Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Şemdinli'de 2 haftadır neler oluyor? Bilen, okuyan, duyan var mı?


cetoritto

Öne çıkan mesajlar

Memleketin gazisi yarali olarak otobusle evine yollaniyor, hukumet Myanmar a yardim derdinde:

http://www.hurriyet.com.tr/planet/21198778.asp

Yardim etmeye karsi degilim ama insan once kendi vatandasina yardim eder. Myanmar a gosterdigi hassasiyetin yarisini sehit yakinlari ve gazilerimiz icin gosterselerdi...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:
Basın, üniversiteler, iş adamları, aydınlar bitti de şimdi sıra 1993 1995 yıllarında 778 gün Hakkari ve Kuzey Irak dağlarında 4000 Subay, Astsubay, 55 000 askeriyle zaman sınırı tanımaksızın,Pkk ile çarpışan, Hakkari Dağ ve Komanda Tugayı ve Hakkari Güvenlik Komutanı , şimdi ise Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanına mı geldi?


Bu adam 20000 kişilik ordu ile pkk yı yok ediyordu hani? 2 yılda 59k ile yapamamış. Ne değişti?

rahmetli dedem "dilin kemiği yok" derdi

edit:pardon yanlış yer. az da olsa konuyla alakalı
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Trias said:

said:
Basın, üniversiteler, iş adamları, aydınlar bitti de şimdi sıra 1993 1995 yıllarında 778 gün Hakkari ve Kuzey Irak dağlarında 4000 Subay, Astsubay, 55 000 askeriyle zaman sınırı tanımaksızın,Pkk ile çarpışan, Hakkari Dağ ve Komanda Tugayı ve Hakkari Güvenlik Komutanı , şimdi ise Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanına mı geldi?


Bu adam 20000 kişilik ordu ile pkk yı yok ediyordu hani? 2 yılda 59k ile yapamamış. Ne değişti?

rahmetli dedem "dilin kemiği yok" derdi

edit:pardon yanlış yer. az da olsa konuyla alakalı


Kan uykusu belgeselini izle o zaman derim, adam tam bitirecekken, Ankara'dan operasyon iptal, askerleri geri çek diye emir gelmiş o zamanın cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'den.

Ayrıca 20.000 özel eğitimli, bizzat benim eğittiğim gerilla tertibinde bir ordu ile yapacağım diyor.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

http://peakofeverything.blogspot.com/ (Siteden alıntıdır)


WOT geliyor üşenmeyin okumaya patiler...

Küresel Isınma OUT / Arap Baharı IN


Şimdi bu iki kavramın birbiriyle ne alakası var diyebilirsiniz. Bu iki kavram da yırtık dondan çıkar gibi kamuoyunda yer almış ve medya aracılığıyla halklara pompalanmıştır. Peki nedir ortak noktaları? Cevap şu, ikisi de global enerji krizine karşı alternatif çevrelerce ve elbette bu çevrelerin kendi çıkarları doğrultusunda geliştirilmiş olan "geçici" çözüm önerileridir.

Arap baharı adı verilen çözüm (yani ortadoğunun kontrollü destabilizasyonu adına Irak ve Afganistan işgallerinin ardından atılan bir sonraki adım) uygulamaya geçirilmiş, "küresel ısınma" gibi hikayelerinin ise kamuoyuna servis edilmesine artık pek gerek kalmamıştır. Son günlerde küresel ısınmadan eskisi gibi bahsedildiğini söyleyemeyiz. Arap baharı ise tüm dünyanın gündeminde ve ülkemizin sınırlarına dayanmış durumdadır.

Peki kimdir bu çözüm önerilerini ortaya koyanlar? Planladıkları ve yönettikleri süreçler, geleceğe dönük öngörüleri nelerdir? Onlarca bilimadamı bir yalanın peşinden neden koşup durmaktadır? Ortadoğu halkları neden karışıklığa ve kaosa sürüklenmektedir? Vaziyete en tepeden bakan gözlerin birbirinden bağımsızmış gibi duran bu iki soruya verebileceği bağlantılı rasyonal cevaplar elbette var. Televizyonda ahkam kesen birtakım dar vizyonlu fosillerin anlattıkları çoğu zaman büyük resmi anlamak için yeterli değildir.

Önceki yazılarda defalarca belirtildiği üzere dünyamız uzun yıllardır iki farklı anlayışın güç mücadelesine sahne olmuş, gücü sanal yöntemlerle temin eden anlayış global enerji krizi arefesinde patlak veren ekonomik küçülme (resesyon) sonucu kontrolü orta avrupa ekolünün güç unsurlarına ve bağımsız yerel güç odaklarına (yerel hegamonlara) bırakmak durumunda kalmıştır. 90'larda yüksek sesle dile getirilen "yeni dünya düzeni" modelinin öngördüğü tek elden yönetim modeli iflas etmiş, bu modelin tasarlayıcısı olan rockefeller, rotchild gibi ailelerin başını çektiği küresel sermaye hareketi çaresizlik içerisinde gidişatı izlemek durumunda kalmıştır. Bu iki ailenin son dönemde güçlerini birleştirme yoluna gitmeleri içinde bulundukları çaresizliği gözler önüne sermektedir.

Gücü reel yöntemlerle (silahlarla, ordularla, uçak gemileriyle...vb) temin etmeyi yöntem olarak bellemiş anlayışın günümüzdeki temsilcileri olan yerel hegamonlar ve bu yerel hegamonlara abilik yapmakta orta avrupa ekolü enerji akışı, petrol sahalarının güvenliği, ülkelerin iç tüketimleri gibi dünyanın yönetimine tekabül eden konularda son on yıldır tam anlamıyla söz sahibidir. Küresel sermaye hareketinin ve bu hareketin yerel taşeronlarının 90'lı yıllardaki etkinliği ise artık söz konusu değildir.

"Küresel ısınma" kavramı küresel sermaye hareketinin yaklaşan enerji krizine karşı önermiş olduğu bir çözüm önerisinin kamuoyuna halk tabiriyle yutturulma biçimini ifade eder. Küresel sermaye hareketinin ve bu hareketin yerel taşeronlarının 90'lı yıllardaki etkinliği artık söz konusu olmadığından "küresel ısınma" masalı aracılığıyla Ab ve Abd'nin enerji tüketimlerinin azaltımasına dair önerilen çözüm önerileri artık rafa kalkmıştır.

Kısaca özetlersek, Kyoto Protokolü denilen antlaşma "atmosfere salınan sera gazı miktarının azaltılması" ayağına Ab ülkelerinin ve Abd'nin iç enerji tüketimlerine sınırlama getirme çabasından başka bir şey değildir. Protokole göz attığımızda önemli bir ayrıntı göze çarpıyor. Çin ve Hindistan gibi bazı ülkeler anlaşmaya imza atsalar bile karbon salınımlarını azaltmak zorunda değillerdir.

Alıntı;

"BMİDÇS “ortak fakat farklılaştırılmış” sorumluluklar tanımlamaktadır. Ortak ülkeler;

- Tarihsel ve güncel küresel sera gazı salımının gelişmiş ülkeler tarafından gerçekleştirildiğini
- Gelişmekte olan ülkelerin kişi başı gaz salımlarının halen düşük olduğunu
- Gelişmekte olan ülkelerin küresel salımlarının sosyal ve gelişimsel ihtiyaçlarına göre artacağını

kabul ederler. Diğer bir deyişle Çin, Hindistan ve diğer gelişmekte olan ülkeler anlaşma gereklerinden muaftırlar çünkü şu andaki iklim değişikliklerine neden olan salımların ana sorumlusu değildirler. Kyoto Protokolünü eleştirenler gelişmekte olan ülkelerin ve özellikle Çin, Hindistan gibi ülkelerin yakın bir zamanda en fazla sera gazı salımı yapan ülkeler olacağını söylemektedirler."

Yani istenilen, Abd, Ab ülkeleri karbon salınımını (yani enerji tüketimini) azaltsın, Çin ve Hindistan gibi şişmekte olan balonlar özgürce karbon salmaya, ekonomik büyümeye (yani daha fazla enerji tüketmeye) devam etsin.

Şimdi can alıcı soru geliyor. Bu çifte standardın sebebi nedir? Cevap oldukça basit; yazının başında belirttiğim üzere farklı anlayışların global sorunlara farklı çözüm önerileri sunması çok doğal. Gücü sanal yöntemlerle temin etmeyi method olarak bellemiş bir anlayışı temsil etmekte olan küresel sermaye hareketinin (başbakanîn tabiriyle faiz lobisinin) mevcudiyetini ve yönetebilme yeteneğini sürdürebilmesinin yegane şartı sürdürülebilir ekonomik büyüme ve faizdir. Bugünlerde ekonomik büyümenin avrupa ve abd gibi doymuş pazarlar için sürdürülebilirliğinden söz etmek imkansız hale gelmiştir.

