Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

İstanbul'da Sucuk


ShadowFax

Öne çıkan mesajlar

Ben apikoglu dısında hicbir sucukta istedigim lezzeti bulamıyorum. Adamlarda bir ara tavuk eti karısmıs falan dendi ama bilemiyorum. Hala bence baharatı falan ayarında olan en guzel sucuk o. En azından benim damak tadım.

En sevdigim yiyecek bu arada acık ara. Hijyen falan seyimde degil. Cig de yiyorum cok guzel oluyor.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Apikoğlu deyince aklıma şu yazı geldi.

"Fırat Budacı" said:

cem gıda-
“başka marka yok mu? diye sordum. “yok!” dedi.biraz sinirliydi. “bunlar çok büyük, o yüzden sordum,” dedim. “keseriz, istediğin kadar alırsın,” dedi. dolapta duran kangallara bakarak, “tamam, keselim,” dedim. verdiği sözü hemen unutup “bak burada kesilmişi var,” diyerek, peynirlerin arkasından halk arasında “köpek kakası” diye tabir edilen buruşuk bir sucuk markası çıkardı. üzerinde marka etiketi yoktu. havaya kaldırıp gösterdiği bu sucuk, benden önce sucuk kestiren en az 3 kişiden arta kalan son parça olmalıydı. sucuğa dördüncü olmak canımı sıktı, keşke bu kadar geç kalmasaydım, diye düşündüm. bana vaat edilen son parçaya olan güvensizliğim onay vermemi geciktiriyordu. o an, aristokrat bir ses tonuyla, “hayır! onu istemiyorum, lütfen yenisinden keser misiniz?” demeyi çok isterdim. fakat yaşadığımız gerginliğin büyümesini göze alamadım. yine de can havliyle, “o da mı apikoğlu?” diye sordum. cevabı derhal yapıştırdı: “apikoğlu’ndan başka sucuk satmam!” neden bu kadar sinirliydi? bu neyin isyanıydı? milyon dolarlık yatırımlarla entegre tesisler kuran pınar’ları, aytaç’ları, polonez’leri ve onların tesis içinde boneyle dolaşan çalışanlarını düşündüm. onları neden istemiyordu, onlar da çok uğraşıyorlardı sonuçta. “tamam, onu alayım,” dedim. biraz rahatladı. buruşuk parçayı kağıda sararken, sanki geçmişten bir şey hatırlamış gibi yine sinirlendi: “apikoğlu’ndan başka sucuk yenmez!” sesi çok net ve gürdü. o an, apikoğlu dışındaki markalarda çalışan boneliler ürpermiş ve nedenini bilmedikleri bir duyguyla kısa bir an gökyüzüne bakmış olmalılar. aynı anda, makamlarında oturan pınar, aytaç ve polonez genel müdürlerinin, başlarını ellerinin arasına alarak “ bu o!” diye mırıldandıklarını tahmin ediyorum.
nedeni belli olmayan büyük iddialar karşısında çaresiz kalır insan. onlara “ama niye niye?” diye sorduğunuzda, sebep yerine daha sert bir sonuçla karşı karşıya kalırsınız. anlamı olmayan, ama gücünden de asla fire vermeyen bir tür formüldür bu: “yenmez diyorsam yenmez!” sorgulamadan boyun eğeceksiniz. kudret sahibi, “bu budur!” diye haykırdığında, ayaklarının dibinde titreyerek “evet odur,” diyeceksiniz. konu sucuk da olsa, bu budur.

-ev-
“kesinlikle o sucuğu yemem.” dedi karım. “ama niye niye?” diye sordum. “yemem, diyorsam yemem!” diye kestirip attı. “ya bu apikoğlu, nasıl yemezsin?” diye ısrar ettim. “ne belli, etiketi yok,” dedi. etiketin benden önce sucuğu kestiren üç kişiden birinde olduğunu açıklamam zor olacağı için, soruya cevap vermek yerine marka övgüsüne devam ettim: “sen ne yaptın ya, apikoğlu bu, türkiye’nin en iyi sucuğu!” yüzünü buruşturarak, “o nerden çıktı?” dedi. cem gıda’yı eve çağırsam mı, diye düşündüm. o, karımı apikoğlu’na ikna etmeye çalışırken ben dükkana bakabilirdim. sonunda, “yemezsen yeme!” diyerek, biraz küskün, biraz gururlu halka halka doğradığım sucukları tavaya attım. apikoğulları tavada kızarırken, bir yaşlı gibi “yenmez mi bu bee,” diye mırıldanıyordum.

-cem gıda (ertesi hafta)-
sıfır kangalı dolaptan çıkardı. bu sefer ilk kestiren bendim. benden sonra gelip, “burda kesilmişi var” haberini alacak 3 kişinin yüzünü hayal etmeye çalıştım. keyfim yerine geldi. paketleme esnasında, cem gıda’nın bana layık gördüğü parçanın etiketsiz olduğunu fark ettim. keyfim kaçtı. böyle durumlarda genelde kaderime razı olurum, ama can havliyle “etiketli kısmı alacaktım ben aslında…” demeyi başardım. isteğim pek normal gözükmüyordu. “evde etiketsiz sucuk yemiyorlar o yüzden” gibi bir söylemle durumu açıklamayı, hatta dilimi modern hayattan kurtararak, ‘usta benim karı manyak, nabıcaksın’ gibi erkeksi bir çıkışla kendimi kurtarmayı çok istiyordum. cem gıda, “bunu mu istiyorsun?” diyerek etiketli parçayı havaya kaldırdı. “evet,” deyip bu saçmalığa bir son vermem gerekirken, “o da çok büyükmüş aslında,” diyerek işleri iyice karıştırdım. cem gıda iç çekti, sonra ‘çattık’ anlamında bir kafa hareketiyle paketi açtı ve benim ömür boyu kangalların arasında yaşasam çözemeyeceğim bu problemi (fırat’ın önünde büyük olanı etiketli, küçük olanı etiketsiz iki parça sucuk var. fırat, sucuğunun hem etiketli hem de küçük olmasını istediğine göre nasıl bir yöntem izlemeli?”) inanılmaz bir hareketle çözdü.
asansörde, cem gıda’nın büyük parçadan sıyırıp torbaya attığı apikoğlu etiketini küçük parçaya giydirmeye çalıştım. vakit yetmedi. daire kapısının önünde devam ettim. sonuç yüz güldürücüydü. artık elimde küçük parça olmasına rağmen marka etiketli bir sucuk vardı. başarımı pakete sararak kapıyı çaldım.

-ev (kapı açıldıktan 2 dakika sonra)-
“niye sucuğu kestirip duruyorsun, adam gibi pakette pınar sucuk falan alsana,” dedi karım. sesi çok net ve gürdü. o an, apikoğlu entegre tesisleri işçilerinden bir uğultu yükselmiş ve içlerinden biri bonesini öfkeyle yere fırlatmış olmalı. “apikoğlu’ndan başka satmıyor adam,” dedim. “e başka yerden al o zaman, mecbur musun cem gıda’ya? dedi. kritik bir soruydu, içimde cevaplar büyüdü:
bak karıcığım, insan baskı rejimlerinde itaat ettiğini zamanla sevmeye ve ona bağlanmaya başlar. bağlandım ben ona. baskı gördükçe liderine daha da çok bağlanan insanlar gibi bağlandım. halkların hitler’e, stalin’e, kim il jong’a bağlandığı gibi bağlandım. evet, o belki bizleri tek markaya mahkum ediyor, ama bizim için en iyisini istediğinden yapıyor bunu. hem de diğerleri gibi paketle göz boyayarak değil, üleştire üleştire yapıyor. o sadece bizi düşünüyor anladın mı sadece bizi…
“bişi sordum, niye cevap vermiyorsun,” dedi karım. “tamam, ben karışmıyorum bundan sonra sucuğa” diye tersleyerek tartışmayı bitirmek istedim. “bu adam niye başka marka satmıyor anlayamadım ben.” dedi. kızgınlığımdan fire verecek değildim. “kendin sor!” diyerek bir kere daha tersledim. “sorarım.” dedi. bir cumartesi akşamüstü, eve dönerken sigara almak için cem gıda’ya uğradığımızda gerçekten soracaktı.

-büyük buluşma (cumartesi akşamüstü)-
özgüveni yüksek bireyler, ne kadar zorlu bir çarpışmanın arefesinde olduklarını fark etmezler. karım, sanki sıradan bir markete giriyormuş gibi rahat girdi cem gıda’nın kapısından. birazdan yaşanacak iktidar savaşında, taraf değil gözlemci olacağım için sevinçliydim. bir yanda “bu budur!” diye haykırdığında pusan müşterilerden oluşmuş apikoğulları kavmini yaratan kudretli cem gıda; bir yanda, alışverişlerde hakkını aramak konusunda boynu damarlı emekli öğretmenlerden aşağı kalmayan karım. “iyi günler, bir winston soft alabilir miyim?” dedi karım. sonra sanki öylesine soruyormuş gibi, “sucuk ne var sizde?” diye sordu. gururla, “apikoğlu,” diye cevap verdi cem gıda. hafifçe kafamı salladım. karım devam etti: “neden pınar sucuk falan getirmiyorsunuz?” işler karışıyordu, işte şimdi gününü görecekti zavallı karım. “istiyorsanız getiririz,” dedi cem gıda. “a-aa!” dedim içimden. “valla sevinirim,” dedi karım. “tabi, ne demek,hay hay,” diye karşılık verdi cem gıda. “hay hay mı?” dedim içimden, olanlara inanamıyordum. önce devrik lider cem gıda’ya, sonra dönüp apikoğulları’nı tek hamlede yok eden karıma baktım. egemen güçler arasında sucuğunu bekleyen halktım.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

horacegoesskiing said:

Dworgian said:

o değil de apikoğlu nun pastırması (çemensiz olan) cidden koku sorunu yaratmıyor


kuru et ye "çemensiz pastırma" yiyeceğine.
gerçi sucuk diye bağırsakta beklemiş yağsız biftek yemek isteyenler de var sanırım.


abi anneanneme "çikolata var mı?" diye sorduğumda "üzüm var" diye cevap vermesi gibi oldu bu klasjdasklj

ikisinin tadı farklı sonuçta
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...