Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Çizgili Kağıtlar


enflasyon

Öne çıkan mesajlar

Bugün size insan ile özgürlüğün arasındaki en büyük 2. engelden bahsetmek istiyorum. (En büyük engel dolu bir mesanedir. Sonuçta hiçbir devrim, hiçbir buluş dolu bir mesane ile yapılmamıştır, yapılamaz da zaten. Kuşların özgürlükle bağdaştırılmasının nedeni uçabilmeleri değil işeyebilmeleridir. İstedikleri yere bırakabildikleri için özgürdür kuşlar. Neyse o konu hakkında sonra konuşalım bence.)

Özgürlüğümüzle bizim aramıza giren engel çizgili defterdir. Çizgili defterlerin asıl amacı yazıların düzgün olması değildir maalesef. Şöyle düşünelim, bir insan çizgili bir deftere yazı yazarken çizgileri takip ederek düzgün bir şekilde yazar. Çizgiyle paralel yazı yazmayan insan çok azdır. (Muhtemelen yoktur ama tüm insanları kontrol etmediğim için böyle söylemek zorundayım.) Daha siz yazınızı yazmadan yazınızın biçimine karar vermiştir birileri. Nerede bir alt satıra geçeceksiniz, paragrafın başında ne kadar boşluk bırakacağınız hep belirlenmiştir önceden. "Eee olsun bir şey olmaz onlardan" demeyin. Zaten bir insana "Benim istediğim gibi düşün, benim dediklerimi yap" derseniz karşı çıkar. Bu yüzden bizi yavaş yavaş istedikleri hale getiriyorlar. Hani bi söz var ya "Naziler önce komünistler için geldiler, bir şey demedim çünkü komünist değildim. Sonra Yahudiler için geldiler ve bir şey demedim çünkü Yahudi değildim. Sonra gergedanlar için geldiler ve bir şey demedim çünkü gergedan değildim. Sonra gergedanlar için yine geldiler ve yine bir şey demedim çünkü yine gergedan değildim. Ve sonra benim için geldiklerinde ise çevremde gergedan kalmamıştı.''

İşte aynen böyle olacak. Önce yazımızın biçimine karıştılar, sonra yavaş yavaş içeriğine de el atacaklar. Yazdığımız yazının nerede başlayıp nerede biteceğine bile boş kağıtlar karar veriyor. Böyle insanların özgür olması mümkün müdür? Gözlerimizi açalım arkadaşlar. Lütfen artık çizgili defter kullanmayın, çizgisiz defterlere yazın yazılarınızı, kaleminizden dökülenler sizi bile şaşırtacaktır. Ya da devam edersiniz çizgili defter kullanmaya ve bir kağıt parçasının size ne yapacağınızı söylemesine izin verirsiniz, tiyatro oyuncuları gibi başkasının yazdığı bir hayatı yaşarsınız, başkası gibi ölürsünüz. Lütfen hayatlarımızı kağıt parçalarının yönetmesine izin vermeyelim.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş



Askılara gereken önemi veriyor muyuz? Bence çok da önemli değiller aslında. Şu an sahip oldukları önem fazlasıyla yeterli. O zaman burada "Bir askıdan ne öğrenebiliriz?" sorusunu cevaplayalım. Eğer elbise askılarını kendi doğal hayatlarında gözlemleme fırsatı bulursanız birçok farklı tipte askı bulunduğunu görebilirsiniz. (Askı gözlemciliği başlı başına ayrı bir konudur ve oldukça da zordur o yüzden başka bir zaman bu konudaki fikirlerimi paylaşırım.) Neyse biçimleri farklı da olsa her askının ortak bir özelliği vardır: Tüm askıların kafasında bir adet soru işareti bulunur. Eğer askının kafasını çıkartırsak askının tutunma fonksiyonunu da çıkarmış oluruz. Askılar kafalarında soru işareti taşıdıkları sürece işe yararlar ve tutunurlar, diğer türlü bir metal parçası olmaktan öteye geçemezler. Belki insanlar da böyledir. Belki kafasında soru işareti olmayan insanlar et yığını olmaktan öteye geçemiyordur. Belki hayata tutunmanın yolu soru sormaktır. Tabii ki bu söylediklerimin doğruluğu tartışılır sonuçta beyinsiz bir eşyadan bir şeyler öğrenmeye çalışmak ne derece yararlı bilmiyorum ama o beyinsiz eşya bile soru soruyor ve merak ediyor. Dünya'ya askı, kapı kolu ya da battaniye olarak değil de insan olarak geldiysek en azından askıların yaptığını yapabilmeliyiz bence.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 yıl sonra ...
Yanardağlar neden patlar? Eğer internete bakarsanız tektonik,sismik, magma gibi birtakım süslü bilimsel kelimeler içeren açıklamalar bulursunuz. Bunların gerçeği ne derece yansıttığı tartışılır. Onun tartışmasını volkanoloji yapıyor ama, biz burada yanardağları başka bir yönden inceleyeceğiz. Yanardağ patlaması denince genelde öfke, sinir gibi duygular akla gelir ama bu yanardağların doğasına pek uymuyor bu patlamaların esas nedeni can sıkıntısıdır. Volkanlar can sıkıntısından patlar. (Bu yüzden eskiden insanların, yanardağların canı sıkılmasın diye, dağın eteğinde yıllık festivaller düzenlediği rivayet edilir.) Can sıkıntısı bir insanın hissedebileceği en tehlikeli duygudur. Bazı insanlar uyumayı sever, kimi gezmeyi sever, hatta yeterince ararsanız acı çekmeyi bile seven bir iki manyak bulabilirsiniz şu dünyada. Fakat hiç kimse sıkılmayı sevmez. Can sıkıntısı acı çekmekten daha kötüdür. Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim insanlar alışır diye. Alışmak sıkılmaya yol açar ve insanlar da birçok eylemi bu histen kurtulabilmek için yaparlar. Canı sıkıldığı için bir şeyler üretir insan. Can sıkıntısını bir kara deliğe benzetebiliriz. Kaçmamız için sürekli çabalamamız gereken bizi sürekli içine çekmeye çalışan bir kara deliğe ama bu sıralar uzay falan filan oldukça gündemde dolayısıyla bu benzetme bize pek bir şey katmaz onun yerine karınca aslanına benzetelim can sıkıntısını.

Böyle tüylü garip bir böcek ama bu kısmı benzemiyor esas bunların avlanma yöntemleri güzel

Bu şekilde bir çukur kazıp içine oturuyorlar. Daha sonra kenardan geçerken kayıp düşen karıncaları yiyorlar. Eğer karınca tam dengesini kaybetmezse de bu sefer karıncanın üstüne kum fırlatıyor. Peki karıncanın geldiğini nasıl anlıyor? karınca kenardan yürürken kumları düşürüyor oradan anlıyor. Can sıkıntısı da böyledir, bir kere bu çukura düşerseniz sonunuz bellidir. Peki bundan nasıl kurtulabiliriz? Direkt olarak saldırmak işe yaramaz çünkü yenemeyiz can sıkıntısını tek başımıza ama herkesin kendi savaşını verdiği şu dünyada eğer çoklu kişilik bozukluğunuz yoksa yanınıza adam da çağıramazsınız. Kaçmak da işe yaramaz zira can sıkıntısından kaçmak amacıyla yapılan her eylem sizi ona bir adım daha yaklaştırır. (Bu arada sanılanın aksine apandis sıkıntıdan patlamaz.) Yapmanız gereken ilk şey sakin olmak çünkü korku ve endişenin tek getirisi düşünme kapasitenizi sınırlamak olacaktır. Yok... bi dakka, bi durun aklıma bir şey geldi. Şimdi can sıkıntısı bedensel değil beyinsel bir kavram olduğu için kognitif fonksiyonlarımızı kısıtlayan her şey can sıkıntısını da kısıtlayacaktır. Dolayısıyla korkup bağırarak oluşturacağınız suni bir dehşet duygusu can sıkıntısını maskeleyebilir, çünkü yaşamanın derdine düştüğünüzde canınız sıkılmaz. Canınız sıkılıyorsa bağırın. Tabii bu yazıdan volkanların beyinsel fonksiyonları olduğu anlamı da çıkar ama yukarıda da belirttiğim gibi onunla volkanoloji uğraşıyor.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Öncelikle teşekkür ederim.
Bazen yazı çaldığım oluyor evet ama onu ben yazdım. Bazen de kendim yazdım sanıp aslında daha önceden okuyup unuttuğum bir şeyi yazdığım da oldu o yüzden çok emin değilim.
Saygılarımla.

