olan servi boylular, hepsi Yağma ve Tatar tohumundan olan gül yüzlü güzeller. Aralarında gümüş çeneli Oğuz ve Kıpçak güzelleri, mis yüzlü ve ay gibi Kay ve Kimekler de var. Tanrım, bu Türk çocukları ne güzel şeyler ki onlara bakan insanın gözleri bahar gibi olur.” Buradaki Çin’den maksat uzak doğu Türkleri ve belki de Moğollardır. Tatarların Yağmalarla birlikte gül yüzlü güzeller olarak gösterilmesi onların su katılmamış Türklüklerine en büyük delildir. 15- Bugün özellikle “Tatar” denilen Türkler Kazanlılarla Kırımlılardır. Kazanlılar eski Bulgar Türklerinin, Kırımlılar da Kıpçakların torunlarıdır. Yani bugün siyasî ve hatta coğrafi bir anlamı olan Tatar kelimesini bir Moğol uruğu, yahut Türk’ten başka bir şey diye düşünmek imkânsızdır. Bu şartlar içinde Türk tarihinin iki büyük şahsiyeti olan Çengiz Han ile Temir Bek’i Türk’ten gayrı ve hele Türk düşmanı olarak görmek, göstermek ve düşünmek tarihi tahrif etmekten başka bir şey değildir. Özellikle Tatar kelimesini Moğol veya gayrıtürk bir millet anlamında kullanmak hiçbir şey bilmemek demektir. Türkler, Türk tarihinin birinci sınıf insanlarından bazılarını tenkit etmek, beğenmemek, sevmemek hakkına maliktirler. Fakat hanedanlar arasındaki rekabetler dolayısıyla bunlardan birini tutarak onun hasmını millî düşman diye ilan edemezler. Irk davalarında coğrafyanın hiçbir değeri yoktur. Türkler’den bazılarını millî düşman diye göstermek hem tarihi değiştirmek, hem de yarınki Türk birliğini baltalamak olur. Bu baltalama, tarihî düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmektir. (1) “Su’dâ”, Zemahşerî’nin Arap sevgilisinin adıdır. Bu şiirleri o zaman Kelâm Tarihi profesörü, sonra Diyanet İşleri Başkanı olan Şerefeddin Yaltkaya tercüme etmişti. Hüseyin Nihâl ATSIZ Ötüken, 23 Temmuz 1966, Sayı: 31 – 32 http://www.altayli.net/cengiz-han-ve-aksak-temir-bek-hakkinda.html said: ...Zemahşerî’nin bir Türk güzeli hakkında yazdığı şu şiirlere bakın: “O ne kutlu bir gündü ki Yâfes kızlarından güzel ve cilveli bir kıza malik olmuştum. O güzel gözleri her ne kadar dar ise de sihir kârlık bakımından geniştir. Baktığı vakit gözlerinin karası görünürse de güldüğü zaman bu siyahlığın hepsi kaybolur.” * * * “Türk”‘ neslinden bir güzel kız beni kendi isteğimle ölüme doğru götürmektedir. O kızın kendi fettan, gözleri de öldürücüdür. Zaten Türk’ün öldürücülüğü meşhur değil midir? Bu kızın kardeşinin kılıcı ne kadar kesici ve öldürücü ise de bu hususta onun gözü erkek kardeşinin kılıcından daha kesicidir. Kardeşi, aldığı esirleri azad ederse de bunun esirleri azad kabul etmez. Kardeşi bazı insanların kanını dökerse de bu herkesin kanını dökmektedir. Kardeşinin elinde kâfirler feryad etmektedir. Bu ise Müslümanları inletmektedir. Ben onun hicranı ile ağladıkça o benim karşımda güler ve güldüğü vakit büsbütün darlaşan gözleri kalbimi yaralar.” * * * Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ekim 15, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ekim 15, 2016 Umumi Türk Tarihi'ne Giriş - Zeki Velidi Togan bu kitabın basımı vaya baskısı yok anladığım kadarı ile veya bulamadım bilmiyorum ama pdf linkine denk geldim, önemli bir eser https://genelturktarihi.files.wordpress.com/2015/09/umumi_turk_tarihine_giris_a_zeki_velidi_togan.pdf Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Kasım 4, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 4, 2016 Kimmerler Kimmerler, Sümerler ile Hun Dönemi arasındaki derin tarihsel aralıkta kültürel, etnik ve politik anlamda bir bağlaç olarak karşımıza çıkar. Var olduğu tarihsel süreç bakımından fevkalade öneme sahip olan Kimmerler, varlıklarını 1200 yıl boyunca devam ettirebilmiş olmaları bakımından da Ön Türk Tarihi için büyük öneme taşımaktadırlar. Kimmerler, Sümerler ile Hun Dönemi arasındaki derin tarihsel aralıkta kültürel, etnik ve politik anlamda bir bağlaç olarak karşımıza çıkar. Var olduğu tarihsel süreç bakımından fevkalade öneme sahip olan Kimmerler, varlıklarını 1200 yıl boyunca devam ettirebilmiş olmaları bakımından da Ön Türk Tarihi için büyük öneme taşımaktadırlar. Kimmerler’in ne denli mühim bir toplum olduğunu ve Ön Türk Tarihindeki kıymetini anlayabilmemiz için bazı hususların altını çizerek bir ön malumat edinmemiz faydalı olacaktır. Kimmerler, Tunç Çağının yaşandığı M.ö. 3000 – 1000 Yılları arasında yaşamış, yaşadıkları coğrafyada derin kültürel miraslar bırakmış, günümüzde efsane ve masal karakterlerine kadar konu edilmiştir. Kimmerler’in yaşantılarını konu eden dünya çapında bilinirliğe sahip ilk efsanevi kaynak Conan olmuştur. Barbar Conan, Batı Asya’da yaşayan Kimmerler adlı bir topluma mensup iyi yürekli, çok güçlü ve yenilmez bir savaşçı olarak masallara konu edilmiştir. Kimmerlere atfedilen bir diğer efsanevi kahramanda Amazonlar olmuştur. Savaşçı Amazon Kadınları, katıldıkları savaşlarda üç düşman öldürmeden evlenememekte, çok iyi ok kullanan bu savaşçılar daha iyi ok atabilmek için sağ göğüslerini kesmektedirler. Şüphesiz efsanelere konu edilen bu toplum, efsane olarak bahsi geçen hususlara ilham verecek yetenek ve güce sahiptirler. Kimmerlerin Türklüğü Kimmerlerin kökeni, şüphe götürmeyecek şekilde Asya’ya dayandırılmaktadır. Zira varlıklarının tespit edilmesi ve keşfedilmelerine mukabil elde edilen arkeolojik bulgulardan yola çıkılarak kökenleri araştırıldığında ilk emareler Asya kökenli Turanid bir kavim olduklarını göstermiştir. Müteakip evrelerde gerçekleştirilen araştırmalar ve elde edilen bulgularda bu tezi güçlendirmiş, teyit edici bir unsur olarak Filolojik kalıntılarla da bu tez doğrulanmıştır. Kimmerlerin, Hing-Nu(Hun) toplumunu ortaya çıkartan Turanid bir kavim olduğu su götürmez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Zira Sümerler, İskitler ve hatta Hunların mesnedini teşkil eden Turanid kavim, Kimmerlerin de atalarıdırlar. Hunların, İskitlerin ve Kimmerlerin Turanid kavme dayandırılmaları elbette varsayım değildir. Bu Ön Türk toplumlarının tümünde tesadüf olarak nitelendirilemeyecek derin kültürel ortaklıklar bulunmaktadır. Bu kültürel ortaklığın en önemli göstergesi kurganlardır. Kurgan Kültürü, yalnızca Türk ve Ön Türk toplumlarına özgü bir tinsel öğedir. Tarih boyunca hiçbir kavimde Kurgan âdeti görünmemektedir. Bir istisna olarak Mısırlılarda görünen Piramit yapılar ve ölünün kutsallaştırılması Kurgan kültürüne benzetilebilir ancak Ön Türklerin atalarını teşkil eden Afanasyevo Kültürü, M.ö. 5000’li yıllara kadar geriye gitmekte, oysa Mısır kültürü ve Piramit yapıların ortaya çıkması ancak M.ö. 2000’li yıllara kadar tarihsel derinlik arz edebilmektedir. Bu bakımdan Mısır kültüründeki Piramitlerin oluşumu Kurgan kültürün ortaya çıkışından çok daha sonraları, belki de Kurgan kültürünün tesiriyle ortaya çıkmıştır. Kurgan Kültürü, ölümden sonra yaşama inanan ve İbrahimi dinlerin ortaya çıkmasından önce de bu inanışa sahip olan Türkler tarafından ölünün dirileceği ana kadar rahat etmesi inancıyla ortaya çıkmıştır. Bu inanç bağlamında Türkler ve Türkleri ortaya çıkartan Ön Türk toplumları, arkalarında tarihsel bir imza olarak Kurganları miras bırakmıştır. Günümüzde arkeolojik çalışmalar yürüten tüm Arkeologlar, bir bölgede Kurgan ile karşılaştıklarında ihtilafsız olarak bu bölgede Turanid yani Ön Türk toplumların yaşadığını kabul ederler. Kimmerler’in Ön Türk toplumlarından biri olarak kabul görmesinin en büyük dayanağı Kurganlardır. Üstelik elimizdeki bulgular kurganlarla sınırlı da değildir. Yaşadıkları Kuzey Karadeniz, Hazar, Kafkaslar ve Anadolu coğrafyasında arkalarında arkeolojik buluntular da bırakmışlardır. Bu buluntular ışığında Ön Türk toplumu olduğu bilinen İskitler ve Kimmerlerin aynı kültürel kökenden geldikleri şüphe götürmez bir gerçek haline gelmiştir. Kimmerler’in Türklüğü, yalnızca arkeolojik buluntularla sınırlı değildir. Kimmerler, ilişkide bulundukları komşu toplumların tarih kaynaklarına geçmiş, bu kaynaklarda Kimmerler Türk Dünyasına mal edilmiştir. Antik dünyanın son büyük tarihçisi olan Yunanlı tarihçi Procopius, Kimmerlerin Bulgarların atası olduğunu belirtmiştir. Pers tarih kaynağı Mücmel el Tevarih’de de Kimmerler Bulgarların Atası olarak ifade edilmiş, Kimmerlerin atasının ise Nuh’un oğlu Yafes’in 7. Oğlu Kemari olduğundan bahsedilmiştir. Yabancı kaynaklarda ifade edilen hususlar Türk Dünyasındaki kaynaklar tarafından da teyit edilmektedir. Türki bir kavim olan Macarlar kendi kökenlerini bir Kimmer Kralının Utirgur ve Kutirgur adlı iki oğluna dayandırmışlardır. Hazar Devleti Hakanları da yine kendilerinin Nuh’un oğlu Yafes’in oğlu Kimmer’in oğlu Togarma’nın soyundan geldiklerini ilan etmişlerdir. Türklüğün kökenini ile ilgili kaynaklarda geçen Nuh-Yafes-Togarma-Türk künyesi, bir mit ya da masalsı bir ifade değildir. Zira bu ifadeler çok farklı tarihsel derinlikte, birbirleri ile ilişki içerisinde bulunmayan farklı devlet ve toplumların tarih kaynaklarında, gerek tarihsel geçerlilik arz eden yazılı kaynaklarında gerekse efsanelerinde sıkça karşımıza çıkmaktadır. Nuh-Yafes-Togarma-Türk silsilesi Tevrat’da, Arap, Pers, Yunan ve Macar tarih kaynaklarında birbiri ile paralellik arz edecek netlikte ifade edilmiştir. Bu ifadeler Türk Tarihini teşkil eden efsane ve mitlerde belirtildiği gibi Hükümdarlar tarafından da benimsenmiştir. Elde ettiğimiz Arkeolojik, Filolojik ve Mitolojik bilgilerden yola çıkarak tarihsel vakaların paralelliği ışığında şu gerçeği açıkça ifade edebiliriz ki; Kimmerlerin Türklerin atası olduğu gerçeği ihtilaf edilemeyecek saydamlıkta ve açıklıktadır. Kimmerlerin Tarihsel Serüveni Kimmerler, M.ö. 20. Yüzyılda Kırım, Kafkaslar ve Doğu Karadeniz coğrafyasında ortaya çıkmış, M.ö. 800’lerde yine kendileri gibi bir Türk Kavmi olan İskitler’in Kafkaslardan gelmeye başlamasıyla bölgedeki hâkimiyetlerini kaybederek Doğu Anadolu ve Güney Karadeniz hattına çekilmek zorunda kalmış, bu bölgede yaşayan Lidyalılar, Asurlar ve Urartular arasında sıkışarak zayıflamış ve M.ö. 700’lerde bölgedeki üstünlüğünü kaybederek iki kol halinde Balkanlar ve Hazar Denizi bölgelerine göç ederek bölge halklarının içerisine karışmışlardır. Kimmerler’in keşfedilmesi ve Milât Öncesi tarihteki medeniyetler arasında yerini alması 17. Yüzyılın sonlarında mümkün olabildi. Bu tarihe kadar varlıkları gün yüzüne çıkartılmamış olan Kimmerler, İskitlerin yaşadığı bölgelerde arkalarında bıraktığı Kurganlar için define avcılığı yapan bir çetenin çok değerli bir eser ele geçirmesi ve yakalanmasıyla ortaya çıkmıştır. Kimmerlere ait bir Kurganda kazı yaparak kıymetli bir tarihi eseri ele geçiren bu çete üyeleri dönemin Slav Devleti tarafından yakalanmış, yaptığı kazı ile ele geçirdiği kıymetli tarihi eser ise önemi hasebiyle Çar 1. Petro’ya ulaştırılmıştır. Slav Devleti, defineye el koyarak bu tarihi eseri St. Petersburg’a götürür. Koleksiyoncuların tarihlendirilemeyen bu esere yoğun ilgi göstermesi üzerine ise söz konusu bölgedeki arkeolojik çalışmalar hız kazanır ve Kimmer Medeniyetine ait kalıntılar birer birer ortaya çıkmaya başlar. Ortaya çıkan tarihi eserler, Kurganlardan çıkartılmış olmaları hasebiyle önce İskitlere mâl edilir. Ancak zamanla Kimmerler adlı bir medeniyete ait olduğu anlaşılır ve tarih kayıtlarında yeni bir sayfa açılır. Rus arkeologlar ve Asya tarihçileri bu konu üzerinde araştırmaları derinleştirirler. İskit araştırmaları beraberinde Kimmerler Medeniyetinin kalıntıları ile ilişkilendirilir ve her iki medeniyet birlikte araştırılmaya başlanır. Elde edilen bulguların teknik araştırmaları (Karbon testleri, yaş belirleme, yapım teknikleri, v.b.) ise 19. Yüzyılda gerçekleştirilir ve 20. Yüzyıla gelindiğinde Kimmerler’in Turanid olmakla birlikte müstakil bir medeniyet olduğu kesinleşir. Elde edilen arkeolojik bulgular, Kimmerlerin M.ö. 2000 ile M.ö. 800 yılları arasında Hazar Denizi ile Tuna Nehri arasında yaşadıklarını ortaya koymuştur. En derin izlerini bıraktıkları Kırım bölgesi ise Kimmerler Medeniyetinin merkezi kabul edilir. Zira Kırım Yarımadası, ismini bu medeniyetten almış, Etimolojik kökeni itibariyle kelimenin kökünü teşkil eden KMR, KRM olarak evrilerek bu isim ile günümüze kadar ulaştırmıştır. Ön Türklerin Ural-Altay kolunu teşkil eden Kimmerler, Kırım, Kafkasya ve Avrasya Bozkırlarına 1200 yıl gibi uzun bir süre ev sahipliği yapmışlardı. Peki Kimmerler buraya gelmeden önce nerede yaşamışlar ve sahip oldukları kültürel birikimleri nerede elde ederek hangi demografik serüvenle Avrasya Bozkırlarına sürüklenmişlerdi? Elbette bu soruların cevabı, tüm diğer Türk Kavimlerinde olduğu gibi Kimmerler içinde aynı istikameti işaret etmektedir. Sümerler! Türk Toplumlarının atası olan Afanasyevo İnsanları, M.ö. 7000’li yıllarda Aral gölünde ortaya çıkmış, M.ö. 5000’li yıllarda bugünkü Türkmenistan havzasına ulaşmış, buradan da Orta Doğu bölgesine yerleşerek Sümerler Medeniyetini kurmuşlardı. Bu tarihe kadar ortak kültür ve toplumsal yapıya sahip bu toplum, Sümerler dönemine kadar kendilerine muhtelif isimler vermiş, özerk bir yapıya sahip olsalar da toplumsal ayrışmaların meydana gelmediği bu tarih öncesi devirlerde müstakil bir kültürel doku kazanarak diğer tüm medeniyetlerden ayrılmışlardı. Sümerler dönemi ile Dünyanın ilk medeniyetini inşa eden bu toplum, Sümerlerin yıkılmasından sonra küllerinden kavimler, medeniyetler ve toplumlar çıkartmış, bu toplumlardan biri de Türkler olmuştur. Sümerlerin Semitik kavimler tarafından yıkılmasından sonra (M.ö. 2000), Sümer Medeniyetinin mensupları olan toplumlar Sümer bütünlüğünden ayrılarak kendi kimliklerini ve unvanlarını kazandılar. Merkezi koruyucu idarenin ortadan kalkması ile birlikte aynı otoritenin altında birleşemeyen bu toplumlar, hükümdarlarının isimlerini alarak kendi kimliklerini edindiler ve kendi merkeziyetçi yapılarını muhafaza ederek tarih sahnesine müstakil birer toplum olarak çıktılar. Bu toplumlardan Asşur’a bağlı olanlar Asurlular, Arpadşad’a bağlı olanlar Araplar, Aram’a bağlı olanlar Aramiler, Elam’a bağlı olanlar Elamlılar, Türk’e bağlı olanlar Türkiler olarak tanımlandılar. Sümer toplumu asli unsur olan Afanasyevo insanları tarafından kurulmuşlardı ancak devletin asli unsurları olan Afanasyevo insanları (Turanid Kavİm), Sümer devleti sonrasında bir kısmı yerleşik kalarak Mezopotamya’nın yerlileri olmuş, bir kısmı ise bu coğrafyadan göç ederek farklı medeniyetleri tarih sahnesine çıkartmıştır. Mezopotamyada kalmayın tercih eden Sümerliler Semitik kavimlerle yakın münasebet içerisine girerek günümüzdeki Ortadoğu kavimlerinin atalarını meydana getirdiler (Asurlar, Urartular, Elamlılar, Aramiler, Museviler, Ortadoğu Arapları, v.b.). Sümer Medeniyetinin yıkılmasından sonra burada kalmayıp göç eden Sümerliler ise sahip oldukları kadim kültürü (Afanasyevo Kültürü) Anadolu, Kafkaslar, İç Asya ve Balkanlara taşıyarak Ön Türk Kültürü olarak tanımladığımız Afanasyevo kültürünü dünya coğrafyasına taşıdılar. Bu sebeptendir ki Ön Türkler olarak adlandırdığımız Afanasyevo kültürünü taşıyan Turanid Kavmin izlerini tarih öncesi devirlerde çok farklı coğrafyalarda görebilmekteyiz. Kimmerler de Sümer Medeniyetinin yıkılması sonrasında vücut bulmuş ve tarih sahnesine çıkmışlardır. Sümer Medeniyeti, birliğini kaybettikten sonra Semitik kavimlerin (Akadlar) istilalarına maruz kalınca Mezopotamyayı terk eden Turanid Kavim üç farklı kola ayrılarak bölgeyi terk ettiler. Birinci kol doğu istikametinden İç Asya’ya göç ederek Hing-Nu’ları meydana getirdiler. Diğer bir kol Anadolu’nun içerisine girerek Batı’ya ilerlediler ve Etürks/Truska toplumlarını meydana getirdiler. Diğer bir kol ise Kuzey’e doğru ilerleyerek Kafkaslar ve Kuzey Karadeniz hattına göç edip Kimmerler’i meydana getirmişlerdir. Sümer Devletinin yıkılması üzerine Hazar Denizinin güneyinden Kafkaslar ve Doğu Avrupa hattına ulaşan Kimmerler, burada hem nüfuz hem de kültürel olarak büyük bir medeniyet inşa ettiler. Kimmerler’in en önemli yerleşim yerleri olan Kırım Yarımadası, Kimmer medeniyetinin derin izlerini taşımaktadır. Bu bölgede ortaya çıkartılan Kurganlar üzerinde yaş tetkikleriyle elde edilen bulgular Kimmerlerin bu bölgeye M.ö. 2000’li yıllardan itibaren yerleşmeye başladığını göstermektedir. Kırım ile birlikte Kafkaslar bölgesinde de yerleşik durumda olan Kimmerler, Tunç çağının taşıyıcı ve temsilcileri olarak ön plana çıkmışlardır. Kimmerler, Kafkaslar ve Doğu Avrupa hattına göç hareketlerine giriştiği dönemde bu bölgede Hint-Avrupa kökenli bazı küçük kavimler ve Yunanların ataları olan Akha’lar yaşamaktaydılar. Kalabalık kitleler halinde bu bölgeye göç eden Kimmerler, bu iki kavmin yaşam alanlarını daraltmışlardı. Kimmer baskıları nedeniyle yaşadıkları bölgeyi terk etmek zorunda kalan Hint-Avrupa kavimleri Avrupa’nın içlerine doğru kaydılar ve bugünkü Ukrayna bölgesine göç ettiler. Akhalar ise Batı Karadeniz hattını takip ederek önce Balkanlar sonra Yunanistan yarımadasına doğru göç hareketine giriştiler. Kimmerlerin Doğu Avrupa’ya ilerleyişleri, kendilerinden daha az sayıdaki bölge kavimlerinin göç etmelerine neden olarak Avrupa’da bilinen ilk kavimler göçünü meydana getirmiş oldu. Kimmerler, M.ö. 1300 ile M.ö. 800 yılları arasında Kafkaslar bölgesine yayıldılar ve yaşam alanlarını Volga nehrinden Dinyeper’e, Kırım’dan Doğu Avrupa bozkırlarının kuzey ormanlarına kadar genişlettiler. Kimmerlerin bu bölgede bıraktıkları en büyük miraslar ise Ahşap yapıdaki kurganlar ve ata mezarları olmuştur. Kimmerler hakkındaki arkeolojik buluntular, bu bölgede M.ö. 2000’li yıllardan itibaren yaşamaya başladıklarını göstermektedir. Kimmerler’in yazılı kaynaklarda karşımıza çıkması ise M.ö. 800’lü yılları bulur. Kimmerler ile yakın münasebet içerisinde bulunan Akha’ların Kimmerler hakkında elde ettiği bilgiler Antik Yunan tarih kaynaklarına yansımış, bu kaynaklarda Kimmer toplumu Kymmerioi/Kymmerio olarak telafuz edilmiştir. Kimmerler hakkında literatür olarak ifade edilebilecek ilk kayıtlar Homeros tarafından kaleme alınmıştır. Antik Yunan Tarihçisi Homeros, Kimmerlerin Yer Altı Tanrısı Hades’in karanlık gölgelerinde yaşadıklarını ifade eder. Homeros’un bu ifadesi, Kimmerlerin dönemin en güçlü toplumlarından olan Antik Yunan kavimler üzerindeki ürkütücü etkisini göstermektedir. Diğer bir Yunan Tarihçisi Heredotos ise İskitler ve Kimmerler hakkında önemli bulgular kaydetmiştir. Heredotos, Kimmerler’in Volga - Dinyeper havzasının ilk sakinleri olduklarını belirtir. Diğer bir Antik Yunan Tarihçisi Strabon ise bu bilgileri teyit eder. Kimmerlerin İskit istilalarından sonra Kafkaslardan çekilmesinden sonra bu bölgeye yerleşen Antik Yunan toplumlar, bu bölgelere Kimmerikum, Kimmeris, Kimmerike gibi adlar vermişlerdir. Hatta günümüzde Kerç boğazı olarak bilinen Kırım Körfezi, bu tarihlerde Bospuruk Kimmerius yani Kimmer Boğazı olarak adlandırılmaktadır. İtil-Dinyeper bölgesinde 1300 yıl gibi çok uzun bir süre yaşamış olan Kimmerler, elbette bu bölgede derin izler ve benzersiz miraslar bırakmışlardır. Kalabalık kitlelerle bu bölgeyi yurt edinen Kimmerler, bu süre zarfında büyük bir tehditle karşılaşmamış ve yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kalmamışlardı. Kimmerlerin Doğu Avrupa bozkırlarında yaşadıkları dönemde Anadolu, Sümer Devleti sonrası önemli demografik gelişmelere sahne olmuştu. Sümer Devleti sonrasında ortaya çıkan Asurlular güçlenmiş ve Doğu Anadolu hattında büyük bir medeniyet haline gelmişlerdi. Lidyalılar ise Batı Anadolu topraklarında dönemin en zengin ve müreffeh medeniyetini inşa etmişlerdi. Bir şehir devleti olan Urartular ise güçlenmiş, Doğu Anadolu hattında yayılmaya başlamışlardı. Kimmerler, yaşadıkları coğrafyada büyük bir tehditle karşılaşmadan varlıklarını 1300 yıl gibi uzun bir süre devam ettirebilmişlerdi ancak bu dönemde ortaya çıkan Demografik gelişmeler nihayet Kimmerleride etkileyecektir. M.ö. 8. Yüzyıl Anadolu medeniyetlerinin birbirleriyle mücadelelerine sahne oluyordu. Benzeri bir tezahürde İç Asya’da meydana gelmekteydi. Kimmerler’in de ataları olan Turanid Kavim, Sümer Medeniyetinin yıkılmasından sonra üç kola ayrılmış, bir kolu Batıya göç etmiş ve zamanla tarih sahnesinden silinmiş, bir kolu kuzeye göçmüş ve Kimmerleri meydana getirmiş, diğer bir kolu ise güneşin doğduğu yöne doğru göç ederek Asya Türkleri olan Hing-Nu’ları meydana getirmişti. Doğuya göç eden bu Turanid kavim, Çin hanedanlığı ile komşu olmuş ve bugün Türkistan olarak anılan bölgeyi 1000 yıl gibi uzun bir süre yurt edinmişti. M.ö. 9. Yüzyıl, İç Asya için büyük Kuraklık dönemi olarak anılmaktadır. Taklamakan çölünün sıcak ve kurak iklimi Kuzey bozkırlarına yayılmaya başlamış ve bu kuraklık konar-göçer bir yaşam geliştirmiş, geçimini hayvancılıktan sağlamakta olan Asya Turanidlerini fevkalade olumsuz yönde etkilemişti. Yaşanan kuraklık nedeniyle bozkırlara ihtiyaç duyan bu kavim göç etmek zorunda kaldı ve kalabalık kitleler halinde Batıya doğru uzun bir göç yolculuğuna çıktılar. Tarihe İskitler (Sakalar) olarak kaydedilen bu toplum atlı süvarilere sahip, konar göçer yaşam tarzlarıyla hızlı hareket edebilen ve oldukça kalabalık bir kavimdi. İskitlerin M.ö. 9. Yüzyılda başlayan göç hareketleri ile Doğu Avrupa ve Kafkaslar bölgesine ulaşmaları Kimmerler toplumunun sonunu hazırlayan temel etken olmuştur. İskitler, M.ö. 9. Yüzyılda başlayan göç dalgaları ile Hazar Denizinin kuzeyini geçip İtil nehri boylarına dayandıklarında bu bölgenin 1000 yıllık sakinleri olan Kimmerler, Atlı orduları, tekerli çadırları ve kalabalık kitleleriyle İskitler’in taarruzlarına karşı koyamaz durumdaydılar. Güçlü silahları olan ve savaşçı bir toplum özelliği taşıyan Kimmerler, İskitler gibi nüfus olarak kalabalık olsalar da Savaşın hayatın doğal bir tezahürü haline geldiği İç Asya’dan kopup gelen, Atlı süvarilerle çok hızlı hareket edip konar-göçer yaşama alışmış olan İskitlerin akınlarına karşı koyamadılar. İskit akınları kısa süre içerisinde tüm Kimmer şehirlerini sardığında Kimmerler, 1000 yıllık yurtlarını terk edip göç etmek zorunda kaldılar. Müstakil bir Ön Türk toplumu olan Kimmer Medeniyetinin Doğu Avrupa bozkırlarındaki hâkimiyeti, yine başka bir Ön Türk kavmi tarafından ortadan kaldırılıyordu. Birbirleriyle yüzlerce yıl boyunca irtibat kurmamış, on binlerce kilometre uzakta, farklı iklim ve coğrafyalarda yaşamış olan bu iki Turanid Ön Türk Kavmi, aradan geçen asırlara ve mesafelere rağmen şaşılacak derecede benzerlikler taşıyorlardı. İskit ve Kimmer araştırmacıları, bu iki toplumun arkalarında bıraktıkları kurganlar, çömlekler, vazolar ve savaş aletlerini incelediklerinde birbirlerinden ayırt edilemeyecek kadar benzeş olduklarını tespit etmişlerdir. Aradan geçen asırlar, kültürel teması engelleyecek coğrafi mesafeler ve siyasi tezahürlere rağmen bu iki toplumun aynı kültürün ve aynı kavmin bakiyeleri olduklarını açıkça görebilmekteyiz. İç Asya’dan gelen yoğun İskit akınları Kimmerler’i bu bölgeden güneye doğru sürmüş, Urartu topraklarına kadar ilerlemek zorunda kalan Kimmerler, yeni bir tehditle yüz yüze gelmiştir. Kimmerler, Urartular ile hâkimiyet mücadelesi içerisine girmek zorunda kalmışlardı. Urartular ile Kimmerler arasındaki ilk savaşlar M.ö. 800’lü yıllarda meydana geldi. Asur kaynaklarında bahsi geçen bu mücadeleler, Asur Kralı 2. Sargon’un oğlu Senherib tarafından Krala bildirilmiş, Kimmerler’in Urartuları ağır bir mağlubiyete uğrattıkları belirtilmiştir. Urartu Kralları 1. Argisti ve 2. Sarduri, Kimmerler’in taarruzlarıyla ilgili tuttukları kayıtlarda Kimmerler’in kalabalık bir orduya ve güçlü silahlara sahip olduğunu, Urartuların bölgedeki hâkimiyetleri için tehdit oluşturmaya devam ettiklerini kaydetmişlerdir. Urartu sınırlarına dayanan Kimmerler, Karadeniz Hattının kuzeyindeki hâkimiyetlerini tümüyle yitirmiş durumdaydılar. Kimmerler’in Urartularla M.ö. 800’lerde başlayan mücadeleleri M.ö. 700’lü yıllara kadar artarak devam etti. Urartu topraklarına giren ve gideren güçlenen Kimmerler bölgede önemli bir güç unsuru haline gelmişlerdi. Kimmerler yalnızca Urartular için değil bölgenin en güçlü Krallığı olan Asurlular içinde tehdit oluşturmaya başlamıştı. Kimmerler, M.ö. 714 yılında Urartuları büyük bir yenilgiye uğratarak Doğu Anadolu hattını kırıp Kumuh(Adıyaman), Meluddu(Malatya), Tabal(Nevşehir), Şubria(Diyarbakır), Habuşya(Ereğli) şehirlerine girdiler. İç Anadoluya kadar ilerleyen Kimerler, buradan da Kuzey’e doğru yayılıp Sinope(Sinop) şehrini ele geçirdiler. Kimmerler’in Anadolu’nun içlerine doğru ilerleyişleri kalıcı olamadı. Zira Asurlar ve Anadolu’nun batısında hüküm süren zengin Lidya Krallığı arasında kalan Kimmerler, bu bölgelerden çekilmek zorunda kaldılar ve Sinop şehrini merkez yaparak Güney Karadeniz’i kendilerine yurt edindiler. Anadolu içlerinde ilerleyemeyen Kimmerler, Güney Karadeniz hattı boyunca genişleyerek Herakleia Pontika(Karadeniz Ereğlisi) ve Trapezos(Trabzon) bölgesine kadar olan geniş coğrafyada söz sahibi duruma geldiler. Önce Kafkaslardan sürülen, ardından Urartu sınırlarına dayanan ve İç Anadoluya giren ancak burada da tutunamayan Kimmerler, Güney Karadeniz bölgesine yerleşebilmişlerdi. Ancak Kimmerler’in bu bölgedeki hakimiyetleri de uzun sürmedi. Kimmerler’i Kafkaslardan çıkartan İskitler bu kez Doğu Karadeniz hattı üzerinden Anadolu’ya girmişlerdi. İskitler ile Kimmerler’in Güney Karadeniz hattı boyunca giriştikleri hâkimiyet mücadelesi sonuç vermedi. İskitlere karşı galip gelemeyen Kimmerler, çetin savaşlar sonunda mağlup olarak burayı da terk etmek zorunda kaldılar. İskitler, Kimmerlerden sonra Urartular ile mücadele içerisine girişmişlerdi. Kimmerlerin hükümdarı olan Dugdamme, İskitlerle Urartular arasında yaşanan mücadelelerden fırsat bularak tekrar İç Anadolu’ya girdiler. Bu dönemde Orta ve Güneydoğu Anadolu Frig Krallığı tarafından yönetilmekteydi. M.ö. 750’li yıllarda Balkanlar üzerinden Anadolu’ya giren ve İç Anadolu bölgesinde güçlü bir krallık kuran Frigler, bulundukları coğrafyaya yarım asırdır hükmediyorlardı. Kimmerler, Karadeniz hattındaki hâkimiyetlerini kaybedince Frig başkenti Gordion’a girdiler ve büyük bir mücadele sonucunda şehri ele geçirdiler (M.ö. 696). Kimmerler, İskitlere karşı galip gelememişlerdi ancak önce Urartuları zayıflatmış, sonra Frig Krallığını yıkarak İç Anadolu’da yeni bir yurt edinmişlerdi. Kimmerler, bu büyük başarıya rağmen burada da tutunamadılar. Asur Kralı Habuşna, Kimmerlerin İç Anadolu’daki hâkimiyetlerinin güçlenmesine izin vermedi ve ordusunun başına geçerek Kimmerler üzerine büyük bir sefere çıktı. M.ö. 679’da Harekleia Pontika (Karadeniz Ereğlisi) şehrinde gerçekleşen bir savaş sonrasında büyük bir yenilgi alan Kimmerler, İç Anadolu’yu da terk etmek zorunda kaldılar. Son Asur saldırısı Kimmerlerin bölgesel hâkimiyetinin sona ermesine sebep oldu. Zira İskitler, Urartular ve Friglerle mücadele ederek zayıflamış, bölgenin en güçlü Krallığı olan Asurluların son taarruzundan sonra çöküş sürecine girmişlerdi. Asurlar ile mücadele edemeyen Kimmerler, istikametlerini daha batıya, Lidya Topraklarına çevirdiler. Bu tarihlerde Lidya Krallığı Batı Anadolu’da büyük bir güç haline gelmişti. Oldukça zengin ve müreffeh bir yaşantıya sahip olan Lidyalılar, Parayı icat etmiş ve ticaretle de zenginleşmişlerdi. Kimmerler, Lidya topraklarına girdiklerinde Lidya Kralı Gyges, Asur Kralı Banipal ile ittifak kurarak Kimmerler’e karşı güç birliği yapmışlardı. Birkaç Lidya Şehrine girebilen Kimmerler, Asur ve Lidya ordularının ağır mukavemetine karşı koyamayıp mağlup oldular (M.ö. 657). Ancak Kimmerler bu yenilgiden kısa bir süre sonra tekrar Lidya topraklarına girerek büyük bir başarı elde ettiler ve Lidya başkenti Sardes’i almayı başardılar. Lidya Kralı Kimmerlere karşı giriştiği savaşta ölmüştü. Yerine geçen oğlu Ardys, Kimmer’lere karşı Asur Kralıyla yeniden işbirliği yaptı. Bu işbirliği neticesinde Kimmerler Sardes’den çıkmak ve hatta Lidya topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Bir süre İç Anadolu bölgesine çekilen Kimmerler, M.ö. 638 yılında tekrar Lidya topraklarına girdiler. Lidya, Kimmerlere karşı koymak için yine Asurlular’ın desteğini almıştı. Kimmerler ise bölge halklarından olan Traklarlar ile ittifak kurdular. Traklar, Hint-Avrupa toplumu olan ve Tunç Çağından bu yana Doğu Avrupa üzerinde kalabalık kitlelerle yaşayan kalabalık bir kavimdi. M.ö. 650’li yıllarda Balkanlardan inerek İstanbul üzerinden Anadoluya girmişler ve burada mühim bir güç haline gelmişlerdi. Kimmerler Traklar ile işbirliği yapınca Asurlulardan yeterli desteği bulamayan Lidya Kralı Ardys, Kimmer akınlarına karşı koyamadı. Kimmerler, Traklardan aldıkları destekle önce Sardes’i, ardından Krallık sarayının bulunduğu Akropolis dışındaki tüm Lidya kentlerini kuşattılar. Buradan da Ege kıyılarına ulaşıp Ephesos (Efes), Menderes Magnasitası, Myos, Priene, Lebedos, Melia ve Miletos bölgelerine kadar ilerlediler. Ancak burada uzun süre kalamadılar ve esas yurtları olan Kapadokya’ya geri döndüler. Kimmerler’in Lidya krallığı üzerindeki baskısı bir süre daha devam etti. Bu süre zarfında Kimmer taarruzlarına maruz kalan Lidya şehirleri Kimmerlerin yağma akınlarına maruz kaldı. Kimmerlere karşı kesin bir başarı kazanamayan Lidya Kralı Alyatles, tekrar Asur Kralından yardım istemek zorunda kaldı. Asur Kralının M.ö. 630 yılında yaptığı son sefer Kimmerler için yıkım getirdi. Büyük bir bozguna uğrayan Kimmerler, aldıkları ağır mağlubiyetten sonra tekrar toparlanamadılar. Kimmerler bu tarihten sonra varlıklarını devam ettirip Lidya Krallığı için tehdit oluşturmaya devam etseler de M.ö. 595 de yapılan son savaş Kimmerler’in sonunu getirdi. Lidya Kralı Alyatles, Kimmerleri büyük bir mağlubiyete uğratıp topraklarındaki Kimmer tehdidine son verdi. Kimmerler, M.ö. 595’de aldıkları son mağlubiyetten sonra Lidya topraklarında barınamadılar ve düzensiz şekilde göç hareketlerine girişerek Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldılar. Kimmerler’in bir kolu İstanbul üzerinden Balkanlar ve Macar Ovasına ulaştılar ve M.ö. 500’lü yıllarda tekrar ortaya çıktılar. Diğer bir kol ise Doğu istikametinde göç hareketine girişerek Hazar Denizine, oradan da eski yurtları Kırım’a göç ederek İskit toplumu içerisine karıştılar. Göç hareketinden sonra müstakil varlıklarını devam ettiremeyen Kimmerler, güçlü kültürlerini Doğu Avrupa hattı boyunca yaşamaya devam etseler de bölgedeki halklar ile kaynaşarak asimile oldular. Buna rağmen arkalarında kadim kültürlerinin izleri bıraktılar ve yüzlerce yıl sonra Kuzey Karadeniz boylarına ulaşan soydaşları Peçenekler, Kıpçaklar ve Uzlar Atalarının topraklarına yerleşerek bir bakıma ata miraslarına sahip çıktılar. http://www.turktarihim.com/Kimmerler.html Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Aralık 17, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 17, 2016 kitap önsözü: Türk Halklarının Kökeni https://1.bp.blogspot.com/-PlQ_ASAkc-w/UgtcaZQ2saI/AAAAAAAAMW4/DMZI7nObSTM/s1600/t%C3%BCrk+halklar%C4%B1n%C4%B1n+k%C3%B6keni.png said: Kazi Laypanov , İsmail Miziyev SELENGE YAYINLARI Batılının, üstün beyaz efendinin ataları Milattan binlerce yıl önce dünyanın her yerinde olabiliyor; her yer onların, her şey onların. Onların tarihi, uygarlıkları, kültür ve gelenekleri incelenmeye, ama yalnızca onlar tarafından incelenmeye değer. Diğerlerinin hepsi "kenar mahalle çocukları"dır. Tarihleri, kültürleri, uygarlıkları incelenmeye dahi değmez. Hepsi barbar, yağmacı, vahşi, aşağılık, maymun ırkına yakın bir ırktandır. Hitler gibi Frankenştaynların doğmasına yol açan "Ari ırk" teorisine göre, Avrupa'nın tamamı, Orta Asya, Afganistan, İran, Hindistan, kısacası her yer Vedaların yanlış okumasından kaynaklanan hayali bir ırkın, Arilerin yani bugünkü "beyaz efendi" Batılıların atalarının yurdudur; Türklere ise yalnızca Ural-Altay etekleri verilmiştir. Tarihte o bölgenin dışında yaşayan Orta Asya halkları Türk değil, İran kökenlidir; dilleri de İranî bir dildir. Kısacası İskitler, Alanlar, Avarlar, Toharlar Türk'ten başka bir kökene bağlansın da, nereye, kime bağlanırsa bağlansın, önemli değil. Yeter ki, Türk oldukları ret ve inkâr edilsin. Batılı beyaz efendi böyle istiyor, böyle söylüyor. Bizdeki tarihçi geçinen bazı "alien'ler de onların söylediklerini papağan gibi tekrarlayarak, zahmetsiz çocuk sahibi oluyorlar. Ama bu temelsiz iddialar bir yerde geri tepecek ve itirazlara yol açacaktı. İşte, elinizdeki bu eser de işaret edilen geri tepme ve itirazın bir ürünüdür. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
unity100 Mesaj tarihi: Aralık 31, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 31, 2016 https://en.wikipedia.org/wiki/Genetic_studies_on_Turkish_people 5% lik orta asya geni bulmak zor su dagilimda. ...... zaten bir kac yuz bin gocmenin koskoca bir cografyanin genetik yapisini degistirmesi mumkun olmazdi. anadoluda olan sey, roma sonrasi britanyada oldugu gibi isgal eden savasci azinligin kendi kulturunu dayatmasi ve yerel halkin elitlerinden baslayarak bu kulturun kabullenilmesi. kultur derken zaten degiserek gelmis kultur tabi iyice degisiklige ugrayarak oturuyor. onca anglosakson milliyetciligi yapilirdi, son zamanlarda yapilan onemli bir calismaya gore Ingilterede en anglosakson gen yogunlugu olan yerler yuzde 35 ten falan yukari cikmiyor imis. https://www.theguardian.com/science/2015/mar/18/genetic-study-30-percent-white-british-dna-german-ancestry Ki o da en farkli, standart sapmanin en disinda, vikinglerin goc ettigi orkney adalari. En cok anglosakson goc alan bolgelerde germanic gen yuzde 20 civari. Ozetle Britanya hala kelt. yuzde 70 ila 80 arasinda kelt. bede ve bede gibi kilise yazarlarinin anglosakson isgalini anlatirken abartarak, ucarak, 'anglosakson paganlar herkesi olduruyor yok ediyor, bunun suclusu da dini boslayan krallar ve soylular' diye yazip hristiyan kilisenin onundeki en buyuk politik ve sosyal tehdit olan paganlasmanin onunu alma amaci tasimis olmalarindan yuzyillarca 'anglosaksonlar geldi isgal etti oburlerini ortadan kaldirdi' hezeyani devam etmis. gercek o ki dunya tarihinde bu sekilde ortadan kaldirma ve yerini alma cok cok ender gerceklesmis. anadolunun durumu da cok farkli degil. hititlerin atalarinin anadoluya gocup kendilerini bolgedeki hatti halkinin kimligiyle karisik tanimlamaya baslamalarindan kendilerine oguz diyen kabilelerin goclerine. nitekim bu kabilelerin gocuyor olduklari zaman bile orta asya ile, turkistanla kulturel ve genetik baglari ucmus gitmisti. gur sakal sac biyik Farsi gorunumlu kaganlarin Bilge Kagan, Kul Tigin ile hicbir benzerligi yok. aynen Bahceli Turkmenistana mi ne gittiginde ulkenin baskaninin bunlari havaalaninda karsilarken "Turk diyorsunuz kendinize. turk sizin gibi kara kasli kara gozlu mu olur. Bizim gibi cekik gozlu olur" deyip adamin apar topar geri donmesine neden oldugu gibi. 5-8 sene once bir arastirma yayinlanmisti turkiyede. Kayseri civarinda bulunan bir mumyanin genetik analizi yapilmis. Yakindaki koyde bugun yasamakta olan koy ahalisi ile yuzde 100 denklik cikmis genetikte. yani karisma yok, su yok bu yok goc eden gelen yok, koydeki insanlar SEKIZ BIN sene once orada yasamis olan adamin direkt torunlari. sekiz bin senedir oradalar... adam direkt dedelerinin dedelerinin .... dedesi... Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 1, 2017 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 1, 2017 Arkadaş ırkçılık yapıyor... Hemde genetik ırkçılık, kafatası ölçmenin birtık üstü Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Max Damage Mesaj tarihi: Ocak 1, 2017 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 1, 2017 Yok liberal solcular Anadolu'da Türk yoktur derse bilimsel gerçek kabul ediliyor o. Yakutistan'daki kabilelerle Toroslardaki, İç Ege'deki adam ortak kelimeler kullanıyor. Hem de öyle Deus-Zeus-Jesus gibi zorlama bağlantılar değil, direkt kelimeler var. Anadolu aleviliğindeki cem töreni, kadın erkek semah dönme geleneği Doğu Türkistan'da Uygurlar tarafından aynı şekilde yapılıyor. Kafkaslardan, Trakya'dan ve Güneydoğu'dan dışarı adımını attığında bu kültür benzerliği seyreliyor. Yani Türklerin nüfusu senin dediğin gibi %5 olsaydı Anadolu'dan adımını attığın anda kültür bu kadar çabuk değişkenlik göstermezdi. Örneğin Türklerin nüfus olarak az olduğu ama askeri güçle yönettiği Mısır'da Orta Asya kültürünün izine rastlanmaz. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 her şeyi geç basit matematik yapalım: alp arslanın malazgirt ordusu, 10.000 kişi olsun, -bunların ana babalı var illaki, +x2, +20.000 kişi -en az bir kardeşi olsun ve bunların yarısı orduya katılmasın +5.000 -orduda olmayan en az bir dayı, bir amcası olsun +10.000 -bu dayı ve amcaların eşleri olsun +10.000 -bun dayı ve amcaların yarısının en az 1 çocuğu olsun yarısı orduda olsun +2.500 -bu dayı-amca eşlerin anaları var +10.000 -bu kadınların babalarının yarısı orduda olmasın +5000 -bu eşlerin yarısının en az bir kardeşi olsun +5000 -bu orduya katılan askerlerin hala veya teyzesi olsun +10.000 -bu hala veya teyzenin kocalarının yarısı orduda olmasın +5000 -bu hala ve teyzenin, amca veya dayısının yarısı orduda olsun +2500 -bu ordudaki askerin yarısı evli olsun +5.000 -bu askerlerin yarısının en az bir çocuğu olsun +5.000 ... evet haklılar, alp arslanın malazgirt ordunun kedisi ve yakın akrabaların toplamı 100.000 kişi yapıyor :) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
paparnoz Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 Unity sadece genetik araştırmanın en wikipedia bölümünü atıp gitmiş. O kısmı ben tamamlayayım. Mısır, Memlük ve Osmanlı hakimiyeti altında kalmış olmasına rağmen kültür arap kültürü olduğu için Türk kültürü baskın gelememiş. Örneğin Suriye, K.Irak'ta Osmanlı yönetimi altında ama Türkçe konuşan nüfus pek az. Bu Arapça'nın dini ve kültürel bir dil olmasından ileri geliyor. Aynı şekilde İran'da Türk hükümdarlar tarafından yönetiliyor ama hala ekseriyet farsça konuşuyor. Baskın bir yapısı var Arapça'nın ve bir kültür dili. İşte burada Anadolu'nun öznel durumu giriyor. Anadolu'nun Türkleşmesi aslında beylikler dönemi ile başlıyor. Anadolu beylikleri kısa süreli hakimiyet kursa da her bey kendi çehresinde kendi dilinden anlayan insanlarla iletişim kuruyor. Diğer taraftan medreseler Orta Asya kökenli hocalarla dolup taşıyor. Özbekistan bu açıdan önemli bir kültür merkezi buradan anadolu'ya yeni medreselerle beraber yeni hocalar göçüyor. Yani her bey mutlaka bir cami ve medrese yaptırıyor (Ortaçağ'a ait yüzlerce cami ve medrese var sadece beyliklerle ilintili), bu cami ve medreseler için vakıflar kuruluyor, bu vakıflara sufi-yesevi geleneğinden hocalar gelip ders vermeye başlıyor. Yani Türkçe bir kültür ve üst dil halinde yaygınlaşmaya başlıyor. Bu üst dil kimliği hakimiyetin pekişmesi ile beraber halka sirayet etmeye başlıyor ve Türkçe yaygın bir dil haline geliyor, kimlik ise dediğim gibi Ahmet Yesevi geleneğinin anadolu'da yayılması ile beraber geniş bir alan buluyor. Dahası Osmanlı döneminde uygulanan iskan siyaseti (Heath Lowry'nin Trabzon şehrinin islamlaşması ve türkleşmesi kitabını öneririm) bu süreci hızlandırıyor. Böylece geniş patronaj ağları olan ve Anadolu'nun her sathına yayılan bir kültürden bahsediyoruz. Bu bir başarıdır. Yani çok az bir popülasyonla çok geniş bir popülasyona kendi kimliğini empoze edebilmek hemde yeterli yazılı edebiyatın ve alimin olmamasına rağmen. Bu yeni Türk kimliği Orta Asya'dan esintiler taşısa da fazlasıyla yerel. Mesela ağız ve lehçeler diyoruz. Bu ağız ve lehçelerin Karadeniz'de farklı, Ege'de farklı, Trakya'da farklı olmasının sebebi oradaki popülasyonların eski etnik kimlikleri ile ilintili. Yani nasıl bir Hintli 'nin ingilizce konuşmasından kimliğini çıkartabiliyorsak ağız ve lehçelerden bunu çıkartabilmek pekala mümkün. Diğer taraftan dinsel anlayış ve algılayıştaki farklılıklar mesela Ege yöresinde ölünün ağzına para koyma gibi enteresan adetlerin kökenleri ortada. Fransız İhtilali ve sonrasında gelişen Milliyetçilik akımı sonrasında bu bahsettiğimiz Anadolu tipi Türklük, Ziya Gökalp'ın Durkheim Sosyolojisinden etkilenerek kurumsallaştırdığı Türk-İslam Sentezi ve İttihat ve Terakki'nin bu kimliği bir milli kimlik olarak benimseyip, Anadolu halkına giydirmesi ile beraber bambaşka bir Kimliğe bürünüyor. Şimdi tabii ben bunları söylüyorum ama bana karşı gelecek arkadaşlar maalesef Ziya Gökalp'in - Türkçülüğün Esasları kitabını dahi okumadıkları için ne dediğimi tam idrak edemeyecekler. Bu tip milliyetçilikle beraber filolojik incelemeler neticesinde Orta Asya bağına ve öze dönme muhabbeti başlıyor. Etnik temizlik, Kitlesel sert Asimilasyon, Yer isimlerinin değiştirilmesi gibi bir yığın "modern" asimilasyon politikaları devreye giriyor. Mesela http://nisanyanmap.com/ bu haritadan girip şehir, köy ve mezra isimlerinin etimolojik kökenlerine bakabilirsiniz. Daha net bir örnek vermek istiyorum, bugün Türkmenistan'da yer alan Qara Qum Sahrası var. İsme bakın Kara Kum (Qara Qum veya Gara Gum) şimdi bu ismi buraya kimin verdiği ortada değil mi ? bu isim Çinli değil belli. http://www.nisanyansozluk.com/ Nişanyan'ın kaynakları tarayarak oluşturduğu sözlüğünde de Kara ve kum sözcüklerine baktığımızda eski Türkçe olduklarını görüyoruz. Ama şimdi Ankara, Kayseri, Antalya, Alanya, İzmir, Trabzon, Amasya, Rize vs. bunların hiçbirinin Türkçe olmadığı aşikar değil mi ? Dahası köy ve mezralara girdiğimizde daha da enteresan manzaralarla karşılaşıyoruz. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Suark Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 güzel yazmışsın paparnoz ama zaten şehirler zaten var olan, türkler tarafından kurulmamış şehirler. Hepside türklerin anadoluya gelişinden eski yerler. Ama mesela benim köyümün adı alattin. Alattin keykubat(artık hangisi bilmiyorum) tarafından kurulduğu için bu isim verilmişmiş. Belkide göçebe oldukları için gittikleri yerlerin kültürlerini önemsiyordur türkler, sonuçta adaptasyon varlığını sürdürebilmek adına çok önemli bir kriter. İkinci bir noktada, hüküm sürdüğü yerlerde kasıtlı olarak kendi kültürünü yaymamış olabilir. Hep macaristan örneğini veriyorum bu konuda. Macaristan 150 sene osmanlı himayesindeyken hiç isyan yok. Ancak avusturya ve rus himayesindeyken isyanlar var. Ki daha kısa sürelerde hüküm sürüyorlar.Egemenliği korumak adına, yerel halka çok karışmamanın bir strateji olduğunu düşünüyorum. Bu arada bi dip not geçeyim, yani bu sadece gözlem ama, biz araplara 1 benziyorsak farslara 10 benziyoruz. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
paparnoz Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 Köyün en eski hangi kaynakta nasıl geçtiği önemli. Bunun için tahrir defterleri vs. var 18. ve 19.yy'da çok fazla yerleşim adı Türkleştiriliyor. Bingöl'deki alaaddin köyü'nün bir zaza yerleşimi olduğuna dair bilgi edindim. O mu ? Bilmiyorum ama zazalar, irani bir halk doğal olarak İranlılara benzemeleri doğal. Ancak koskoca Alaaddin'in gidip iki üç köye kendi ismini vermesi biraz komik duruyor muhtemelen köy adı 18.yy'dan sonra değiştirilmiş. Babana veya dedene köyün adına dair rivayetleri sorarsan daha net bilgi edinirsin diye düşünüyorum. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Suark Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 yok denizlide. Bizimkiler azeri göcmeni zaten. Ama genel olarak, herhangi bir türk (yada türkiyede yaşayan insan) çok iyi blend olur burada. Baba ve dededen gelen bilgi aslında bu, babam küçükken (1950 ler) her sene 1 kere alattin keykubatın mezarına giderlermiş. işte 1-2 hafta orda kalır orada bir tür panayır yaparlarmış. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 "şu çok büyük bir Popülasyon" geyiği bir bitsin, arap-doğu roma savaşı yüzünden sivas ve doğusunun nüfusu çok kırılıyor, artı malazgir savaşı sonrası çıkan isyanda yine orta onadolunda önemli bir nüfus kaybı oluyor ve o zamanlarda türkler bölgeye yerleşmeye başlıyor, buraya koydum isyanın bastırılması karşılığında bu imtiyaz alınıyor bizanstan. anadolu en yoğun nüfusu o zamanlar ermeniler ve anca sivas civarına kadar göç edebiliyorlar onlarda yine buraya koymuştum, galatlar kitabından alıntı, orta anadolu, romanın gelişinden çok önce, türklerin gelişine kadar galatya olarak anılıyor ki ondan sonra ismin değiştiğini bir frasız belirtmiş, -isyan sonrası çoğu ortadan kayboluyor- alıntı burada veya diğer konuda var, doğunun kuzey tarafları, dağlık ve tepelik alanlar ermeni popülasyonu var, zaten o bölgeler ile ne persler ne iskender ne roma uğraşmamış, ilk göç geldiği gibi duruyor, güneydoğu ise islam imp etkisi ile diyarbakırın da işgali ile arap bölgesi, osmanlı oraları feth edene kadar, sonra zaman yavuz zamanı doğunun bütün popülasyonu değişiyor -mesela az türk tezleri yavuz zamanı yapılan işlerden hiç bahsetmiyor, hangi topraklar kimler atılmış, kimler yerleştirilmiş... bunun dışında roma zamanın romanın da bir çok iskan politikaları var, doğudan batıya çok aşiret ve nüfus taşımış yerel isyan ve işgallere karşı ha böyle olunca anadoluda hangi nüfus yoğunluğundan bahsediyorsunuz? bu güne bakıp geçmiş için tahmin yapmak eksik bilgi ile yine yanlış, ermeni ve rum çetelerin öldürdüğü insanlar var, bunun dışında yavuz zamanı ve sonrası devletin ve kürtlerin öldürdüğü sürdüğü tonla insan var, bunların dışında sonradan islam olan veya türk olmasına rağmen ortodoks olan tonla adam var. ve yine hal böyle olunca nasıl bir matematik ve mantık ile gelen 100k adamın içinde erdiğinden bahsediyorsunuz? -100k ise ayrı terane zaten- mısır gibi nüfus fazlası olan bir yer değil anadolu, öyle olsa zaten doğu roma o nüfusu kullanırdı, yok olmazdı Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
paparnoz Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 Feamer sadece saçmalıyorsun. Akdeniz'de nüfus yoğunluğu olan bölgeler tarihsel olarak belli. Açıp biraz tarih okusan böyle saçmalama düzeyine ulaşman mümkün değil. Bana nüfusu bol, popülasyonu yüksek göçebe bir topluluk söyle. Var mı dünyada emsali ? Bedevilerde çok eşlilik yaygın olmasına rağmen coğrafi koşullar nüfuslarının çok artmasına müsaade etmemiş. Birde sürekli savaşan bir topluluktan bahsediyoruz. Akıl var mantık var bu kadar savaşan adamın göçebe koşullarında, kadın ve bebek ölümlerinin fazla olduğu ağır koşullarda nüfusunun Anadolu'dan fazla olması nasıl mümkün ? Böyle bir şey akla,mantığa, izana ters. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Suark Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 2, 2017 nufus erime işi pek zor, zira savaşlar iki taraflı oluyor. E kazanan taraf ( yani hayatta kalan taraf ) belli. Ama blend olmuşlar işte, buraya orta asyanın adetleri gelmiş burdaki adetler alınmış bir karma yaratılmış. Yani burda mesele genetik mi yoksa kültürel mi? Çalınan çalgılara, yazılan yazılara ve bestelenen şarkılara bakmak lazım (osmanlı öncesi özellikle). Etnik kimlik yapılan sanatla vs ortaya konur genetikle değil ki. Şimdi türkü al, almanyaya götür, tr den tamamen izole et, 2 jenerasyon sonra doğanlar alman artık türk değil. Genleri istediği kadar türk olsun. Ha tr den izole etmessen arada kalan almancı dediğimiz grup oluyor işte. Alman gibi yaşayıp türk gibi konuşuyorlar. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar