Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Kutadgu Bilige'e Göre Türk Savaş Sanatı - Dr. Erkan GÖKSU


Feamer

Öne çıkan mesajlar

http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt2/sayi6pdf/goksu_erkan.pdf

Böyle bir yazı buldum, okurken dikkatimi çeken yerleri not edeceğim:

said:
Türk devlet ve toplum düüncesini en açık ve sade ekilde yansıtan Kutadgu Bilig, birçok konuda olduu gibi sava ve sava sanatına dair konularda da Türklere özgü düünce tarzını
yansıtmaktadır. Bu bakımdan, teorik de olsa, “Türk savaş sanatı”nın ana hatlarını Kutadgu Bilig’den tespit etmek mümkündür. Eserde, savaın “bilgisiz ve kötülere, anlamak istemeyen, adaletsizlik yapan dümanlara karı bavurulacak son çare” olduu ifade edilmi ve hükümdara
veya ordu kumandanlarına sava sanatına dair bazı konularda öütler verilmitir.


bu konudan bağımsız ama önemli bir nokta:

said:
Savaş, insanın yaratılıından beri var olan bir olgudur1. Tarih boyunca yaanan bütün maddi ve manevi gelimeler, bilimsel ve ahlaki ilerlemeler, insanlar arasında süregelen savaları yok etmeyi baaramamı, hatta gerek teknolojik gerekse fikrî bakımdan kuvvetlenmesine, yayılma alanı ve yıkım gücünü artırmasına sebep olmutur. Bu duruma dikkat çeken bazı yazarlar, insanlık tarihini bir “savalar tarihi” olarak nitelendirmiler2 ve tarih boyunca birçok düünür, asker ve devlet adamı, savaın ne olduu,
tarihî seyir içerisindeki yeri, toplumsal ve ekonomik döngü üzerindeki etkisi ve sava sanatı konularında
muhtelif eserler kaleme almılardır.


yine benzer bir nokta:

said:
Napoleon savalarına katılmı tecrübeli bir subay olan Prusyalı Carl Von Clausewitz’in, emeklilik yıllarında kaleme aldıı eserinin öhreti, yazılıından sonra gelien olayların Clausewitz’in anlattıklarını dorulaması olmutur. Bu durum onu, sava hakkında yazılmı en ünlü eser hâline getirmitir. Clausewitz’in sava kuramı konusunda ortaya attıı en önemli görü, sava ile politika arasında kurduu badır. Ona göre, “Bir toplum (bütün milletler ve özellikle uygar milletler) için sava, mutlaka politik bir durumdan doar ve politik bir etkenden çıkar. te bunun içindir ki sava, politik bir eylemdir.” (Carl von Clausewitz, On War, (Editor/Introduction/Translation: Anatol Rapoport, Frederic Nautusch Maude, J. J. Graham), Penguin Classics, London 1982, s.118-
119., (Türkçe terc., Sava Üzerine, iar Yalçın, stanbul, 1975., s.62).


said:
Bu cümleden olmak üzere kanun ve adil yönetim,
yaklaanı yakan bir atee benzetilen zulmü (küç) söndürecek su olarak nitelendirilmi ve begin hâkimiyetinin devam etmesi, ülkenin geniletilmesi ve düzenin salanması, kanunların doru tatbik edilmesine balanmıtır


said:
Bir memleketi ele geçirmek için kılıç, elde tutmak için ise kalem lazımdır. Zira bir ülkeyi kılıç ve kuvvet yoluyla ele geçirmek mümkündür; fakat hiçbir ülke iddet ve savala uzun yıllar yönetilemez. Ele geçirilen bir ülke kalemle idare edilmelidir ki orada düzen ve huzur hâkim olsun
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:
Dorudan savaa dair kaleme alınan veya savala ilgili bilgiler içeren birçok eserde sava öncesi alınması gereken tedbirler veya strateji ve taktikle ilgili hususlardan bahsedilirken dümana karı ihtiyatlı olunması, ihmalkârlık yapılmaması hususu temel bir kaide olarak ilenmitir. Bir öüt kitabı olan Kutadgu Bilig’de de bu konu üzerinde ciddiyetle durulması gayet tabiidir. Bununla beraber, Türk tarihi incelendiinde ihtiyatlılıın Türkler için strateji ve taktik anlayıının ötesinde, hayat tarzı ve toplumsal bünyeyle
özdelemi bir yönü olduu ortaya çıkar. öyle ki, göçebenin hayatı, bir yandan iklim ve tabiatla, dier yandan ise aynı corafyayı
paylatıı dier topluluklarla mücadele ile geçerken, mümkün olduu kadar hızlı ve belirli bir düzen içinde hareket etmeyi gerekli
kılıyordu. Zira boy boy ayrılmı olarak yaylalarda atlarını ve sürülerini yetitiren Türklerin, komuları ve dümanları da atlıydı. Herkes süratle hareket eder, her hadise süratle olur ve baskınlar, ba döndürücü bir sürat içinde olup biterdi. Aynı süratle tekilatlanıp dümanı karılamak lazımdı. Cemiyet, buna göre düzenlenmiti. Göz açıp kapayıncaya kadar, herkesin hazırlanmı ve yerini almı olması gerekirdi (Bahaeddin Ögel, slamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, TTK Yay., Ankara 1991, s.63-68).


said:
Her fırsatta hükümdarın akıllı, bilgili ve hiddetten uzak olması gerektiini söyleyen Ögdülmi’in, askerî konulardaki ilk öüdü ihtiyatlılıktır (saklık32). Ona göre bir memleketin baı ve kilidi iki eyden, ihtiyatlılık (saklık33) ve kanun(törü)dan ibarettir34. Bunlardan ihtiyatlılık o kadar önemsenmitir ki
dümanın denenmemesi, karılaılan her dümanın büyük ve kuvvetli olduu varsayılarak tedbir alınması ve elinde sopa (tayaklık) bulunan dümana karı bile demir kalkan (temür kalkan) ile hazırlanmak gerektiine iaret edilmitir35. Esere göre eer beg ihtiyatlı ise memleketini muhafaza edip dümana
boyun edirebilir. Bunun yanında doru kanun koymalıdır ki memleketini tanzim edip gününü
aydınlatabilsin36.


said:
Buna karılık beglii bozan, memlekete zarar veren ve ülkeyi düman igaline açık hâle getiren eyler ihmalkârlık/gaflet (usallık) ve zulüm (küç) olarak gösterilmektedir37. Beg bu iki eyle kendi begliini bozar, eri yola girer, doru yoldan aar ve memleketini harap eder. Dümana karı galip gelmek isteyen begin gözü, kulaı tetikte olmalıdır (sak er). Begler ihmalkâr (usal) olurlarsa, ilerini baaramazlar ve begliklerini devam ettiremezler38.