http://bobrekcisimcigi.blogspot.com/
genelde buraya yazıyorum yazıları. Ara sıra eleştiri amacıyla bazı yazıları buraya taşıyabilirim.
Tekrar saygılarımla.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 3 hafta sonra ...
Noktalama işaretleri: Üç nokta
Yan yana gelmiş üç adet noktadan oluştuğu için bu ismi almıştır. Sanırım bunu söylememe gerek yoktu. Neyse konumuza dönelim. Bazılarımız noktanın anlaşılmadan üç noktanın anlaşılamayacağını düşünebilir. Ben buna katılmıyorum. Yapbozu bozmak yapmaktan daha kolaydır. Dolayısıyla önce üç noktayı öğrenip ondan sonra noktaya geçmek daha kolay olur bence. O zaman öyle yapalım. Üç nokta ne anlama gelir? Cümlenin sonuna gelirse bitmediğini belirtir falan filan. Kısaca bir belirsizlik ve devam halini betimler de diyebiliriz. Peki nokta ne yapar? Bitirir. Tek nokta bitiriyorsa üç adet nokta yan yana gelince iyice bitirir o zaman ama böyle olmuyor. Üç noktanın bize öğrettiği iki şey vardır. Birincisi: Bütün her zaman parçaların toplamından daha fazladır. Yan yana gelen noktalar tek başlarına yapamayacakları işleri yaparlar. Bunların bize öğrettiği ikinci şey ise burada bahsedilmeye değmeyecek düzeyde o yüzden geçelim onu. Bu arada siz hiç makalelerde üç nokta gördünüz mü? Göremezsiniz çünkü üç nokta ciddi değil geyik bir noktalama işaretidir. Bir de Einstein'ın bir sözü vardı sanıyorum ki "Delilik sürekli aynı şeyi yapıp farklı sonuç ummaktır." gibi bir şeydi. (Far Cry'daki kötü adam da diyodu aslında bu lafı.) Üç nokta bu sözü tamamıyla çürütmektedir. Cümlenin sonuna nokta koyarsan o cümle bitmiş demektir. Eğer nokta koymaya devam edersen 3. noktadan sonra işler değişir. Artık o cümle belirsizdir, sonu yoktur. Okuyan herkes kendi kafasına göre tamamlar o cümleyi. Yani aynı şeyleri defalarca yapmak ummadığınız sonuçlara ulaştırabilir sizi. Tabii bunun için deli yaftasını göze almanız gerekiyor. Yaptığınız tek şey nokta koymak ama bunu bir süre tekrarlarsanız sonuçlar bayağı farklı oluyor. Peki bu şu anlama da gelebilir mi? Nokta mutlak son demek değildir. Bitmiş gözüken şeyler aslında devam edebilir. Tek yapmanız gereken yeterince nokta koymak. Şu şekilde de düşünebiliriz belki, eğer birilerinin üzerine fazlaca giderseniz ya da bir şeyleri gereğinden fazla bastırmaya çalışırsanız bitirmek yerine yeniden başlatırsınız. Tüm uğraşı ve emeklerinize zıt bir sonuç elde edersiniz. Nerede duracağımızı nereye nokta koymamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Birazcık fazlası her şeyi değiştirebilir. Şahsi önerim yanınızda her zaman bir iki tane fazladan nokta taşıyın belki bir gün bir işinize yarar. Belki de bitmiş gözüken bazı şeyler bitmemiştir sadece ardına konulmuş olan noktayı çoğaltacak bir deliyi bekliyordur...

