yumy Mesaj tarihi: Ocak 6, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 6, 2016 Feamer said: Türkiye halk oyunları haritası: https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/e/ee/Halkoyunlar%C4%B1ndaY%C3%B6reler.PNG Bu harita oyunların çıkış bölgesini mi yansıtıyor yoksa popülerite mi? Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Fistan Mesaj tarihi: Ocak 6, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 6, 2016 seencee Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
yumy Mesaj tarihi: Ocak 6, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 6, 2016 bilemedim, popülarite ise saçma geldi çünkü ama olabilir de tabii Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 6, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 6, 2016 mantık olarak, misal horon olsun, çıkış yeri haricinde yaygın olarak başka yerde oynanmadığına göre, aynı zamanda popülerlik haritası da olduğunu söyleyebiliriz. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
yumy Mesaj tarihi: Ocak 6, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 6, 2016 kafkas ege'de aşırı fazla oynanıyor ama mesela. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 7, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 7, 2016 nasıl, köylerde falan mı oynanıyor? bölgenin yerlileri tarafından falan Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 15, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 15, 2016 https://www.youtube.com/watch?v=bZVdmxhV-Gs Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
yumy Mesaj tarihi: Ocak 15, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 15, 2016 Feamer said: nasıl, köylerde falan mı oynanıyor? bölgenin yerlileri tarafından falan pardon ben bu konuyu unutmuşum ya :D köylerde falan pek sanmıyorum ama ben mesela doğma büyüme egeli olarak kafkas oyunu biliyorum. okullarda kreşlerde organizasyonlarda falan oynanıyor yani epey. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 16, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 16, 2016 başka bir şey düşünürken aklıma Galatlar olarak bilinen 20.000 keltin avrupadan kalkıp kadınlı erkekli savaşarak önce macaristanı daha sonra Delphi kenti yağmalayıp sonra kendileri ile uzlaşılarak orta anadoluya yerleşmelerine izin verildiği geldi... daha önce de yazdığımı hatırlıyorum ve benim çok önem verdiğim bir konu zira her ne kadar okuduğum kaynağı daha bulamasam da, Orta Anadolu'da (ankara, çorum, yozgat) Galat dilinin ve kültürünün MS 7. yüzyıla dek konuşulduğuna dair belirtiler vardır deniyor, öyle ki, haçlı seferleri sırasında fransız bir şövalyenin biz akrabayız diye bu adamları etrafında topladığını da okumuştum. bu arada bazı notlar: said: ...Çok üreyen bir kavim olarak nüfusları zamanla artan Galatlar, İ.Ö. I. Yüzyıl ortalarında Roma'ya bağımlı olan birleşik Galatya Krallığı'nı kurdular. Aynı yüzyılın son çeyreğinde Galatia Krallığı, Romalılar tarafından Roma eyaleti (Galatya Eyaleti) yapılarak Roma İmparatorluğunun sınırlarına dahil edildi. said: Aşiret yapısına dayanan Galat krallıkları Roma İmparatorluğu'nun egemenliği altına girdikleri MÖ 1. yüzyıla kadar bu bölgede varlıklarını sürdürdüler. Orta Anadolu'da Galat dilinin MS 7. yüzyıla dek konuşulduğuna dair belirtiler vardır. said: MÖ 277-274 yıllarında Ege bölgesi yağmalandı; Erythrai (Çeşme yakınında Ildırı) ve Milet kısa sürelerle Galatların eline geçti. MÖ 274'te Bergama kralı Eumenes ve Selevkos kralı Antiokhos komutasındaki ordu Galatları ağır bir yenilgiye uğratarak Orta Anadolu'ya sürdü. Galatlar Delphi zaferinden sonra Tektosagi, Tolistobogii ve Trogmi adlı üç boy şeklinde örgütlendi. Orta Anadolu'da Sivrihisar (Pessinus), Ankara (Ankyra) ve Yozgat Büyüknefes (Tavium) bu üç boyun merkezi oldu. Bugünkü Ankara isminin türetildiği Ankyra kelimesinin "durduran" anlamında Galatlar tarafından verildiği söylenir. (İngilizcedeki "anchor" (deniz çapası) kelimesinin Ankyra kelimesinden türediği söylenir) Bölgede yapılan yüzey araştırmalarında Polatlı'da Basrikale ve Hisarlıkaya, Sakarya Irmağı'na hakim Çanakçı ve Çağlayık, Beypazarı'nda Tabanoğlu ve Dikmenkale, Ayaş'ta Canıllı, Keçiören'in Bağlum köyünde Hisartepe ve daha başka kale kalıntıları belirlendi. Kalelerin bazıları çevredeki kaya kitlelerine bağlanarak yapılmıştı. Ankara'nın 100 km güneyinde ve Tuz gölü çevresinde bulunan Kulu ilçesi önemli bir Galat yerleşimi idi. Bugünkü Kulu ilçesi eski Galat kenti olan Drya harabeleri üzerinde kurulmuştur. (Bakınız: Devrim Sönmez, Eski Çağlardan Günümüze Kulu, Konya, 2004.) said: Galatya'nın MÖ 1. yüzyılın sonlarında Roma egemenliğine girmesinden sonra Anadolu'nun bu Avrupalı konukları kendi kültürel kimliklerini koruyamayarak asimile oldular. Yaşadıkları bölge ise Galatya adı ile bir Roma eyaleti oldu. said: MS 1. yüzyılda Aziz Paulus'un çalışmaları sonucunda Hıristiyanlığı kabul eden ilk Anadolu halkının Galatlar olduğu belirtilir. Paulus'un Galatyalılara Mektup'u, İncil'i (Yeni Ahit) oluşturan kitaplardan biri olarak kabul edilmiştir. ben okumamdan haçlılar zamanı diye hatırlıyordum ama vikide böyle yazmışlar, belki okuduğum yeri bulamadığım da bundandır...: said: Doğu Roma İmparatorluğu'nun Türklere yenildiği 1071 Malazgirt savaşının ardından, Doğu Roma (Bizans) ordusunun generallerinden Frank kökenli Roussel de Bailleul bölgede hâlâ etkin olan Galat kültürüne dayanarak bir isyan başlatılma imkânını görmüş ve Malazgirt Savaşı'nın kaybedilmesiyle zayıflamış Doğu Roma-Bizans devletine karşı ayaklanarak orta Anadolu'da bir devlet kurmuştur. Bizans bu devleti yıkmak için askerî birlikler gönderse de bunlar başarısız olmuştur. Bunun üzerine Türklere yardım için başvuran Doğu Roma-Bizans'ın çağrısıyla, Selçuklu Devleti de ilerisi için bu Frank-Kelt karışımlı devletin Türklere de problem çıkarabileceğini hesaplayarak Bizans'a bu konuda yardım etmiştir. Nihayetinde Roussel de Bailleul yakalandı ve idam edildi. Kurduğu devlet de ortadan kalktı. Buradaki ilginç yan Anadolu'ya gelişlerinden 1000 yıldan fazla bir zaman sonra bile bu kelt kökenli Galat halkının hala kültürel farklılığını koruyup, siyasal ve askeri etkinliğini ortaya koyabilmiş olmasıdır. https://tr.wikipedia.org/wiki/Galatlar not olarak: kabaca bir "millet" bilinci olduğunu da söyleye biliriz Roussel de Bailleul: https://tr.wikipedia.org/wiki/Roussel_de_Bailleul said: Roussel de Bailleul tarihin bu noktasında, Anadolu'nun Türkleşmesi yolunun açılmasında dolaylı ama ciddi etkisi olan tarihsel bir kişiliktir. Roussel Malazgirt Muharebesi öncesi, bağlı olduğu Bizans imparatoru Romen Diyojen'e ihanet ederek (Roussel'in Malazgirt'de Selçuklularla savaşan Bizans ordusu saflarında isminin geçmemesi, bu ihanetin savaş öncesi gerçekleştiğinin bir kanıtı) ana Bizans kuvvetlerinden ayrılmış, emrindeki 3000 kadar Frank-Norman zırhlı süvarisi ile o dönemdeki adı Galatya olan, Ankara-Eskişehir-Afyon-Yozgat-Çankırı bölgesinde bir krallık kurmuştur. Kuruluş tarihi kaynaklarda 1073 olarak geçmektedir. Malazgirt savaşının hemen öncesinde Bizans'a ihanet edip ayrılan Roussel, 2 yıl içinde Galatya'yı fethedip başkenti Ancyra (Ankara) olan krallığını ilan etmiştir. said: Roussel'in Bizans imparatoruna ihanet edip, Galatya'da bir krallık kurma hırsına kapılmasına neden olarak, Bizans ordusu ile doğuya doğru ilerlerken, sefer güzergahında bulunan Galatya'dan geçerken bölge halkıyla karşılaşması sonrası gelişmeler olabilir. Bu teoriye göre Roussel'in Galatya'nın bu Galat-Kelt soylu halkının Frank-Norman geleneklerine yakın bir yaşam sürdürdüğünü gözlemlemesi, akabinde bu bölgede bir hükümdarlık kurabileceği fikrine kapılmış olabileceği ileri sürülmektedir. Gerçekten de Kelt halkları, bugünkü Fransa topraklarından Avrupa'nın değişik bölgelerine göç etmiş, 3 Galat boyu (Tektosaglar, Trokmeler ve Tolistobogiler) ise yaklaşık M.Ö. 200'lü yıllarda Anadolu'ya geçerek, burada değişik kavimlerle mücadele ederek en sonunda Sakarya nehri havzasına yerleşmişlerdir. Roussel'ın yaklaşık 1000 küsur yıldır bu bölgede yaşayan Galat halkının Frank-Norman kültürüne yakınlığını görmesi olasılığı ile birlikte, Anadolu'da gittikçe zayıflayan Bizans egemenliğinin bir sonucu olarak, Galatya'da kendi krallığını kurabileceği düşüncesi uyanmış olabilir. said: Malazgirt Muharebesinden sonra Selçuklular Anadolu'da sınırlı fetih hareketlerinde bulundular. Bunlar da daha çok Doğu Anadolu bölgesi ile sınırlıydı. Bizans İmparatorluğu ise, kendisine ihanet eden bir komutan tarafından Anadolunun göbeğinde kurulan bu Norman-Galat krallığı nedeniyle hem panik hem de öfke içindeydi. Roussel'ın Galatya'da kendi yerini sağlamlaştırıp bir süre sonra Konstantinopolis'e yürüyeceğine dair bir planı olduğunu öğrenen Bizans imparatoru VII. Mikhail 1074'de amcası Yannis Dukas'ı bir ordu ile Roussel'ın üzerine gönderdi. Yannis ordusunun karargâhını Dorylaion'da[1] kurdu ve Porsuk Çayı yakınlarında iki ordu çarpışmaya girişti. Yannis'in ordusunda bulunan Normanların saf değiştirmesi ve geri hatlarda bulunan Anadolu sahra birliklerinin komutanı Nikoforos Botaneiates'in geri çekilmesiyle Yannis Dukas'in ordusu yenilgiye uğradı. Yannis Dukas ve oğlu Andronikos, Roussel'a esir düştü. Roussel'in orduları İstanbul boğazına kadar ilerledi. Onlara karşı gönderilen Yannis Dukas'ın küçük oğlu Konstantin'in ordusu, Konstantin'in ani ölümüyle dağıldı. Roussel ordusu ile Üsküdar'a [2] girdi ve bölgeyi yağmaladı. Roussel bu noktada Konstantinopolis'i ele geçirmek yerine, kendine bağlı bir imparatoru tahta geçirmeyi yeğledi. Elinde esir olan Yannis Dukas'ın imparator olma isteğini değerlendirip, askerleri tarafından Dukas'ı imparator ilan ettirdi. said: Gerçek imparator VII. Mikhail ve saray çevresi bu yeni durum nedeniyle tarihi bir karar aldı. Anadolu Selçuklularının kurucusu ve Sultan Alp Arslan'ın komutanlarından Kutalmışoğlu Süleyman Şah ile bir anlaşma yaptılar.[3] Selçukluların ve beraberinde getirdikleri Oğuz Türklerinin Anadolu'da yerleştikleri yerler üzerindeki Bizans'ın haklarından vazgeçtiğini kabul ettiler. Bu anlaşma Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Melikşah tarafından da kabul edildi. Dahası, onbinlerce çadırlık Oğuz kafilelerinin İran ve Doğu Anadoludan alınıp, öncelikle Roussell'in krallığının kalbi olan Galatya'ya ve Marmara Denizi kıyılarına [4] yerleştirilmesi sağlandı.