said:
Dümana karı ihtiyatlı olunması, ihmalkârlık yapılmaması konusunda bilgi verilirken dikkat çeken bir husus da ihmalkârlıkla (usallık) marur olma (köngli bedük) arasında iliki kurulmu olmasıdır. Nitekim ordu kumandanını ihmalkârlıa götüren bir sebep olarak marur olması (köngli bedük er)
gösterilerek bu kötü davranıtan uzak durması öütlenmitir. Zira marur olup kendisine fazla güvenen insan, dümana karı ihmalkâr davranır. hmalkârlık (usal) ise onun ya bozulmasına yahut vakitsiz ölümüne sebep olur44.


said:
Her an tetikte olmak, üstelik bunu sadece belli bir görevli grubuyla deil, toplumun bütün fertleriyle uygulamak lazımdı. Aksi takdirde böylesine hareketli bir ortamda gösterilecek en ufak ihmalkârlık, topluluu baskın tehlikesiyle karı karıya bırakabilirdi. Bu da telafisi oldukça zor sonuçlar dourabilir, hatta topluluun felaketine sebep olabilirdi. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in örencilerinden Yard. Doç. Dr. Orhan Avcı’nın naklettiine göre Ögel, derslerinde zaman zaman eliyle Dikmen tarafını göstererek örencilerine u soruyu sorarmı: “Dikmen’de bir ıık yandıını görseniz ne yaparsınız?” Ardından u açıklamayı eklermi, “O ıık muhtemelen dümana iaret ederdi. Bu yüzden Türkler, ilerde bir ıık görünce hemen silahlarını kuanır, atlarına binerek o yöne doru son sürat hareket ederlerdi. Çünkü hiç vakit kaybetmeden üzerine gitmek, yaklamasına, saldırmasına fırsat vermeden onu ortadan kaldırmak gerekliydi.” Bu durum, herhangi bir tehlike karısında toplumun her ferdinin her an hazırlıklı olmasını gerekli kılıyordu. Dolayısıyla her birey aynı zamanda da savaçı/asker durumundaydı. Dier bir ifade ile toplumsal hayatta sivil-asker ayrımı olmayıp, “halk ordu, ordu da halktı” (Bahaeddin Ögel, “Türk Tarihinde Millet ve Ordu Bütünlemesinin Nedenleri”, Birinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, II, Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Bakanlıı Yayınları, Ankara, 1983, s.225 vd.; ).
Askerlie özel bir meslek gözü ile bakılmadıından, savaçı ve halk kavramları Türkler için aynı eyi ifade ediyordu (Lev
Nikolayeviç Gumilëv, Hazar Çevresinde Bin Yıl, (Çev. D. Ahsen Batur), stanbul 2002., s.103)


said:
Ögdülmi’in öütlerinden birisi de begin cesur, kahraman ve atılgan (yüreklig, alp) olmasıdır. Beg cesareti ile dümana karı koyar. Askerin korkusunu yenip cesaret kazanması için baındaki
kumandanın kahraman ve cesur olması lazımdır. Korkaklar bile, balarındaki cesur kumandan sayesinde cesaret bulurlar. Öyle ki aslanın ba olduu köpekler aslan, köpein ba olduu aslanlar ise köpek gibi olurlar45.


said:
...Bu eref duygusu ile insan, dümanını (yagı) darmadaın eder. Harpte ilk önce erefsiz (uvutsuz) kimseler kaçar. Oysa korkak kimseler bile haysiyetini korumak için kahramanlık
gösterir ve onuru için kendisini ölüme atar. Cesur kimseler (yüreklig) aynı zamanda da haysiyet sahibi (uvutlug) olurlar. Haysiyetli insanlar ise ancak vuruarak ölürler52.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:
Bu anlayıın Türk tarihinin erken çalarından itibaren mevcut olduu söylenebilir. Eski Türk kitabelerinde bu konuda çarpıcı örnekler vardır: “Kiiolu ölmek için türemitir.” (Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, III., TDK. Yay., Ankara 1994., s.96).
Ömrü olana hiçbir ok saplanmaz, oysa vakti gelenin günleri bile sayılıdır. Ölmek hayatın ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilir ve uyumak veya uçmak olarak nitelendirilir (Bilge Kaan Abidesi, Dou Cephesi, satır.14). Toplu bilgi için bk., László Rásonyi,Tarihte Türklük, TKAE Yay., Ankara, 1993., s.32.; Jean-Paul Roux, Altay Türklerinde Ölüm, (Çev. Aykut Kazancıgil), stanbul
1999., s.66-67.; René Giraud, Göktürk mparatorluu, (Çev. smail Mangaltepe), Ötüken Yay., stanbul 1999., s.164.


said:
Bununla beraber bu ifadelerden Türk sava ve savaçılık geleneinin koulsuz bir yama geleneine sahip olduu düüncesi çıkarılmamalıdır73. Nitekim eserde, halkın (budun)
sadece mal daıtma (ülü) ile zenginletirilemeyecei, asıl önemli olanın iyi kanunlarla (törü) halkı korumak ve ülke zenginliini bu ekilde artırmak olduu vurgulanmıtır74. Dier yandan mal ve hazine toplamanın sebebi, “Memleket tutmak için çok asker (köp er) ve orduya (sü); bu askeri beslemek için ise
çok mal ve servete ihtiyaç vardır.” eklinde açıklanmıtır75.


said:
Eserde deinilen bir husus da kumandanın siyaset bilgisine sahip olması ve bunu kötülere karşı kullanmasıdır78. Nitekim ordu ii siyasete balı olup, ordunun basız kalmaması için siyaset tatbik edilmesi arttır. Eer ordunun baında iyi bir kumandan varsa, asker birbirine balı kalır. Buna karılık
baında iyi bir kumandan bulunmayan ordudan ümidi kesmek gerekir. Çünkü o ordunun galip gelmesi mümkün deildir79.


said:
Hile ise dümana karı kullanılacak ve ona ölüm getirecek en önemli silahlardan biri olarak deerlendirilmi80 ve “Çaresini bulan kimseye, aslan bile ba eer.” denerek, kumandanın hile ve
kurnazlık yollarını bilmesi gerektiine iaret edilmitir81.


said:
Ögdülmi, kumandanın sefere çıkmak ve ordu hareketinin idare edebilmek için savata yüreinin aslan, bileinin kaplan pençesi gibi olması, yani cesur olmasının yanında yeri geldi mi domuz gibi inatçı, kurt gibi kuvvetli, ayı gibi azılı ve yaban sıırı gibi kinci olması gerektiini öütlemektedir. Bunların
yanında kırmızı tilki gibi hilekâr olmalı, deve aygırı gibi kin ve öç gütmelidir. Kendisini saksaandan daha ihtiyatlı tutmalı, gözünü kaya kuzgunu gibi uzaklara çevirmelidir. Aslan gibi hamiyeti yüksek tutmalı, bayku gibi geceleri uykusuz geçirmeli82 ve dümanla karılaınca uyanık bulunmalıdır83.


said:
Ögdülmi, kumandanın askerin çokluundan (ökü er) ziyade seçme olmasına (ördüm er) ve silahının tam ve iyi olmasına dikkat etmesi gerektiini söylemektedir. Bu konuda “tecrübeli harp adamının” on iki bin kiilik bir ordunun büyük bir kuvvet olduunu söylemesine karılık, “ordular malup etmi olan kahraman adam”ın “Benim için dört bin asker, tam bir ordudur.” sözü verilmi ve kalabalık ordunun yayılınca içten karıabilecei, nizama sokulamayabilecei, dolayısıyla kötü bir
durumun ortaya çıkabilecei ifade edilmitir. Az ama seçkin ve tam teçhizatlı ordularla, kalabalık ordulardan daha baarılı neticeler alınabilecei vurgulanmıtır84.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:
Ögdülmi’e göre savata, saç sakal aartmı insanlar (kırgıl artuk) daha iyi savaırlar. Bunlar savaçıdırlar ve bu ii çok iyi bilirler. Bunun için dümanın karısına yalı balı yiitler koymalı ve askeri onlar götürmelidir. Buna karılık genç ve toy yiitler çok ateli olmakla beraber, bir kere yüz çevirdiler
mi, bu ateten eser kalmaz85.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 3 ay sonra ...
bunu daha önce bitirmiştim ama unutmuşum şimdi aklıma geldi bence önemli noktaları ve pdf harici okunabilir olarak düzeltilmiş olarak:

said:
-Ancak eserde işlerin, insan için en değerli hazine olan bilgi ve anlayışla düzeltilememesi
durumunda savaşın kaçınılmaz olduğuna dikkat çeker.
“insanların kötüsü anlayış yolu ile aşılır; halk arasında çıkan fitne, bilgi ile bastırılır. İşleri bu ikisi ile de halledemezsen, bilgiyi bırak, elini kılıca daya” (KB, b.221-222).

-savaşın “bilgisizlere, kötülere, adaletsizlik yapanlara ve anlaşma ve barışı kabul etmeyen düşmana karşı başvurulacak son çare” olduğu fikrinin hâkim olduğu görülür. 28
Eserde bu konuyla ilgili birçok örnek mevcuttur. Bunlardan bazıları şunlardır:
“Kılıç ve sopa sendedir; bu kamçılar, bu cezalar kötü içindir. Kötüler kötülüklerini bırakmadıkları nispette, sen de eksik etme, elinde sopan hazır bulunsun.” (KB, b. 5279-5280).
“Anlaşmak istemeyen düşmanın uykusunu kaçırmak için bege bir ordu kumandanı lazımdır.”

-memleketin düzeni ve begliğin devamı için kanunun ve adaletli yönetimin şart olduğu, kötülere haşmet ve siyaset uygulanırken iyilere daima hürmetle muamele edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu cümleden olmak üzere kanun ve adil yönetim, yaklaşanı yakan bir ateşe benzetilen zulmü (küç) söndürecek su olarak nitelendirilmiş ve begin hâkimiyetinin devam etmesi, ülkenin genişletilmesi ve düzenin sağlanması, kanunların doğru tatbik edilmesine bağlanmıştır 29

-Bir memleketi ele geçirmek için kılıç, elde tutmak için ise kalem lazımdır. Zira bir ülkeyi kılıç ve kuvvet
yoluyla ele geçirmek mümkündür; fakat hiçbir ülke şiddet ve savaşla uzun yıllar yönetilemez. Ele
geçirilen bir ülke kalemle idare edilmelidir ki orada düzen ve huzur hâkim olsun31.
“Eğer memleket tutulursa, kılıç ile tutulur; eğer memlekete hüküm etmek icap ederse, kalem ile edilir (KB, b.2711)”. “Kılıç memleket zapt eder ve zafer kazanır; kalem de memleketi tanzim eder ve hazine toplar. Kılıç kan damlatırsa, memleket alır; kalemden mürekkep damlarsa, altın gelir (KB, b.2714-2715).” “insanın bilgili olması çok iyi bir fazilettir; insanın kılıç kullanması, daha üstün bir fazilettir. Güzel ve iyi bir memleket kılıç ile zapt ve kalem ile tanzim edilir; herkes dilek ve arzusuna kavuşur (KB, b.2719-2720).”

-Her fırsatta hükümdarın akıllı, bilgili ve hiddetten uzak olması gerektiğini söyleyen Ögdülmiş’in,
askerî konulardaki ilk öğüdü ihtiyatlılıktır (saklık). Ona göre bir memleketin bağı ve kilidi iki şeyden, ihtiyatlılık (saklık) ve kanun(törü)dan ibarettir34. Bunlardan ihtiyatlılık o kadar önemsenmiştir ki
düşmanın denenmemesi, karşılaşılan her düşmanın büyük ve kuvvetli olduğu varsayılarak tedbir alınması ve elinde sopa (tayaklık) bulunan düşmana karşı bile demir kalkan (temür kalkan) ile hazırlanmak gerektiğine işaret edilmiştir35. Esere göre eğer beg ihtiyatlı ise memleketini muhafaza edip düşmana boyun eğdirebilir. Bunun yanında doğru kanun koymalıdır ki memleketini tanzim edip gününü aydınlatabilsin.
“Doğrudan savaşa dair kaleme alınan veya savaşla ilgili bilgiler içeren birçok eserde savaş öncesi alınması gereken tedbirler veya strateji ve taktikle ilgili hususlardan bahsedilirken düşmana karşı ihtiyatlı olunması, ihmalkârlık yapılmaması hususu temel bir kaide olarak işlenmiştir. Bir öğüt kitabı olan Kutadgu Bilig’de de bu konu üzerinde ciddiyetle durulması gayet tabiidir. Bununla beraber,
Türk tarihi incelendiğinde ihtiyatlılığın Türkler için strateji ve taktik anlayışının ötesinde, hayat tarzı ve toplumsal bünyeyle özdeşleşmiş bir yönü olduğu ortaya çıkar. şöyle ki, göçebenin hayatı, bir yandan iklim ve tabiatla, diğer yandan ise aynı coğrafyayı paylaştığı diğer topluluklarla mücadele ile geçerken, mümkün olduğu kadar hızlı ve belirli bir düzen içinde hareket etmeyi gerekli kılıyordu. Zira boy boy ayrılmış olarak yaylalarda atlarını ve sürülerini yetiştiren Türklerin, komşuları ve düşmanları da atlıydı.
Herkes süratle hareket eder, her hadise süratle olur ve baskınlar, baş döndürücü bir sürat içinde olup biterdi. Aynı süratle teşkilatlanıp düşmanı karşılamak lazımdı. Cemiyet, buna göre düzenlenmişti. Göz açıp kapayıncaya kadar, herkesin hazırlanmış ve yerini almış olması gerekirdi (Bahaeddin Ögel, islamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, TTK Yay., Ankara 1991, s.63-68).
Her an tetikte olmak, üstelik bunu sadece belli bir görevli grubuyla değil, toplumun bütün fertleriyle uygulamak lazımdı. Aksi takdirde böylesine hareketli bir ortamda gösterilecek en ufak ihmalkârlık, topluluğu baskın tehlikesiyle karşı karşıya bırakabilirdi. Bu da telafisi oldukça zor sonuçlar doğurabilir, hatta topluluğun felaketine sebep olabilirdi. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in öğrencilerinden Yard. Doç. Dr. Orhan Avcı’nın naklettiğine göre Ögel, derslerinde zaman zaman eliyle Dikmen tarafını göstererek öğrencilerine şu soruyu sorarmış: “Dikmen’de bir ışık yandığını görseniz ne yaparsınız?” Ardından şu açıklamayı eklermiş, “O ışık muhtemelen düşmana işaret ederdi. Bu yüzden Türkler, ilerde bir ışık görünce hemen silahlarını kuşanır, atlarına binerek o yöne doğru son sürat hareket ederlerdi. Çünkü hiç vakit kaybetmeden üzerine gitmek, yaklaşmasına, saldırmasına fırsat vermeden onu ortadan kaldırmak gerekliydi.” Bu durum, herhangi bir tehlike karşısında toplumun her ferdinin her an hazırlıklı olmasını gerekli kılıyordu. Dolayısıyla her birey aynı zamanda da savaşçı/asker durumundaydı. Diğer bir ifade ile toplumsal hayatta sivil-asker ayrımı olmayıp, “halk ordu, ordu da halktı” (Bahaeddin Ögel, “Türk Tarihinde Millet ve Ordu Bütünleşmesinin Nedenleri”, Birinci
Askeri Tarih Semineri Bildirileri, II, Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Bakanlıı Yayınları, Ankara, 1983, s.225 vd.; ). Askerliğe özel bir meslek gözü ile bakılmadığından, savaşçı ve halk kavramları Türkler için aynı şeyi ifade ediyordu (Lev Nikolayeviç Gumilëv, Hazar Çevresinde Bin Yıl, (Çev. D. Ahsen Batur), istanbul 2002., s.103).

-Buna karşılık begliği bozan, memlekete zarar veren ve ülkeyi düşman işgaline açık hâle getiren
şeyler ihmalkârlık/gaflet (usallık) ve zulüm (küç) olarak gösterilmektedir. Beg bu iki şeyle kendi
begliğini bozar, eğri yola girer, doğru yoldan şaşar ve memleketini harap eder. Düşmana karşı galip
gelmek isteyen begin gözü, kulağı tetikte olmalıdır (sak er). Begler ihmalkâr (usal) olurlarsa, işlerini
başaramazlar ve begliklerini devam ettiremezler.

-Kumandanda bulunması gereken en önemli özellik, ihtiyatlı ve uyanık (sak) olması, ihmalkârlık göstermemesidir.

-Düşmana karşı ihtiyatlı olunması, ihmalkârlık yapılmaması konusunda bilgi verilirken dikkat çeken bir husus da ihmalkârlıkla (usallık) mağrur olma (köngli bedük) arasında ilişki kurulmuş olmasıdır. Nitekim ordu kumandanını ihmalkârlığa götüren bir sebep olarak mağrur olması (köngli bedük er) gösterilerek bu kötü davranıştan uzak durması öğütlenmiştir. Zira mağrur olup kendisine fazla güvenen insan, düşmana karşı ihmalkâr davranır. ihmalkârlık (usal) ise onun ya bozulmasına yahut vakitsiz ölümüne sebep olur.

-Ögdülmiş’in öğütlerinden birisi de begin cesur, kahraman ve atılgan (yüreklig, alp) olmasıdır.
Beg cesareti ile düşmana karşı koyar. Askerin korkusunu yenip cesaret kazanması için başındaki
kumandanın kahraman ve cesur olması lazımdır. Korkaklar bile, başlarındaki cesur kumandan sayesinde cesaret bulurlar. Öyle ki aslanın baş olduğu köpekler aslan, köpeğin baş olduğu aslanlar ise köpek gibi olurlar.

-Aynı özellik kumandanda da bulunmalıdır. Kumandanın nam ve şöhret kazanıp adının yayılması
için cesur, heybetli, saçı-sakalı düzgün ve mert olması gerekir. O, kötülere karşı heybetli davranarak
onlara korku salmalı, yumuşak huylu kimselere ise iyi davranmalıdır. Savaş, korkakların (yüreksiz) işi
değildir. “Kadın (tişi)lara benzeyen korkak erlerin” savaşta yeri olamaz. Çünkü korkak kimseler orduyu
bozarlar ve bunun sonucunda asker arasında fesat başlar. Harpte cesur yiğitler (kür er) dayanmalı,
düşman at salarsa, hemen korkmadan ve düzeni bozmadan toplanmalıdır. Cesur yiğitler “anadan doğan hiç kimsenin ecelsiz ölmeyeceğini” bilirler50. Öyleyse düşmanı görünce korkmamak, yalın hücum etmek, erkekler gibi vuruşmak gerekir. Bu, aynı zamanda haysiyet ve şeref (uvut) meselesidir. Bu yiğitlerin başında olan kumandan da haysiyet sahibi olmalı, şerefi için düşmana karşı koymalı ve intikamını almadan geri dönmemelidir. Bu şeref duygusu ile insan, düşmanını (yagı) darmadağın eder. Harpte ilk önce şerefsiz (uvutsuz) kimseler kaçar. Oysa korkak kimseler bile haysiyetini korumak için kahramanlık gösterir ve onuru için kendisini ölüme atar. Cesur kimseler (yüreklig) aynı zamanda da haysiyet sahibi (uvutlug) olurlar. Haysiyetli insanlar ise ancak vuruşarak ölürler.
50 Bu anlayışın Türk tarihinin erken çağlarından itibaren mevcut olduğu söylenebilir. Eski Türk kitabelerinde bu konuda çarpıcı örnekler vardır: “Kişioğlu ölmek için türemiştir.” (Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, III., TDK. Yay., Ankara 1994., s.96).
Ömrü olana hiçbir ok saplanmaz, oysa vakti gelenin günleri bile sayılıdır. Ölmek hayatın ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilir ve uyumak veya uçmak olarak nitelendirilir (Bilge Kağan Abidesi, Doğu Cephesi, satır.14). Toplu bilgi için bk., László Rásonyi,
Tarihte Türklük, TKAE Yay., Ankara, 1993., s.32.; Jean-Paul Roux, Altay Türklerinde Ölüm, (Çev. Aykut Kazancıgil), istanbul
1999., s.66-67.; René Giraud, Göktürk imparatorluğu, (Çev. ismail Mangaltepe), Ötüken Yay., istanbul 1999., s.164.

-Begin, halkın ve askerlerin gözünde değer kazanmasının diğer bir yolu olarak da cömertlik (akılık), alçak gönüllülük (kodkı/kotkı köngül), sakin tabiatlılık ve yumuşak huyluluk (amul) gösterilmiştir. Begin cömertliği, adını yüceltir. Bu özellik insanların onun etrafına toplanmasına, büyük ve sadık ordular oluşturmasına, dileğine kavuşmasına sebep olur53. Beg, sağ eliyle kılıç sallayıp vururken, sol eli ile mal paylaştırmalı (ülese), dağıtmalıdır54. Eğer hükümdar, sadece kendisi için gümüş toplarsa, etrafındaki kılıçlı yiğitler dağılacaktır55. Hasis beg (saran beg) mal toplar ve hazine yapar, cömert beg (akıbeg) ise bunu kılıç ile alır56. Esasen memleketi ayakta tutan iki şey vardır. Bunlardan biri som altın, diğeri kılıçtır. Memleketi cömertlikle muhafaza etmelidir. Begler, cömertlikle büyür. Cesur ve kahraman erler, yıldırım gibi kılıç sallarsa, azılı muhariplerin damarı patlar. Altın vere vere eli nasır tutan begler, memleketi kılıç kullanmadan, söz ile idare ederler. Çatılan yüzleri som altın güldürür, bozulmuş işleri som altın yoluna koyar57. Böyle davranan beg, memleketini tanzim, halkını zengin etmiş ve halkın zenginliğini kendisine kalkan (tura kalkan) yapmıştır58.

-Hükümdarın hazinesini açıp servet dağıtarak (üle) adamlarını sevindirmesini, bunun sonucu onların hükümdarın her arzusunu yerine getireceklerini söylemektedir. Düşmana karşı koyan cesur kişinin “altın ve gümüş veren, düşmanını mağlup eder” dediği ifade edilerek hükümdarın, eğer her zaman üstün gelmek istiyorsa adamlarını memnun etmesi ve onlara değer verip överek şevke getirmesi öğütlenmektedir. Onlar da buna karşılık üzerlerine düşen görevleri yapacaklar, böylece hükümdarın bütün arzuları yerine gelecek ve düşman onun önünde boyun eğecektir. Adamları çok ve kalabalık olacak, onlarda bir gün hükümdar için canlarını vereceklerdir59.

-Cömertlik, ordu başında bulunan kumandanın etrafına en seçkin kimselerin toplanmasının da ilk şartı olarak görülmektedir60. Onun en değerli varlığı şöhreti ve adı olduğundan, çoluk-çocuk ve eşi için mal toplamamalı; mülk, bağ ve bahçe edineceğim diye gümüş yığmamalıdır. Kendisine bir at, giyim (ton)
ve silah (tolum) ayırdıktan sonra bütün malını askere dağıtmalı (ülese) ve bu şekilde birçok kimseleri
kendisine dost ve yoldaş edinmelidir61.

- Eserde sıcakta, soğukta, aç, tok, yaya ve çıplak hâlde, kılıç, balta ve ok darbelerine maruz kalan harpçi/savaşçılar62, her zaman silah taşıyan, düşmanı vuran ve zafer kazanan kimse olarak tarif edilmiş ve onun tuzu ekmeği (tuz etmeki) ve yemeğinin, atı, elbisesi ve silahının bol olması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Savaşçıya verilen şeylerin “tuz ekmek hakkı”64 olarak ifade edilerek savaşçıların bunu unutmayacakları ve “tuz ekmek hakkı”nı ödemek için ellerinden geleni yapacaklarının belirtilmesi dikkat çekicidir65.

64 Tuz ekmek hakkı tabiri hakkında geniş bilgi için bk., şükrü Elçin, “Tuz Ekmek Hakkı Üzerine”, Reşit Rahmeti Arat için, Ankara 1966., s.164-171.; Salim Koca, Selçuklularda Ordu ve Askerî Kültür, Ankara 2005., s.202-204
65 KB, b.2317-2322. (Celaleddin Hârezmşâh, 1228 tarihli Gürcistan Seferi sırasında Gürcü kuvvetleriyle beraber Hârezmşâh ordusunun karşısına çıkan Kıpçaklara tuz-ekmek göndererek daha önce aralarında bulunan tuz-ekmek hakkını hatırlatmış, bunun üzerine Kıpçaklar, derhal savaş meydanını terk etmişlerdir (bk., Aydın Taneri, Celâlu’d din Hârizmşâh ve Zamanı, Ankara 1977.,
s.50.; Koca, age, s.204).

-Beg, savaşta kazandığı ganimet ve malları tekrar yiğitlere dağıtmalı, onları yedirip içirmelidir. Eğer malı eksilirse, savaş ganimetleri ile eksiğini tamamlamalı, sağ eliyle kılıç sallayıp vururken, sol eliyle de mal dağıtmalı, paylaştırma (ülese) lıdır.

-Eserin başka bir yerinde de kanunla halkı koruma ve zenginliğini artırmanın gerekliliğinden bahsedildikten sonra begin askerlerini memnun etmesi gerektiği tekrarlanmıştır. Eğer beg askerini memnun etmezse, kılıç kınından çıkmaz. Kılıç ile balta memleketin bekçisidir. Halkın başında bulunan,
kılıç sayesinde memleketler ele geçirir. Beg rahata kavuşmak istiyorsa kılıç ve baltayı kendisine ve memleketine muhafız yapmalıdır. Kılıç kımıldadığı müddetçe düşman kımıldayamaz. Eğer kılıç kınına girerse begin huzuru kaçar. Öyleyse sevinç içinde yaşamak, zahmet görmek istemeyen bir begin dikkat etmesi gereken işlerden biri, kılıç tutanların veya askerlerin memnun edilmesidir.

-Kumandan bütün arzusunu kılıcı ile istemeli, vurmalı, almalı, vermeli ve böylelikle şöhretini büyütmelidir. Etrafına toplanan mert yiğitleri, silah arkadaşlarını yedirip içirmeli, giydirip kuşatmalı, onlara çok at, koşum, köle ve cariye ihsan etmelidir ki ona güvensinler ve onun için tatlı canlarını feda edebilsinler.

-Görüldüğü gibi cömertlik, bir yandan hükümdar ve kumandanın asker toplayabilmesi, diğer yandan ise bu askerin beg ve kumandana sadakat ve özveriyle bağlanabilmeleri için şart olarak görülmektedir. Burada savaş sonunda elde edilen mal/ganimetin yine halka ve askerlere dağıtılması, hatta “eksilen malın savaş ganimetiyle tamamlanması” yoluna gidilmesi, savaşın ekonomik bir faaliyet olarak önemine de dikkat çekmektedir72. Bununla beraber bu ifadelerden Türk savaş ve savaşçılık geleneğinin koşulsuz bir yağma geleneğine sahip olduğu düşüncesi çıkarılmamalıdır73. Nitekim eserde, halkın (budun) sadece mal dağıtma (ülüş) ile zenginleştirilemeyeceği, asıl önemli olanın iyi kanunlarla (törü) halkı korumak ve ülke zenginliğini bu şekilde artırmak olduğu vurgulanmıştır74. Diğer yandan mal ve hazine toplamanın sebebi, “Memleket tutmak için çok asker (köp er) ve orduya (sü); bu askeri beslemek için ise çok mal ve servete ihtiyaç vardır.” şeklinde açıklanmıştır75.

72 Nitekim eserde “Kılıç nerede ise, gümüş oradadır; gümüş nerede ise, kılıç oraya yönelir.” denmekte (KB, b.3045). başka bir yerinde ise cesur ve gözü pek insan için malın eksik olmayacağı, kılıç, balta, ok, yay ile kuvvet ve cesaret varken, yiğit adamın mal için endişe etmemesi gerektiği söylenmektedir (KB, b.2054-2055).
73 Göçebe/yarı göçebe toplumlardaki savaşçılık mefhumunun, yerleşik toplumlardaki savaş olgusundan farklı niteliklere sahip olduğu araştırmacılar tarafından ortaya koyulmuştur. Savaş, göçebe toplumlar için güçlülüğün kanıtlanmasından çok yaşamın sürdürülmesi için yapılan bir faaliyettir ve onlara önemli bir geçim kaynağı oluşturur. Dolayısıyla göçebe Türk toplulukları için savaşın ekonomik boyutunun da önemi büyüktür. Bu bakımdan Türkler için savaşı “bir üretim kaynağı ve gelir genişlemesi” olarak değerlendirmek mümkündür. (Bozdemir, age, s.12).

-Bunun yanında mal ve hazine gelirlerinin sadece savaş sonucunda elde edilmediği de aşikârdır. Eserde yer alan “Bu malı elde etmek için, halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de doğru kanunlar (tüz törü) konulmalıdır.” ifadeleri, mal toplama işinin sadece savaşla yapılmadığı, halkın zenginliğine de bağlı olduğu ve bu zenginlik için de temel şart olarak kanunun yani adil yönetimin görüldüğünü ortaya koymaktadır77.
77 Türk devlet anlayışında adaletin (törü) yeri ilk dönemlerden itibaren en önemli unsurlardan biri olarak dikkat çekmektedir. Orhun Abidelerindeki “il törü” ifadesi devletle adalet arasında kurulan ilişkinin en çarpıcı örneğidir. Nitekim Orhun Abidelerinde “töre/törü kelimesi” 11 yerde geçmekte ve bunun 6’sında “il” kelimesi ile birlikte kullanılmaktadır.

-Eserde değinilen bir husus da kumandanın siyaset bilgisine sahip olması ve bunu kötülere karşı kullanmasıdır. Nitekim ordu işi siyasete bağlı olup, ordunun başsız kalmaması için siyaset tatbik edilmesi şarttır. Eğer ordunun başında iyi bir kumandan varsa, asker birbirine bağlı kalır. Buna karşılık
başında iyi bir kumandan bulunmayan ordudan ümidi kesmek gerekir. Çünkü o ordunun galip gelmesi
mümkün değildir.

-Hile ise düşmana karşı kullanılacak ve ona ölüm getirecek en önemli silahlardan biri olarak değerlendirilmiş ve “Çaresini bulan kimseye, aslan bile baş eğer.” denerek, kumandanın hile ve kurnazlık yollarını bilmesi gerektiğine işaret edilmiştir.

-Ögdülmiş, kumandanın sefere çıkmak ve ordu hareketinin idare edebilmek için sava_ta yüre_inin
aslan, bile_inin kaplan pençesi gibi olması, yani cesur olmasının yanında yeri geldi mi domuz gibi inatçı,
kurt gibi kuvvetli, ayı gibi azılı ve yaban sı_ırı gibi kinci olması gerekti_ini ö_ütlemektedir. Bunların
yanında kırmızı tilki gibi hilekâr olmalı, deve aygırı gibi kin ve öç gütmelidir. Kendisini saksa_andan
daha ihtiyatlı tutmalı, gözünü kaya kuzgunu gibi uzaklara çevirmelidir. Aslan gibi hamiyeti yüksek
tutmalı, bayku_ gibi geceleri uykusuz geçirmeli82 ve dü_manla kar_ıla_ınca uyanık bulunmalıdır.

-kumandanın askerin çokluğundan (öküş er) ziyade seçme olmasına (ördüm er) ve silahının tam ve iyi olmasına dikkat etmesi gerektiğini söylemektedir. Bu konuda “tecrübeli harp adamının” on iki bin kişilik bir ordunun büyük bir kuvvet olduğunu söylemesine karşılık, “ordular mağlup etmiş olan kahraman adam”ın “Benim için dört bin asker, tam bir ordudur.” sözü verilmiş ve kalabalık ordunun yayılınca içten karışabileceği, nizama sokulamayabileceği, dolayısıyla kötü bir durumun ortaya çıkabileceği ifade edilmiştir. Az ama seçkin ve tam teçhizatlı ordularla, kalabalık ordulardan daha başarılı neticeler alınabileceği vurgulanmıştır.

-Ögdülmiş’e göre savaşta, saç sakal ağartmış insanlar (kırgıl artuk) daha iyi savaşırlar. Bunlar savaşçıdırlar ve bu işi çok iyi bilirler. Bunun için düşmanın karşısına yaşlı başlı yiğitler koymalı ve askeri
onlar götürmelidir. Buna karşılık genç ve toy yiğitler çok ateşli olmakla beraber, bir kere yüz çevirdiler
mi, bu ateşten eser kalmaz.

-Ordu düzeni ile ilgili olarak da kumandanın, düşmana karşı koyacak esas kuvvetleri etrafında bulunması öğütlenmiştir86. Bu esas kuvvetlerin dışında öncü (yezek) ve keşif kollarının (tutgak87) belirlenmesi, ihtiyatın elden bırakılmaması ve kumandanın göz ve kulağını uzaklara çevrilmesi (saklap)
hatırlatılmaktadır. Çıkartılan keşif kolu/öncü kuvvetlerin (yezek) karşılaştığı düşman öncü kuvvetleri (tutgak) eğer sayıca fazla ise ve eğer düşmana saldırmak icap ederse, bu kuvvetlerin geri dönüp hücum etmesi öğütlenmektedir88. Asıl kuvvetler ve öncü keşif kolları dışında bir de dikkatli bir şekilde
hazırlanmış muhafız alayının (yortuğ89) teşkil edilmesi söylenmektedir. Harekât esnasında da bu kuvvetlerin düzenli hareket etmesi, ne geride ve ne de ileride bulunmamalarına dikkat çekilmiştir90.
Alemdârın (âlem başlar er) harekâtı dikkatli takip etmesi ve düşmana hücum edecek askerden hiç birinin dışarıda kalmaması gerektiği söylenmektedir91.

-Ögdülmiş, istihbaratla ilgili de öğütlerde bulunmuştur. Bunun için ilk olarak “Öncü kuvvetler (yezek) ile düşmanın yakınlarına sokulmalı ve onun hakkında bilgi edinmeli.” demektedir. Düşman hakkında bilgi verecek birini ele geçirmeyi ise “dil yakalamak” olarak zikretmiş ve dil yakalamaya gayret ederek (til algu) bu “dil”den düşmanın durumunun öğrenmeye çalışılmasını istemiştir. Buna karşılık kendisi dil yakalatmamalı (til ıçgınmasa) ve ordunun durumu, sayısı hakkında düşmanın bilgi edinmesi engellenmelidir. Ordu, düşman ordusu hakkında alınan bilgiye göre tanzim edilmelidir.104

-Kaynaklarda geçen terim ve kavramlardan Türklerde istihbaratla ilgili kurumların ilk Türk devletlerinden itibaren mevcut olduğu anlaşılmaktadır.105 Nitekim Kutadgu Bilig’de geçen “dil/tıl/til yakalamak” tabirine, Orhun Abideleri’nde de rastlanmaktadır106. “Tılığ ifadesi Talat Tekin tarafından “düşman hakkında bilgi, gözcü, haberci”107, Hüseyin Namık Orkun tarafından birincide “dil haberi”, ikincide “haberci”108, Bahaedin Ögel ve Muharrem Ergin tarafından ise “haberci, casus, düşmandan yakalanan esir”109 olarak tercüme edilmiştir. Dîvânu Lügati’t-Türk’te de “tıl”, “düşmanın durumunu öğrenmek için yakalanan adam, çaşıt, casus” olarak kaydedilmiştir.110 Kaynaklarda istihbarat ve haber
alma işini yapanlara “tıgrak”111, “küreğ/körüg”112, haberci anlamında “sab(v)çı”113, devlet aleyhine çalışan düşman casuslarına ise “çaşıt” denildiği bilinmektedir114. Ayrıca gerekli yerlere erken haber almayı sağlayan, içinde daimi nöbetçilerin bulunduğu gözetleme kuleleri (kargu-karguy) inşa edildiği, bu kulelerde düşman geldiği zaman ateş yakılarak herkesin hazır bulunmasının temin edildiği görülmektedir115.

-Türk savaş sistemi, sürat ve uzaktan savaş esasına dayanmaktadır. Türkler atın sağladığı hareket üstünlüğü ve hızı kullanmak suretiyle sürekli saldırı, baskın ve kısa (yıldırım) savaş yöntemleri uygulamışlardır. Buna göre düşmana hiç beklenmedik bir anda saldırırlar ve karşı tarafın kendini toplamasına fırsat vermeden kaçarlar. Bu harekâtın ardından kendilerini izleyen düşmanlarını yorup hırpaladıktan sonra da öldürücü ok ya da mızrak darbelerini indirirler. Bu durum Türk silahlarının teknik özellikleri ve yapı formlarının şekillenmesinde de önemli bir rol oynamıştır. Geniş bozkırlarda sürat ve hareket kabiliyeti kazandıran ata, okçu ve mızraklı savaşçıların bindirilmesi, onu vazgeçilmez bir savaş makinesi haline getirmiştir (şerif Baştav, “Eski Türklerde Harp Taktiği”, Makaleler, III, (Yay. Haz. E. Semih Yalçın-Emine Erdoğan), Berikan Yay., Ankara 2005., s.41 vd.; Salim Koca, Türk Kültürünün Temelleri, II., Ankara 2003., s.99-102.; Keegan, age, s.274 vd.; Bozdemir, age, s.21 vd.). Buna bağlı olarak gelişen gem ve üzengi gibi teknolojik öğeler de süvarinin atı rahatlıkla kontrol etmesini ve at üzerinde hareket kabiliyeti sağlamıştır [Lynn Townsend White, Medieval Technology and Social Change, (Oxford University Press), Oxford 1962., s.15-38]. Bu sürat ve hareket aynı zamanda da Türk savaş stratejisinin temelini oluşturmaktadır. “Orta Asya göçebesini, dünyanın en iyi askeri” olarak nitelendiren Jean-Paul Roux, Türk savaş taktiğinin esasını oluşturan hareket ve sürat kabiliyeti hakkında şunları söylemektedir:
“Asya göçebeleri … en iyi atlı süvarilere sahip oldukları gibi en çok atlı süvari de göçebe ordularında bulunur ve en iyi silahlara sahiptirler. Görülmedik bir güce sahip olup ve su içmeden, yemek yemeden ya da uzun süre uyumadan pekâlâ yaşayabilirler. Şeflerini benimsediklerinde disiplinli ve uyumludurlar. Her zaman baskın çıkarlar; çünkü nereye ne zaman saldıracaklarına hep onlar karar verir. Yalnızca yerlerini bildiğinizde onlara saldırabilirsiniz, yine de her an ortadan kaybolabilirler” [Jean-Paul Roux, Orta Asya
(Tarih ve Uygarlık), (Çev. Lale Arslan), _stanbul 2001, s.38].

-Kumandan, ordunun ön ve arkasına emin kimseleri koymalı, bunlardan bir kısmını da sağ ve sol kanatlara yerleştirmelidir. Düşman yaklaşıp, erler birbirleri ile harbe tutuşunca, herkes kendi karşısındaki ile harp etmeli ve nâra atmalıdır. ilk önce uzaktan ok (ok) ile vuruşmalı, ordular birbirine yaklaşıp yüz yüze gelince de süngü (süngün) ile hücum etmelidir. Saflar karışınca, kılıç (kılıç) ve balta (balta) ile vuruşmalı; gerekirse düşmana dişle (tiş), tırnakla (tırngak) saldırıp yakasından tutmalı (yaka tut) ve yapışmalıdır. Her şeye rağmen dayanmalı, düşman karşısında hiç bir suretle geri dönmemelidir (arka birme). Ya düşmanı (yagı) vurmalı (sanç) ya da vuruşarak (uruş) orada ölmelidir121. “Gelin kızların sevinçli anları düğün/zifaf geceleri (küden tün); cesur ve kahraman erkeğin (kür alp) iftihar edeceği zamanlar ise harp günleridir.”122

-Ögdülmiş, düşmanın karşı saldırıya geçmesi hâlinde şiddetle karşı koymayı ve kesinlikle geri çekilmemeyi öğütlemekte ve eğer bu yapılırsa düşmanın kendiliğinden dağılacağını söylemektedir. Bunun dışında düşmanın her hareketine karşı uygun hareket edilmesi, her harekete karşı hazır bulunulması, buna karşılık vermek için oyalanılmaması gerektiğine dikkat çekmiştir. Düşmanın geri çekilmesi durumunda ise takip edilmesi ve esir almaya çalışılmasını istemektedir. Bu esnada safların düzenli tutulmasına da dikkat edilmeli, aksi takdirde düşmanın dönüp tekrar hücum ederek galip gelebileceği ifade edilmiştir123.

-Kaçan düşmanın dönüp tekrar hücum etme ihtimaline karşı, kaçan ordu ölçülü takip edilmeli, çok uzaklara gidilmemelidir. Zira ümitsizliğe düşen düşman ölümü göze alır. Ölümü göze alan kimse ise çok şiddetle karşı koyar; önce öldürür sonra ölür. Böyle durumlarda kendini iyi korumak gerekir. Aksi
hâlde her şey göze alınmalıdır. insan ihmalkâr (usal) olursa yürürken ölür, ihmalkâr olmazsa dileğine
erer. Su ateşi söndürünce ateş nasıl tekrar alevlenmezse, düşman da dağılınca bir daha toplanamaz124.

-Eserde savaş sonrasında yapılması gerekenlerle ilgili de bilgiler verilmiştir. Bu konuda ilk olarak, savaşta yararlılık gösterenlere derhal mükâfat verilmesi ve onun memnun edilmesi gerekliliğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca esir yakalayanlar da övülmeli ve ihsanda bulunmalıdır. Zira övülen asker eli ile arslan tutar. At bile okşandıkça hızlanır ve kuşa yetişir125.

-Ögdülmiş, kumandana öğütlediği savaş sonrasında askerlere tatlı söz söyleme, güler yüz gösterme ve mal dağıtma işini, hükümdar için de tekrarlamakta ve hükümdarın altın, gümüş ve malını dağıtmasını (üle) söylemektedir. Ona göre insanlar bu üç şeyin etrafına toplanır. Bu üç şey feda edilirse insanlar kendiliğinden hizmete koşarlar. Hükümdar ne kadar som altın verirse (ülegil), hizmetinde bulunanlar da o kadar fedakârlık ederler. Bu hareket her şeyin temelidir126.

-Savaş sonrasında yapılması gereken işlerle ilgili diğer bir kayıt da ölen veya yaralanan kimseler ile bunların ailelerine karşı muamele hakkındadır. Kumandana, “Yaralı varsa sen bakıp tedavi ettir. Esir olan varsa kurtar, geri al. Eğer ölen olursa, hürmetle kaldır; çoluk çocuğu varsa, onlara haklarını ver.”
denmekte ve bu hareketiyle, askerlerin gönlünü kazanacağı ve savaşta seve seve canlarını feda edecekleri söylenmektedir. Bunun yanında savaştan sağ çıkan askerlere de tatlı söz söylenmeli, güler yüz göstermeli ve mal vermelidir. Bu üç şey insan için iyi bir ananedir. Serbest ve hür insanlar bunlarla kumandana bağlanırlar ve onu memnun etmek için yeri geldiğinde canlarını bile feda ederler127.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 3 hafta sonra ...
  • 1 ay sonra ...
Türk Devleti’nde Akıl: Kutadgu Bilig ve Babürnâme

said:
....Neden Kutadgu Bilig’deki bilgilerin Babür Şah üzerinden okunmaya
çalışıldığına gelindiğinde ise, Babür Şah’ın ifadeleri, tespitleri,
değerlendirmeleri, tenkitleri, riyaseti, kumandanlığı, öngörüleri, tecrübeleri,
açık sözlülüğü vs. hususiyetleri onun, aklı kılavuz edindiğini göstermektedir.
Bu itibarla bu deneme vesilesiyle hususiyetlerini bazen idealize ederek de
olsa anlattığı hükümdarın her faaliyetinin temeline “aklı” koyan Yusuf Has
Hâcib’in Kutadgu Biligi’nin kılavuzluğu ve referansları nezaretinde Babür
Şah’ın aklı ve dönemi Babürnâme’ye olan tezahürüne göre okunmaya
çalışılacaktır...


http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/1744/18522.pdf
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...