Polly Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 az önce bi sözlükte linki verilince gördüm. akşam gazetesi'nden engin ardıç'ın çok hoş bi yazısı. bu linki; http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=88354,10,2 bu da yazı; [spo]Çok genç olmayanlar hatırlayacaklardır, eskiden Amerika’da “Kremlinolog” tabir edilen uzmanlar vardı... Bunlar genellikle Harvard mezunu, bülbül gibi Rusça bilen ve “derin Amerikan devletiyle” de gereğinden fazla içli dışlı genç adamlardı, şimdi hepsi tohuma kaçmıştır... Kimilerine gazeteci kılıfı da uydurulurdu. Sovyet yayınlarını izleyip Pravda’dan, İzvestia’dan analiz manaliz de yaparlardı ama, asıl işlerinden biri de çeşitli törenlerde, özellikle Ekim Devrimi’nin yıldönümü kutlamalarında Kızıl Meydan’da Kremlin Sarayı’nın balkonuna çıkan (hani şu Lenin mozolesinin üst kat taraçası) Politbüro üyelerine bakıp ahkâm kesmekti... Brejnev’in yüzü mü asık? Kosigin sırıtıyor mu? Suslov birinci sekretere iki metre mi uzakta duruyor üç metre mi? Haydar Aliyev geçen seneye oranla kaçıncı sıradan kaçıncı sıraya yerleşmiş? Bayan Furtseva’nın kalçasına şaplak atan kimse var mı? Daha önceleri de tabii, Mikoyan Bulganin’e yan mı bakıyor, Malenkov Kaganoviç’le enseye tokat mı, Kirilenko Kalinin’le ne fısıldaşıyor, falan... Bu göstergelerden, Sovyetler Birliği’nin üst yönetiminde olup biten gelişmeler hakkında sonuçlar çıkarırlar, tahminler yürütürler, yorumlar yaparlardı. Çünkü başka türlü bilgi alınamıyordu, orada herşey kaplı kapılar ardında “saray entrikası” yöntemiyle gelişiyordu... Bizde de bu Kremlinologlar’a benzer bokyedibaşılar türedi. Bizimkiler özellikle basında... Koskoca Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bu tür zevzekliklere tevessül edeceğini hiç sanmam. Bizimkiler de Genelkurmay davetlerine ve basın toplantılarına bakıp ötüyorlar. Paşa falanca soruya cevap verirken bakışlarını nereye yöneltmiş?... Filanca gazeteciye “evet sizi dinliyorum” demiş de, berikine “buyurun Emin Bey” şeklinde fevkalade iltifat etmiş... Ne demek istemiş? Şimdi de gözler 30 Ağustos resepsiyonuna çevrilmiş... Bizim Genelkurmayologlar öyle diyorlar... Kimsenin göz çevirdiği falan yok, gazetelerin Ankara bürolarında birkaç işgüzardan başka, ama olsun... Bu yıl resepsiyon, Gazi Orduevi yerine Kara Kuvvetleri Karargâhı’nın bahçesinde verilecekmiş... Bak sen! Acaba bunun ne anlamı varmış? Çünkü birinde “kameriye” kuruluyor (askerler kameriye severler) ve cumhurbaşkanıyla birlikte ayaküstü de olsa memleket meseleleri tartışılıyormuş, ötekinde kameriye yokmuş, böylece o gün cumhurbaşkanı seçilmiş olacak Abdullah Gül’le hiçbir şey konuşulmayarak anlamlı bir tavır takınılacakmış... Yok canım, aslında orduevinin bahçesi yetersiz kalıyormuş da, o bakımdan değiştirilmiş yani... Bu da bir yorummuş... Peki hipodrom törenlerine başı bağlı Hayrünnisa Hanım’ı sokabilecek miymiş, yoksa First Lady’yi kapıdan çevirecekler miymiş? Son günlerin moda deyimiyle, vay vay vay! Ortalığı karıştırmaya ve germeye yönelik, değerli komutanlarımızı da karanlık ruhlu Sovyet yöneticileri düzeyine düşürmeye kalkan, bürokrat olmayan hiçkimseyi de ilgilendirmeyen bu tür “Ankara gazeteciliği” çabalarını, bu gülünç gayretkeşliği kınıyorum. Hep Basın Konseyi mi kınayacak, azıcık da biz kınayalım.[/spo] nedense kopyala yapınca garip çıktı yazı. linkten okursanız daha iyi olur. [ Mesaj 29 Ağustos 2007, Çarşamba - 16:03 tarihinde, Polly tarafından güncellenmiştir ]
sir Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 gönül ister ki bi engin ardıç külliyatı olsun, komple buralara c/p yapılsın.. aah ah şeriatçı diye kellemi alırlar vallahi, ne alakaysa..
sg-1 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Bu yazının ne özelliği var ki? Ne anlatmak istiyor yani? Gazetecileri eleştirmiş, biz "statükocu Atatürkçüler" olarak bu yazıdan kendimize ne pay çıkaralım?
Penthesilea Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Enginar Dic asla sevemeyecegim bir adam yazim uslubu sebebiyle
bLackcha0s Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 koy koy Ben bu işin kolayını buldum arkadaş! Bundan böyle her kelime bir satır. Köşe doldu mu kaçarım, kralını tanımam. Bu piyasanın enayisi...Ben miyim laayn? * * * (yıldızda atalım) Böyle yapıyorlar...Söyleyecek lafı olmayanlar...Bir de halk cahil ya,Kolay okusunlar diye.Halkın kapasitesini...Zorlamayalım arkadaşlar...Kapasite; diye Frenkçe bir laf ettim,Ulusalcı olmadı, özür dilerim... * * * Fakat laga lugayla Yazı şişirmek ne kadar zormuş yahu... Kolay olsun dedik Daha zor oldu! İçine de bir şey koymak şart, Hepten bomboş kalmasın.Fikire benzer bir şeyler lazım. * * * İşte buldum: AKPye oy verdin, susuz kaldın...Oh olsun sana, Göbeğini kaşıyan,Kısa bacaklı,Kıllı ayı!
Sparkcaster Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 of blackchaos ben koycaktım o yazıyı
bLackcha0s Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 bak sende şöyle yazabilirsin , Ben bu işinnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnn kolllllllllllaaaaaaaaaayyyyyyyyyyyyyyyyyıııııııınnnnnnnnnnnııııııııııııııııııı buuuuuuuuuulllllllllduuuuuuuuuuuuummmm arrrrrrrrrrrkkkkkkkkkkaaaaaaaadddddaaaaaaaaaşşşşşşşşşş bu yazı stiliyle yazarsan eğer 3 sayfa doldurursun o zaman çok dolu söyleyecek çok sözü olan bi yazar olduğun anlaşılır
Sparkcaster Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mutsuz bir çocuktum http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=45345
Akuma_Blade Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Engin Ardıç taa ilkokul son'dan beri bağımlısı olduğum bir yorumcu.Onun sayesinde haber izlemeye başladım desem yalan olmaz.Derken kitaplarını da buldum okudum.Anlatılmaz , yaşamak lazım. Laf atmayın adama bence o bir efsanedir.
Polly Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Konuyu açan Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 bunları lütfen yazarın e posta adresine yazalım. ben ardıç'ı takip eden birisi değilim, bu yazı hoşuma gitti ve koydum. "genelkurmay yan baktı, genelkurmay göz kırptı" olayına güzel bi eleştri olmuş. ben de bu eleştri kısmını sevdiğim için buraya koydum.
Laurelin Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 hic sevmem kendisini akrabamiz oluyor kac defa kucukken gelirlerdi felaket icki icer bide ayik kafayla yazi yazdigini sanmiyorum adam 1 saatte 1.5 sise johnny walker black label i tek basina bitirmsiti zavalli babam soka girmisti farkedince olayi
Esh Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 eski solculardan, yeni libo$lardan..
Sam Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 said: bokyedibaşılar rofl, bunu kullanmak lazım!
Prawler Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 29, 2007 Engin Ardıç sonradan demokratik olanlardan herhalde...
Akuma_Blade Mesaj tarihi: Ağustos 30, 2007 Mesaj tarihi: Ağustos 30, 2007 Engin Ardıç'ı kişi olarak seversiniz sevmezsiniz o beni ilgilendirmiyor.Ama en azından birikimine saygı göstermek zorundasınız.Hiçbir zaman iktidar yalaması yazılar yazmayan , Türkiye'ye bundan yıllar önce cesurca "boşuna uğraşma AB'ye girmek için çünkü onlar lümpen istemiyorlar , önce kendini düzelt" diyebilen , bu saatten sonra da Türkiye'nin düzelmeyeceğine inandığından 18. yy Fransız edebiyatı yada 1970'lerin müzisyenleri üzerine yazılar yazabilen benzersiz bir insandır bence Engin Ardıç. Eğer , cahilliğini örtmek için Discovery Channel izleyip sonra ertesi gün ukala ukala köşesine gördüklerini yazan yada Genç Siviller'e boyuna yıkama yağlama çeken Emre Aköz gibiler muhatabınızsa , evet , kabul ederim Engin Ardıç liboştur. Onları Yeşilçam yedi Türk filmlerinde oynayanların 'kostümlerini kendileri getirmek' zorunda olduklarını ilk duyduğumda dehşete kapılmıştım, güleyim mi, küfür mü edeyim, bilememiştim. Işık çalışması yapılamıyordu, çünkü vakit yoktu. Dekor çalışması da yapılamıyordu, çünkü hem vakit yoktu hem para. Kamera çalışması yapılamıyordu, 'chariot' ve 'dolly' bilinmiyor, 'tripod' kullanılıyordu. Senaryo çalışması yapılamıyordu, eğitim yoktu. Oyunculuk çalışması yapılamıyordu, 'dublaj' vardı. Yapım yapılamıyordu, sermaye yoktu, para altın dişli taşra işletmecisinden 'avans' şeklinde geliyor, çark onunla dönüyordu. Ücret de yoktu, altı ay vadeli senet vardı, çekler de karşılıksız çıkmak üzere! Attila İlhan'ın bir Yeşilçam tanımı vardır: 'Lumpenlere, lumpenler tarafından yapılan sinema'... Benim de aklıma Yeşilçam deyince dön dolaş 'salaş' kavramı geliyor. Niçin 'Türk filmi' deyimi yıllar yılı kötü, kelek eserler için kullanılan horgörücü, aşağılayıcı bir laf olmuştur acaba? Bu salaş dünyada iki çeşit insan vardı; 'esnaf' ve kaba tanımıyla 'solcular'. Esnaf, rezilin bayağısı filmler üretiyor ve bunu varoşlara pazarlıyordu; yüzlerce, binlerce film, üzerlerine işemeye bile değmeyecek kadar berbat paçavralardı. Bu adamlar iyi para kazanıyorlar ama sinemaya yatırım yapmıyorlar, han yaptırıyorlar, metreslerine kürk alıyorlar, kumar oynuyorlardı. Sinema üretip satıyorlardı ama aynı gönül rahatlığıyla makarna da, domates de, ceket de satabilirlerdi... Bir yapımcının, iyi senaryolar yazmak için çırpınan Orhan Kemal'e şaka yollu çıkışmasını hiç unutmam: Ben Maarif Vekaleti değilim kardeşim, tüccarım! Solcular da, solcu olmanın, iyi sinema yapmış sayılmak için 'gerekli ve yeterli' olduğu kuruntusundan bir türlü kurtulamadılar. Çoğu yeteneksiz adamlardı, hem de cahil... Solculuğu kendi çapsızlıklarına kalkan yapmışlar, o kaleye sığınmışlardı. Dayanışma gayretiyle birbirlerine de toz kondurmadılar, ağzını açanı afaroz etiler. Eleştirmek cüretini gösterene düşman kesildiler. Köylülükten şehirliliğe de tam geçememişler, iki arada bir derede kalmışlardı, okumazlar, demsiz çay severler, okey ve atyarışı oynarlardı. Çoğunun başını, aç karnına içtikleri rakı yedi. Oysa kral çıplaktı, çirkin kral da, yakışıklı kral da... İşte bu sefil ortamda kuyrukluyıldız gibi parlayıp sönen adamlar vardır: Atıf Yılmaz, Lütfi Akad, Halit Refiğ, Metin Erksan, az buçuk mürekkep yalamış herkesin ilk sayacağı isimler. Yetenekli, iyi niyetli, dürüst adamlardı bunlar. 'Bir şeyler yapabilmek için' çırpındılar. Şöhret kazandılar, çoğu para da kazandı ama başarı kazanamadılar. Çünkü Yeşilçam bırakmadı. Yeşilçam onları, çektikleri her bir iyi filme karşılık elli de kötü film çekmeye zorladı. Bu adamların ara sıra saman alevi gibi parlayıp sönen eli yüzü düzgün filmleri de Kapıkule'den çıkınca buharlaşıyordu. 'Yurtdışı' kavramı da alt tarafı 'Almanya'da yaşayan köylü müşteri' kavramıyla sınırlı kaldı. Yeşilçam, bırakın 'sanat filmi' diye dalga geçilen A serisini, B serisi bile üretemedi ki... Salaştı. Çünkü eski Türkiye salaştı. Sonra eski Türkiye öldü. Yeşilçam da öldü. Yeşilçamcılar da birer ikişer gittiler, gidiyorlar. Yeni Türk sineması artık çok daha az sayıda ama 'temiz' filmler üretiyor. Fakat 'dışarıda' gene yok, dünya çapında ses getirmek için ille bir 'Alamancı'dan' medet umuluyor, ya da 'eşcinseller aleminin' özel piyasasında kendini kanıtlamak gerekiyor... (Diğer mafyaya, Yahudi sinema mafyasına sunacak gayrımüslim sanatçımız hiç yok.)... Yeni Türk sineması, henüz bir Pedro Almodovar bile çıkarmış değil. Geçen gün yitirdiğimiz sevgili Atıf Abi, iyi yürekli, güleryüzlü bir adamdı. İçi dışı pırıl pırıldı. Dürüsttü, yetenekliydi, çok çalışkandı. Nur içinde yatsın. Bunları herkes yazacak söyleyecek de, Atıf Yılmaz'ın ve çok az sayıda diğer kişinin nasıl bir bataklıkta çiçek yetiştirmeye çalıştıklarını kimse dile getirmeyecek. Yazık. Düzgün bir ülkede doğup yaşasalar büyük adamlar olacaklardı, burada ellerinde var bir hüzün. Çünkü 'treni kaçırmış bir milletin' sanatçılarıydı onlar. 08 Mayıs 2006 Pazartesi günü yayınlanan Akşam Gazetesindeki köşe yazısıdır. [ Mesaj 30 Ağustos 2007, Perşembe - 10:05 tarihinde, Akuma_Blade tarafından güncellenmiştir ]
Öne çıkan mesajlar