Noktalama işaretlerinin doğasına dair daha fazla yazı istiyorsanız
http://bobrekcisimcigi.blogspot.com/search/label/Noktalama%20%C4%B0%C5%9Faretleri
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Satranç öğreniyoruz: 3. bölüm
Evet bu bölümde yavaş yavaş satranç taşlarına giriş yapacağız. Hangisinden başlayalım? En önemli taş olan Şah'tan mı başlasak ya da en süper en satranç taşı olan Vezir'den mi? ya da tahtada toplam 16 tane olan vasıfsız Piyon'dan mı başlayalım? Peki neden Fil, At veya Kale ile başlamıyoruz? Neden en güçlü ya da en güçsüzden başlamak zorundayız? Neden ortalama olanlardan başlamıyoruz? Ortalama olanlar ezilmeye mahkum mudur hep? Çok fazla soru sordum niye ki? Neyse birazdan bırakırım soru sormayı muhtemelen. Aha bırakmışım, iyi devam edelim o zaman. Fil ile başlayalım diyorum. (bu Önceden iki kare menzili varmış ama taşların üstünden atlayabiliyormuş. Sonradan demişler ki filler zıplayamaz o yüzden taşların üstünden atlamasın demişler. Bu sıkıcı kısımları geçelim bence.) Fil ile iyi oynayabilmek için öncelikle bir filin nasıl hissettiğini anlamanız lazım. Filler sadece çapraz hareket ederler. Peki bu ne anlama gelmektedir? Şu anlama gelmektedir: Bir fil siyah karenin üzerindeyse oyun boyunca siyah karelerin üzerinde kalacaktır, beyaz karelere geçemeyecektir. Filler dar görüşlü ve cahil taşlardır. Kendisine ilk söylenen fikri sahiplenir ve ömrü boyunca o düşünceye göre yaşar. Yeniliklere açık değildir filler. Siyah karelerde mi yoksa beyaz karelerde mi duracağına bile kendisi karar vermez. Başkalarının doğrularına göre yaşarlar. Eğer dikkat ettiyseniz fil hariç diğer bütün taşların siyah ve beyaz karelerde hareket edebildiğini fark etmişsinizdir. Kendine ait olmayan fikirlere ölümüne bağlı olan ve o fikirlerin dışına asla çıkmayan tek taş fildir. Niye gerçek hayattaki filler böyle değil; çünkü gerçek bir filin beyni vardır ve onu kullanır.

Daha fazla satranç aşağıda mevcuttur ya da taş isteğiniz varsa söyleyin ben buraya kopyalayım.
https://bobrekcisimcigi.blogspot.com/search/label/Satran%C3%A7

Saygılarımla.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 3 hafta sonra ...

Başlık
Neden yazılara başlık koyulur biliyor musunuz? Önce yazılar hakkında birkaç bir şey diyeyim sonra başlıklara geçeriz. Yazı yazmak bir ticarettir. Yazan ve okuyan yazı aracılığıyla pazarlık yapar. Bir yazıyı okurken o yazıdan bilgi edinebiliriz, gülüp mutluluk elde edebiliriz bi sürü şey kazanabiliriz. Peki yazan ne kazanır bunun karşılığında? Yazdıklarına göre itibar, saygı, sempati kazanabilir. Fark edilir bazen, ki bu da oldukça iyi bir kazanç sayılabilir. Bu kazanmak üzerine kurulmuş yazılar içindir. Okuyan bilgi edinir karşılığında yazan da ilgi kazanır. Amaç karşıdakinden daha fazla kazanıp öne geçmektir.(İnsan sosyal bir varlıktır ama çevresiyle her şey için rekabet halindedir. Yemek, eş, falan filan bence bu örnekleri siz çoğaltabilirsiniz. Bir yandan beraber yaşamak zorunda öbür yandan beraber yaşadıklarını geçmek zorunda ama fazla geçerse yalnız kalır ve istediklerini elde edemez. Dengeyi iyi kurmak lazım. "Ben yalnızım demek ki toplumun önündeyim." diye düşünmeyin çünkü bazen arkadakiler de yalnız kalır.) Bazı yazıların da amacı karşılıklı zaman kaybetmek üzerine kurulu ama onu sonra açıklarım.

Neyse konumuza dönelim. Başlıkların amacı yazının ilgi çekmesini sağlamaktır. Yazıyı olmadığı kadar iyi gösterip insanları kandırmaktır başlık yazmak. Gerçekten iyi yazıların başlığa ihtiyacı yoktur çünkü iyi yazılar birkaç kelime ile özetlenemezler. Savaşlar başlıklar için yapılır zaten. Şehrin girişindeki tabelada İngiltere yazmasın da Fransa yazsın diye yapılır savaşlar. Şehir aynı şehir sadece başlığı değişir. Haritada rengi değişir. İnsanlar başlıklar için ölür. Başlıklar kötüdür. Başlıklar savaş çıkartır. Eğer ortada bir başlık varsa orada önünde sonunda bir savaş çıkacaktır. Bunu engellemek için başlıkları ortadan kaldırmalıyız. Dolayısıyla tüm başlıklar yok edilmelidir. Tüm yazılar birleşmelidir. Böylece uğruna savaşılacak bir neden kalmayacaktır. Yalnız şöyle bir sorun çıkabilir; başlıklar yazıları ayırır, "burada yazan öncekinden farklı, bu yazılar ayrı yazılar" der başlıklar. Eğer başlıklar yok olursa yazılar olmaz. YAZI olur. Tüm yazıların karıştığı tek bir yazı olur. Seçme özgürlüğü olmaz zira seçim için en az iki şey gerekir. "Olsun, başlıklar savaş çıkartır. Böler ayırır her şeyi. Birleşmemizin önündeki engelleri kaldıralım ve savaşsız bir Dünya yaratalım." Demeyin bence. Sınırları kaldırırsak bizi bekleyen gelecek güzel mi olacak sizce? Aslında bunu deneyebiliriz. Gidip marketten sulu boya alın. Sonra kağıdın üzerinde karıştırın hepsini, elde edeceğiniz sonuç bu değil:

Bu olacaktır:

Başlıkları kaldırırsak bizi bekleyenin gökkuşağı olacağını mı sanıyorsunuz?

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

İnsan neyle yaşar?
Bu yazımda insanı insan yapan nedir sorusunun cevabını vereceğim. Daha doğrusu bir cevap verecem ama bu sorunun cevabı olur mu bilmiyorum. Peki başlık niye böyle? Tolstoy'un kitabının ismiydi sanırım, belki biri Google'da falan arar da yanlışlıkla buraya girer diye yazdım. Neyse boş verin. İnsanın diğer hayvanlardan ayrılma sürecindeki temel nokta tırnak makasıdır. İnsanlar tırnaklarını kesebileceklerini fark ettiklerinde birçok şey değişmiştir. Aşağıda taş devrinde kullanılan bir tırnak makası var. Hadi bunu dikkatlice inceleyelim. Evet taş devrinde insanlar demir kullanmayı biliyordu ve hayır o bir semaver değil. Eski insanlar zekiydi falan ama çok da süper zekalı değillerdi. Tabii sonradan bu tırnak makasının çay kaynatma özelliğinin tırnak kesme özelliğinden katbekat üstün olduğunu fark ettiklerinde çoktan İlk Çağ başlamıştı bile ama bu başka bir hikayenin konusu. Tırnaklar bizi nasıl geliştirdi? İnsanın tırnaklarını kesmeyi öğrenmesi basit değildir. Tırnak kesmek demek doğaya karşı çıkabilmek demektir. Uzayan tırnağın aşınarak kısalması gerekirken onu direk kesmemiz bir başkaldırıdır. Bir şeyleri değiştirebileceğimizi ilk o zaman fark etmişiz. Doğa'ya karşı ilk isyanımız budur. Bunu daha sona birçok alet, edevat, teori, buluş, falan ve filan takip etmiştir ve biz bunların bütününe bilim diyoruz. Bilim: Doğaya karşı başlattığımız savaş ve bunun hepsi bir tırnak makasıyla başladı. Tamam belki aşağıdaki gibi bir tırnak makası değil ama sizin ana fikri kaptığınızı düşünüyorum.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...