Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

uçan spagetti canavarına sahtekar desem


nutella yerim

Öne çıkan mesajlar

xunn said:

I've got nothing against God, it's his fan club I can't stand.

İnanmıyorsanız bu ortadan her türlü butthurt'ü kaldırıyor, çıkıp din eleştirmek gerçekten çok lüzumsuz birşey ateist bir adam için.

Ha biz de dalga geçiyoruz arada inançlı arkadaşlarla da, müslüman fanatiklerimiz şakirt topicleri açınca ne kadar komigime gidiyorsa şu 3. sını elitizm çabası da o kadar komik geliyor.

İnanmayan bir birey için ne kadar umrunuzda birilerinin inanmaması.

U mad?


xunn ne de güzel yazmış
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Myshkin said:

Hıristiyanlıkta ve islam da en önemli şeylerden biri inanmayanları da dine döndürmek iken problem dinde değil inananların şahsiyetinde demek nası bir mantık. Heriflerin kendilerinde de sorun olabilir de adamların inandığı şey zaten sen inanmıyorsan sana müdahale etmeyi gösteriyor.
Büyük dinlere göre insan dünyaya sınav için gelmiştir.Sınav varsa irade olmalı , ''yanlış'' yapabilme özgürlüğü olmalı.İnanmıyan insanlara müdahele öğretinin kendisiyle çelişiyor.Bunun sebebi olsa olsa insan fanatizmi olabilir.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Myshkin said:

Hıristiyanlıkta ve islam da en önemli şeylerden biri inanmayanları da dine döndürmek iken problem dinde değil inananların şahsiyetinde demek nası bir mantık. Heriflerin kendilerinde de sorun olabilir de adamların inandığı şey zaten sen inanmıyorsan sana müdahale etmeyi gösteriyor.


bu doğru hiçbiri bi paganlık değil.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Myshkin said:

Hıristiyanlıkta ve islam da en önemli şeylerden biri inanmayanları da dine döndürmek iken problem dinde değil inananların şahsiyetinde demek nası bir mantık. Heriflerin kendilerinde de sorun olabilir de adamların inandığı şey zaten sen inanmıyorsan sana müdahale etmeyi gösteriyor.


yoo yok öyle bişey,

tam sayfa söyleyemem ezberimden ama direk kuran da yazar, inanmayanlara karışma diye.

sallamayalım
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Suark said:

@myshkin
nerde yazıyor abi o, direk muattab olayın der

"Onlar, kendileri gibi inkâr etmenizi (kâfir olmanızı) ve böylece onlarla bir (aynı seviyede) olmanızı istediler. Artık Allah'ın yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin. Bundan sonra eğer yüz çevirirlerse o taktirde onları nerede bulursanız yakalayın ve onları öldürün. Ve onlardan dost ve yardımcı edinmeyin." nisa 89

" Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. " bakara 193
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Regalya said:

Myshkin said:

kuranda tek dinleri allah olana kadar saldır da yazıyor?

Hangi bölümünde? :)



islamı yaymak icin bin tane savaş yapıldı benim bildigim,kuzey afrikadan,arabistan yarım adasına,kızıl denizden güney ispanyaya kadar,aaa ama şey de mi,toprak alıp halkın dinine inancına karışılmıyordu


hatta fethedilen yerdeki (ah pardon fetih dedim,topraga katma diyecektim) çok büyük kliseler camii yapılmıyordu.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Suark said:

@nomsar

evet, muabbet etme der. Ama döndür onları uğraş kas demez

@myshkin

nerde yazıyor abi o, direk muattab olayın der


Direk "kafasını kopar" demesine gerek yok, zaten o şekliyle kitleleri sürüklemesi çok zor din olayının.

Muhabbet etme dediği şey teorik zaten, aynı kandan 2 kişi inançta ters düşerse, yobaz birisinin "ağabeyin inanmıyor, sen de onunla konuşuyorsun, yoksa gerçek hıristiyan değil misin?" demesi kaosa sebep oluyor.

ya dinler son hamleyi dahi insana tarif edecek nitelikte olaca ya da insanların biraz daha vicdani varlıklar olmasından sonra türeyecekti.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

xunn said:

Dediğimi yanlış anlamışsın sanırım biraz, hiçbir modern dinin normunda toplumu aşağı çek default gelmiyor.

Gerzek dediğim zaman herhangi bir kütleye konuşmadım o yüzden, bireysel gerzekliğin kitleye hitap etmemesi gerektiginden bahsettim. İslam dünyasının nüfusu ortata, ve çoğu zararsız.

Beni aşağı çeken şey bir tanrı değil sosyal erdem ve vicdan eksikliği, ve bu kaltesizlik dindar yada inançsız ayırt etmiyor, direk bir karakter sorunu.

Daha açıklayıcı olabildim umarım.


