manasız kılacak kadar cok kaynak olmadığı'nın bir kanıtı yok aslında. biz öle olduğunu ınsanlarında tırt oldugunu kabul edip icimizi rahatlatıyoruz o kadar.
zamanında köleliğin meşrulaştırılmasından farklı bir durum yok ortada yanı.
Cezayı manasız kılmak , dünya kaynaklarının düzenli dağıtılmasıyla olur ancak.
Şu dünya düzeninde bir cezayı nasıl manasız kılabilirsiniz ki ? Geliri yok adamın hırsızlık yapıyor.
Diğeri yakışıklı değil hayatında kız eli tutmamış hergün dışarıda yüzlerce kız görüyor hormon tavan yapıyor tecavüz ediyor.
Biri dertlerinden bıkmış uyuşturucuya veriyor.
başka biri kolay para kazanmak için fuhuş yapıyor uyuşturucu satıyor.
Uluslararası politikalar sonucunda devletler terör örgütleri oluşturuyor daha fazla gelir için terör yaratıyor.
Cezayı manasız kılmak sadece kendi ütopyanızda olabilir.
Su kaynakları 50 yıl içinde sıkıntıya sebep olacak, petrol bitiyor, kullanılan nükleer enerjinin geri dönüşümü yok (yani harcadığın uranyumu tekrar koyup tekrar harcayamıyosun vs), ve benzeri pek çok şey var ortada. Ha, soğuk füzyonu bulacaksan ya da Civilization misali uzaya koloni kuracaksan o ayrı ama dünya enerjisi yavaştan bitiyor doğruya doğru
Cezayı manasız kılmak , dünya kaynaklarının düzenli dağıtılmasıyla olur ancak.
Şu dünya düzeninde bir cezayı nasıl manasız kılabilirsiniz ki ? Geliri yok adamın hırsızlık yapıyor.
Diğeri yakışıklı değil hayatında kız eli tutmamış hergün dışarıda yüzlerce kız görüyor hormon tavan yapıyor tecavüz ediyor.
Biri dertlerinden bıkmış uyuşturucuya veriyor.
başka biri kolay para kazanmak için fuhuş yapıyor uyuşturucu satıyor.
Uluslararası politikalar sonucunda devletler terör örgütleri oluşturuyor daha fazla gelir için terör yaratıyor.
Cezayı manasız sadece kendi ütopyanızda olabilir.
Hadi hepsini anladım kaynakları eşit dağıtıp hırsızı engelliycen (hoş gerçi insan doğası gereği yine karşısındakinden fazlasını ister :) Sonuçta içgüdümüz bu. Tüm insanlar doğuştan "evil"dır sonradan terbiyeyle düzelen düzelir) de, tecavüzcüyü nası engelliycen abi "kadınları da eşit dağıtıyoruz, birine 1 adriana lima düştüyse sana 2 tane aysun kayacı" diye mi :D
eh bir bakıma en asgari derecede ıslah işlemi gerçekleşiyor denebilir özel bir program uygulamadan bile, en temel "buradan çıkınca bir daha yapmam buraya düşmemek" düşüncesinin yanırsıra iyi halden erken çıkma olayı da var. bu iki en temel dürtüden etkilenmeyen, hala aynı kafada devam edecek adam zaten hayli şartlanmış olsa gerek suç işlemeye.
ha kaldı ki ıslah olayını bile eleştirenler var, bireylerin kişiliğini manipule etme çabası olarak gören. sistem tümüyle onun üzerine bile kurulu olsa şikayet edecek şeyler bitmiyor yani.
ve ayrıca evet kaynağın eşit dağılımıyla hiçbirşey değişmez, herkesi kendiniz sanmayın. her zaman "diğerlerinden üstün, diğerlerinden zengin, diğerlerinden güçlü" olmak isteyecek sürüyle insan olacak. olmayacak duaya amin demenin alası yok.
GERGE devrimcileri vatanı bölmeye çalışan, devleti yıkmaya çalışan olarak anlatmış. nasıl gülsem bilemedim. Bütün devrimciler bölücü, devleti yıkmaya çalışıyorlar. hı hı oldu diyorum.
Kötü olanı değiştirmeye, yerine daha iyisini getirmeye ant içmiş, bunun için bütün hayatıyla çalışmış insanlarda devrimcidir. Devrim nedir, devrimci nedir Uğur Mumcu nun konuşmalarını dinleyin. Tabi işinize gelirse.
Bu arada cezaevleri eziyet çektirtmek, insanları aşağlamak için değldir. kurunun yanında yaşta yanar mantığıyla hareket ederseniz herkez kuru olur birgün sizin gözünüzde ve yakmakta hiç bir beis görmezsiniz.
Bir kere öncelikle şunu açıklığa kavuşturalım:
Modern ulus-devlet çerçevesinde suç ve ceza tanımlanırken kullanılan söylem her zaman, cezanın birincil amacının ıslah, ikincil amacının caydırıcılık olduğunu belirtir. Bunun altında da Avrupa'nın hümanist söylemi yatar. Yani dediğinin aksine ıslah işlevi küçümsenmez, aksine yüceltilir. Tabii bu işin söylem (ing. discourse, fr. discours) kısmı, biraz sonra söylemin altını da incelemek gerekir.
Öncelikle komünizmin insanoğlu için imkansızlığı iddiasında bulunduğun kısmı bir çürütelim: Özel mülkiyet, insanlık tarihinin başından beri varolan bir kavram değil. Rousseau buna Discours sur l'origine et les fondements de l'inégalité parmi les hommes (İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı) isimli kitabında yer vermiştir. Toplumlarda özel mülkiyet kavramının her zaman varolmuş olmaması hangi açıdan önemlidir dersen, tabii ki de kapitalizmin insan doğası ile bağdaşmak zorunda olmadığının ispatı olarak sunarım. Özel mülkiyetsiz mutlu mesut geçinen, kendini idare eden toplumlara örnekler istersen de Claude Levi-Strauss'un Hüzünlü Dönenceler kitabını öneririm.
Şimdi bu örneklerle en azından doğa (nature, essence) anlamında özel mülkiyete bağlılığın zorunlu olmadığını ispat ettiğimiz konusunda hemfikirsek devam edelim.
Komünizmle faşizmi bir tutman hususu ayrı komik, iki saniyemizi ayırıp onu da çürütelim bir zahmet: Az-çok tarih bilgisi olan bir kişi faşizmin kelime kökenini bilir, İtalya'da Mussolini'nin niye özel olarak bu kelimeyi kullandığını da bilir. Faşizmle totalitarizmi birbirinden ayırmak gerekir. Komünizm çerçevesinde ise totaliter metodu açıkça babalar gibi destekleyen düşünürler de vardır, komünizmin hiç bir totalitarizme başvurulmadan varolabileceğini iddia eden düşünürler de. Bu noktada zaten totaliter bir ruhu olup olmadığı hakkında tartışmak saçmadır.
Daha önemli olan, bu totaliterlik suçlamasında bulunduğun vakit kendi modern toplumlarımızda sanki objektif anlamda özgürlük ve adalet mevcutmuş gibi bir söyleme başvurmandır.
Marx'ın ideoloji hakkında söylediklerine şöyle bir bakalım:
They do not know it, but they are doing it."
İdeoloji sadece büyük ideolojik projeler değildir. Komünist devlet, faşist devlet, liberal devlet, bunlar ideolojik projelerdir, ancak ideolojinin kendisi bundan ibaret değildir.
Mannheim üzerinden ideolojiyi tanımlamak gerekirse, iktidardaki baskın sınıfın, varolan sosyal gerçekliği ve üretim ilişkilerini (yani statükoyu) korumak için yarattığı bir ilüzyondur.
Dolayısıyla sadece hayatınızın belli bir kısmındaki bir düşünce tarzı, ütopik bir devlet yapısı değil, bilakis hayatınızın en ufak noktasına kadar mevcut olan, işlemiş bir algı şeklidir.
Bu algıyı yaratan şey de, Louis Althusser'in Ideology and Ideological State Apparatuses isimli makalesinde bahsettiği ideological state apparatuses (ISA) yani ideolojik devlet aparatüsleridir. Bunların başı çekenleri aile, eğitim, adalet, medya, din vs.dir.
Hepimiz kapitalist liberal bir devlette demokrasi içerisinde seçilme hakkının kullanılabilmesi için yüklü bir sermaye gerektiğini bilir. Para yoksa, reklam yok. Aynı şekilde herkes, milli duygular, dini duygular gibi ulus-devletin işlemesi için vazgeçilmez algıların da aile ve eğitimde bizzat devlet tarafından verildiğini bilir.
E bu formülde zaten seçilenler para desteği olan burjuvalar olmak zorunda (küçük ya da büyük, ya da burjuva desteği alan düşüncelere sahip adaylar). Halk seçiyor diyeceksiniz, halk seçiyor da halkın da adalet, doğru tarzı tüm algıları zaten halka önceden devlet ve iktidar tarafından yükleniyor.
Tabii ki tüm yapıyı gözler önüne sermek mümkün değil ancak aşağı yukarı anlaşılabildiyse demek istediğim sormak isterim, totaliter rejimin özgürlük kısıtladığını iddia ederek liberal kapitalizmi meşrulaştıran arkadaşlara, bunun neresinde özgürlük var?
Şimdi diyeceksiniz en azından sen milli ideolojiden vazgeçmişsin, bunu yapabildiğine göre, bu hakkı sana tanıdığına göre ne güzel işte özgürsün...
E iyi güzel de, kapitalizm çerçevesinde ben farklı düşüncelerimi yayabilmek için de paraya ihtiyaç duymaktayım. Ayrıca ideolojiye karşı bir hareket yürütebilmem için doğrudan devleti karşıma almam gerekiyor. Ki bu sürecin sonu, devlet kurumlar üstünde mutlak bir hakimiyete sahip olduğu için her zaman başarısızlıkla sonuçlanmak zorunda. Devletin tanıdığı alanın dışına çıkmaya çalışırsanız da F tipinde sonuçlanıyor işte.
Hapishanelere gelirsek, onlar da tüm bu iktidar ilişkilerinin içinde önemli bir yere sahipler.
Artık suçlu diye addettiğimiz insanları öldürmememiz, onun yerine hapishanelere koymamızdaki islah söylemine dönecek olursak. Bu islah söylemi çok naif bir kavram bir kere. Yaptığımız şey modernite ve rasyonalite çerçevesinin dışına çıkanları artık karşımıza alıp yok etmek değil, onun yerine disiplin kurumları sayesinde ideolojinin içine bizzat zorla sokmaktan ibaret. Buna deliler hastaneleri, okullar da eklenebilir. E bunun işlevsel sonucu da iktidarın yine, yeniden, tekrar tekrar kendini üretmesidir.
Slavoj Zizek'in bir örneği var, yine vereceğim:
Büyükannenizin doğum günü ve oraya gidip kutlamanız gerekiyor, ancak istemiyorsunuz.
Eski totaliter baba, "Büyükannene gideceksin, orada oturacaksın ve düzgün davranacaksın!" der. Karşı koymaya çalışabilirsin, güçlü değilseniz zorla gidersiniz vs.
Oysa günümüzün liberal babası şöyle yaklaşır: "Büyükannenin seni ne kadar sevdiğini biliyorsun. Yine de seçim hakkı sana ait. Babaannene gitmek istemiyorsan gitmeyebilirsin."
Hemen her çocuk o doğum gününe gidecektir, baskı aynı derecede (hatta daha fazla) mevcuttur ancak özgürlük görüntüsü altındadır.
Totaliter babaya karşı koymak daha kolaydır, çünkü kendini satır aralarında gizlemez. Dikkat etmeden fark edemediğin baskıya karşı koymaksa daha zordur.
Neyse tabii bu konular uzun uzun tartışılmalı, bu kadar kısa açıklamak imkansıza yakın da, kendince birşeyler çıkartmak isteyen çıkartır.
Öne çıkan mesajlar
Cuce
zamanında köleliğin meşrulaştırılmasından farklı bir durum yok ortada yanı.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş
sinad
Şu dünya düzeninde bir cezayı nasıl manasız kılabilirsiniz ki ? Geliri yok adamın hırsızlık yapıyor.
Diğeri yakışıklı değil hayatında kız eli tutmamış hergün dışarıda yüzlerce kız görüyor hormon tavan yapıyor tecavüz ediyor.
Biri dertlerinden bıkmış uyuşturucuya veriyor.
başka biri kolay para kazanmak için fuhuş yapıyor uyuşturucu satıyor.
Uluslararası politikalar sonucunda devletler terör örgütleri oluşturuyor daha fazla gelir için terör yaratıyor.
Cezayı manasız kılmak sadece kendi ütopyanızda olabilir.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş
Rewendor
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş
Rewendor
Hadi hepsini anladım kaynakları eşit dağıtıp hırsızı engelliycen (hoş gerçi insan doğası gereği yine karşısındakinden fazlasını ister :) Sonuçta içgüdümüz bu. Tüm insanlar doğuştan "evil"dır sonradan terbiyeyle düzelen düzelir) de, tecavüzcüyü nası engelliycen abi "kadınları da eşit dağıtıyoruz, birine 1 adriana lima düştüyse sana 2 tane aysun kayacı" diye mi :D
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş
Sam
ha kaldı ki ıslah olayını bile eleştirenler var, bireylerin kişiliğini manipule etme çabası olarak gören. sistem tümüyle onun üzerine bile kurulu olsa şikayet edecek şeyler bitmiyor yani.
ve ayrıca evet kaynağın eşit dağılımıyla hiçbirşey değişmez, herkesi kendiniz sanmayın. her zaman "diğerlerinden üstün, diğerlerinden zengin, diğerlerinden güçlü" olmak isteyecek sürüyle insan olacak. olmayacak duaya amin demenin alası yok.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş
Rewendor
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş
mani
Kötü olanı değiştirmeye, yerine daha iyisini getirmeye ant içmiş, bunun için bütün hayatıyla çalışmış insanlarda devrimcidir. Devrim nedir, devrimci nedir Uğur Mumcu nun konuşmalarını dinleyin. Tabi işinize gelirse.
Bu arada cezaevleri eziyet çektirtmek, insanları aşağlamak için değldir. kurunun yanında yaşta yanar mantığıyla hareket ederseniz herkez kuru olur birgün sizin gözünüzde ve yakmakta hiç bir beis görmezsiniz.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş
Antimodes52
Modern ulus-devlet çerçevesinde suç ve ceza tanımlanırken kullanılan söylem her zaman, cezanın birincil amacının ıslah, ikincil amacının caydırıcılık olduğunu belirtir. Bunun altında da Avrupa'nın hümanist söylemi yatar. Yani dediğinin aksine ıslah işlevi küçümsenmez, aksine yüceltilir. Tabii bu işin söylem (ing. discourse, fr. discours) kısmı, biraz sonra söylemin altını da incelemek gerekir.
Öncelikle komünizmin insanoğlu için imkansızlığı iddiasında bulunduğun kısmı bir çürütelim: Özel mülkiyet, insanlık tarihinin başından beri varolan bir kavram değil. Rousseau buna Discours sur l'origine et les fondements de l'inégalité parmi les hommes (İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı) isimli kitabında yer vermiştir. Toplumlarda özel mülkiyet kavramının her zaman varolmuş olmaması hangi açıdan önemlidir dersen, tabii ki de kapitalizmin insan doğası ile bağdaşmak zorunda olmadığının ispatı olarak sunarım. Özel mülkiyetsiz mutlu mesut geçinen, kendini idare eden toplumlara örnekler istersen de Claude Levi-Strauss'un Hüzünlü Dönenceler kitabını öneririm.
Şimdi bu örneklerle en azından doğa (nature, essence) anlamında özel mülkiyete bağlılığın zorunlu olmadığını ispat ettiğimiz konusunda hemfikirsek devam edelim.
Komünizmle faşizmi bir tutman hususu ayrı komik, iki saniyemizi ayırıp onu da çürütelim bir zahmet: Az-çok tarih bilgisi olan bir kişi faşizmin kelime kökenini bilir, İtalya'da Mussolini'nin niye özel olarak bu kelimeyi kullandığını da bilir. Faşizmle totalitarizmi birbirinden ayırmak gerekir. Komünizm çerçevesinde ise totaliter metodu açıkça babalar gibi destekleyen düşünürler de vardır, komünizmin hiç bir totalitarizme başvurulmadan varolabileceğini iddia eden düşünürler de. Bu noktada zaten totaliter bir ruhu olup olmadığı hakkında tartışmak saçmadır.
Daha önemli olan, bu totaliterlik suçlamasında bulunduğun vakit kendi modern toplumlarımızda sanki objektif anlamda özgürlük ve adalet mevcutmuş gibi bir söyleme başvurmandır.
Marx'ın ideoloji hakkında söylediklerine şöyle bir bakalım:
They do not know it, but they are doing it."
İdeoloji sadece büyük ideolojik projeler değildir. Komünist devlet, faşist devlet, liberal devlet, bunlar ideolojik projelerdir, ancak ideolojinin kendisi bundan ibaret değildir.
Mannheim üzerinden ideolojiyi tanımlamak gerekirse, iktidardaki baskın sınıfın, varolan sosyal gerçekliği ve üretim ilişkilerini (yani statükoyu) korumak için yarattığı bir ilüzyondur.
Dolayısıyla sadece hayatınızın belli bir kısmındaki bir düşünce tarzı, ütopik bir devlet yapısı değil, bilakis hayatınızın en ufak noktasına kadar mevcut olan, işlemiş bir algı şeklidir.
Bu algıyı yaratan şey de, Louis Althusser'in Ideology and Ideological State Apparatuses isimli makalesinde bahsettiği ideological state apparatuses (ISA) yani ideolojik devlet aparatüsleridir. Bunların başı çekenleri aile, eğitim, adalet, medya, din vs.dir.
Hepimiz kapitalist liberal bir devlette demokrasi içerisinde seçilme hakkının kullanılabilmesi için yüklü bir sermaye gerektiğini bilir. Para yoksa, reklam yok. Aynı şekilde herkes, milli duygular, dini duygular gibi ulus-devletin işlemesi için vazgeçilmez algıların da aile ve eğitimde bizzat devlet tarafından verildiğini bilir.
E bu formülde zaten seçilenler para desteği olan burjuvalar olmak zorunda (küçük ya da büyük, ya da burjuva desteği alan düşüncelere sahip adaylar). Halk seçiyor diyeceksiniz, halk seçiyor da halkın da adalet, doğru tarzı tüm algıları zaten halka önceden devlet ve iktidar tarafından yükleniyor.
Tabii ki tüm yapıyı gözler önüne sermek mümkün değil ancak aşağı yukarı anlaşılabildiyse demek istediğim sormak isterim, totaliter rejimin özgürlük kısıtladığını iddia ederek liberal kapitalizmi meşrulaştıran arkadaşlara, bunun neresinde özgürlük var?
Şimdi diyeceksiniz en azından sen milli ideolojiden vazgeçmişsin, bunu yapabildiğine göre, bu hakkı sana tanıdığına göre ne güzel işte özgürsün...
E iyi güzel de, kapitalizm çerçevesinde ben farklı düşüncelerimi yayabilmek için de paraya ihtiyaç duymaktayım. Ayrıca ideolojiye karşı bir hareket yürütebilmem için doğrudan devleti karşıma almam gerekiyor. Ki bu sürecin sonu, devlet kurumlar üstünde mutlak bir hakimiyete sahip olduğu için her zaman başarısızlıkla sonuçlanmak zorunda. Devletin tanıdığı alanın dışına çıkmaya çalışırsanız da F tipinde sonuçlanıyor işte.
Hapishanelere gelirsek, onlar da tüm bu iktidar ilişkilerinin içinde önemli bir yere sahipler.
Artık suçlu diye addettiğimiz insanları öldürmememiz, onun yerine hapishanelere koymamızdaki islah söylemine dönecek olursak. Bu islah söylemi çok naif bir kavram bir kere. Yaptığımız şey modernite ve rasyonalite çerçevesinin dışına çıkanları artık karşımıza alıp yok etmek değil, onun yerine disiplin kurumları sayesinde ideolojinin içine bizzat zorla sokmaktan ibaret. Buna deliler hastaneleri, okullar da eklenebilir. E bunun işlevsel sonucu da iktidarın yine, yeniden, tekrar tekrar kendini üretmesidir.
Slavoj Zizek'in bir örneği var, yine vereceğim:
Büyükannenizin doğum günü ve oraya gidip kutlamanız gerekiyor, ancak istemiyorsunuz.
Eski totaliter baba, "Büyükannene gideceksin, orada oturacaksın ve düzgün davranacaksın!" der. Karşı koymaya çalışabilirsin, güçlü değilseniz zorla gidersiniz vs.
Oysa günümüzün liberal babası şöyle yaklaşır: "Büyükannenin seni ne kadar sevdiğini biliyorsun. Yine de seçim hakkı sana ait. Babaannene gitmek istemiyorsan gitmeyebilirsin."
Hemen her çocuk o doğum gününe gidecektir, baskı aynı derecede (hatta daha fazla) mevcuttur ancak özgürlük görüntüsü altındadır.
Totaliter babaya karşı koymak daha kolaydır, çünkü kendini satır aralarında gizlemez. Dikkat etmeden fark edemediğin baskıya karşı koymaksa daha zordur.
Neyse tabii bu konular uzun uzun tartışılmalı, bu kadar kısa açıklamak imkansıza yakın da, kendince birşeyler çıkartmak isteyen çıkartır.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş