Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Din insanları depresyona sokuyor


fenn

Öne çıkan mesajlar

Alıntıdır

İnananlar aksini iddia ede dursun, bir araştırma dini inançları zayıf olanların güçlü olanlara göre daha az depresyona yakalandığını söylüyor.
ABD'deki Temple Üniversitesi'nin önde gelen psikoloji araştırmacılarından Joanna Maselko'nun 918 denek üzerinde yaptığı bir araştırmaya göre, dinsel inançları güçlü olanların depresyona yakalanma sıklığı zayıf olanlarınkinden 1,5 kat fazla.


Araştırmasının sonuçlarını Psychological Medicine sitesinde yayınlayan Maselko, bu durumdan hareketle şöyle bir teorik çerçeve kuruyor: Depresyona yakalanan insanlar, dini bir terapi mekanizması olarak kullanma eğilimine girerler. Bunun sonucu olarak Tanrı'ya daha sıkı bağlanırlar ve daha fazla ibadet ederler. Maselko araştırmasının sonunda, bu olgunun başlangıcında dindar olmanın mı yoksa depresyona yakalanmanın mı yer aldığının belirlenemediğini belirtiyor. İnsanın kutsalla ilişkisini sorgulamak için iyi bir fırsat.

Homo Religiosis (Dindar insan)

Din, hangi açıdan bakılırsa bakılsın öncelikle kutsal kavramının çerçevesinde şekillenir. Kutsal ise kendini her zaman doğal gerçeklerden tamamen farklı bir "gerçek" olarak gösterir. Zaten bu yüzden hemen hemen bütün dillerde "gerçek" ile "hakikat" arasında bir ayırım yapılmaktadır. Kutsalın gerçekliği bir hakikat mertebesindedir, yani hiçbir zaman kavramak mümkün değildir, ona ancak inanılır, iman edilir. Buna bağlı olarak, kutsalı günlük yaşamın veya bilimin terimleriyle ifade etmek olanaksızdır. Kutsal, kendi diline sahiptir ve bu dil, insanın açıklayamadığı (ve aslında açıklamak da istemediği) bu esrarın kendini ifade biçimidir. Daha doğrusu, bu dil, kutsalın tezahür etmesinin sonrasında kendini insana ne kadar göstermek istediğiyle ilgili bir koridordur. İnsan, bu esrarın karşısındaki büyülenmesini, korkusunu, hiçleşme duygusunu ve kaygısını, kutsalı din biçiminde örgütleyerek aşmaya çalışır. Ve daha ilk dinlerden itibaren, bu kaygıdan ve hiçleşmeden kurtulmak için yapılması ve yapılmaması gerekenler manzumesi bir "şeriat" biçiminde şekillenir.

İnsanın kutsalla ilişkisi, kutsalın kaynağına nazaran duyduğu hiçlik ve derin bir varoluşsal kaygıdır. Kutsalın esrarının asla çözülemez ve anlaşılamaz olması bağlamındaki dinsellik, inancı hem bireysel hem de toplumsal düzlemde bir terapi haline de getirmektedir. Başlangıcı ve sonu hakkında kesin kanaatlere sahip olamayan insan doğum ve ölümün "esrarı"nı kutsalın tezahürlerinden biri olarak görürken, varoluşsal kaygısının kökenini de "bağlanma"nın miktarına indirgemektedir. Yani insan, dine ne kadar bağlıysa, kurallarını ne kadar yerine getiriyorsa varoluşsal hiçliğinden o kadar sıyrılacak ve bağlandığı din aracılığıyla kutsalın kaynağıyla bütünleşmeye yönelecektir. Bu, onun anlamasına değil ama inanmasına yol açacaktır. Veya daha doğrusu "anlamak" için değil "kurtulmak" için inanacaktır. Zaten bütün dinler, bu bağlamda "kurtuluş"u vaad etmektedirler.

Ancak, birey açısından bu deney bir günah hiyerarşisinin meydana getirdiği engeller çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. Dindar insanın en büyük problematiği "günahsızlığa" ulaşmaktır. İbrahimi dinlerin en eskisi olan Museviliğin kutsal kitabı Tevrat'ın ilk beş kitabından üçüncüsü dolan "Levililer"in resmi Türkçe çevirisinde, Bap 16; 21. ve 22. ayetlerde şöyle denmektedir: "ve Harun iki elini canlı ergecin (teke) başı üzerine koyacak ve İsrail oğullarının bütün fesatlarını ve bütün günahlarını, bütün suçlarını onun üzerinde itiraf edecek; ve bunları ergecin başı üzerine koyacak ve hazırlanmış bir adamın eliyle onu çöle salıverecek; ve ergeç onların bütün fesatlarını kendi üzerinde ıssız bir diyara taşıyacak; ve ergeci çölde salıverecektir".

Günahların keçinin üzerinde çöle salıverilmesi, insanı varoluşsal kaygısından arındırmamaktadır. O zamana kadar işlenmiş günahlardan belki kurtulunmuştur, ama ya yenileri?

Burada derin bir çelişki söz konusudur. Maddi dünyanın insanı günaha sürükleyen karmakarışık yapısı ile dinin kutsalın etrafında şekillenen anlamsal dünyası arasındaki uyuşmazlık, dindar insanın en büyük travmasını oluşturmaktadır. Dindar insan, mümkün olduğunca uzun süre kutsal bir evrenin içinde kalmaya çabalamaktadır. Ama bu süfli dünya ve onun yarattığı gaileler onu bu kutsal ana rahminden sürekli uzaklaştırma eğilimindedir.

Öte yandan, dindar adam, kutsal âlemden uzaklaştığı ölçüde manevi tarihten de uzağa düşmektedir, çünkü insanlık tarihinin çok uzunca bir dönemi her şeyin kutsalın işaretleri doğrultusunda düzenlenmesine tanık olmuştur. Kutsaldan arındırılmış ayrı bir yaşam alanının varlığı, insanlığın en fazla 18. yüzyıla kadar geri giden yeni bir konumlanmasıdır.

Modern toplumlar dindar insana bu ikili hayatı dayatırken, kutsaldan arınmış evrende yer tutanların bu evrenle yaşadıkları sorunlar da onların "kutsal"a doğru kaçmalarına neden olmaktadır. Sonuçta hem kutsallık alanında, hem de dindışı alanda yer tutanların çoğu açısından bu ikilik bir zıtlık olarak algılanmakta ve maddi dünyanın yarattığı memnuniyetsizlikler, manevi dünyaya sığınmanın veya oraya daha fazla bel bağlamanın nedeni olmaktadır.

Böylece iki farklı dünyanın deneyimini aynı anda yapmak zorunda kalan insanların ruhsal bir çöküntü (depresyon) yaşamaları, çoğu durum itibarıyla kaçınılmaz olmakta ve sonuçta inanç bir terapi haline gelmektedir.

Modern toplumları analiz eden sayısız bilim adamı arasında en önde gelenlerden biri olan Karl Marx, son ekonomik kriz vesilesiyle söylendiği gibi, kapitalizmin geleceği konusunda haklı çıkmamıştır, ama din konusunda söyledikleriyle galiba haklı çıkmaktadır.
Kaynak

Newsweek
Mehmet Ali Kılıçbay - 28 Kasım 2008
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

hamsilipilav said:

Ardeth said:

ben inanmadım, din depresyon sebebi olabilecek pek çok şeyi ortadan kaldırıyor. en başında bir gün ölünce tuz buz olma fikrini.


bu fikirde depresyona girecek hiçbir şey yok ki. cehennemde yanma fikri depresyona sokar adamı asıl.


hmm tuzla buz olmaya tercih edebilirim. zaten inanan adam derken ben dinin gereklerini yerine getiren adam olarak düşündüm onu. iyi bir inanan olduğunu düşünüyorsa cehennemden korkmasına gerek yok.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Din seçenek veriyor ama cehennemi değil sadece.Ayrıca bir çok insan tüm gereklerini yerine getirmesede ben aslında iyi biriyim diyerek cennete gideceklerini düşünüyor zati.E hocam ramazanda içmiyorsun kalan aylarda sünger gibisin ? Olm benim dinim kendime ayrıca ben sonuçta iyi biriyim kötü niyetli değilim diyerekten sek sek sekerekten.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Hazreti Hüseyin henüz süt emmekte idi, hastalanmış sabaha kadar uyumamıştı... Sabaha doğru biraz uyur gibi olmuş, hazreti Fatıma Validemiz de vakitten istifade ederek sabah namazını kılıp yatmışlardı. Mescid-i Şerifte sabah namazını kıldıran Resul'ü Ekrem Efendimiz adeti üzere kızı Fatıma'nın seadetli evine teşrif etmişlerdi. Hazreti Fatıma'yı uyur vaziyette görünce onu sabah namazını kılmadan yatmış sanarak “Ey kızım Fatıma, Peygamber kızıyım diye sakın namazı terketme! Beni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, namazını vaktinde kılmadıkça cennete gireceğini zannetme!” buyurmuşlar ve namazın hiçbir suretle ihmal edilemeyeceğini beyan buyurmuşlardır. Ondan sonra hazreti Fatıma “Canım babacığım, sabaha kadar uyumadım... Sabah namazını kılıp da yattım...” deyince, Peygamber efendimiz “Müjdeler olsun sana ya kızım Fatıma, Ahirette böyle sıkıntılar görmeyeceksin buyurdular.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Ardeth said:

ben inanmadım, din depresyon sebebi olabilecek pek çok şeyi ortadan kaldırıyor. en başında bir gün ölünce tuz buz olma fikrini.


ortadan kaldırmıyo bastırıyo sadece.
insanın refleksi hayatı boyunca bircok seyi din ile acıklıyorsa, dıs etkenler bastırdıkca bi noktada catlayıp depresyona girmesi cok normal bence. zorlandıkca konformist cözümler secmekten kafa göz soruna girişmeyi bilmeyen bir sürü insan var sonucta.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

KuddusiMavra said:

tuz buz olma nedir yahu? ölünce minerallere ayrılıp toprağa karışıyoruz. budur. bence çok güzel bir şey. ebedi yaşamın ta kendisi. din adamı depresyona sokar çünkü yaratan sevgisi yerine allah korkusu üzerine bina etmiştir her şeyi.


varlığın duygu ve düşünce olmadan pek bir manası yok bence. var olmanın en üst düzeyi budur.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Ardeth said:

KuddusiMavra said:

tuz buz olma nedir yahu? ölünce minerallere ayrılıp toprağa karışıyoruz. budur. bence çok güzel bir şey. ebedi yaşamın ta kendisi. din adamı depresyona sokar çünkü yaratan sevgisi yerine allah korkusu üzerine bina etmiştir her şeyi.


varlığın duygu ve düşünce olmadan pek bir manası yok bence. var olmanın en üst düzeyi budur.

ÇÜNKÜ MANAYI DUYGU VE DÜŞÜNCEYLE ALGILADIĞIN İÇİN OLABİLİR MİĞĞĞĞ
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

fenn said:

Hazreti Hüseyin henüz süt emmekte idi, hastalanmış sabaha kadar uyumamıştı... Sabaha doğru biraz uyur gibi olmuş, hazreti Fatıma Validemiz de vakitten istifade ederek sabah namazını kılıp yatmışlardı. Mescid-i Şerifte sabah namazını kıldıran Resul'ü Ekrem Efendimiz adeti üzere kızı Fatıma'nın seadetli evine teşrif etmişlerdi. Hazreti Fatıma'yı uyur vaziyette görünce onu sabah namazını kılmadan yatmış sanarak “Ey kızım Fatıma, Peygamber kızıyım diye sakın namazı terketme! Beni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, namazını vaktinde kılmadıkça cennete gireceğini zannetme!” buyurmuşlar ve namazın hiçbir suretle ihmal edilemeyeceğini beyan buyurmuşlardır. Ondan sonra hazreti Fatıma “Canım babacığım, sabaha kadar uyumadım... Sabah namazını kılıp da yattım...” deyince, Peygamber efendimiz “Müjdeler olsun sana ya kızım Fatıma, Ahirette böyle sıkıntılar görmeyeceksin buyurdular.


inneke hamidün mecit...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Duygu düşünce aslında çok kısıtlı da olabilir, bilemiyoruz. Düşünce dediğin aslında iki ileri bir geri giden zihinsel çöplük çoğu zaman. Tamam işe yarar yönleri çok, ama ihtiyacın olmadığında kapatabiliyor musun mesela o önemli. Çünkü biryerde düşüncenin her zaman mutlak gerekli birşey olduğunu savunamayız değil mi kendi yaşamlarımızdan. Eminim basit bir örnekle gün içinde saçma sapan zilyon şey düşünüyoruzdur. Bunların bazıları etrafımız için yıkıcı da olabilir, ki kötülük böyle ortaya çıkmaz mı?
Onları susturabiliyor muyuz, önemli olan o. O yüzden kendi tahminim düşünce çok ilkel bir düzey, algılayamadığımız çok farklı düzeyler olduğundan şüphem yok...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Sotto said:

Duygu düşünce aslında çok kısıtlı da olabilir, bilemiyoruz. Düşünce dediğin aslında iki ileri bir geri giden zihinsel çöplük çoğu zaman. Tamam işe yarar yönleri çok, ama ihtiyacın olmadığında kapatabiliyor musun mesela o önemli. Çünkü biryerde düşüncenin her zaman mutlak gerekli birşey olduğunu savunamayız değil mi kendi yaşamlarımızdan. Eminim basit bir örnekle gün içinde saçma sapan zilyon şey düşünüyoruzdur. Bunların bazıları etrafımız için yıkıcı da olabilir, ki kötülük böyle ortaya çıkmaz mı?
Onları susturabiliyor muyuz, önemli olan o. O yüzden kendi tahminim düşünce çok ilkel bir düzey, algılayamadığımız çok farklı düzeyler olduğundan şüphem yok...


Ama bunların var olabileceğini bile düşünmene olanak veriyor mu vermiyor mu?
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...