Anladım. evet hiçbir dinde default gelmiyor ama zamanla topluma işlenmiş ve kurum haline dönüştürülerek toplumsal bir mekanizma olması sıkıntı yaratıyor. hristiyanlık bunun bokunu çıkararak papalık adı altında dünyevi bir kontrol mekanizması yarattı (incilde böyle birşey olmadığı halde, tıpkı kuran da türban olmadığı gibi) ki bu mekanizma yüzyıllarca zülum etti insanlara.

islam ise daha farklı kullanıldı, her bir inananı bireysel kontrol mekanizmaları haline getirdi. dikkat edersen yobaz hristiyanlar sokakta tasvip etmedikleri insanlara sataşmaz ama yobaz müslümanlar karışır.

evet bu kalitesizlik bireysel bir sorun, inançlı inançsız ayırt etmez. dünyada bi ton çeşit insan var ve hepsini effektif olarak distract edebilecek tek bir mekanizma geliştirmek imkansız. o yüzden belli insan grupları din ve maneviyat duyguları sömürülerek uyutulurken, başka gruptaki insanlar materyalist distractionlar kullanılarak uyutuluyor vs. social engineering 101. demek istediğim bahsettiğin karakter sorunları üzerine oynanarak insanların maksimum potansiyellerine ulaşmaları engelleniyor, ruling class tarafından.

dinler bilinen tarih boyunca toplumları ürkütmeden gütmek için kullanıldı. tanrılar tanrıçalar demigodlar geldi gitti ama aslında değişen birşey yok. insanlar her dönem kendi tanrılarını "doğru" "hakiki" tanrı/lar olarak gördü ve diğerlerinin/başka dönemlerin tanrılarını küçük gördü. biz nasıl tarih okurken "ahah salaklara bak nası kandırmışlar lol" diyorsak gelecek nesillerde (toplum kendini imha etmezse) bizim için aynı şeyi söyleyecekler.

bu ülkede "aman ülke kötü halde, neyse salla ben namaz oruç kasıyim nasıl olsa cennette sonsuza kadar huri şarap combosuyla takılırım" mantığında yaşayan onbinlerce insan var. hatta daha da kötüsü kaderci anlayış "buna da şükür" "kısmet napalım" mantığı bireysel ve toplumsal değişimin önüne konulan en büyük taş. adam niye bişeyler değiştirmek için uğraşsın ki zaten ölünce sonsuza kadar cennette yaşayacak!

aynı şey şu an ki corrupt budizmde de geçerli. bu hayatta fakir bir nobody olman sorun değil, bi sonraki hayatında zengin olarak reenkarne olucaksın. milyonlarca fakir insan bu sayede kontrol altında tutuluyor doğuda.

hakkaten dindar adam (bahsettiğin tarzda aurası olmayan) zaten dünyevi meselelere yansıtmaz bunu, biri ona saldırsa da umurunda olmaz, kendi içinde yaşar maneviyatını. bu adamların hiçbir zararı yoktur, çok severim bende. gel gör ki türkiyede bunların sayısı %0.1'i geçmez.

biraz WoT oldu ama kusura bakma :)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Myshkin said:

Suark said:

@myshkin
nerde yazıyor abi o, direk muattab olayın der

"Onlar, kendileri gibi inkâr etmenizi (kâfir olmanızı) ve böylece onlarla bir (aynı seviyede) olmanızı istediler. Artık Allah'ın yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin. Bundan sonra eğer yüz çevirirlerse o taktirde onları nerede bulursanız yakalayın ve onları öldürün. Ve onlardan dost ve yardımcı edinmeyin." nisa 89

" Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. " bakara 193


Şöyle bir makale var

Barış Dini İslâm’dan Dünya Barışına
From Islam, the Religion of Peace to World Peace
Veli SIRIM
Dr.
İslâm kelimesi, Arapçada ‘barış’ anlamına gelen ‘selâm’ kelimesinden gelir. Bu anlamıyla selâm, bir çok yerde geçer ve bütün Müslüman dillerinde, günlük hayatın birçok alanında kullanılır. Ayrıca ebedî olarak kalınacak Cennet’e “Daru’s-Selâm-Kurtuluş yurdu” denilmiştir. Haddizatında bütün semâvî dinlerin insanlar arasındaki düşmanlık ve çatışmaları sona erdirmek, emniyet ve sulhü temin etmek için geldiklerini1 düşünecek olursak, son ve en mükemmel din olan İslâm’ın barışa verdiği önemi anlayabiliriz.

Günümüz Arap dilinde barış ifadesi için ‘selâm’ın hâkimiyetinden bahsedebiliriz. Klasik eserlerde savaşın karşıtı olarak ‘barış’ anlamında sadece ‘sulh’ kullanılırken, modern Arapçada bu kelime, giderek ‘savaştan barışa geçiş’ olarak sınırlandırılmıştır. Önceleri siyâsî anlam taşımayan ‘selâm’ kelimesi ise ‘sulh’ün yerini alarak, başta da belirttiğimiz gibi, ‘savaş halinin zıddı olan barış hali’ anlamında kullanılmaya başlanmıştır.2 Yine modern Arapçada devletlerarasındaki barışı ifade için kullanılan ve selâmla aynı kökten gelen “silm” kelimesini burada zikredebiliriz.

İslâm fıkhında gerek fertler arasındaki, gerekse devletler arasındaki barış esası üzerine kurulu ilişkiler çerçevesinde kullanılan diğer önemli kavramlar arasında musalaha, mürâveze, mütâreke, muâhede, muvâdaa ve mühâdeneyi3 sayabiliriz.

İslâm’ın ırkı, dini, dili, ülkesi ne olursa olsun, insanlar arası münasebetlerde barış ve sulh prensibini ön plana çıkarmasını temelsiz bir iddiadan veya zorlama bir yorumdan ibaret olduğunu düşünmek son derece yanlıştır. Çünkü gerek pek çok Kur’an ayetinde4, gerekse Sünnet-i Seniyyede hiç yoruma ihtiyaç bırakmayacak netlikte hükümler ve örnekler vardır.

Barış Asıldır; Savaş ise Ârızî Bir Durumdur

Fertler ve toplumlar arası münasebetlerin temelinde barışın mı, yoksa savaşın mı bulunduğu tartışma konusu olmuştur. İlk insandan bu yana, savaşların, çatışmaların daima ön planda yer aldığını görürüz. Milatan önce üçüncü yüzyılda yaşayan Latin şairlerinden Plotüs’ün şu sözü insanların içinde gizli bütün olumsuz özellikleri aksettirir; “Homo homini lupus..”5 Yani, insan insan için bir kurttur.

İslâm, insanın bu belirgin özelliğini inkâr etmez. Ancak insan olmanın temel özelliklerini göstermeyi de ihmal etmez. Bu durum, Allah’ın “Yeryüzünde emirlerimi yerine getirip varlıklar üzerinde tasarrufta bulunacak bir halife yaratacağım” buyurduğunda meleklerin “Yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” sualine karşılık Hz. Adem’e (a.s.) bütün isimlerin öğretildiğini bildirmesinde6 açıkça görülür.

Bu durumda ister istemez akla şu soru takılmaktadır; Gerek fertler, gerekse toplumlar arasındaki ilişkilerde insanların halifelik yönü mü, yoksa hayvanî yönü mü esas olmalıdır?

Bu sorunun cevabını zaten yukarıdaki ayet mealinde vermiş olduk. İnsan İslâm’a göre bir takım şartları taşıması halinde gerçek anlamda insan olabilir. Her fırsatta kan dökmek, didişmek insanlığın belirgin vasfı değildir. Bütün insanlığın sulh ve sükûn içinde bulunması gerekir. Bunun için en güvenilir ve kısa yol barıştan geçmektedir. Huzur ve barış şaşmaz bir kaide; savaş ise, fesad çıkarmak, düzensizlik meydana getirmek, zulüm yapmak suretiyle bir bedeni andıran insanlık âlemindeki birliği ve bütünlüğü sarsmaya yönelik bir istisnadır.

İslâm’a göre barış, tıpkı fertler arası ilişkilerde olduğu gibi devletlerarası ilişkilerde de asıl, genel prensip ve kaide, harp ise arizi ve geçici bir durum, ancak lüzumu halinde başvurulan bir yoldur.

Asrımız âlimlerinden Bediüzzaman Said Nursi, İslam medeniyetinin en temel özelliklerinden birisi olarak barışa işaret ederken, savaş halinin ancak dışarıdan gelecek saldırılara karşı bir savunma mahiyetinde olacağını şu ifadelerle belirtir:

“(İslam medeniyetine göre) Nokta-i istinad (dayanak noktası), kuvvete bedel haktır ki, şe’ni (neticesi) adalet ve tevazündür (dengeli ve eşit davranmaktır). Hedef de, menfeat yerine fazilettir ki, şe’ni muhabbet ve tecâzübdür (karşılıklı yakınlaşmadır). Cihetü’l-Vahdet (birlik yönü) de unsûriyet (ırkçılık) ve milleyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî ve sınıfîdir ki (dinî, vatanî ve sınıfî bağlar), şe’ni samimî uhuvvet (kardeşlik) ve müsâlemet (barış içinde yaşamak) ve haricin tecavüzüne (saldırısına) karşı yalnız tedâfü’dür (savunmadır), Hayatta düsturu (temel prensibi) cidal (çatışma, mücadele) yerine düstur-u teavündür (yardımlaşma prensibidir) ki, şe’ni ittihad ve tesanüttür (dayanışmadır).”7

İslâm’ın Savaşa Bakışı ve Cihad Kavramı

İnsanlığın birlik ve kardeşlik içerisinde ve mutlu bir şekilde yaşamasını hedefleyen İslâm dini, sulh ve salâhı esaslı bir prensip olarak kabul eder. Savaş, İslâm’ın hedefleri arasında yer almaz. Hatta buna şer nazarıyla baktığını da söylemek mümkündür ve bu özellikle Müslümanlar arasında olursa en büyük şer, en büyük tehlike olarak değerlendirilir. Ancak zaruret varsa bu yola başvurulabilir. Bu yüzdendir ki İslâm hukukçuları cihad hakkında “cihâd lizatihi hasen bir vecibe değildir, belki ligayrihî hasendir” tespitinde bulunmuşlardır.8

Hatta cihadın, kuru bir ifadeyle sadece “savaş” olarak değerlendirilmesi yanlış görülmüştür. Cihâd, öncelikle barışçıl yol ve vasıtalarla İslâm’ın tebliğ edilmesi ve bu konuda gayret göstermeyi ifade eder. Ne zaman ki İslâm’ın tebliği güçleşir, din ve inanç hürriyetini teminat altına almak ve İslâm devletini savunmak gerekirse bilinen manada savaşa başvurulur.9

İslâm’daki cihad anlayışını barış çerçevesi içinde şöyle değerlendirmek mümkündür:

a) Kur’an ve sünnette yer alan ve Müslümanları cihada davet eden nasslar ve hükümler, İslâm’ın kabul ettiği barış ilkesine ters düşmez.

İnsanlığı bir tek topluluk olarak değerlendiren İslâm, Müslümanlara karşı düşmanca tavır takınmayan gayr-i müslim topluluklarla iyi ilişkiler kurulmasını menetmez. Bilakis böyle durumlarda, onlara karşı iyilikte bulunmaları ve adaletli davranmaları emredilmektedir.10

Kur’an’da savaşa izin veren ilk ayetlerden itibaren, bu konuda son olarak indiği bildirilen ve milletlerarası ilişkilerin savaş esasına dayandığını iddia edenlerce daha önceki barışa davet eden ayetleri neshettiği, yani hükmünü ortadan kaldırdığı iddia edilen kılıç ayetine11 kadar birçok ayette cihadın hangi şartlarda gerçekleştirileceğine dair bazı şartlar sunulmuştur:

Kur’an ayetlerinde zikredilen “zulme uğramış olmak, kendilerine savaş açılmak, topyekûn saldırıya maruz kalmak, yeryüzünde fitnenin varoluşu”12 vb. sebepler savaşa bir gerekçe olarak sunulurken, bu şartların gerçekleşmemesi halinde barış halinin sürekli olacağı rahatlıkla söylenebilir.

Diğer yandan, Müslümanları savaşa doğrudan teşvik eden ayetlerde durum bundan pek farklı değildir. Örneğin; “Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlarla savaşın.”13 ayetini hiç bir meşrû sebep olmaksızın, ele geçen ilk fırsatta onlara saldırıp, onlarla savaşmak şeklinde yorumlayamayız.

Geçmişte olduğu gibi, düşmanlık duyguları fiilî bir tecavüz şekline dönüşmedikçe, Müslümanların sıcak savaşa girişmemeleri en doğru yoldur. Bunun yerine, tıpkı muasır İslâm düşünürü Bediüzzaman’ın şu tespitlerinde olduğu gibi, milletlerarası diyalog metotlarının kullanılması, görüşme yollarının açık tutulması gerekir;

“Cihâd-ı haricîyi, Şeriat-ı Garrâ’nın berâhin-i kâtıasının elmas kılıçlarına havale edeceğiz. Zira medenilere galebe çalmak ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.”14

b) İslâm, her fırsatta insanları sulha, barışa ve hoşgörüye davet eder.

İslâmiyet, başlangıçtan itibaren yeryüzünde insanî bağları kuvvetlendirmek, toplumları insanî gayelerle birbirlerine yaklaştırmak, karşılıklı ilişkileri hayırlı işlerde yardımlaşma, işbirliği ve barış esaslarına dayandırmak prensiplerini koymuş ve uygulamıştır. Ayrıca, toplumlar arasında normal ve daimi durumun sulh olduğunu, bu sulh halini bozan ve düşmanlığı körükleyen asıl sebebin, başkalarının haklarına tecavüzde bulunma olduğunu kabul eder. Bilfiil savaş yapma zorunluluğu ortaya çıktığında ise, yine Müslümanlara barış yollarını arama, bunun için gayret sarf etmeyi öngörür.

Diğer yandan Müslümanlar arası barışı sağlama yönünden de aynı hassasiyetin varlığını görmekteyiz. “Muhabbete muhabbet, husumete husumet”15 yani, insanlardaki muhabbet duygusuna muhabbet besleyip, geliştirmek, husumet duygusuna düşman olup, onu yok etme düsturuyla Müslümanlar arası barış çok kolaylıkla ikame edilecektir.

Şu ayet, Müslümanlar arası ilişkilerde yine temel prensibin barış olduğunu göstererek, ârizî olarak çıkan çatışmaların izalesini bütün Müslümanların üzerine bir görev olarak yüklemektedir. Hatta bu görev yerine getirilmesine rağmen, taraflardan birisi savaşta ısrar etmesi halinde, asıl olan barışın sağlanması için inatçı tarafla savaşılması gerekliliği üzerinde durulmaktadır.

“Mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle çarpışacak olurlarsa aralarını düzeltin. Onlardan biri diğerine karşı tecavüzünde ısrar ederse, saldıran tarafla, onlar Allah’ın hükmüne dönünceye kadar savaşın. Eğer dönerlerse siz de aralarını adaletle düzeltin ve doğruluktan ayrılmayın. Şüphesiz ki Allah adaleti ve doğruluğu muhafaza edenleri sever. Mü’minler kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete erişesiniz.”16

Aynı telkinler Hz. Peygamber’in (s.a.v.) söz ve fiillerinde de kendini gösterir. Resulüllah (s.a.v.), İslâm’ın ilk zuhur ettiği sırada, Arabistan yarımadasında yaşayıp dahilî ve haricî çatışmalar sebebiyle bir türlü barış ve huzur havası teneffüs edemeyen insanlara her fırsatta müsâmahayla ve barış teklifiyle gitmiştir. Medine’ye hicret ettikten sonra, farklı din, ırk ve milletlerden oluşan şehir halkını barış esasları çerçevesinde gerçekleştirilen bir anayasayla birleştirmesi17, özellikle Müslüman oldukları halde nesiller boyunca birbirlerinin kanını akıtıp, düşmanlık yapan Evs ve Hazrec kabilelerini kardeş yapması18, sulh talebinde bulunan, anlaşma yapmak isteyen herkesle sulha yanaşması, kendini ve diğer Müslümanları öz yurtlarından çıkaran kişilere karşı hiç bir zaman kin gütmeksizin, daima onların kurtuluşu için çalışması19 ve daha birçok uygulamayla barışın önemi üzerinde durmuştur. Çeşitli örnekler vererek konuya açıklık getirmeye çalışalım:

“..Benden sonra birbirinin boğazına sarılan kafirler haline gelmeyin..”20

“Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin. Fakat düşmana kavuşunca da sabredin..”21

“Yazık Kureyş’e ki, savaş kendilerini yiyip bitirdi. Benimle diğer Araplar arasına girmeselerdi ne olur sanki?”22

c) İslâm tarihi boyunca Müslüman olmayanlara yönelik uygulanan cizye, emân verme vb. yollar yine barışın temel prensip olarak kabul edildiğini gösterir.

Gerek Hz. Peygamber (s.a.v.), gerek Hulefâ-i Râşidîn ve gerekse takip eden dönemlere bakıldığında, İslâm ordusu gayr-i müslim bir grup veya orduyla karşılaştığında onlarla doğrudan savaşa başlamadıkları, bir takım seçenekler sundukları görülecektir.

d) İslâm’a davet ve tebliğ prensibi olarak niteleyebileceğimiz “el-Emru bi’l-Ma’rûf ve’n-Nehyü ani’l-Münker prensibi”nin temelinde yine kalıcı ve daimi barış anlayışı yatmaktadır.

İslâmiyet diğer dinlerle karşılaştırılacak olursa, çok daha hızlı, fakat çok daha barışçı bir yolla yayılmıştır. Her ne kadar Müslümanların yaptıkları fetihleri toplu Müslüman olmalar izlemişse de, bu kılıç zoruyla değil gayretli, ihlâslı Müslümanların örnek davranışlarıyla gerçekleşmiştir.23

e) İslâm fıtrî bir dindir. Her alanda olduğu gibi insan fıtratına en uygun olan yolu emreder, aksini de yasaklar. Başta da belirttiğimiz gibi, barış ve esenlik anlamındaki “selâm” kelimesiyle aynı kökten türeyen İslâm’ın, yine aynı manada kullanılan Müslümanlar arası selâmlaşmayı, bütünüyle barış dolu bir gece olan Kadir gecesinde inen bir İlahi kitabı, barış yurdu olarak nitelendirdiği Cennet’i, en temel vasfı barış olan bir daveti bir kenara bırakarak, barışı fıtri bir özellik olarak kabul etmemesi düşünülemez.

İslâm geniş anlamda dünya barışının sağlanması için yine en fıtrî olan yolu takip eder. Barışı önce insan vicdanına yerleştirmekle işe başlar. Çünkü devletlerarası barış, barış zincirinin son halkasını, son merhalesini teşkil eder.

Sonuç

İslâmiyet, başlangıçtan itibaren yeryüzünde insanî bağları kuvvetlendirmek, toplumları insanî gayelerle birbirlerine yaklaştırmak, karşılıklı ilişkileri hayırlı işlerde yardımlaşma, işbirliği ve barış esaslarına dayandırmak prensiplerini koymuş ve uygulamıştır. Ayrıca, toplumlar arasında normal ve daimi durumun sulh olduğunu, bu sulh halini bozan ve düşmanlığı körükleyen asıl sebebin, başkalarının haklarına tecavüzde bulunma olduğunu kabul eder. Bilfiil savaş yapma zorunluluğu ortaya çıktığında ise, yine Müslümanlara barış yollarını arama, bunun için gayret sarf etmeyi öngörür.

Bu bilgilerden hareketle Müslüman bir devletle hasmâne-düşmanca ilişkiler içine giren ülkelerle, anlaşmazlıkların kaldırılması konusunda gerek savaş öncesi ve gerekse savaş esnasında sulh yollarına başvurmakta titizlik gösterilmelidir. Bu yüzden barış ve barış ortamını hazırlayan musalaha (barış antlaşmaları yapmak) her fırsatta teşvik edilmiş, hatta -düşman tarafın barışa meyletmesi gibi bazı durumlarda- emredilmiştir.

Öz

İslâmiyet, başlangıçtan itibaren yeryüzünde insanî bağları kuvvetlendirmek, toplumları insanî gayelerle birbirlerine yaklaştırmak, karşılıklı ilişkileri hayırlı işlerde yardımlaşma, işbirliği ve barış esaslarına dayandırmak prensiplerini koymuş ve uygulamıştır. Ayrıca, toplumlar arasında normal ve daimi durumun sulh olduğunu, bu sulh halini bozan ve düşmanlığı körükleyen asıl sebebin, başkalarının haklarına tecavüzde bulunma olduğunu kabul eder. Bilfiil savaş yapma zorunluluğu ortaya çıktığında ise, yine Müslümanlara barış yollarını arama, bunun için gayret sarf etmeyi öngörür. Bu yazıda İslam’ın barışa verdiği önemden yola çıkılarak dünya barışına bulunabileceği katkı gözler önüne serilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Barış, dünya barışı, savaş, cihad

Abstract

Since its emergence, Islam has accepted and implemented principles of strengthening humane bounds on the earth, approaching societies with humane purposes, basing mutual relations on solidarity, cooperation and peace for charity works. Moreover, it accepts that normal and permanent situation among the societies is peace, and that the real reason disrupting the peace and triggering hostility is malicious trespass. And when obligation to battle emerges, it directs Muslims to seek for the way for peace and give efforts. In this text, based on the importance paid by Islam to peace, Islam’s possible contribution to world peace is revealed.

Keywords: Peace, world peace, battle, jehad

Dipnotlar:
1. Muhammed Ali Hasen, el-Alâkâtü’d-Devliyye fi’l-Kur’ani’l-Kerim ve’s-Sünne, 1980, s. 268.
2. Bernard Lewis, İslâm’ın Siyasal Dili (Terc. Fatih Taşar), İstanbul 1992, s. 124.
3. Bu kavramlar hakkında daha geniş bilgi için bkz. Dünya Barışı ve İslâm, Dr. Veli Sırım, İstanbul 1998.
4. Bakara Suresi, 2/208; Nahl Suresi, 16/125; Mâide Suresi, 5/2
5. Ahmed Reşid Turnagil, İslamiyet ve Milletler Hukuku, İstanbul 1943, s. 52.
6. Bakara Suresi, 2/30
7. Bediüzzaman Said Nursi, Kaynaklı İndeksli Lügatli Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1996, C. 2, s. 2049.
8. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, C. 3, s. 356.
9. M. Münib Ayıntâbî, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, Âsitâne 124, s. 82.
10. Abdülkadir Udeh, el-İslâm ve Evdâuha’l-Kanûniyye, Kahire 1951, s. 77.
11. Tevbe Suresi, 9/36
12. Hacc Suresi, 22/32; Bakara Suresi, 2/190; Ankebût Suresi, 29/46; Bakara Suresi, 2/193
13. Tevbe Suresi, 9/123
14. Said Nursi, C. 2, s. 1930.
15. Said Nursî, C. 2, s. 1968.
16. Hucurât Suresi, 49/9-10
17. Abidin Sönmez, Resulüllah’ın Diplomatik Münâsebetleri, İstanbul 1985, s. 81-82.
18. Muhammed Hamîdullah, Terc. Salih Tuğ – Said Mutlu, İstanbul 1969, İslâm Peygamberi, C. 2, s. 273.
19. Yüksel Macit, İslâm Anayasa Hukûkuna Giriş, Tavas 1990, s. 2.
20. El-Buhari, 9/42-43
21. Süleyman b. El-Eş’as Ebû Davud, Sünen, Humus 1388, Cihâd, s. 89.
22. Ebu’l-Fida İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut 1966, C. 4, s. 165.
23. Ebû’l-Fazl İzzetî, İslâm’ın Yayılış Tarihine Giriş (Terc. Cahid Koytak), İstanbul 1984, s. 236.
Yukarı





Objektif olup her kaynağı muhakeme etmek lazım.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Aynen dediğin gibi bütün kaynaklara bakmak lazım. Ben de şu makaleyi okudum mesela tam olarka beni destekliyor.

makale

Sermo in Arabic Islam, pacis quod pax est verbum. Hoc proprie est salutare est et loci Muslim omnino sermonem in multis regionibus elit. Praeterea manere in aeternum Caelo "Pax Daru's-Liberation patria-» vocabantur. Haddizatında monotheistic omnes religiones inimicitiis inter conflictationes hominum solvat, provideant saluti pax inter geldiklerini1 Si cogitemus, quae est ultimum et perfectissimum Islam religio pacis momenti intellegere possumus. In hodierna lingua Arabica vox pacis of Disputatio de Selam REGNUM. Sicut artificiata Classical anti-bellum pacis nisi pacis adhibetur, modern Arabic hoc verbum aeternum bellum transitus de pace 'est limitata. Antea sine political meaning 'Peace' verbum 'sulh'ün fieri, ut diximus,' status pacis, quod est oppositum bellum 'significatur başlanmıştır.2 etiam exprimere pace salutant modern Arabic cognatum devletlerarasındaki "delete" proferas verbum hic. Islamica iurisprudentia inter utrumque privatorum usus in contextu necessitudinum aedificata super fundamentum pacis inter civitates alias magni momenti rationes musalaha, mürâveze per indutias foedus et mühâdeneyi3 muvâdaa potest dicere. Islam, gentis, religionis, linguae, terrae, pax inter homines et ratione principii in frontem realismus pacis seu impellens, seu remove unsubstantiated dici nihil est aliud quam ipsa recte cogitandi. Quia multi ayetinde4 Quran, Sunnah Seniyyede relinquunt opus sunt interpretationi, constat exemplis expedisset. Brooks pacem, bellum est Ârızî Relationes inter individua et societates ex pax, ubi bellum est controversiae. Sed primus homo, bella, praelia, videmus ad primos. Cras in poetis Latinis III saeculo ante omnia in hoc nomine latet Milatan Plotüs'ün negative lineamentis sonat populorum, "Homo lupus Hominn .." V Aliis verbis, homo homini lupus. Non negat eis in Islam prominent pluma. Noli negligere ostenderet basic features of homo. Hic, Dei »disponere ut elit inducam in terram, pro partum a me iubet ire caliphate" buyurduğunda angeli "ex maleficio in terra, unus ex sanguine partum?" Hz Sualine responsum. Adam (pbuh) docuit bildirmesinde6 omnia nomina manifestum erit. In sequenti quaestione necesse quaerere congrueret et singuli et communitates, quae relationes inter caliphate moderatione, ut homines, vel ex parte, utrum animal? Mealinde supra versu supra posito quod huius quaestionis. Secundum Islam, si quis implet conditionem hominum esse vere humanum. Omni tempore ad effundendum sanguinem, id est humani generis proprium dolium. Omnes homines debent intra pacem et tranquillitatem. Hoc enim modo certum est denique pace transiret. Pacem et securitatem a basi infallibilis; bello mali sunt, faciunt perversitatem, quod corpus hominis in mundo instar crudelitatis per exceptionem labefactare unitatem et simplicitatem. Secundum Islam, pax, ut in relationibus inter status, quae relationes inter homines et per se, et a principio communi ratione status bellum incidit et temporaria, sed referenced modum necessitatis casu. Asrımız Nursi discipulis, ut unus of plurrimi basic islamica lineamentis humanitatis signum pacis, cum natura bellum esset munitionem contra exteriores impugnationes, sed indicat modo: "(Secundum mores islamica) retinentes Spot-i (ex parte), vim id, pretium sit rectus, Auster (result) iustitiae tevazündür (libratum est et aequum agere). At Target pro menfeat virtutis amor et tecâzübdür SE (rapprochement). Cihetü'l, unitas (unitatis rationem) in unsûriyet (racism), et pro milleyet, vinculum-i religiosam militiam et genus (religionis militiae genus vinculis) SE scriptor sincere uhuvvet (fratres) et müsâlemet (in pace ) externum aggredi (uis) in tantum tedâfü'dür (defensio) adservans titulum in vitam (basic potissimus) and cidal (certamine pugnae) instead of-u teavündür adservans titulum (solidarietatis principio) ut SE of unio et tesanüttür (conspicere). " VII View of War et in Concept of Islam Jihad In unitatem et fraternitatem hominum religionem Islam beatam vitam tendit, pax, Salah erit principium fundamentale haberi. Bellum inter Islam non peltas. Potest dici quod sit malum et summum malum intuitu nazarıyla, praesertim si inter saracenos, secundum quod est maximum periculum. Sed si necessitas referatur ad hunc modum. Inde est quod in Muslim iurisconsultorum jihad "Jihad lizatihi hasen non obligatur forte ligayrihî hasendir" determinatio bulunmuşlardır.8 Nam jihad arida verbis tantum "bellum" est nefas habetur. Jihad, pacificum, vias et modos primum certior fiat de hac re de Insula et conantur ostendere. Ut faucibus, quam difficile est Islam, spondere fidem et libertatem religionis islamicae defendere si opus fuerit status, notum başvurulur.9 bellum meaning Censeo jihad in intellectu possibili, est pax dicit Islam in contextu; a) et Qur'an sunnah et saracenos, qui invitat ad jihad nasslar commeatusque conformiter principio adoptavit pacis Insula. Muslims in perpendendis islamica communitas unius hominis, hostilem animum assumere menetmez instauratione bonum relationes cum non-Muslim elit. Sed in talibus et illis benefacere solum actus bulunmaları emredilmektedir.10 Iam a primis versibus in Quran quod licet bellum tandem super hac re ex fama dici principium belli et gentium propinquis quam agendo neshettiği prioris versiculi vocare pacem scilicet praescriptum elicere condicionis subscripta jihad sit amet multis versibus gladio ayetine11 Quidam condicionibus quae sequuntur: Mentioned in versibus Koran "persecutus est eos usque ad aperta bella, orci malesuada plenam impetu esse putredo in terra" XII etc. rationes propositae in iustificationem bellum his conditionibus continue erit in statu pacis, non immodicus. Ex altera parte, belli res est dirigere Muslims versiculi hortari ipsum. Eg "o qui credunt? Infidum belli proximos vobis. "Versus XIII absque legitima causa, occasionem primo adgrediendi take illis in pugnam yorumlayamayız forma. Ut in praeteritum, animo hostili dönüşmedikçe actu formam raptus Muslims girişmemeleri verissimum modum belli turpis. Sed sicut in his findings contemporary islamica excogitatoris Bediuzzaman usus sit amet dialogum apertum habenda itinera agere; »I-Jihad exterior,-i-i Shariat kâtıasının Garrâ'nın berâhin diamond gladiis et capiat. Persuasum est ludere cum civilized valebit. Non cogere, ut feros non intellego. "XIV b) Islam, et in omni populo Shulchan occasione pacis et patientiam invitat. Islam, a principio humani ties terra firmare, humanas societates inter se propinquiora gayelerle, cooperationem inter se relationes rerum utilitate, et cooperationem pax et applicuerunt ad principia in quibus principia. Donec quis semper et pacem inter communitates, quod pacem et odium disrupts fueled rei causa proxima, quod convenit ad iurium aliorum raptu. Ubi est debitum facere actu belli modo pacis search for Muslims in contendunt eam praevenit.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

eveeeet,
bir topicte daha islamiyete karşı içimizi döktük, ateistler kendi inançlarının fanatizmini yaptı, sıra sonraki topiclere artık.
newfag durumuna düşse de nutellaya bu topic için teşekkür ederiz.
bir sonraki "ama müslümanlar çok reröre" topiğinde daha gözükmek üzere esen kalın.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

WoT olsun da adam gibi derdini anlatmaya çalışıyor ol, canımı ye öncelikle.

Şimdi yanlış birşey söylemiyorsun, lakin insanlık çok yol tepti kilisenin ve halifenin toplumu güttüğü dönemlerden beri. Bu tabii ki onların kalitede artışı sebebiyle olmadı, sadece artık ill-intent'i saklamak daha zor içinde bulunduğumuz çag sebebiyle.

Katılmadığım kısım, 1300 yıl boyunca kilisenin insanlığı domine etmiş olmasının, günümüzdeki sosyal yapıdaki sorunlarla hiçbir alakası olmaması. Dindar kitleler artık böyle bir tehlike arz etmiyor. Evet hala rahatsız edici olaylar yaşanabiliyor, hala el ele yürüyen gencler laf yiyebiliyor. Ama kadınları cadı diye tutuşturmuyoruz.(Those were the times)

Her patlak veren salgın artık tanrının insanları cezalandırması değil. Dinin topluma çok büyük zarar vermesinin sebebi tamamen cahillik. Şimdi ben burada seninle data alışverişi yaparken, eğer o dönemde yaşıyor olsaydım şu anki datanın yerine kocaman bir bosluk var.

Neden kara veba patlak verdi? Neden hepimiz ölüyoruz? Şimdi bakterinin ne oldugunu bilmeyen bir toplum için bunu kavramak çok büyük bir zorluk, ve ortaya hop diye ALLAH ÇARPTI GENÇLER diye cübbeli abiler geliyor. Ve daha iyi bir açıklaman gerçekten yok.

Kilisenin insanlıga çektirdiği zulüm asla inancın bir yan etkisi değildi. Politikanın yan etkisiydi. İnsanlar inançta bir dominans elde ettiler ve bunu kötüye kullandılar. Burada inanmanın hiçbir etkisi yok.

Bu yüzden diyorum dallama her zaman dallama. İnancı farketmiyor, şu an aynı şeyi en modernimiz en primitifimize yapıyor.

The cirle must come to a close demiş şair.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...