Ekonomik büyümenin en önemli şartı yeni aç pazarlar yani şişirilmekte olan balonlardır. Ab ve Abd gibi doymakta ve doymuş olan pazarların üzerine sifon çekilip, dünya üzerinde kalan doğal kaynakların son variline kadar şişmeye hazır aç pazarlara aktarılmasını sağlamak küresel sermaye hareketinin hayata geçirmek istediği bir plandı. 90'lardan itibaren bilimadamlarına papağan gibi "küresel ısınma" masallarını anlattıranlar, Greenpeace gibi "sözde" yeşil oluşumları örgütleyenler, bu konuda kamuoyu oluşturmak adına milyonlarca dolar akıtanlar rothchild, rockefeller gibi ailelerden yani küresel sermayeden başkası değildir.



Peki sonuç olarak ne oldu? Yıl 2012. Kyoto protokolünün koşullarını kabul eden ülkelere bakıyoruz; Abd? Hayır. Çin? Peki o halde kabak kimin başına patladı. İç enerji tüketimini hangi ülkeler "seve seve" azaltma durumunda kaldı. Zira yaklaşan enerji krizinin ekonomi üzerindeki etkilerinin batı halklarının ayaklandıracak seviyeye gelmeden mümkün olduğunca ileriye ötelenebilmesi adına birileri diyet ödemek zorundaydı.

Bugün ortadoğu halkları devletsiz olmalarının cezası olarak bu diyeti ödemektedirler. Kimileri taşeron olarak, kimileri ise iç karışıklıklar ve kaos ile boğuşarak. Birbiriyle savaşan "devletsiz" devletler esasında aynı diyeti ödemektedirler. Yaşamakta olduğumuz dönem ortadoğu halkları adına "ne kadar ekmek o kadar köfte" dönemidir.

Sıra geldi "arap baharı" mevusuna. Esasında bu baharın gelişi wikileaks belgelerinin bağıra çağıra sızdırılmasıyla (bir bakıma elden servis edilmesiyle) kendisini gelmeden evvel belli etmişti. Başta söylediğimiz gibi 90'larda dünyayı yöneten küresel sermaye hareketi 2000'lerin başından itibaren yeryüzünden tasfiye olmaya başladı ve dünyanın yönetimi orta avrupa ekolünün kontrolündeki yerel hagemonlara kaldı.

Yaklaşan enerji krizinden ve petrol zirvesi olayından da elbette birçok çevre yıllar evvelinden haberdar olmuştur. Abd'de yönetimi küresel sermaye kontrolündeki Cia'dan devralan pentagon birimleri ilk olarak küresel sermayenin Abd'deki kalbi olan dünya ticaret merkezini yerle bir etmek suretiyle petrol zirvesinin önünü askeri methodlar vasıtasıyla alacağının sinyallerini vermiştir. Ardından Irak'ta ve Afganistan'da yaşananlar zaten malum.

Ülkemizde "çökme" diye bir tabir vardır. Bugün petrole parası olan değil, yeterli silahlı gücü olan iradeler erişebilmektedir. Petrole kimin ne kadar erişeceğinin kararını da artık bu iradeler vermektedir. Dünyanın kodaman (egemen) güçleri kontrol altına alınması gereken petrol kuyularına çökmüşlerdir. Ardından sıra enerji üreticisi ve enerji koridoru ülkelerin iç tüketimlerinin azaltılmasına gelmiştir. Arap baharı denilen operasyonun amaçlarından biri petrol üreticisi ve enerji koridoru olan ülkelerin iç tüketimlerinin kısılması adına radikal, otoriter ve tutucu rejim modellerine geçişlerinin sağlanmasıdır. Bu dönüşüm maalesef ülkemizde de her geçen gün etkisini daha fazla göstermektedir. Planlanan ve yürürlüğe konulan dönüşüm ile amaçlanan bir diğer husus ise boru hatlarının kontrolü, güvenliği ve enerji akışının istenilen şekilde yönetilmesinin sağlanmasıdır.

Günümüzde derin devletlerin öncelikli meselesi yaklaşan enerji krizi öncesinde kendi ülkelerinin halklarının refah seviyesini ayakta tutmaya yetecek miktarda enerji teminini sağlayabilmek ve enerji koridorlarının güvenliğini oluşturmaktır. Derin devlete sahip olmayan Türkiye, Suriye, Mısır, Libya gibi ülkeler ise bu süreçte mağdur veya maşa rolünü üstlenmekten öteye geçememektedir. Ortadoğuda ve uzak doğuda yapılan hesapların, liderlerin ikili görüşmelerinin temelinde bu konular yatmaktadır.

Arap baharının kamuoyuna yansıyan kısmı ülkelerin kısır güç mücadelesi olarak gözüksede yaşanan dönüşümün temelinde oldukça rasyonal sebepler, esaslı ve sistematik problemlerin çözümüne dair atılan adımlar vardır.

Alıntı; http://haber.diyalogo.com/frame.dlg?aid=5000000000079738

"4 tane daha suudi arabistan lazım;

Öte yandan uluslararası enerji ajansı'nın başekonomisti Fatih Birol, independent gazetesine verdiği röportajda 2010'dan itibaren petrol sıkıntısının çekilmeye başlanacağını söyledi. Birol'a göre, üretimi aynı seviyelerde tutabilmek için dört tane daha Suudi Arabistan gerekiyor. Birol, önde gelen üretim alanlarında üretimin zirve yaptığı noktanın geride kaldığını ve üretim miktarının düşmeye başladığını belirterek dünyanın petrol arzında sıkışıklık yaşayacağı bir döneme doğru hızla ilerlemekte olduğunu söyledi."

Alıntı; http://www.hurriyet.com.tr/planet/16974073.asp?gid=286

"Wikileaks belgeleri, dünyanın en büyük ham petrol ihracatçısı Suudi Arabistan’ın yeterli rezerve sahip olmadığını ve küresel petrol fiyatlarındaki artışın önüne geçememe korkusu yaşadığını ortaya koydu. Riyad’daki ABD Başkonsolosluğu'ndan Washington’a gönderilen belgelerde, Washington’un bir Suudi hükümet yetkilisinin yaptığı uyarıyı ciddiye alması gerektiği belirtiliyor."

Alıntı; http://www.ntvmsnbc.com/id/25337431/

"Ünlü enerji piyasaları uzmanı ve BP Sermaye Yönetimi CEO'su T. Boone Pickens; Şu anda Suudi Arabistan'ın ise düşük kalitedeki petrolü çıkarmak için bile uğraştığını görüyoruz. Peki bu düşük kalite petrolü niye çıkarmak için uğraşıyorlar? Çünkü arz sıkıntısı yaşanıyor. Suudi Arabistan'ın elinde pek bir şey kaldığını düşünmüyorum."

Suudi Arabistan iç tüketimini azaltmadığı ve bununla beraber petrol üretimini artırmadığı taktirde, ki artık ikisi de mümkün gözükmemektedir, ya fiili müdahaleye, ya da destabilizasyona yahut "kamuoyunda yer alacağı şekliyle göstermelik isyan dalgalarının yeni bir halkasına" hazırlıklı olmalıdır. Bugün ortadoğu coğrafyasında kara listenin en başında Suudi Arabistan bulunmaktadır.

Tabi ihalenin kime bırakılacağı soru işaretidir. Bu konuda İran başı çekmektedir. Birkaç yıldır petrol üretimini artırdığı yalanını tekrar etmesine karşın suudi'ler üretimi artıramamakla kalmayıp çoğalan genç nüfuslarının da etkisiyle iç tüketimlerini sınırlayamamaktadırlar. Bu koşullar "export land model" göz önüne alındığında Suudi Arabistan'a doğrudan müdahale zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.

İran 2001 sonrası özüne dönen yeni Abd'nin ortadoğudaki en güçlü müttefiğidir. Bu yüzden israil'in iran konusundaki tavrı son yıllarda Abd'li birtakım komutanları çileden çıkartmaktadır. Geçtiğimiz günlerde bu konuda generaller Obama'ya açıkca muhtıra vermişlerdir. Çünkü İran ortadoğuda "export land model"e en iyi şekilde uygunluk gösteren ülkelerden birisidir. Bu bağlamda İran'ın vurulması 2000 sonrası yeni Abd'nin ortadoğu planlarına büyük darbe vuracaktır.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1080867&CategoryID=81

"İran'a müdahale iddiaları sürerken ABD'li generaller gazete ilanı ile ABD Başkanı Obama'yı uyardı: İran'la savaş baskılarına direnin."

http://www.milliyet.com.tr/2007/05/25/dunya/axdun01.html

"Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü'nün (OPEC) iki numaralı üreticisi İran'da yüzde 25 oranında zamlanan benzin, 7 Haziran'dan itibaren karneye bağlanacak"

Öte yandan kapalı kapılar ardından konuşulanlar ülkemiz için maalesef pek hayırlı değildir. Türkiye Cumhuriyeti'nden de diğer ülkelerde olduğu gibi akaryakıt tüketimini sınırlandırılması, enerji tüketimini azaltması istenmektedir. Akp hükümeti uyguladığı ulaştırma politikasıyla ülkeye adeta kumar oynatmaktadır. Ülkemizin enerji boru hatlarının geçtiği bir konumda yer alması (enerji koridoru olması) iç tüketim bakımından işleri oldukça kritik hale getirmektedir.

ELM kriterlerine aykırılık gösteren Türkiye'de ve Suudi Arabistan'da olan fay hatları maalesef Suriye'de mevcuttur. Bu fay hatlarının harekete geçirilmesi için Suriye en uygun yer olarak gözükmektedir. Yani istenen bir taşla iki kuş vurmaktır. Vaziyeti bu çerçeveden incelediğimizde ortadoğuda son günlerde oluşan kutuplaşmanın ülkemiz adına pek de hayırlı olmadığı gerçeği ortaya çıkmakta, Türkiye'nin yem edilmek istenen tarafta saf tutarak büyük ve tarihi bir yanlışa imza atmakta olduğu anlaşılmaktadır.

Rusya, İran, Suriye ittifakı karşısında Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail, Abd bloğu gibi bir tablo gözükmektedir. Kamuoyuna yansıyan bu kutuplaşma tablosu esasında bir parodidir, palavradır. 2000'lerin dünyasında Abd ve Rusya kendi bölgelerinde birbirlerini kabul etmiş olan iki yerel hegamon güçtür. Burada düzenlenen oyunda hedef bir taşla iki kuş vurmaktır.

Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesi adına ısrarla yapılan kışkırtmalar eğer başarılı olsaydı Pentagon'un desteğine güvenen Türk dışişleri sıcak savaş sırasında Abd tarafından yalnız ve çaresiz bırakılmanın şokunu yaşıyor olacaktı. Hatırlayacak olursanız zamanında Gürcistan 2008'de Abd'nin desteğine güvenerek Rusya'ya kafa tutma gafletine düşmüş ve büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Türk dış işlerinin Suriyeye doğrudan müdahale seçeneğinden şimdilik uzak durması en az geçmiş yıllarda yaşadığımız teskere krizinde verilen karar kadar doğru ve kritiktir.Ancak ülkemizin artan baskılara daha ne kadar göğüs gerebileceği muammadır.

Sonuç olarak televizyonu açtığımızda artık küresel ısınma masallarını değil, yaklaşmakta olan sıcak savaşın ayak seslerini duymaktayız. Orta vadede, önümüzdeki günlerin ülkemiz adına ne getireceği şimdilik belirsiz. Uzun vadede ise daha önce belirtildiği gibi maalesef dünya nüfusunun bir şekilde azaltılması söz konusu. Enerji krizinin ötelenemeyeceği noktaya gelindiğinde dünyada karar vericilerin bugünkü gibi yine reel yöntemleri kullanacağı düşünüldüğünde geleceğin özellikle uzak doğu halkları adına hiç de parlak olmadığı anlaşılabilmekteditr.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

samaella said:

Osman Pamukoğlu yardırmış tayyipe :D

http://www.hakveesitlik.org.tr/haberler/genel-baskanimizdan/basin-duyurusu-h296.html


(tu)

RRa said:

pamukoğlu said:

İstanbul’da doğup İstanbul Tuzla’da eğitim alıp hasdal’da 77. Piyade Alayında kantincilik yaparak askerlik görevini ifa eden, kantinlere hangi şirketten sucuk aldıysa terhisden sonrada o şirkete memur diye giren vatandaş


off bu iyimiş


:)-D

Konuşmayı beceremez ama dürüst,mert adamdır. Belli ki çok iyi tanıyor muhatabını. Bana göre başbakan kimse ile tvna çıkıp karşılıklı tartışamaz, danışmanları izin vermezler böyle bir şeye.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...