[5] Bunun karşılığı olarak da Selçuklu savaşçıları Bizans'a yardıma gönderilmiştir. Selçuklu birlikleri ile imparator VII. Mikhail'e bağlı Bizans ordusu Aleksios Komnenos komutasında isyankar Yannis Dukas ve Roussel'in askerlerinden oluşan ordusunu ani bir baskınla 1074 yılında yenmiştir. Roussel'in tahta çıkardığı imparator Yannis Dukas ise VII. Mikhail'e teslim olmuştur. Roussel ise yenilgiden sonra kaçmayı başararak, kendi krallığına bağlı olan Amasya'ya sığınmış ve bölgenin halkı tarafından korunmuştur. Hem Bizans'la yapılan anlaşma hem de Roussel'in bölgeye yeni yerleşen Oğuz göçmenleri için tehlikeli olabileceği düşüncesiyle Büyük Selçuklu hükümdarı Tutuş, Roussel'i tamamen ortadan kaldırmak için harekete geçti. VII. Mikhail ise kendisine savaş kazandıran komutanı (sonra imparator olacak) Aleksios Komnenos'un ordusunu Amasya üzerine gönderdi. Aleksios'in entrikaları sonucunda Amasya halkı Roussel'i kendisine teslim etti ve Roussel Konstantinopolis'de hapise atıldı. Roussel'in idam edilmesinden 4 yıl sonra, I. Aleksios Komnenus tahta çıktığı tarihte (1081)Anadolu Selçuklu Devleti ve Bizans İmparatorluğu Malazgirt bozgunu ve Roussel'in yarattığı kargaşadan yararlanmak isteyen Bizans'ın iki ünlü generali, 1077 yılında Nikeforos Bryennios Balkanlarda, Nikeforos Botaneiates ise Anadolu'da isyan ettiler. Her ikisi de kendi orduları tarafından imparator ilan edildiler. Nikeforos Bryennios batıdan Nikeforos Botaneiates doğudan ordularıyla Konstantinopolis üzerine yürümeye başladılar. Buna bir karşılık olarak hapiste bulunan Roussel için bir fidye ödendi ve Bizanslı paralı askerlerden oluşan ağır zırhlı bir süvari birliği komutasına verilerek Anadolu'da isyan edip imparatorluğunu ilan eden Nikeforos Botaniates'e karşı gönderildi. Roussel, Nikoferos ordusuyla çarpışmaya girdi ve onu yenilgiye uğrattı. Fakat Roussel bu sefer de VII. Mikhail'e ihanet edip Nikoforos'un tarafını tuttuğunu ilan etti. VII. Mikhail tekrar Anadolu Selçukluları ile anlaştı ve Roussel'in tamamen yok edilmesini istedi. Selçuklu ordulari İzmit'te[6] Roussel'in ordusu ile savaşa tutuştu. Roussel yenilgiye uğratılıp tekrar esir alındı. Roussel VII. Mikhail ordularına teslim edildi ve 1077 yılında idam edildi. vay anam vay neler dönmüş, hiç haberim yok... Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 16, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 16, 2016 bu keltler ile ilgili yeni bir bilgi daha öğrenmiş oldum, buda ilginç: yazan biraz esprili yaplaşmış, fenada olmamış, http://yantekme.blogspot.com.tr/2013/07/mustafa-denizli-ve-icimizdeki.html said: Buradaki soru şu.. Roussel de Bailleul, böyle bir devleti kurabilecek halk tabanını nasıl bulmuştur? İncil aslında Galatlar hakkındaki ilk kaynak ve Galatlar, M.S. 1.ci yüzyılda Aziz Paulus'un çalışmalarıyla Anadolu'da Hristiyan olan ilk halk. M.Ö. 279 yılında Romalılara kök söktürerek Ege kıyıları ve Yunanistan'a yerleşen Galatlar, Anadolu'yu uzun süre haraca bağlamışlardır. Anadolu'da pek makbul adamlar olmayan Galatlar, adam öldürmede pek çekingen değilmişler. Savaş gittikleri zaman karşı tarafın moralini bozmak için, zırhsız, donla gidiyorlarmış. Bunu gören karşı taraf “Abi, bu adamlar delinin önde gideni, yenilseler bile farkına varmazlar” deyip, tüyüyorlarmış. Adam öldürme teknoljisine baya katkıda bulundukları, hata Anadolu'da 20.ci yüzyılda bir ara çok kullanılan “domuz bağı” teknolojisini de onların getirdiği söyleniyor. En sonunda Bergama'lı Attalos Galatları kötü bir yenilgiye uğratmış ve Anadolu'nun ortalarına, sürmüşlerdir. Attalos'un bu başarısını temsil eden, bence dünyanın en güzel heykellerinden bazıları ortaya çıkmıştır. Bunlardan en ünlüsü “Ölen Galya'lıdır”.. Uzun süre “Ölen Gladyatör” diye bilinen bu heykelin, aslında “Ölen Galya” lı olduğu ve heykelin orjinalini yapanın Bergama'lı biri olduğu çok sonra anlaşılmıştır. Galatlar orada da boş durmamış, Orta Anadolu'da Sivrihisar, Ankara ve Yozgat bu üç farklı Galat başkenti oluşturarak, ana başkenti Ankara yapmışlardır. İşte Ankara bu Ankyra kelimesinden geliyor. M.S. 7. ci yüzyıla kadar Galatça konuşan bu halk, 1000 yıllarda her ne kadar çok iyi Galatça konuşmuyor olsalar bile hala Galat olduklarını ve Roussel de Bailleul'in akrabaları olduğunu biliyorlardı. Ayrıca Avrupa'da ki Keltlerin Hristiyanlaşmasına büyük katkıda bulundukları, o zamana kadar keltçe konuştukları biliniyor. Iddia odur ki Galatça'dan gelmesi muhtemel bazı kelimeleri hala kullanıyormuşuz. Mesela “Haydi..”.. Bu Irlanda'cada da varmış. Derler ki "Kangal" demek de Gaul köpeği demekmiş. Macar Kuvaş köpeklerinin yakın akrabası olan bu köpeğin Orta Asya ya da Avrupa'dan Anadolu'ya geldiği tahmin ediliyor. Bir diğeri de Gaziantep'de ki Aba Güreşleri.. Uzun süre Anadolu'nun Moğollar tarafından işgalinden sonra Anadolu'ya geldiği sanılan bu güreşin, aslında Anadolu'dan Moğolistan'a gitmiş olabilme olasılığı belirdi. "Gaziantep'de Güreş Başlangıcı" said: http://2.bp.blogspot.com/-nL8m3D3D3Ko/UjySdn4sRsI/AAAAAAAAAi4/BvYcOrKCPKM/s1600/wrest-000.jpg "Breton'da Güreş Başlangıcı" said: http://1.bp.blogspot.com/-HjzS1F2Ix_0/UjySiSbOJDI/AAAAAAAAAjA/8FtKmclOcIg/s1600/wrest-001.jpg "Gaziantep'de güreş sonu" said: http://1.bp.blogspot.com/-Fu56GPVo_Q4/UjySk5R95nI/AAAAAAAAAjI/E8EGWsZ1W4I/s1600/wrest-008.jpg "Breton'da güreş sonu" said: http://4.bp.blogspot.com/-R3kGWV_bh1c/UjySnLn8WTI/AAAAAAAAAjQ/eTiOq81bk_w/s1600/wrest-009.jpg "Gaziantep'de de kızlar teşvik ediliyor." said: http://3.bp.blogspot.com/-RKvYBUT-Vvw/UjyTaD5xaTI/AAAAAAAAAjc/VA29biFGk7M/s1600/wrest-010.jpg "Breton'da da kızlar teşvik ediliyor" said: http://2.bp.blogspot.com/-tZJX5wQXT1E/UjyTabxxZ1I/AAAAAAAAAjg/ryghqrXiQR8/s1600/wrest-011.jpg said: İşin ilginç yanı Aba Güreşi ve Gourenler aynı tarihde başlıyor ve bitiyor.. tesadüf olması pek mümkün değil.. Bir zamanlar tüm Avrupa'yı kaplayan Keltler şimdi sadece İrlanda ve İskoçya'da kalmışlar. Ünlü Fransız politikazı De Gaulle gibi Kelt soyadı taşıyan bir iki ünlü olmasına rağmen, artık Dünya üzerinde çok az etkileri var. Anadolu'da geçmişte yaşayan bir halk olarak da bir tür hemşehrilerim gibi geldiği için, belli bir sempati duyuyorum doğrusu.. "Cesur Yürek" filmindeki abartılı cesareti de herne kadar abartılı olsa bile İngilizler'e kahramanca direndiklerini de gösteriyor. Bu arada Galyalı Asterix de yabancımız olmuyor. Galatasaray'ın “Galata”sı Yunanca “süt”sözünden geldiğini iddia edenler olduğu gibi doğru olmasa da Galatlar'dan geldiğini söyleyenler de var. Galatlar'dan gelmişse Galatasaray'ın İngilizce'si, bugünlerde Akdeniz dediğimiz gibi dersek, “CelticPalace”.. Demek ki Mustafa Hocam doğru söylemiş.. gerçekten enteresan... Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 16, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 16, 2016 ayrıca: avrupa'dan göçüp yozgat'ta karar kılan kavim https://eksisozluk.com/entry/52285634 bugünkü güney fransa'dan kalkıp ankara'ya yerleşen ve iç batı anadolunun 250 yıl boyunca mutlak hakimi olan 3 kelt topluluğunun( tektosagi - ankara, tolistobogii - tavium ve trogmi - pessinus ) genel adıdır.brennus'un liderliğinde -roma'yı yenen ilk brennus'tan 100 yıl sonra geliyor- uzun bir yürüyüşle m.ö. 280 yılında pannonia'yı (macaristan) yağmaladılar.sonrasında makedonya'ya girerek daha da güneyde delphi'deki apollo tapınağını 279'da yağmalamışlardır.makedon krallarıyla çarpışmış ve doğu trakya'da tutunmuşlardır. bitinya kralı nicomedes'in selevkos ile yapacağı savaş için yardımlarını istemesiyle önce yolları üzerindeki byzantium şehrini kuşatmışlar ancak barış ve anlaşma sağlanmasıyla anadolu'ya geçmişlerdir.selevkolu antiochus'un fillerle desteklenen ordusu karşısında tutunamayan bitinya ordusunun yenilgisiyle oluşan boşlukla frigya bölgesine ilerlemişlerdir.daha da doğuya giderek eskişehir ankara ve yozgat yakınındaki tavium'a yerleştiler. (bkz: avrupa'dan göçüp yozgat'ta karar kılan kavim) pers kültürü etkisinde bulunan ve yunan kültüründen farklı olan iç anadolu'da daha hoş karşılanmış ve yerel halkla birlikte yaşamaya başlamışlardır.tuz gölü çevresi ve konya üzerinde kurdukları hakimiyetle kapadokya sınırına dayanmışlardır.etraflarında bulunan pontus, bergama, kapadokya, selevkos, bitinya ve likya'da bulunan mısır hakimiyetiyle çok geniş bir ticaret ağı ile yağma-talan geleneği yerine ticarete odaklı bir yapılanmaya girmişlerdir.mitra ve diğer yerel dinlere sempatiyle bakmışlar, yine de kendi kültürlerine ve dinlerine sadık kalmışlardır.ankara'da bir druidizm etkisi görülmüş tutatis tapınağını da etimesguta dikmişlerdir.* savaşma istekleri ve inançlarının getirisyle savaşta ölmenin büyük onuru ile andolu'daki en güçlü savaşçılar yine angara'dan çıkmıştır.civardaki ülkelere paralı askerlik yaptıkları sonradan mısır'da kleopatra'nın kraliyet muhafızları olarak da görev yaptıkları da doğrudur.giydikleri geniş pantolon ve celtic fc rengindeki elbiseleriyle nam salmışlardır.çok iyi demirci oldukları ve kılıç-cirit kullanmada usta oldukları, savaşta attıkları nara ile bergama ordusunu dağıttıkları da söylenmektedir. roma'nın güçlenmesi ve anadolu üzerindeki tehditi üzerine ilk olarak pontus kralı mithridates ve damadı ermenistan kralı büyük tigran ile üçlü koalisyon kurmak istemiş ancak mithridates'in birleşik anadolu uygarlıkları projesini özgürlüklerine ters bulup ve atina kuşatması'ndan sonra büyük pontus ordusunun mağlubiyeti sulla felix roma'yı coşturuyor ile roma yanlısı olmuşlardır.pontus ve ermenistan'ın yenilip roma vilayeti olsuğu yıllarda bölgedeki hakimiyetini korumaya devam etmişlerdir. marcus antonius ve augustus arasındaki savaşta antonius tarafında yer almışlardır.antonius'un (bkz: actium deniz savaşı) savaşında yenilmesinden hemen önce kral amyntas'ın octavian'ın tarafına geçtiği söylenir.galatyalı amyntas entrika peşinde koşan roma valilerini peşkeş ve rant uğruna harcayıp kapadokya ve fethiye civarını da yönetimi altına alır.bu abi zamanında 300 koyunlu bir sürüyle konya civarında takılan bir prensken ankara'dan likya'ya kadar olan bölgelerin kralı olmuştur.m.ö. 25 yılında öldürdüğü romalı bir soylunun dul eşi tarafından pusuya düşürülerek öldürülmüş ve toprakları roma vilayeti olmuştur.mezarı fethiye'de telmessos tiyatrosunun arkasındaki büyük kaya mezarındadır. yiğidim aslanım burda yatıyor. yıllar sonra bizans'ın paralı norman savaş beyi roussel de bailleul emrindeki 3000 kişiyle anadoluda bizim selçuklulara karşı malazgirtte savaşmış küsküyü almıştır.dönerken ankara civarında kendi halkının diline çok benzeyen kelimeler kullanıldığı ve yaşam tarzı olarak benzer gördüğü bu civarda kendi yönetimini kurmuştur.1073-1074 arasında ankara-çankırı-eskişehir-afyon-yozgat-amasya bölgesinde krallık kurmuştur.başkenti ankara olan bu yeni galatya bizan'ın türklerden yardım istemesiyle yenilmiş amasya'ya sığınmıştır.roussel'in yarattığı kargaşadan yararlanmak isteyen bizans'ın iki ünlü generali, 1077 yılında nikeforos bryennios balkanlarda, nikeforos botaneiates ise anadolu'da isyan edip kendi orduları tarafından imparator ilan edildiler. buna bir karşılık olarak hapiste bulunan roussel için bir fidye ödendi ve bizanslı paralı askerlerden oluşan ağır zırhlı bir süvari birliği komutasına verilerek anadolu'da isyan edip imparatorluğunu ilan eden nikeforos botaniates'e karşı gönderildi. roussel, nikoferos ordusuyla çarpışmaya girdi ve onu yenilgiye uğrattı. fakat roussel bu sefer de vıı. mikhail'e ihanet edip nikoforos'un tarafını tuttuğunu ilan etti. vıı. mikhail tekrar anadolu selçukluları ile anlaştı ve roussel'in tamamen yok edilmesini istedi. selçuklu ordulari izmit'te roussel'in ordusu ile savaşa tutuştu. roussel yenilgiye uğratılıp tekrar esir alındı. roussel vıı. mikhail ordularına teslim edildi ve 1077 yılında idam edildi. bu yıllardan sonra bölge türk akınlarıyla türkleşmeye başlasa da bugün ülkemizde doğan insanlarda galat geni de bulunur.kızıl saçlıların galat geni ağır bastığı söylentiler arasındadır. (bkz: bilal hariç de lan) birde: Was Galatian Really Celtic? http://www.proto-english.org/Galatians.pdf ve/veya buradakiler bana daha mantıklı geldi https://eksisozluk.com/entry/52969603 yüzyıllarca orta anadolu'nun galatya denen bölgesini(ankara, çorum yozgat civarı) bağımsız veya roma hükmü altında yönetmiş kelt kavmi. şimdi bu keltlerin anadolu'ya gelişnin roma'nın galya'yı yani günümüz fransasını fethetmesiyle hiçbir ilgisi yok. bu tarihlerde roma henüz alplerin ötesine dahi hükmededmiyor. olaylar keltler'in kafalarına esip milattan önce 3. yüzyılda brennus önderliğinde balkanlara göç etmesiyle başlıyor. 281 yılında yunanistan'ı işgal ediyorlar ancak delfi tapınağı'nı yağmalayamadan geri püskürtülüyorlar. bu sefer de makedonya'ya dadanıp makedon kralı ptolemy ceraunus'u öldürüyorlar. ancak iskender'in 12 büyük komutanından tek 1. antigonus soter'in torunu olan 2. antigonus gonatas bu işgalcileri alt edip zamanla makedonya'ya hakim oluyor. yalnız balkanlara göç eden kavimden ayrılan bir grup galyalı mö 278 yılında leotarios ve leonnorios önderliğinde trakya'dan anadolu'ya doğru yola çıkıyor. bu göç kafilesi büyük oranda tectosageler/volcae, trocmii, tolistobogii ismindeki üç kabileden meydana geliyor. istanbul boğazı üzerinden anadolu'ya geçen bu kavmin savaşçı özelliklerini gören bitinya kralı 1. nicomedes kardeşine karşı sürdürdüğü taht mücadelesinde bu halkı yardımına çağırıyor. **şimdi bu cümle bir sonraki cümleyle bir önceki arasındaki dolduramadığım boşluğu temsil etsin.** bu dönemdeki bildiğimiz diğer önemli olaysa 274 yılında selecuid kralı 1. antigonus soter, savaş alanındaki 16 fili sayesinde, daha önce hiç fil görmemiş olan güçlü kelt ordusunu alt ediyor. ancak bu daha ziyadesiyle keltlerin anadolu'daki ilerleyişini durduran nitelikte bir yenilgi oluyor. öyle ki ankara-çorum-yozgat yöresine yerleşen keltler batıdan devam eden göçlerle daha da güçleniyor. keltlerin güçlü savaşçılar olduğundan bahsettik. işte bu özellikleri sayesinde yıllarca anadolu'daki farklı hükümdarların ordularında istenilen paralı savaşçılar oluyorlar, ve hatta aynı savaşta farklı saflarda savaştıkları da görülmüş birşey. ancak bu dönem önemli bir savaşta yanlış safta yer almalarıyla son buluyor: antiocus hierax, bizim az önce bahsettiğimiz 1. antigonus soter'in torunu. bu sıpa babası ölünce anadolu'ya hükmetmek adına abisi seleucus ıı callinicus'a karşı isyan ediyor. 235'te ancyra savaşı'nda da abisini yeniyor. lakin anadolu'ya tek talip olan kendisi değil. bergama kralı attalus, bir ton yunan'ı ardında toplayıp mö 229'da harpasus savaşı'nda antiochus hierax'ı yeniyor, antiochus hierax da götünü toplayıp mezopotomya'ya kaçıyor. attalus'a da ortada dımdızlak kalan galyalılara bir daha kendi topraklarını yağmalamasınlar diye iyi bir ders vermek istiyor. neticesinde 232 yılında galyalıları galatya'dan çıkamayacak kadar zayıflatıyor. bu olay hellenistik şehirlerde yıllarca kutlanıyor ve helenistik sanatta "ölen galyalı*" teması yıllarca popüler kalıyor. ancak yine bilgilerimize göre attalus sonraki savaşlarında galyalıları ordusuna kiralayacak kadar da işini bilen bir hükümdar. özellikle bu dönemden itibaren galatya diğer devletler tarafından tanınan bağımsız bir güç unsuru oluyor. burada savaşlara ara verip keltler'in devlet düzenleri ve inançlarına dair bir açıklama yapalım. az önce bahsettiğimiz kabilelerden tectosageler'in merkezi ancyra, yani bildiğimiz ankara. tolistobogii'ın merkezi pessinus, bugün eskişehir'in güneybatısında ballıhisar köyü bu şehrin üzerinde kurulmuş. trocmii'nın merkezi de tavium, yozgat'ın batısındaki büyüknefes köyünün yakınlarında bulunuyor. bunun dışında barındırdıkları azınlık kabileler de var. aigosageler truva-çanakkale civarında; dagutenii günümüzdeki bursa-orhaneli civarında; ınovanteni porsuk çayı ve sakarya nehri arasında; okondianii akşehir gölü'nün kuzey doğusunda yaşıyor. bir de nerede yaşadıkları bilinmeyen rigosageler var. yunan tarihçi strabo'ya göre yönetimde 3 kabile 4'er kanton'a ayrılmış durumda ve bu 12 kantonun her biri bir şef/tetrark tarafından yönetiliyor. her şef'in bir generali ve bir yargıcı var. şef'in hükmetme yetkileri cinayet suçu dışında sonsuz. ancak cinayet suçu işlendiğinde bütün kantonlardan 300 kişilik bir jüri oluşturuluyor ve verilecek cezayı jüri belirliyor. bu mahkeme ankara'nın 20 mil güneyinde "drunemeton" yani "kutsal meşe" ismini verdikleri bir bölgede toplanıyor. drus meşe, nemeton da kutsal yer demek. ilerleyen dönemde galatlar, sonucunda bağımsız devletlerini kaybedecekleri bir ittifaka girişiyorlar. bu sefer anadolu üzerinde hüküm iddiasında bulunan son selecuid kralı 3. antiochus(yüce antiochus)* tarafında yer edip roma'yı karşılarına alıyorlar. eh, roma ağızlarına sıçıyor haliyle. sonraki dönemlerde pontus hükümdarlarının süregelen baskısı altında iyice zayıflayan galyalılar en sonunda hesabı tutturuyor ve yatırımı doğru yere yapıyor. mithridatik savaşlar sırasında pontus kralı 6. mithridates'e karşı roma ile ittifak kuruyorlar. mö 63'teki bu zaferin neticesinde bitinya-pontus bir roma eyaleti olurken galatya roma'ya bağlı bir krallık haline geliyor. roma bölgedeki geleneksel yönetimi değiştirip 12 şef/tetrark yerine 3 tetrark atıyor. bunlardan biri, halihazırda tolistobogii kabilesinin başı olan deiotarus. bundan sonraki kısımda bu önemli galatya hükümdarı üzerine odaklanacağım. ***3. antiochus'un 2000 yahudi aileyi ankcyra'nın da dahil olduğu galatya, likya ve frigya bölgesine yerleştirdiğini ekleyelim. anadolu'ya yahudiler ilk bu dönemde geliyor.*** deiotarus, mithridatik savaşlarda roma konsülü pompey saflarında savaşmış, öne çıkan bir hükümdar olaraktan roma'nın sevgisini kazanıyor ve bahsettiğim üç tetrarktan biri olmakla kalmayıp kendisine galatya kralı ünvanı veriliyor. bu dönemde dengeleri değiştirecek önemli bir hadise cereyan ediyor. triumvir'lerden yani roma'yı pratikte yönetmekte olan ittifak halindeki üç büyük isimden biri olan crassus'un ordusu mö 53'te harran savaşı'nda yeniliyor ve crassus boğazından eritilmiş altın akıtılarak idam ediliyor. bu olayların ardından roma karışıyor. mö 49'da julius caesar'ın rubicon nehrini geçmesiyle açık bir iç savaş başlıyor. caesar'ın karşısında da hayattaki diğer triumvir olan pompey var. ve bilin bakalım deiotarus bu savaşta hangi safta yer alıyor? mö 48'de pharsalus savaşı'nda pompey kesin olarak yeniliyor ve mısır'a kaçıyor. bunu fırsat bilen 6. mithridates'in oğlu pharnaces babası'nın kaybettiği toprakları geri almak için pompey'in geride bıraktığı roma ordularını deiotarus'un müttefik olarak yer aldığı nicopolis savaşı'nda ayriyeten yenilgiye uğratıyor. bu kötü düşüşten sonra allah deiotarus'un yüzüne bakıyor. pompey'in suikaste uğramasından sonra roma'nın tek yöneticisi olan caesar mısır'dan anadolu'ya geldiğinde deiotarus'un af talebini kabul ediyor ve onu tekrar kral ilan ediyor. hem bununla da kalmayıp ardına da bir dolu ordu verip pharnaces'in üstüne geri yolluyor. deiotaros pharnaces'ten öcünü alıp tekrar roma'nın dostu haline geliveriyor. julius caesar'ın kalan kısa hükümdarlığı döneminde diğer galat prensleri bu "kral"ı alt etmek adına sezar'a mızmızlanıyorlar, topraklarının bir kısmını elinden alıyorlar. hatta sezar'a suikast düzenlemek gibi bir iftira dahi atıyorlar. sezar da bu konuya yönelik -ve tarihin bize haksız olmadığını gösterdiği- endişesinden dolayı ciddiye alıyor bu iddiayı. ancak sonrasında cicero sezar'ı deotaros'un masumiyetine ikna ediyor. peki ben bunları niye yazıyorum? bu galatya kralı deiotaros dediğimiz adam roma cumhuriyeti'nin en büyük krizlerinin ve en büyük adamlarının tam ortasında yer edecek kadar önemli bir herif de ondan! barbarlığı falan kalmamış artık galatların yani. neyse efendim sezar öldü mü ıssız roma kaldı mı? bu sefer romayı ikinci triumvirler denilen ekip yani antonius, octavius ve lepidus yönetmeye başlıyor. bu dönemde marcus antonius deiotaros'a sezar döneminde prenselere verilen toprakları iade ediyor, yani roma'nın yönetimi değişse de sevgisi ve desteği değişmiyor. lakin deiotaros, kendilerini imparator ilan eden brutus-cassius ittifakıyla beraber antonius-octavius'a yani triumvirlere karşı savaşmaya ikna oluyor ancak antonius-octavius'un brutus cassius'u gömdüğü philippi savaşından sonra saf değiştiriyor, roma da bunu bir sadakat işareti olarak alıyor ve sorun çıkmıyor. gelelim deiotarus'un hayatının sonlarına. efendim bu arkadaş atalarının dedelerinin düşmanı 1. attalus'un torununu olan bergama kralı 3. attalus'un kızı berenice ile evleniyor, bu evlilikten adobogiona isminde bir kızları oluyor. o sırada bu adamın bir de brogitarus isimli bir üvey oğlu var ve bu oğlan da romalılara verdiği rüşvet ile satın aldığı galatya kralı ünvanını kendisiyle beraber taşıyor(entrikaya gel). deiotarus brogitarus'u kendi kızıyla everiyor. bu evlilikten doğan çocukları amyntas mö 36'da galatya kralı ve trocmii tetrark'ı oluyor.* ***deiotarus'un tolistobogii tetrark'ı olduğunu hesaba katacak olursak, bu brogitarus da trocmii'ın önde gelenlerinden birilerinin oğlu olmalı çıkarımını yapıyorum, yoksa oğlu niye hem kral hem trocmii tetrarkı olsun değil mi? deiotarus'tan bu kadar uzun bahsetmem size garip gelmesin, keza bu adamın ordusu sezar'dan sonra roma ordusuna 22. roma lejyonu olarak dahil ediliyor ve bu lejyon dağılana kadar ilk krallarınının ismiyle, legio xxii deiotariana olarak anılıyor. mö 25'te amyntas ölünce augustus galatya'yı roma eyaleti ilan ediyor, bu eyaletin başkenti de ancyra oluyor. amyntas'ın varisi pylamenes augustus'u kutsamak adına ancyra'ya frig tanrısı men adına bir tapınak yaptırıyor. bu tapınak günümüzde hala augustus tapınağı ismiyle biliniyor. bu tapınağın duvarlarındaki res gestae divi augustus/kutsal agustus'un yaptığı işler isimli yüceltici metin günümüze kadar korunmuş durumda*. pek tutkuyla bağlılarmış imparatorlarına yani. (***res gestae divi augusti imparatorluğun birçok yerinde bulunan bir metin, buraya özgü değil) efendim galatlar ikinci yüzyıldan itibaren bu toprakların helenistik kültüründe yavaş yavaş asimile oluyorlar. ancak ms 4.-5. yüzyılda yaşamış olan aziz jerome burada galatların günümüz batı almanyasında bulunan trier'de yaşayanlarla aynı dili konuştuğunu not etmiş zamanında. yani o kadar da asimile olmamışlar hiçbir zaman. galatlardan bahsedeceksek roussel de bailleul'den bahsetmeden olmaz. ancak artık bence de yeter, o yüzden bu arkadaşın hikayesini kendi başlığında anlatayım. hadi buyurun bakınıza: (bkz: roussel de bailleul) http://www.galloturca.com/galatlar_files/galatca.htm http://www.galloturca.com/galatians_files/galatianwords.htm son kelteri https://eksisozluk.com/entry/2734246 gece gece kimbilir hangi serbest çağrışımların uç uca eklenmesi ile aklıma düşen ve aramaya iananarak bulduğum yazı. ben de yollaya tıkladıktan sonra yedi yıl önceki heyecanımla okuyacağımdır tekrar. son kelteri toroslar'da eski bir derebeylik şatosunun yıkıntıları üzerinde keçilerini otlatıyordu. demek aşağıda, şimdi hareketli bahar bulutlarının örttüğü vadide rastladığım kıl çadır onundu. yer gösterdi, yanına çöktüm. "kimsin, kimlerdensin?" anlattım. ilgilenmedi. bana keçiboynuzu ikram etti. karşılığında çikolatayla tanıştı. rüzgârın sürüden kopartıp üzerimize saldığı bir bulut, tipi olup yağmaya başladığında, otuz kırk metre ötemizdeki sedir ağacını işaret etti. yetmiş yaşını aşmış bu sarışın, uzun adamı takip ettim. altına sığındığımız ağacın aynı zamanda bir dağ evliyasının mezarına da bekçilik yaptığını anladım. yosunlu yatır taşının üzerinde (belli belirsiz bir at kabartmasından başka) herhangi bir işaret yoktu. merakımı giderdi: "kelteri baba hazretleri" dedi. "ya sen, sen kimsin?" diye sordum. "kelteri" dedi. güneş dağları terk ettiğinde çadıra indik. dağların uğultulu gecesinde,kırık dökük bir gaz lâmbasının rüzgârlı ışığında atalarının hikâyesini anlattı... aşağıdaki tarihleri, yer ve kişi adlarını o söylemedi; uzun ve zahmetli araştırmalardan sonra ben derledim. yazılanlar gerçektir ve son kelteri'nin anlattıklarını tamamen doğrulamaktadır. hikâye,bir dağ gecesinde gökyüzünü dolduran yıldızlara uzun uzun bakan bir insanın kapılacağı çaresizliğe benzer bir duygu yaratmışsa da, kabûl edelim ki bu topraklar belki yüzyıllar önce sönmüş ama ışıklarını hâlâ seçebildiğimiz yüzlerce kavmin henüz anlatılmamış öyküleriyle dolu... 1094 yılı, kuzey britanya kelt köylüleri birkaç yıl önce tanıştıkları ve kılıç zoruyla iman ettikleri isa'ya daha yeri yeni alışmaya çalışıyorlardı. nerfelk kontu ralp guader'e bağlı brotange şövalyeleri sisli bir kış günü erkekleri toplayıp götürdüklerinde, kadınlar gizledikleri totemleri tekrar ortaya çıkardılar. ve erkeklerinin raymond'un i. haçlı seferi için askere alındığını öğrendiler. kelt erkekleri düzenli ordunun onları beklediği kuzey fransa'ya geçirildiler. sonra da iki yıl sürecek - önce alp'ler üzerinden italya'ya sonra draç ve selânik'e, oradan da istanbul'a sefere çıkarıldılar. pek çoğu, bu zorlu yolculuk sırasında öldü. bizans'ın başkentini geçip iznik önlerine ulaşabildiklerinde, koca orduda kelt'lerin sayısı yüzü ancak geçiyordu. knustvargarth köyünde gnut, raymond tarafından şövalyelikle ödüllendirildi. o, ilk kelt şövalyesidir. aynı yıllar... orta asya... selçuklu sultanı kılıçarslan'ın komutanları, adım adım yaklaşan haçlı ordusuna karşı koyabilmek için buhara civarında yerleşik düzene geçmeye çalışıyor. şaman türkmenleri'ni önce müslüman yapıyor, sonra da orduya katıyorlar. türkmen kadınları gök -deniz tanrılarını kuşlar - balıklarla yeryüzüne çağırıyor, haberci tanrılar, erkeklerinin anadolu'ya, iznik önlerine savaşmaya götürüldüklerini söylüyor... peşlerine turnaları uçuruyorlar... türkmenlerin lideri tusi abu, selçuklu başkenti iznik'te kılıçarslan'ın önünde eğildiğinde, sultan, bu şaşkın, çocuk gözlü göçebeleri ordusunun sağ ucunun ön safına yerleştiriyor. 1096'da iznik önlerinde yaşanan ilk çatışmayı haçlılar kazanıyor, iznik düşüyor. iki ordudan da en çok kaybı türkmenlerle keltler veriyor. tarihçi fulcheris carnotentis, türkmen ve kelt ölülerinin doldurduğu savaş alanında, her iki kavmin de cesetlerini benzer törenlerle gömdüklerini ve bu törenlerin papaz ve imamlarca sert yöntemler uygulanarak engellendiğini anlatır. şövalye gnut, emrine verilen bir ormanı dolaşırken rastladığı, çaputlarla süslenmiş bir kayın ağacı önünde gök tanrıyla dans eder ve ağacın dallarına britanya'dan getirdiği kutsal bezden bir parça bağlar. bu ağacı süsleyenlerin türkmenler olduğunu henüz bilmemektedir. iki kavmin tanışması, kaynaşması için haçlılar'ın eskişehir'i de ele geçirip kapadokya üzerinden akdeniz'e akmaları gerekmektedir... haçlılar adana'yı işgal eder. gnut'un emrindeki kelt birliği toroslar'da bir roma şatosuna yerleştirilir. 41 kelt, bir sabah sisin içinden çıkan 41 türkmen atlısına karşı şatolarını kahramanca savunurlar. sonunda gnut şatodan bir elçi çıkarır... kırık dökük gaz lâmbasının rüzgârlı ışığında sustu kelteri, "hele biraz soluklanalım" dedi... kelteri sigara içmiyordu, ben bir tane yaktım. çadırdan dışarıya, yıldızlı dağ gecesine çıktım. rüzgâr kesilmişti. toroslar'ın ıssız bir yaylasında rastladığım ve kendine kelteri diyen bu yaşlı keçi çobanının, ataları hakkında anlattığı olayların asırlar önce yaşandığı şatoya baktım. şato; yıkıntılarının arasında gezinen keçilerin çan seslerini ödünç almış; bu garip müzikle sanki bizi kendine çağırıyordu. kelteri yanıma geldi. "yukarıya çıkmak ister misin?" diye sordu. "karanlıkta zor olmaz mı?" dedim. iki mum yaktı. işığa, sürünün en iri tekesi geldi, boynunu uzattı. kelteri mumları tekenin boynuzlarına dikti. biraz sonra gâh yalpalayan gâh durup bizi bekleyen canlı aydınlığın peşinde, hikâyenin geri kalan kısmını dinledim. gnut'un şatodan çıkardığı elçiyi, türkmenlerin komutanı tusi abu atının üzerinden inerek karşılar. elçi, tusi abu'nun ve kırk bir türkmen atlısının meraklı bakışları altında, getirdiği mesajı toprağa çizer. bu, şahin, güneş, ay ve at şekillerinden oluşan bir çeşit semboldür. tusi abu şaşırır. şaşırır, çünkü, aylardır hıristiyan belleyip kuşattığı bu insanların elçisi, türkmenlerin müslümanlık öncesi (türkmenler tektanrılı dine geçeli daha on yıl olmamıştır) şaman – türk tanrılarının sembolünü çizmiştir. üstelik bu sembol, eski dinlerinin bahar bayramını simgelemektedir. bu durum karşısında tusi abu düşünür. kırk bir türkmen atlısı düşünür. elçi yanıt beklemektedir. tusi abu göğsünde deri bir kese içinde sakladığı, keçeden yapılmış poyzan tözünü çıkarır. kelt de göğsünden takiratını çıkarır. olayları şatosunun burçlarından izleyen gnut, aylardır kapalı kapıları ardına kadar açar. türkmenler duralar. tusi abu süvarilerine atlarından inmelerini söyler. böylece, 41 at ve süvarisi iki kavmi birleştirecek bahar âyini için şatoya girerler. sonunda bize rehberlik eden teke durdu: şatoya varmıştık. yıkıntıların arasında bir yer bulup oturduk. keçiler etrafımızı sardı. kelteri, bahar âyinini anlatmaya koyuldu. gnut, türkmenleri karşılar. şatonunavlusunda büyük bir ateş yakılır. keltler ve türkmenler ateşin etrafını sararlar. göğüslerinde saklanan muskalar, tılsımlar, tanrı simgeleri bir bir çıkarılır. böylece çember tamamlanır. tusi abu atını süsler ve âyin için azat eder. at avludan dışarıya çıkar. aynı anda tusi abu ve gnut, şaman davullarını çalmaya başlarlar ve uzak ülkelerinin ruhlarını çağırırlar. böylece orada, iki kavmin ruhları sonsuza kadar kavuşurlar. tusi abu ve gnut, her bir ruh için ayrı ayrı yere yatar,diz çöker, davullarını havaya kaldırır, gökgürültüsü gibi sesler çıkarıp, ileri geri gidip gelirler. kelteri yıkıntıların arasında gidip geldi, çaldığı davulun, tepelerde yankılanan sesiyle kendinden geçti. bu, küçük ateşimiz küllenene kadar sürdü. sonra yanıma çöktü ve hikâyesini tamamladı. böylece bir olan, ruhları bu şatoda birleşen türkmenlerle keltler, dağların arasında, savaşan kalabalıktan uzakta bir yitik cennet kurarlar. iki asır boyunca bu cennet, onlara katılan kadınların yardımıyla yeni kuşaklar yetiştirir. ta ki kudüs'ten dönen bir haçlı kolu, bu barış ülkesini sapkınlıkla suçlayıp yıkana kadar... kıyım korkunç olur. kurtulabilenler dağılır ve gizli kelteri mezhebini kurarlar. işte, toroslar'ın ıssız bir yaylasında, keçilerini otlatmaya çıkan bu ihtiyar da yüzyıllarca bir yere yerleşmeksizin göçebe hayatı sürdüren bu gizli mezhebin son temsilcisiydi. "ben öldükten sonra, kemiklerimizi bekleyecek kimse kalmayacak" dedi. güneş doğdu. sordum, "peki, şu ilerdeki sedir ağacının altında yatan yatır kimdir?" yanıtladı, "o da benim, bizde herkes birdir." yirmi dört saat önce karşılaştığımız noktada beni bırakıp uzaklaştı. yıkıntıların arasında öylece kaldım. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Nigger_of_the_sand Mesaj tarihi: Ocak 16, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 16, 2016 Ankara civarlarindan Antep'e nasil yayilmistir ki o gures stili Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Nigger_of_the_sand Mesaj tarihi: Ocak 17, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 17, 2016 Bir de Roussel de Bailleul'un Galatia'da kendi hukumdarligini kurmasinin kendisi ve Keltler arasindaki kulturel bir yakinlinla iliskili oldugunu sanmiyorum. Birincisi Bailleul Norman, yani Fransizlasmis Nordik bir etnisiteye mensup. Galatlar 1200 yil boyunca diger Keltler'den farkli evrimlesmemis olsaydi bile bu topluluk ile kendi dili arasinda bir bag gorebilecegini, yasam tarzlarinda bir benzerlik sezebilecegini sanmiyorum. Hem Norman sovalyeleri hem de Bizans generalleri arasinda toprak kapmaca meshur bir olay (bkz Italya, Yunanistan, Balkanlar), Bailleul'un durumunun romantik bir Kelt hissiyati ile bagdastigini sanmiyorum. Yine de oldukca ilginc bilgiler, hele bugunku Turkler'e birakmis olabilecekleri izler vs... Biri haydi olayini confirm edebilir mi bize, Turkiye disindaki Turkik dillerde hadi/haydi/hayde kullanimi var midir? Yok sadece bizim dilimizde ise orada bir ilginclik olabilir gercekten. Gerci esasinda Ic Anadolu kokenli olsa Turkiye'de de kullanimi yoresel kalabilirdi diye dusunuyorum, Dogu Karadeniz agzinda gormeyi beklemezdim mesela. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 18, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 18, 2016 gerçi "kısa bilgi" kısmını çoktan geçtik ama olsun geç kaldık :) internetde daha fazla bilgi bulunabilir mi veya daha fazla bilgi bulunabilir mi bilmiyorum, gerçi aşına olduğum bir konu hakkında bile hiç bir şey biliyormuşum onu öğrendim ama yazılmış en azında türkçeye çevrilmiş -ki önemli bir eser diye farz ediyorum- iki tane kitap buldum artık onları okuduktan sonra alıntı yapmak daha doğru olur diye düşünüyorum zira, ekşide orada burada falan yazılan bazı şeylerde tutarsızlık var, bunların dışında enteresan bazı bilgiler: sivasın kuzeyine yay gibi yerleştiklerinden bahsediyor birisi bir diğeri ms.7 yy da kendi dil ve kültürleri muhafaza ettiklerinden bahsediyor ilk hristiyan olan anadolu halkı olduklarından ve incilde "galatlara mektup" diye bir bölüm olduğundan da bahsediyorlar. ha bu arada selukosların ankara civarına 2000 kadar yahudiyi yerleştirdiğinden de bahsediyorlar bunların dışında ben bu bilgiler ile yorum yaparsam: öncelikle, göç sonucu keltler ankara yozgat vs. bölgesine yerleşmede kadar kalıyorlarsa, bölgenin çok ferah ve refah bir bölge olduğu için gerçekleştiğini zannetmiyorum, daha çok o bölgenin hittitlerden itibaren boş kaldığı için olabilir, 20.000 kişiden bahediyorlar kadınlı erkekli olarak, istediği yere giden lojistik sorunu olmayan mobil bir ordu için dönem şartları için iyi bir rakam, zaten kadınlarında savaşta bulunduklarını not etmiş, ama mülteci olarak bir bölgeye yerleşip sonra o kısa sürede bölgenin mutlak hakimi olmak ve bu arada komşu bölgelere akın düzenlemek için sayıları bana az gibi geliyor. bu yüzden nüfus olarak boş bir bölgede kafalarına göre takılmışlar gibime geliyor ama tamamen farazi konuşuyorum, ama bölgede hittilerden sonra hakim olan bir kavimde hatırlamıyorum zaten onların tarih sahnesinden çekilmelerinde bölgeninde etkili olduğunu söyleyenler var. diğer taraftan bölge ahalisi ile kaynaşmalarının yunan veya perslerden daha kolay olduğunu iddia edenlerde var ki bana da mantıklı geliyor. adamlar buraya yerleşti, baya uzun süre bağımsız olarak varlıklarını sürdürdüler, gerçekten uzun bir süre ve bu süre içinde adamların bölgede baskın güç olduğundan bahsediyorlar, iyi nüfus yoğunluğu da oluşturduklarını düşünüyorum. ama standart kelt talihsizliği ve iş bilmezliği burada yakalarını bırakmadığı da gözlemlenebilir. keltlerin son derece kavgacı bir millet olduklarının tartışmaya açık olmadığını düşünüyorum, ama misal komşu germenlerden farklı olarak savaş ve galibiyetlerin meyvelerini toplama konusunda kabiliyetleri olmadığını da düşünüyorum zaten, roma ile zaten kıyas abes olur. zaten adamlar geniş coğrafyalara hali hazırda yayılmış bulundukları ve avrupanın büyük kısmının mutlak hakimi (bkz harita:) https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/f/fd/Celtic_expansion.PNG olmalarına rağmen o zamanlar bir şehir devleti olan roma sonra germenler bunlara zamanla baskın hale gelirken varlık gösteremeden eridiler. benim şahsi fikirim, bun da keltlerin yayılma vb. gibi fikirlerin olmaması neden olabilir, kavgacılığın yanında müzik ve medeniyet alanında da "barbar" diyeceğimiz ahalinin genelinden daha ilerdeler ve rahatlarına ve keyiflerine düşkün bir ahali imajı uyandırıyorlar bende, buna ek olarak sanayi -metal- işlerinde kabiliyetliler, binicilik ve çobanlık yaygın uğraşları ama bunlara ek olarak tam incelemekle birlikte mühendislik alanında da güzel icraları olduğunu dair yazılar görmüştüm (iskoçya) ha bunları niye anlatım şunun için bu adamlar, kıytırıktan bir medeniyet ve kültür ağacından gelmiyorlar ve din diyebileceğimiz inanç yapıları da sağlam insanlar, öyle kolay asimile olacak veya korkup sinecek adamlar değiller, ingilterede, fransada, irlanda da ve dahi amerika da bunu bir çok kereler ispat ettiler ama bildiğim kadarı ile irlandanın bağımsızlığını kazanmalarından başka bir başarıları da yok, zaten galatlarda yukarida yazıldığı kadarı ile savaşın hep kaybeden tarafında olmayı bir şekilde başarmışlar ama Roussel de Bailleul burada önemli bir aktör olarak karşımıza çıktığını düşünüyorum. anladığım kadarı ile adamlar anadoluya yerleştiklerinden itibaren bir şekilde isimlerinden söz ettirmişler taki kabaca agustus sonrası zamanlara kadar, bu zamandan Roussel de Bailleul ortaya çıkana kadar da anladığım kadarı ile kendilerinden bahseden fazla siyasi olay çıkarmamışlar-dediğim gibi benim bildiğim kadarı ile- ama Roussel de Bailleul ile o veya bu şekilde bir kalkışmaya girmişler ve sonunda yine kaybetmişler :) ama burada bir başka dikkat edilecek kısım da tam bundan sonra gerçekleştiğini düşünüyorum zira bu adamların Roussel de Bailleul olayından sonra bir daha isimleri geçmiyor. bu nasıl olabilir -toplu katliam yapılmış olabilir, ki ne o kadar az sayıda olduklarını düşünüyorum nede de bizansın böyle bir şey yapacak kadar o dönemde askeri gücü olduğunu, nede kimseye yapmadıkları böyle bir davranışı türkmenler galatlara yapmış olsunlar. -savaş ve isyan sırasında nüfus kayıpları çok fazla olmuştur. dediğim gibi o kadar az sayıda olduklarını düşünmüyorum. -zamanla sayıları azalmıştır, her ne kadar düşünmüyorum desem de arap-roma savaşları sırasında bölgenin boşaldığını hatta o boşalan yerlere ermenilerin göç ettiğini okumuştum. -isyanı kaybederek zamanla azalan nüfus ve hakimiyetlerini tamamen kaybederek, yeni gelen türkmen göçleri ile zamanla eridiler. bu sonuncusu bana daha olası geliyor, yukarıda dediğim gibi bu adamların inatçı ve kavgacı yapıları var, zorla bir şey yaptırmak pek mümkün değil, ama olasıdır bir ihtimal, bölgeye ilk geldiklerinde nasıl bölge halkı ile kaynaşmışlarsa, müslüman olmayan veya pre-müslüman olan türkmenler ile yakınlık kurmuş olabilirler ki, yaşantıları ve hristiyanlık öncesi inançları arasında bir çok benzer nokta var Adamlar zamanla ölüp gitmemişlerse, galler ve iskoçyada, fransada onca yapılana rağmen olmadı, veya zorla asimile olmamışlarsa ki buda ingilterede olmadı ve bu adamların varlığı bir realite ise olmuş olaması gereken dostça bir kaynaşma olması lazım ayrıca şunda var, osmanlının süper nüfus politikası yüzünden, es kaza hristiyansan, ırkın falan ne olduğunun bir önemi olmadan hristiyan olarak kayıtlara geçiyorsun ve rum kilisesine başlı isen "rum", ermeni kilisesine bağlı isen "ermeni" muamelesi görüyorsun. bana öğle geliyor ki, selçuklu öncesi ve sonrası gelen hristiyan türkleri "bunlar rum" diye yunanistana gönderdikleri gibi bu keltleride "rum" ve "ermeni" diye araya kaynatmış olabilirler zira karadeniz ahalisinin bir çoğunun her hangi bir rumluk veya yunanlıkla, konuşulan dil belki ama kültür ve folklor olarak bir bağlantısı da olduğunu düşünmüyorum. bu arada bulgaristanda da tulum/gayda çalınıyormuş yeni öğrendim neyse bu kadar farazi düşünce yeter, dediğim biraz aha okuma yapmak, bu arada baya bir yazım hatası olmuş olabilir mazur görün Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Nigger_of_the_sand Mesaj tarihi: Ocak 18, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 18, 2016 Ben daha onceden Wikipedia'da 30.000 kisi olarak geldiklerini okumustum ama hangi kaynaklara dayandirdigini hatirlamiyorum. Anadolu'da Kelt kilisesi diye birsey yoktu, Osmanli muhtemelen tum Ortodoksar gibi Rum patrigine baglamistir onlari da. Ama Osmanli'da Galatia'ya tekabul eden bolgede kayda deger bir Hristiyan nufusu olmamasi lazim ve de Britanya'daki Keltler'in Angl ve Saksonlar arasinda asimile olduklarini biliyoruz, dolayisiyla Turkler gelene kadar Rumlasmadilar ise Turkler geldikten sonra Turklesmis olabilirler. Kendi kulturlerini koruyabilecek bir ozerklikleri olmayinca etraflarini cevreleyen Turkler arasinda erimeleri mantikli geliyor bana. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Yeni öğrendiğim bir bilgiyi daha paylaşmak istiyorum : karmatiler... ekşiden alıntı: said: bahreyn'de ortaya çıkmış şia kaynaklı bir gruptur. abbasi halifesinin ek 1 dinar vergi koyması sonucunda "nedir bu çektiğimiz?" diye isyan edip ortak mülkiyete dayalı bir devlet kurmuşlardır. görüşleri mazdek'in görüşleriyle benzer de olsa karmatilerin mülkiyet ortaklığı yanında kadın ortaklığını da savunmamışlardır (böylece "bu çocuklar kimin?" sorularına yanıt bulamayan sasanilerin dumurunu abbasiler yaşamamışlar.). bahreyn bölgesi ele geçirdikten sonra basra ve kufe(bağdat kurulmadan önce çok büyük ve şaşalı bir yermiş ama şimdi yerinde yeller eser) bölgelerini de ele geçirmişlerdir. üzerilerine abbasilerin gönderdiği kuvvetleri de yendikten sonra daha da gaza gelen karmatiler hacer ül esved taşını da kaçırmışlar ve hakimiyetleri sona erinceye kadar da kimseye kaptırmamışlar. abbasiler, hacıları bir slogan bile atmadan kılıçtan geçiren bu devrimci gruba karşı melikşah'tan yardım isteyince o da türkmen beyi artuk bey'i göndermiş, artuk bey de karmatilere o döneme kadar yaşadıkları en bürük bozgunu yaşatmıştır.aslında bahreyn'deki karmatilerin diğer karmati gruplarına göre daha çok etrafı karıştırmasının bünyelerine giren bol miktarda bedevi sebebiyle olduğu söylenebilir. bernard lewis(aslında tam fonksiyonel bir "amerikancı" olsa bazı yönlerini severim ben bunun)'in "araplar" eserine göre aralarında fakir bulunmamaktadır.fakirleşenlere devlet hemen yardımda bulunup normal düzeye ulaşmasını sağlar, kimseye ayrıcalık yapmazmış.savaş için gerekenleri de hemen kendi aralarından tahsis ettikleri için her an yağma, sefer vb yapabilmekte, hacıları soyabilmektedirler.soyulan hacılardan şanslı olanları beş parasız bırakılmakta, diğerleri ceset halinde çölde kalmaktaymış.o dönemki arap tarihçileri çok acımasız vahşiler olduklarından bahsetseler de bu sözlerinde bir nebze ön yargı vardır denebilir ve evet basbayağı önyargılıdırlar. ama gerçekten de karmatiler kendileri gibi düşünmeyenlere yaşam hakkı tanımamışlardır. https://eksisozluk.com/entry/7602965 https://eksisozluk.com/karmatiler--527232 robin hood felsefesini benimsemiş müslümanlardır. "komunisttirler" demek, ucuz ve kolaycı bir yaklaşım olur. zira mülkiyet paylaşımı esas olsa da, eflatun ve aristo tarafından idealize edilmiş ütopyanın, veya ideal devletin -ne derseniz artık- bu mezhepte nesnel bir karşılığı yoktur. türkçesi, sosyalist bir felsefe benimsemiş oldukları, öyle rahatlıkla söylenemez. karmatilik, zamanın ihtiyaçlarına ve yöneticilerin despotizmine bir karşıçıkış ifade edici, pragmatik bir alana tekabül ediyor. nitekim, islamın devlet eliyle değil fert eliyle temsilini esas alıyorlar. şimdi, islam hukukuyla çok içli dışlı olmayan birine bu cümle oldukça basit gelebilir. oysa bu, o güne kadar bilinen ve uygulanan islam şeriatını kökten reddetmek demektir. zira, islam'ın teorisini pratiğe dökme salahiyeti devlet elindedir. mesela kanunları allah adına devlet koyar, içki ve hırsızlık gibi kuran'da da cezalarının ne olduğu belirtilmiş temel yasakları değil, en yaygın ibadetleri dahi devlet denetler: namaz kılmayan adamı devlet cezalandırır, zekat devlet eliyle toplanır... işte karmatiler'in karşıçıkışlarını islam tarihinde önemli kılan da budur. onlar, devletin dine karışmamasını öngören bir anlayış istediler. bu, hukukî bir yorum filan değildir. işin türkçesi ve dürüstçesi, işlerine öyle geldiği içindir, yani gayet pragmatik bir düşüncedir. zira zamanın yönetimi, saçmasapan, dinle diyanetle alakası bile olmayan türlü çeşit vergilerle halka zulmediyor, üstelik kuran'da geçen "ulu'l-emre itaat farzdır" kaidesini de argüman olarak kullanarak, isteklerini reddedenleri din adına cezalandırıyorlardı. karmatiler de bu duruma isyan ediyorlar, hatta zaman zaman şiddete de başvurarak zenginden alıp fakire dağıtarak kendilerince gerçek adaleti temsil ediyorlardı. karmatilerin komunizme benzeyen tarafları ise, ekonomi ve refahın birilerinin keyfine bırakılıp geri kalanların ne hali varsa göreceği kapitalist zihniyete taraftar olmamalarıdır. fakirleri gözetmişler, hatta devlet eliyle fakirliklerini telafi etmeye çalışmışlardır. "şunu bir okuyun, gerçi ne kadar doğrudur bilmiyorum" said: 899'da karmatilerin başına geçen ebu said el cenabi'nin abbasi halifesine gönderdiği mektup yemin ederim ki,(ey abbasoğlu)nefsin seni aldatmış; eremeyeceğin makama gözünü dikip tamah edersin ve bulamayacağın mertebeyi sana hoş göstererek seni hırslandırmıştır. bunun için kalktın, katiplerinin hakkımda görüşbirliği içinde söyledikleri şeyi alıp yazdırdın; beni, kötülüklerle andın, karalayıp lekeledin ve çirkin sıfatlarla nitelendirip damgaladın. ey abbasoğlu ! onlar adına benimle tartışmaya girip, davaya (güya) kuran'dan delil getiren adam ! sen ki; (sarayda) her türlü içkiyi zıkımlanırsın, çalgı çalıp çengi ve rakkaseler oynatırsın; yabancı erkeklerin karşında çalıp oynamasına, gılmanların boynuna sarılıp kucağına oturmasına heveslenirsin; çeşit çeşit fisk-ü fücur ve bu arada livata ile vakit geçiren kişisin. iyi insanların camilerini yakıp yıktığımı söylüyorsun. doğrudur; bu tür camilerin hepsini yaktırdım. çünkü o ibadet yerine gidenlerin çoğu, allah karşısında yalan söyleyip riyakârlık yapıyordu. her türlü yozluğu, sapıklığı buralarda kararlaştırıp allah şeriatı diye gösteriyorlardı. oralarda bizzat allah'ın peygamberine iftira edilip, sapkın yollar meşru gösteriliyordu. böyle cami ve mescidlerden yıkılmaya ve viran edilmeye daha layık ve müstehak hangi mekan olabilir ki ?güya "muktedirbillah" ünvanı taşıyorsun. yani allah'ın kudretine maliksin veya ondan güç kuvvet alıyorsun ! bak hele sen ! hangi orduyla savaşıp yenebildin; hangi düşmanı elde kılıç kovaladın ? dolayısı ile sen değil muktedirbillah olmak; olsan olsan fasıkların emiri olursun. müminlerin emiri olmak sana yakışmaz çünkü.bir de bana bak; kabilesi ve yakınları arasından çıkmış biriyim. hürmet e itaat onlar için yaptıklarımdan kaynaklanıyor. beni yüceltmiş şan ve şeref vermişlerdir. onlar sayesinde onlarla birlikte yükseldim. ey abbasoğlu, bir daha beni tehdid etmeye kalkma; şimşek çakar gibi korkutma yoluna gitme. her neye azmettiysen sözünde dur. görülecek hesabın varsa, gel de gör. hallac-ı mansur'a ait gönül kabesinin yıkılması düsturunu çok ama çook yanlış anlamaları ve akabinde kabeyi talan etmeleri güler misin ağlar mısın dediğimiz cinsten. cennetten indiğine inanılan taşı geri alabilmek için halife yüklü miktarda fidye ödemek zorunda kalmıştır karmatiler'e ya, bu da beni mansur'un düsturunu bahane mi ettiler acaba diye düşündürmüştür yıllar yılı. bahreyn çıkışlı olmalarına rağmen yemen dağlarında hüküm sürmüşler. e tabi tüm ön asya coğrafyasında varlar. lakin güçlü bi' merkez olarak adres yemen dağları gösterilebilir. bi' dönem o kadar çok güçleniyorlar ki, dönemin yeminli kıç yalayıcısı el-yemeni adlı din uleması dahi aralarına katılıyor tabii daha sonra karmatiler'e ihanet etmek suretiyle. anadolu'daki ali taraftarlığına karşı atılan çirkin mum söndü iftirasını el-yemeni yemen dağlarında başlatıyor ve karmatileri geceleri dağda şarap eşliğinde cümbüş eden bi' topluluk ve çıralar söndükten sonra ana-bacı tanımadıklarını yazmıştır. loncalar, ahilik, tapınakçılar gibi ilk mesleki örgütlenmeleri de üstlenmişlerdir ayrıca. “karmatî” ile “kiremit” sözcüğü aynı kökten… “kiremit”, tdk sözlükte şöyle tanımlanmış: “çatıları örtmekte kullanılan, kızıl toprağın renginde, pişmiş balçık levha…” (en fakir köyler taştandır ve üstü kiremittir.-f. r. atay). “kermite” nebati dilinde kırmızı göz anlamına geliyor. “karmat”, aynı zamanda sıradan“köylü” demek. “karmatîler”in lideri hamdan b. eş’as hem sıradan bir köylü (hamal) , hem de kırmızı gözlü, kısa bacaklı birisi… ismailîlerden koparak başlattığı harekete de bu nedenle “karmatîler” denmiş… bu durumda karmatîler, “işçiler”, “köylüler” , “kızıllar” demek oluyor. hareket mensuplarının birbirilerine “refîk” (yoldaş) diye hitap etmelerini de eklersek, islam tarihinin tam ortasında (h.279/ m.892) mezopotamya bataklıklarında ortaya çıkan zenc hareketi’nin (bkz. islam’ın kayıp şehri: el-muhtare başlıklı makale) mirasçısı olarak ortaya çıkan karmatîler’in nasıl bir topluluk oldukları tahmin edilebilir… evet, konumuz ortaçağ islam dünyasında “hayalet gibi dolanan” ve fakat aslında “ıpıssız aşiyanlar, kimsesiz köyler, çökük damlar”ın hikayesinden başka bir şey olmayan bir hareketin hikayesi… sarayların asude bahçelerinden bakarsanız ıpıssız aşiyanları, kimsesiz köyleri, çökük damları, mezopotamya’nın bataklıklarını, bu bataklıklarda afrika’dan getirilerek çalıştırılan köleleri, onların itirazlarını, isyanlarını, acılarını, umutlarını göremezsiniz… bunun için sarayın dışına çıkmayı, islam tarihine başka bir pencereden bakmayı denemeniz gerekir. evet, islam’ın öteki/aykırı tarihinden bahsediyoruz. bu yazıda konumuz, zenc hareketi’nin külleri üzerinde adalet, eşitlik, kardeşlik talepleri ile yükselmiş, mülkiyette ortaklaşacılığı savunmuş, islam tarihinde doğal olarak ezilen kitlelerin ezeli önderi “ali” yi bayraklaştırmış, islam’ın öteki/aykırı tarihinden bir yüz: karmatîler… yani islam’ın okuduğumuzda bize başka bir dünyadan bahsediliyormuş gibi gelen bilmediğimiz, bilemediğimiz, yok saydığımız dram ve trajedilerle dolu tarihinden bir yaprak… önce tarihi arka plan… üçüncü halife osman bin affan’ın, ikinci halife ömer bin hattab’ın toprak politikasında yaptığı iki önemli değişiklik, sonraki yıllarda büyük toprak sahipleri ve onlara ikta edilmiş topraklarda çalışan işçiler, emekçiler, toprak köleleri yani marabalar ordusu oluşturmuştu. ömer bin hattab’ın özellikle kureyş’in toprak sahibi olamayacağı ve medine’den çıkamayacağı yolunda getirdiği yasağın kalkmasının islam tarihinde sanıldığından çok fazla etkisi olmuştur. halife osman’dan sonra emevîler ve ardından abbasîler bir ganimet, rant ve toprak ağaları devletine dönüşmüştü. arabistan’ın, ırak’ın, suriye’nin, iran’ın, mısır’ın verimli topraklarına tek başlarına sahip olan aristokrat bir zümre ortaya çıkmış, saray hayatı, debdebe, tantana almış başını gitmiş, ezilen halk kitleleri adeta kaderine terk edilmiş, afrika’dan (zenc), hind’den (zutt) getirilen köleler bataklıklarda, pirinç tarlalarında, maden ocaklarında karın tokluğuna çalıştırılmaya başlanmıştı. sadece doğu eyaletindeki hindukuş gümüş madenlerinde 10 bin işçi çalışmaktaydı. altın batıdan, özellikle nubya ve sudan’dan getiriliyordu. bakır ısfehan çevresinden elde ediliyordu. basra körfezinden inci çıkarılıyordu. altın ve zenci köleler doğu afrika’dan, misk tibet’ten, kaliteli kumaş malaga’dan, ipek elbiseler, toprak mamulleri ve kağıt çin’den, kilim ve yaygılar ermenistan’dan, baharat değerli taşlar, ilaçlar, mızraklar ve kafur hindistan’dan, pamuk, ipek dokumalar, kağıt, kürk ve asyalı köleler maveraünnehir’den, kilimler, başlıklar, meyveler ve içecekler iran’dan, keten elbiseler, eteklikler ve yaygılar bizans’tan getirilmekteydi. böylece muazzam servetlere sahip tüccar tabakası oluşmuş, bir kısmının serveti milyonlara varmıştı. mustağni bir sermayedar sınıf (bahçe sahipleri) oluşmuş, anonim şirket (şirket el-daman), bağımsız şirket (şirket el-muvefaza) türünde doğudan batıya uzanan dev şirketler (küresel sermaye!) meydana gelmişti. imparatorluk topraklarında yaşanan muazzam gelişmenin (büyüme!) karmatîlerin felsefi proğramı olan ihvan-ı safa risaleleri’nde sınıfsal analize tabi tutulduğunu görüyoruz. ihvan-ı safa o günkü toplumu üç tabakaya ayırır: zenginler, orta halliler ve yoksullar… imparatorluğun büyük şehirlerinde böylesi bir gelişme ve büyüme yaşanırken iç bölgelerde sefalet de alabildiğine derinleşmişti. “ıpıssız aşiyanlar, kimsesiz köyler, yıkık damlar” kendi haline terk edilmişti. buralarda binlerce kişi zor şartlarda çalışmakta ve yaşamakta idi. statükocu fıkıh zekatı 40/1’de dondururken tarih akıyordu. tarihin gerisinde kalmama çabası demek olan içtihat, bu uçurumu gidermek ve sefaleti ortadan kaldırmak için bir türlü işletilmiyordu. böylece zekat kısa sürede nostaljik bir dini ritüel haline geldi, fıkıh kitaplarının sarı sayfalarına hapsoldu. ama hayat durmadı, alabildiğine gelişti, karmaşıklaştı, çelişkiler derinleşti. böylece islam’ın yayıldığı yerlerde peygamberin rüyasının aksine zengin ile yoksul arasındaki uçurum kapanmak bir yana iyice açıldı… erken dönemlerden itibaren mevâlîler, şiîler, haricîler, mutezilîler, horasanlılar, hürremîler, zenciler, ismailîler, karmatîler gibi isyan hareketlerinin yatağının işte bu“ıpıssız aşıyanlar, kimsesiz köyler, yıkık damlar” olduğunu görüyoruz. sosyal hayat boşluk kabul etmez; islam’ın imparatorluklarla birlikte ortaya çıkan müreffeh yüzüne karşılık, öteki yüzünün de beraberinde yükseldiğini, tarih boyunca isyanlarla kendini gösterdiğini görüyoruz. sünnî zihin “ıpıssız aşiyanlardan, kimsesiz köylerden, yıkık damlardan” çıkan bu hareketlerin tarihini bilmez. saray tarihçileri bu hareketleri aşağılık yaftalarla mahkum ederler. bu tür kitaplarda “zındıklık, sapıklık, dinsizlik, servet düşmanlığı, malda ve kadında ortaklık, namazı inkar, sünneti red, kabe’yi yıkma, çapulculuk, haydutluk, teröristlik” gibi ithamların bini bir paradır. islam tarihini galiplerin gözüyle okuyanların beyinlerinin böyle yıkandığını, islam’ın öteki yüzünün özenle yok sayıldığını görüyoruz. bu amaçla el-muhtare örneğinde olduğu gibi şehirleri yok edilmiş, kitapları yakılmış, tarihe sarayın penceresinden bakmamız sağlanmıştır. oysa tarihe sarayların penceresinden değil; “kimsesiz köylerin, yıkık damların”penceresinden bakabilmemiz lazım. buradan baktığımızda bambaşka bir tarih ile karşılaşırız. hamdan karmat… bir hamal… yaydığı fikirlerin adalet, eşitlik, kardeşlik, imamet esaslarına dayandığını görüyoruz. giderek küçük guruplar oluşturmaya başlıyor. köylere, bataklıklara, kabilelere, abbasî aristoklarının topraklarında çalışan tuz işçilerine, yenilmiş zenci kölelere adamlar (daî) göndererek fikirlerini yayıyor. mevâlîler (abbasî burjuva sınıfına dahil olmayan müslüman sınıf) ve zımmîler (abbasî burjuvazisinden rahatsız gayr-i müslim sınıf) ve yönetimden rahatsız ezilen kitleler çağrısına kulak vermeye ve hareket giderek güçlenmeye başlıyor. karmatîlerin ilk günlerden itibaren eşitlikçi bir paylaşım hareketi olarak dikkat çekmeye başladığını görüyoruz. harekete katılanlar için ilk farz “infak” (mal verme, paylaşım, bölüşüm) idi. öyle ki bu namazdan bile önce geliyordu. hareketin sosyal hedefi zengin-yoksul ayrımını ortadan kaldırmak, köleliğe son vermek, toprak reformu yaparak iktalara (devlet tarafından zenginlere bağışlanan topraklar) son vermek, herkesi çalışır, üretir hale getirmek, islam dünyasının hiçbir yerinde aç ve yoksul bırakmamaktı. peygamberin rüyasında geçtiği gibi; bir kadın san’a’dan hadremevt’e kadar tek başına gidecek, allah’tan başka kimseden korkulmadığını görecekti... bir adam elinde altın ve gümüşle günlerce dolaşacak, zekat verecek kimse bulamayacaktı… önce ramazan ayındaki zekat, fitre ve sadakaları ortak bir havuza toplayarak başladılar. harekete katılan her kadın ve erkek ortak havuza bir dinar verecekti. hamdan karmat buna giriş infakı (hijra) diyordu. hareketin mensuplarından da ayrıca yedi dinarlık ahd veyamithak adı verdikleri yemin töreni infakı (bulgha) alınıyordu. ayrıca 12 dinarlık tebliğe muhatap kişinin bölge daisi ile tanışması sırasında alınan vergi (necva) vardı. giderek tüm servetlere beşte bir verme kuralı koydular. nihaî amaç giderek oranlı infaklardan özel mülkiyetin ortadan kaldırıldığı bir anlayışa geçmekti. bu amaçla zenc hareketinin el-muhtare şehri gibi, aşağı mezopotamya’da “dâru’l-hicre” adlı bir şehir kurdular. peygamberimizin hicret ettiği medine’nin bir ismi de daru’l-hicre idi. ona özenerek medine’deki gibi bir “kardeşlik iktisadı” kurmak istiyorlardı. çok sayıda insan buraya toplandı. işçiler, köylüler, efendilerinden kaçan köleler, kimsesizler, yoksullar akın akın şehre hicret etmeye başladı. kimin neyi varsa buraya getiriyordu. herkesten yeteneğine göre alınıyor, ihtiyacına göre dağıtılıyordu. öyle ki kısa süre içinde silah ve at dışında özel mülkiyet “gönüllü” olarak kalktı. iranlı seyyah nasır-hüsrev daru’l-hicre’yi ziyaret ettiğinde insanların ne vergi, ne de aşar vergisi vermediğini söyler. yoksul veya borcu olan bir kimseye işini kurması veya durumu düzelinceye kadar infak farzdı. toplumun diğer mensuplarının ilk görevi buydu. bunu yapmadan namaz kılması boşunaydı. borç (karz/kredi) sadece ortak havuzdan (beytu’l-mal) alınabilirdi. bütün kredi ve borç işlemleri buradan yönetilmekteydi. tahıllar ücretsiz değirmenlerde öğütülürdü. değirmencilerin ücretleri ve değirmen için gerekli tamir masrafları kamudan (beytu’l-mal) karşılanmaktaydı. halife osman bin affan’dan beri devam eden ikta (zengine toprak bağışı) sistemini kaldırdılar. toprak köleliğine son verdiler. yoksul çiftçilere ekip biçme karşılığı toprağın kullanım hakkını verdiler. kimse toprağın sahibi olamazdı. toplumsal servetin dışarı çıkışını önlemek amacıyla kurşundan para bastırdılar. uzak doğu ve hindistan başta olmak üzere bir çok ülkeye dış ticareti teşvik ettiler. iranlı seyyah nasır-ı hüsrev daru’l-hicre’yi 443/1053 yılındaki ziyareti sırasında gördüklerini hayranlıkla aktarır… şehirde yaşayanların sahip oldukları sığırlar, mücevherler, eşya vb. şeyler toplandı. her köyde güvenilir kimseleri dai olarak seçtiler. karşılık olarak bu idareci yoksullara elbiseler temin ettiler ve halkın ihtiyaçlarını karşıladılar. böylece şehirde yoksul hiç kimse kalmamıştı. herkes topluma yaptığı infakla büyük bir mertebeye layık olmak için sabırla ve gayretle çalışmaktaydı. kadınların hepsi elde ettiklerini getirdiler ve hatta çocuklar mahsule dadanan kuşları korkutup kaçırtmakla kazandıkları paraları bile vermekte idiler. hiç kimse kılıcı ve silahları dışında şahsi mülkiyete sahip değildi. “madem ki toprağımız var, kardeşlerimiz var, güven içinde yaşayabiliriz, şahsi mal biriktirmemize gerek yok” anlayışı yerleşmişti. tek bir yoksul ve sakat kalmamakla üzere açlar doyurulmakta ve çıplaklar giydirilmekte idi. karmatîlerin kurduğu düzen içinde kadınlardın rolü üst düzeydeydi. idarede yer almaları, üst düzey toplantılara erkeklerle birilikte katılmaları kadınların hareketteki rollerini göstermesi açısından kayda değerdir. ayrıca kadınlar da kazandıkları parayı bu sebeple birliğe ödüyorlardı. malatî gibi abdest alırken ibriğini bir cariyesi, havlusunu başka cariyesi tutan saray tarihçisi böylesi kadın-erkek kardeşliğini anlayabilecek kafadan yoksun olduğundan “kadın erkek birlikte oluyorlar, erkeklerle rastgele yatıyorlardı” diye alçakça yazabilmektedir. bu kafanın, örneğin medineli ensarın, mekkeli muhacirlere “iki eşim var, boşanayım biriyle sen evlen” demesini, “karılarını misafirlerine sunuyorlardı” (!) diye yazması içten bile değildir. kafa bu olunca dilin de zembereği olmuyor… anadolu’daki “ahîlik” (kardeşlik) geleneği de karmatîlerin felsefî proğramı olan “ihvan-ı safa” risalelerine dayanmaktadır. ahilikteki lonca sisteminin ihvan-ı safa risalleri’nde yer aldığını fuad köprülü, massignon ve hodgson gibi yazarlar ittifakla söylerler. lonca sisteminde bir borcun anapara dışında ödenecek miktarı yoktur. (faiz yasaktır). yıkıcı rekabete, tekelleşmeye izin verilmez. ortaklaşa üretim ve paylaşım düzeni esastır. böylesi bir esnaf ve ticaret anlayışı karmatîlerin daru’l-hicre’sinde vardı. osmanlı’nın ilk yıllarındaki ahîlik ve sonraki yıllarda gelişen “mirî” (kamu) toprak düzeni anlayışı da buradan gelmektedir… karmatîlerin namazı, orucu, haccı inkar ettiği iddiası meseleyi anlamamaktan kaynaklanıyor. şöyle ki: klasik sünnîlik namaz, oruc, hac gibi “nusuk”ları temel farz, mülk ile ilişkiyi ise nafile derecesinde görür. kırkta bir zekat yeterlidir. infak zenginin himmetine bırakılmıştır. halife osman’ın ebuzer’e dediği gibi kimseye ihtiyaçtan fazlasını verme mecburiyeti getirilemez. ama örneğin fıkıh kitaplarında geçtiği gibi kişi namaz kılmaya mecbur tutulabilir, hatta kılmazsa kırbaç cezası bile verilebilir. aksi halde dinin direği yıkılır (!). karmatîler ise tam tersini düşünüyor. onlara göre dinde aslolan mülk ile ilişkidir. kırkta bir zekat oranı hem kur’an’da geçmez, hem de tarihseldir, değişebilir. esas amaç zengin-yoksul ayırımının ortadan kaldırılması, mülkiyet ilişkilerine sosyal adalet, eşitlik, hakça paylaşım getirmektir. dinin temeli buradan ortaya çıkar. namaz, oruc, hac gibi “nusuk”lar ise bireysel olup kişinin himmetine bırakılmıştır… işte bunu sünnî zihin namazı, orucu, haccı inkar olarak anlıyor. bu nedenle abbasî şehirlerinin ortasında dev camiler var, ezanlar okunuyor, cumalar kılınıyor, hac kervanları törenle uğurlanıyor, sokaklarda kadınlar çarşafa bürünüyor. fakat aynı şehirlerde zenginler debdebe, yoksullar sefalet içinde… cami önleri dilenciden geçilmiyor, uzak beldelerde ıpıssız aşiyanlar, kimsesiz köyler, yıkık damlar sefaletin kucağına terk edilmiş… nusuklar devlet eliyle öne çıkmış, meydana dikilmiş, mülkiyet ilişkileri ise kişinin insafına, gönlüne, himmetine bırakılmış… karmatî şehrinde ise zengin yok, aç ve yoksul kalmamış, dilenene de rastlanmıyor. şehrin meydanında devasa tapınaklar yok, isteyen cami yaptırıyor, oruç tutuyor, hacca gidiyor. mülkiyet ilişkileri devlet eliyle öne çıkmış, meydana dikilmiş, nusuklar ise kişinin insafına, gönlüne, himmetine bırakılmış… siz olsanız hangisinde yaşamak isterdiniz? çağımızda bize ilham verecek hangisi? peygamberimizin her türden sünnetini küçük yaşlardan beri ezberlediniz: sarık, cübbe, sakal, misvak, kabak yemeği… oysa bunların sünnetle ne alakası var? ama bir sünnetlerin anası (ummu’s-sunne) var ki nedense kimse yanaşmaz: mal biriktirmezdi! malum sünnet diye kur’an’ın ete kemiğe bürünüşüne, peygamberimizde yaşar/yürür hale gelişine diyoruz. adam peygamberin kürsüsünden konuşuyor ve konuştuğu, yazdığı üzerinden mal biriktirmede hiçbir beis görmüyor. peygamberden daha fazla mülk sahibi olmaya utanmıyor. eğer bu mülk yığma matah bir şey olsaydı, kimse merak etmesin en önce peygamberde olurdu. öyle ya allah “nimetini” en önce, herkesten önce resulünde görmek isterdi, değil mi? karmatî hareketinin en önemli yönü ilmî ve kültürel faaliyetlere verdikleri önemdir. bu açıdan baktığımızda büyük alimler çıkardıklarını ve dev eserler ürettiklerini görüyoruz. en başta “ihvan-ı safa risaleleri”nin onlara ait olduğu biliniyor. ibn nedim, hareketin ilk kurucusu hamdan karmat’ın kayınbiraderi abdan’a ait olduğunu belirttiği dört eserden bahseder: kitâbu’l-hudûd, kitâbu’l-melâhim, kitâbu’l-mizân, kitâbu’l-makâsıd… abdullah el-mağribi ise karmatîlerin hukuk normlarını oluşturan kişi olarak bilinir. 50 eseri olduğu belirtilir. bu eserlerden 20 kadarı günümüze ulaşmıştır. en önemle eseri “deâimu’l-islâm fi zikri’l-helâl ve’l- haram” karmatî fıkhının abide eseri olarak kabul edilir. arapça basımı mevcuttur. böyle onlarca alim ve fikir adamı yetiştirmişler. ünlü hallac-ı mansur da karmatî olduğu suçlaması ile 8 yıl hapiste tutulduktan sonra asılmıştır. hallac’ın da karmatî fikirleri doğrultusunda ihtiyaçtan fazla mal biriktirmeyi haram saydığı, devrin mülk sahiplerine ebuzer gibi isyan ettiği, bir çok fakihin “enel-hak” sözünün idamı gerektirecek bir söz olmadığını, fıkhî mülahazalara dayanarak cevaz çıkamayacağını söylemesine rağmen, asıl sebep başka olduğu için idam edildiğini biliyoruz. bizlere hep ‘kendini tanrı yerine koydu, onun için idam edildi’ diye öğretildi. halbuki asıl sebep teolojik değil; ekonomi-politikti.“lehu’l-mülk” diye haykırması, kavmin iktidar ve zenginlikten şımarmış ileri gelenleri (mele-i mütref ) takımına, müstağnilerine, bahçe sahiplerine isyan etmesiydi. bu fikirlerin toplumda yayılması çok tehlikeli görüldüğü için ve o devirde bu fikirlerin savunulduğu ana muhalif akım karmatîler olduğu için, onlara destek verdi. bundan daha tehlikeli birisi olur muydu? karmatîlerin “şiî” oluşuna gelince… doğrusu işin bu tarafı ile hiç ilgilenmiyorum. ilham alınacak hiçbir yön de bulamıyorum. kanımca “sunnî saltanat idelojisi” nasıl iktidar mezhebi olup devrini tamamlamışsa, “şiî imamet mitolojisi” de ezilen kitlelerin bir zamanlar kurtuluş umudu idi. o da devrini tamamladı. cabirî’nin dediği gibi her ikisi de aşılmadıkça islam dünyasının önünde yeni ufuklar açılmayacaktır. inşa çağında bize yeni bir dil lazım. sosyal adalet, infak, mülkiyet ve ekonomi-politik yaklaşımları bakımından karmatîlik benzeri hareketlerde peygamber ocağının ateşini gördüm. geçmişin külüne değil; ateşine talipseniz yabana atmayın derim. bu nedenle de “islam’ın ‘yoldaş’larının (‘refîk’lerinin)”, insana bir kez daha ‘tarih hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi’ dedirten yenilmiş ve fakat görkemli tarihini saygıyla selamlıyorum. tabi çoğu dinî, felsefî ve mezhebî fikirlerinin zamanı geçti, devir çok değişti ama ekonomi-politik görüşlerinin gayet kur’anî ve peygamberimizin mülk ile ilgili tutumuna paralel olduğunu, bu nedenle de ilham ve esin kaynağı olabileceği görüşündeyim. (tavsiye kitap; ortadoğu’da marjinal bir hareket: karmatîler, yrd. doç. dr. abdullah ekinci, odak, ank., 2005). ebu tahir süleyman: said: "...aynı ebu tahir, 922 yılında kabe'yi basıp üstüne çıktı. müslümanlarca kutsal sayılan kabe'nin örtüsünü yırttı; zemzem suyunu idrarıyla kirletti ve hacer-ül esved'i sürükleyerek bahreyn'e götürdü." kabe'nin damındayken ebu tahir'in söylediği ünlü dörtlük: velev kane heza el beyt-i allah rabbune, lisabbe aleyne el nar min favqüne sabben, li'enn ene hacacne huccet-i cahiliyye. tr. bu beytullah denen yapı, olsaydı rabbimin evi, gökten ateş yağardı, çünkü cahiliye devrinin haccını da biliriz biz. ayrıca: "akıl allah'tır; allah da akıldır. bunun dışında düşünenler eşektir müşrüktir ve imha edilmesi gerekir. " Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
fenn Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Neden mani dini et yemeyi yasakladı. Etin zararı ne ? Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 bu arada belki bilmeyenler olabilir gılman: gulam(tüyü bitmemiş delikanlı, kul, köle, hizmetkar) sözcüğünün çoğulu Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 ayrıca şu da atlanmasın: "üsteki alıntılardan bir parça:" said: “kermite” nebati dilinde kırmızı göz anlamına geliyor. “karmat”, aynı zamanda sıradan“köylü” demek. “karmatîler”in lideri hamdan b. eş’as hem sıradan bir köylü (hamal) , hem de kırmızı gözlü, kısa bacaklı birisi… ismailîlerden koparak başlattığı harekete de bu nedenle “karmatîler” denmiş… bu durumda karmatîler, “işçiler”, “köylüler” , “kızıllar” demek oluyor. hareket mensuplarının birbirilerine “refîk” (yoldaş) diye hitap etmelerini de eklersek, islam tarihinin tam ortasında (h.279/ m.892) mezopotamya bataklıklarında ortaya çıkan zenc hareketi’nin (bkz. islam’ın kayıp şehri: el-muhtare başlıklı makale) mirasçısı olarak ortaya çıkan karmatîler’in nasıl bir topluluk oldukları tahmin edilebilir… bu arada enteresan bir yazı olmuş okunmasını tavsiye ederim Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 "zenc isyanı" said: "savrat ul zenc". islam imparatorlugu'na getirilmi$ zenci koleler tarimda agir ko$ullar icinde cali$tirilmaktadirlar. lakin takvimler 867'yi gosterirken ali bin muhammed berkai isimli biri ortaya cikar. kendine sahib ul zenc [zencilerin efendisi] lakabini takarak, buyuk i$kencelere maruz kalan siyahi koleleri ayaklandirir. ardindan bu kolelerle birlikte abbasilerin gonderdigi ordulari yenilgiye ugratir ve basra civarinda ozgur ve e$itlikcilige dayanan bir emirlik kurar. yani bir nevi islami spartakus devrimi ya$anir. bu kucuk emirlik yakla$ik 15 yil boyunca devam etmi$tir. ardindan abbasilerin gonderdigi guclu bir ordu bu emirligi yikmi$ ve emirligin tebaasinda bulunanlari katletmi$tir. bu hadise heteredoks islam anlayi$i [zeydi zencilerle] ile ortadoks islam anlayi$ini [sunni abbasi] yansitmasi acisindan oldukca onemlidir... https://eksisozluk.com/zenc-isyani--1028570 said: turgut yüksel - kent rehberi - ot dergisi - mart 2014 zenginin zulmünden bıkan yoksullar, köleler zenc hareketinin el-muhtare şehri gibi, aşağı mezopotamya'da "dâru'l-hicre" adlı bir şehir kurdular. amaçları da şuydu: "hareketin sosyal hedefi zengin-yoksul ayrımını ortadan kaldırmak, köleleliğe son vermek, toprak reformu yaparak iktalara (devlet tarafından zenginlere bağışlanan topraklar) son vermek, herkesi çalışır, üretir hale getirmek, islam dünyasının hiçbir yerinde aç ve yoksul bırakmamaktı. peygamberin rüyasında geçtiği gibi; bir kadın san'a'dan hadremevt'e kadar tek başına gidecek, allah'tan başka kimseden korkulmadığnı görecekti... bir adam elinde altın ve gümüşle günlerce dolaşacak, zekât verecek kimse bulamayacaktı..." Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
fenn Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 fenn said: Neden mani dini et yemeyi yasakladı. Etin zararı ne ? Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 ben şahsen bilmiyorum ama canlılara zarar verilmemesinden mütevellit diye fitarihinden bir bilgi hatırlıyorum... Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
huun Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 kast sistemi gibi birşey var manihizmde. et yemeyenler yüksek kademeli din adamları sadece. diğerleri yiyor benim bildiğim. bir de manihizm din mi desem değil mi desem her kültür kendi kafasına göre yaşamış. yani şöyle böyle kuralları var denebilecek bir inanış değil. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 manicilik aslında inanç olarak değil ama tarihi süreç içinde baya ilginç bir konu, ortaya çıkışı, yayılması, hristiyanlar ile ilişkileri, islam tasavvufuna etkileri falan ilginç konular baya... misal: https://eksisozluk.com/entry/2348646 Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Feamer Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 25, 2016 bu arada karmatiler devam edeyim, yeni okumaya vakit buldum enterasan bilgiler var ekşideki yazıda: doğru iseler baya önemli bilgiler: said: hareketin sosyal hedefi zengin-yoksul ayrımını ortadan kaldırmak, köleliğe son vermek, toprak reformu yaparak iktalara (devlet tarafından zenginlere bağışlanan topraklar) son vermek, herkesi çalışır, üretir hale getirmek, islam dünyasının hiçbir yerinde aç ve yoksul bırakmamaktı. peygamberin rüyasında geçtiği gibi; bir kadın san’a’dan hadremevt’e kadar tek başına gidecek, allah’tan başka kimseden korkulmadığını görecekti... bir adam elinde altın ve gümüşle günlerce dolaşacak, zekat verecek kimse bulamayacaktı… said: önce ramazan ayındaki zekat, fitre ve sadakaları ortak bir havuza toplayarak başladılar. harekete katılan her kadın ve erkek ortak havuza bir dinar verecekti. hamdan karmat buna giriş infakı (hijra) diyordu. hareketin mensuplarından da ayrıca yedi dinarlık ahd veyamithak adı verdikleri yemin töreni infakı (bulgha) alınıyordu. ayrıca 12 dinarlık tebliğe muhatap kişinin bölge daisi ile tanışması sırasında alınan vergi (necva) vardı. giderek tüm servetlere beşte bir verme kuralı koydular. said: bu amaçla zenc hareketinin el-muhtare şehri gibi, aşağı mezopotamya’da “dâru’l-hicre” adlı bir şehir kurdular. peygamberimizin hicret ettiği medine’nin bir ismi de daru’l-hicre idi. ona özenerek medine’deki gibi bir “kardeşlik iktisadı” kurmak istiyorlardı. çok sayıda insan buraya toplandı. işçiler, köylüler, efendilerinden kaçan köleler, kimsesizler, yoksullar akın akın şehre hicret etmeye başladı. kimin neyi varsa buraya getiriyordu. herkesten yeteneğine göre alınıyor, ihtiyacına göre dağıtılıyordu. öyle ki kısa süre içinde silah ve at dışında özel mülkiyet “gönüllü” olarak kalktı. iranlı seyyah nasır-hüsrev daru’l-hicre’yi ziyaret ettiğinde insanların ne vergi, ne de aşar vergisi vermediğini söyler. yoksul veya borcu olan bir kimseye işini kurması veya durumu düzelinceye kadar infak farzdı. toplumun diğer mensuplarının ilk görevi buydu. bunu yapmadan namaz kılması boşunaydı. borç (karz/kredi) sadece ortak havuzdan (beytu’l-mal) alınabilirdi. bütün kredi ve borç işlemleri buradan yönetilmekteydi. tahıllar ücretsiz değirmenlerde öğütülürdü. değirmencilerin ücretleri ve değirmen için gerekli tamir masrafları kamudan (beytu’l-mal) karşılanmaktaydı. said: halife osman bin affan’dan beri devam eden ikta (zengine toprak bağışı) sistemini kaldırdılar. toprak köleliğine son verdiler. yoksul çiftçilere ekip biçme karşılığı toprağın kullanım hakkını verdiler. kimse toprağın sahibi olamazdı. toplumsal servetin dışarı çıkışını önlemek amacıyla kurşundan para bastırdılar. uzak doğu ve hindistan başta olmak üzere bir çok ülkeye dış ticareti teşvik ettiler. said: iranlı seyyah nasır-ı hüsrev daru’l-hicre’yi 443/1053 yılındaki ziyareti sırasında gördüklerini hayranlıkla aktarır… şehirde yaşayanların sahip oldukları sığırlar, mücevherler, eşya vb. şeyler toplandı. her köyde güvenilir kimseleri dai olarak seçtiler. karşılık olarak bu idareci yoksullara elbiseler temin ettiler ve halkın ihtiyaçlarını karşıladılar. böylece şehirde yoksul hiç kimse kalmamıştı. herkes topluma yaptığı infakla büyük bir mertebeye layık olmak için sabırla ve gayretle çalışmaktaydı. kadınların hepsi elde ettiklerini getirdiler ve hatta çocuklar mahsule dadanan kuşları korkutup kaçırtmakla kazandıkları paraları bile vermekte idiler. hiç kimse kılıcı ve silahları dışında şahsi mülkiyete sahip değildi. “madem ki toprağımız var, kardeşlerimiz var, güven içinde yaşayabiliriz, şahsi mal biriktirmemize gerek yok” anlayışı yerleşmişti. tek bir yoksul ve sakat kalmamakla üzere açlar doyurulmakta ve çıplaklar giydirilmekte idi. karmatîlerin kurduğu düzen içinde kadınlardın rolü üst düzeydeydi. idarede yer almaları, üst düzey toplantılara erkeklerle birilikte katılmaları kadınların hareketteki rollerini göstermesi açısından kayda değerdir. ayrıca kadınlar da kazandıkları parayı bu sebeple birliğe ödüyorlardı. diye gidiyor.... aslında buna ve galatlara müstakil konu açmak lazım ama benim mesaim bitti Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar