Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Sinüzit hastalığının ilacı bulundu


fenn

Öne çıkan mesajlar

said:
ben 16 yıldır bu illetle uğraşıyorum ama son bir aydır şiddetli baş, diş burun ve elmacık kemiği ağrısından bütün hayatım felç olmuştu. sanki dişlerimi söküyorlar yanağımı da tır çarpmış acısı hissediyordum kullanmadığım iğne, ilaç denemediğim çörekotu yağı, okaliptus yağı, papatya buğusu vb.bitkisel çözüm kalmamıştı taaaaa kii 4 gün öncesine kadar. yapanların 5 yıldır tık yok dediği ama çok korktuğum hatta asla yapmam dediğim bir yöntem vardı ''ACI KAVUN,ÇIRTATAN vb.'' farklı isimlerde bir bitki. dedim bu ağrıdan öleceğime bu bitkiyi kullanayım daha iyidir.bindim bisikletime bu arada BALIKESİR de yaşıyorum aramadığım tarla takka kalmadı ve nihayetinde buldum.tam olgunlaşmış 2 tanesini dikkatlice kopardım. bir çay bardağı kaynayıp soğumuş suya bir tanesini yaklaşık 4-5 damla sıktım. burnuma 4-5 damla damlattım çok acır boğazını parçalar demişlerdi baktım acı yok burnuma suyu bir kez çekip 5e kadar saydım bıraktım. üstüne bir de nane yağı ile buğu yaptım 5 dak. kadar ve aradan 3 saat geçti burnum deliler gibi akmaya başladı. hatta gece sabaha kadar burun akıntısından uyuyamadım yastığıma havlular serdim. 4 gündür akıyordu hatta ilk 2 gün şiddetli ağrılarım devam etti ama 2 gündür allaha şükür ağrılarım kesildi. bu gün de kanlı kanlı aktı burnum ve kesildi akıntısı. kendimi kuş gibi hissediyorum şuanda çok mutluyum. az miktarda başlayıp herhangi bir alerjik durum oluşmazsa deneyip miktarını arttırarak kullanın derim. hatta aslen ıspartalıyım orada da bir eczacı varmış o da bir karışım hazırlıyormuş kullanan herkes çok memnun kaldığını söyledi ıspartaya ağustos gibi gideceğim yine almayı düşünüyorum o karışımdan ne olur olmaz bulunsun. eczacıyla iletişime geçer ismini numarasını yazarım isteyenler iletişime geçer ilaçtan ister. acı kavunun iyileştirme durumunu ilerleyen zamanlarda yazarım sizlere...


said:
halk arasinda hirtlak adiyla anilan, yesil dikenli bademe benzeyen bir meyvesi olan yere yakin buyuyen, yol kenarlarinda yetisen bir bitkiyle tum iltihabi akitarak temizledigine sahit oldugum hastaliktir.
1 adet hirtlak alinir, cok asitli bir bitki oldugu icin hic biryere sicratmadan dikkatlice kesilir. bir kaba iki damla asitli sivisindan damlatilir ve bu siviya 3-4 damla su katilip karistirilir. elde edilen bu karisim pamukla burun deliklerine damlatilir. bu islemin gunduz yapilmasi ve evden cikilmamasi ve saf asitli sivinin asla ve asla burna damlatilmamasi tavsiye olunur. cunku bu islemi bitkinin saf sivisiyla yaparsaniz solunum yollarinizi zedeleyebilirsiniz. burnunuza damlattiktan sonra takip eden 1 saat sonra burnunuzdan tum iltihap igrenc bir sekilde kontrolsuzce akmaya baslayacaktir. bu sebeple evde oturup onunuze koydugunuz bir kapta bu igrenc sivilarinizi biriktirmeniz tavsiye olunur.


Heryerde şunu görmeye başladım. Asit oranını azaltıp deneyesim geldi
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

SeaGle said:

Sinüzite dalmak iyi geliyor da, daldıktan sonra ıslak kafa ile denizden çıkıp kurulanana kadar zaten herşey eskiye dönüyor sdf.

Sinüzit ameliyatı zerre işe yaramıyor. 2 yıl denize girmiyosun bide üstüne.

Sinüzitin tek tedavisi sinüziti azdırmamak. Serin havada tempolu yürüyüş yapmayacaksın, anlayamazsın alnındaki hissedemediğin ter tabakasının rüzgar ile soğuyup nasıl bi anda sinüzite döndüğünü.

Islak saçla dışarı çıkmak falan bi sinüzit hastasına lafını etmek bile sinüzit sebebi zaten. Ben şöyle ıslak saçla sokağa çıktığımı hayal ettiğimde bile alnıma bi ağrı giriyor sdf.

Bide kronik sinüzitte östaki borusu da kolay tıkanmaya başlıyor bi süre sonra. Benim kulaklar hep öter çatır çutur, sık sık tıkanma hissi olur, kendi sesimi duyarım kulağımdan vs. Seröz otitise fln yol açıyor bi yerden sonra.

LAN MENENJİT YAPABİLİYO DAHA NAPSIN sfdgd


aha beni tarif etmişsin abi..diğer dediklerine de imzamı atarım..

acıkavun deniyecem en yakın zamanda..
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Acı kavun u seyreltip yaptıklarını okuyorum. Sakın o saf asiti sulandırmadan damlatmayın. Sonra başlık sahibiyim diye içeri almasınlar beni :)

Şahsen benim derdim akıntıyı kesmek. Sarı beyaz bi kıvamda( Sinüzit olmayanlar girip okumasın bu yazılanları)Eskiden yeşil falandı ama şeytan kulağına kurşun 10-15 yıldır yeşille alakalı bir şey görmüyorum
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 5 yıl sonra ...
Bana doktor 43534345. burun damlası, 345345435. benzer ilacı yazıp yolladı başından. Bu ilaçlar etki etmiyor deyince "Git üniversiteye araştırılsın " dedi. Artık doktora gitmekten bıktım. Devletinden özeline her yere gittim ve çözüm yok. İlaçlar 1 hafta rahatlatıyor ve 8. gün aynı sorun. Biliyorum yanlış ama kendi kendimin doktoru olmaya karar verdim. Birde şu yazıyı okuyunca bu konuda kararımdan daha eminim. Hastane olayını sıfırladım denilemez ama son kez bir doktoru çok övdüler diye gideceğim. Birde üniversiteye giderim başka gidesim falan yok hastaneye.

Çok sevdiğiniz bir siteden alıntı.

said:


Bu 5-6 yıllık süreçte, herhalde 20-30 doktor dolaşmışımdır, totalde 2 burun ameliyatı, defalarca antibiyotik, kortizol, antihistamin vb. şeyler kullanmışımdır. Bu 20-30 doktor beni iyileştirmedi, ben kendim araştırarak iyileştirdim kendimi ...

Ben yıllarca geniz akıntısı, öksürük, boğaz ağrısı migren, baş ağrısı gibi sorunlar yaşadım. Bunlar 2011 yılında başladı, 2017 Şubat ayına kadar devam etti ve 2017 Şubatta aldığım antibiyotik ile bunlara yeni ve çok ağır semptomlar da eklendi. Yorgunluk, zihin bulanıklığı (brain fog), kas ağrıları, vücut ağrıları, bağırsak sorunları.

Öyle bir hale gelmiştim ki, her gün 30-40 km koşmuşum gibi uyanıyordum ve bu yorgunluk geçmiyordu. Tuvalete gidecek gücüm dahi yoktu, bacaklarımda 10-20 kg ağırlık vardı sanki. Ve ben artık her şeyi bir kenara bırakıp araştırmaya başladım..

Öyle ki, doktorların, akademisyenlerin makalelerini yazdığı Pubmed'teki makaleleri, çalışmaları dahi okumaya çalıştım. İngilizce bildiğim için birçok yabancı kaynağa, birçok doktorun web sitesine, birçok foruma girip insanların deneyimlerini okumaya başladım. Ve bizlerin vücüdunda sorun yaratan şeyin şunlar olduğunu gördüm:

1- İnflamasyon (mikropsuz iltihap)
2- Vücutta hormonal bozukluklar
3- Bağırsaktaki bakteri popülasyonundaki dengesizlik

Bunları tedavi etmek aslında çok kolay. Tamamen sizin iradenize bağlı. Bunları kabaca size açıklamak istiyorum, daha önce sağlık sorunları yaşayan yakın çevrem için de bir yazı yazmıştım, oradan da copy paste yaparak aktaracağım.


1- İnflamasyon : İnflamasyondan başlamak istiyorum. İnflamasyon nedir? İnflamasyon denilen şey, bağışıklık sistemi reaksiyonudur. Yani bağışıklık sistemindeki bazı hücrelerin gereksiz yere çalışması ve öyle bir hale gelmesi ki, vücudun kendi hücrelerine zarar vermesi olayıdır.

Enflamasyona iki şey yol açıyor.
1- Bazı gıdalar
2--İlaçlar.

Bağışıklık sistemimiz neden gereksiz yere uyarılıyor? Bunu anlamak için bağırsağa bakmamız gerekiyor. Normalde bağırsak birbirine sıkı sıkıya bağlı duvarlardan örülü bir yapıdır. Fakat o sıkı sıkıya bağlı duvar bazı besinler ve ilaçlarla tahrip ediliyor ve bağırsaktaki sindirilmemiş besinler, virüsler, bakteriler, bakterilerin ürettiği zararlı madddeler (lipopolisakkarit gibi) kana karışıyor ve bağışıklık sistemimiz buna reaksiyon vererek harekete geçiyor. .

Hangi besinler zarar veriyor peki? Bu sorunun cevabını ileride "Yasaklı Besinler" listesinde göreceksiniz, fakat kabaca söyleyeyim.. Tüm tahıllar, tüm ekmekler, un ve undan yapılmış tüm gıdalar, marketlerde satılan abur cuburlar, şekerli ürünler, kolalar, meyve suları, margarin ve ayçiçek yağları, makarna, pilav, patates, meyve vb. gıdalar.. Çağımızdaki bu hastalıkların bizzat sebebi tahıllar ve endüstriyel ürünlerdir. Size bu acıları yaşatanın ağzınızdan aldığınız maddelerden bağımsız olmadığını kesinlikle bilmelisiniz. Ben yıllarca "ne alaka" diyerek yaşadım. Ve hiç sorgulamadım. İnflamasyon, yalnızca tahılların gluten taşımasından dolayı değil, bizzat tahılların karbonhidrat olmasından da kaynaklanıyor.

Yine bu gıdalar vücutta serbest radikaller denilen hücrelerimiz için zararlı olan moleküllerin oluşmasına neden oluyor. Bir elektrona ihtiyacı olan bu molekülller buna sahip olmak için hücrelerimizdeki yapılara yaklaşıyor ve onlardan 1 elektron alarak onların yapısını bozuyor. Neticede hücrelerimizin yapısı bozuluyor, enflamasyon tetikleniyor ve kansere dahi varan bir sonuç ortaya çıkıyor.

İnsan türü doğada 2 milyon yıldır var. Ve bizim atalarımız bu 2 milyon yıl boyunca avcı-toplayıcı bir biçimde yaşadı. Doğada avladığı hayvanların etini ve yağını yedi. Doğada bulduğu sebzeleri, kuruyemişleri yedi. Onların 2 milyon yıl boyunca beslenme biçimi buydu. Şimdi bizler aynı vücudu taşıyoruz onlarla. Fakat değişen bir şey var. Yaklaşık 5-10 bin yıl önce tarım devrimi gerçekleşiyor ve hayatımıza buğday, unlu ürünler, çavdar, arpa giriyor. Fakat 2 milyon yıldır bir beslenme alışkanlığı olan insanoğlu için böyle ani bir değişim, evrimsel açıdan bir sorun taşıyor. Bizlerin vücudu bunları kolaylıkla adapte edecek şekilde dizayn edilmedi. Belki yüzbinlerce, milyonlarca yıl sonra insan metabolizması buna alışacak fakat şu süreçte böylesi hızlı bir geçiş bizleri modern çağın hastalıklarıyla tanıştırıyor. Ayrıca endüstiryel ürünlere eklenen koruyucu maddeler, farklı maddeler de bağışıklık sistemimizi alarme ediyor. Bizlerin bağışıklık sistemi bunları tanımıyor, bunlara karşı harekete geçiyor. Yaşadığımız geniz akıntısı, öksürük, baş ağrıları, depresyonlar, psikolojik sorunlar, halsizlikler, kalp hastalıkları, kanser ve daha nicesi. Hepsi bunla ilişkili.

Lütfen inflamasyonu araştırın, tüm hastalıklarla olan korelasyonuna dikkat edin, daha çok araştırın ve bunun bir numaralı sorununuz olduğunu aklınızın baş köşesine koyun.

2- Vücutta hormonal bozukluklar :
Vücudumuzda kan şekeriyle ilgili birçok hormon var. İlkel atalarımız milyonlarca yıl boyunca karbonhidrata(şekere) dayalı beslenmediği için vucudumuzda kan şekerini yükselten ( tehlikeli durumlarda enerji verilebilmesi için ) birçok hormon varken; kan şekerini düşüren tek bir hormon vardır o da insülin hormonudur. Bizler bu modern çağda karbonhidrata, abur cuburlara, şekere, tahıllara dayalı beslendiğimizde ise insülinin aşırı çalışmasından dolayı sorunlar oluşuyor.

Hep ekmeksiz nasıl doyacağız diye düşünürüz. İşin garibi, ekmek, pilav, makarna bırakın kişiyi doyurmayı, tam aksine kişinin daha çok ve daha sık acıkmasına neden olmaktadır. Bunun nedenini ve bu sık acıkmanın, bu dengesizliğin yarattığı hastalıklardan bahsedeceğim.

Kahvaltıda bir dilim tam buğday ekmeği yedik diyelim. Bu tam buğday ekmeği aslında bir karbonhidrattır, yani bir şekerdir. Şeker denildiğinde aklınıza direk karbonhidrat gelmelidir. Bu ekmek bir şeker olduğu için vücudunuza girdiğinizde sizin kan şekerinizi yükseltecektir. Kan şekerinin yükselmesi vücudun istediği bir durum değildir; tam tersine toksik bir durumdur ve vücut bundan kurtulmak isteyecektir. Bundan kurtulmak için pankreas hormonundan insülin denilen hormonu salgılar. Bu hormonun görevi kandaki şekeri düşürmektir. Bu hormon kandaki şekere gider ve onu yağa dönüştürür. Dolayısıyla kan şekeriniz düşmüş olur. Kan şekerinizin düşmesi ne demektir? Bizzat kurt gibi acıkmanız demektir. Tekrardan karbonhidrattan, şekerden zengin beslenme ihtiyacı demektir. Ve biz yine bu sefer pilav yeriz, makarna yeriz, unlu mamül yeriz. Ve bu döngü yine tekrarlanır. Sık sık acıkır, sık sık yeriz. Şekerler yağa dönüşür ve kilo alırız.
Fakat olay bununla sınırlı kalmaz. Biz vücudun kan şekeri oranıyla o kadar sık oynarız ki, pankreas bu durumu düzeltmek için sürekli insülin hormonu salgılamak zorunda kalır. Sürekli bir şeye maruz kalmak demek ise ona duyarsızlaşmaya neden olur. Yani sürekli insülin hormununa maruz kalan hücrelerimiz artık insüline cevap vermemeye, kandaki şekerin düşürülmemesine neden olur. İşte buna insülin direnci denir ve şeker - tip2 diyabet hastalığı bizzat budur. Ayrıca hipoglisemi (kan şekeri düşüklüğü- insülinin aşırı çalışmasından dolayı) denen bir süreçte tetitklenir ve bu hormonal bozukluğu karşılığında yüzlerce semptom yaşarız Bir dilim ekmek yemek dahi kan şekerinin bu şekilde dalgalanmasına neden olarak metabolizmanızı bozar. Ondan dolayı yasaklı listesinde bulunan besinlerden %100 kaçınmanız gerekmektedir.

2 milyon yıl boyunca bir beslenme düzenine sahip olan atalarımızın ana besin kaynakları yağlar ve proteinlerdi. Enerji kaynağı olarak yağları yakıyorlar, yağların yakılması da daha çok enerji verilmesini sağlıyor ayrıca toksik maddelerin vücutta oluşmasını engelliyordu.
Yağların yakılma mekanizması için Leptin hormonunun çalışmasına ihtiyacımız var. Kahvaltı yaptıktan sonra ( benim önereceğim kahvaltı ile) 4-5 saat içinde bir şey yenmediği takdirde vücutta yağların enerji olarak kullanılmasını sağlayacak Leptin hormonu salgılanmaya başlar. Leptin hormonu ise depo edilmiş yağları yakarak enerji üretilmesini sağlar. İşte insan doğasında biyolojik olarak gerçekleşmesi gereken silsile budur. Kan şekeriyle oynanmasına izin vermeyecek şekilde beslenerek leptin hormonun yağların yakılabileceği bir duruma imkan vermek. Bu durum hem kişinin fazla yağlarından kurtulmasını sağlayacak, hem kişiyi hep tok tutacak, hem de onu hastalıklardan koruyacaktır.

3- Bağırsak mikrobiyotasındaki dengesizlik :
Artık hemen hemen herkes bağırsağımızdaki yararlı bakterilerin önemini kavradı. Bizler kendi vücudumuz için yaşadığımızı zannederken bambaşka bir şey keşfediliyor Probiyotikler. Bağırsağımızdaki yararlı bakteriler. Yararlı bakteriler çünkü bizler için yararlı işler yapıyorlar. Örneğin bizleri mutlu hissettiren seratonin hormonunun yüzde 95'i bağırsaklarda üretiliyor. Bizzat bu bakteriler depresyonu ve anksiyeteyi azaltmada önemli hormonların üretilmesinde katkı sunuyorlar. Çeşitli vitaminlerin sentezlenmesinde görev alıyorlar. Bir yandan ise bağırsağımızda bizler için zararlı olabilecek bakteriler de var. Fakat bunlar yararlı bakterilerin baskısı altında olduğu için çoğalamıyorlar, üreyemiyorlar.

Fakat biz öyle besleniyoruz ki, buradaki dengeyi bozuyoruz. Eğer biz ekmek yersek, pilav yersek, abur cubur yersek, yasaklı besinler listesinde belirttiğim şeylere dayalı bir beslenme programı yaparsak buradaki kötü bakterileri beslemiş oluruz, yani onların yemini vermiş oluruz, böylelikle yararlı bakterilerin sayısı azalır, kötü bakterilerin sayısını arttırarak enflamasyona yol açarız.


Yani atalarımız gibi protein ve yağdan beslenmek yerine; çoğunlukla ekmek, pilav, makarna, unlu gıdalarla ve zararlı endüstriyel ürünlerle beslenirsek hastalıklara davetiye çıkarırız. Bizim beslenmemiz oradaki popülasyonu bozmakta ve bu da çok ilginç, çok keskin sonuçlar yaratmakta.


Bir deneyden bahsedeceğim. Bilim insanlarının elinde bir korkak bir de cesur fare var. Örneği cesur fare örneğin suya atlayıp yüzüp yemi alabiliyor fakat korkak fare buna cesaret edemiyor, böyle bir durumdan farelerin cesur veya korkak olduğu çıkarımı yapabiliyorlar. Bu iki farenin bağırsağındaki probiyotiklerden birer örnek alıyorlar ve onu bir yerde depoluyorlar. Daha sonra bu iki fareye yüksek dozajda antibiyotik veriyorlar, yani bağırsaklarındaki tüm bakterileri öldürüyorlar. Daha sonra örnek aldıkları mikrobiyataları çıkartıyorlar ve cesur olan farenin bağırsağına korkak olanın probiyotiklerini; korkak olanın bağırsağına ise cesur olanın probiyotiklerini veriyorlar. Ne mi oluyor dersiniz! Roller tamamen değişiyor. Cesur olan fare korkaklaşıyor; korkak olan fare cesurlaşıyor. Bu gerçekten inanılmaz bir deney. Probiyotiklerin önemini kavramada bir mihenk taşı.

Örneğin sirke sinekleri üzerinde de inanılmaz ilginç bir deney var. Normalde birbirleriyle rastgele şekilde çiftleşen sirke sineklerini iki gruba ayırıyorlar. İlk gruptakilere sadece yulaf , ikinci gruptakilere ise sadece reçel veriyorlar. Belli süre sonra bu iki grubu tekrar bir araya getiriyorlar. Fakat görüyorlar ki farklı şekilde beslenmiş bu iki grubun üyeleri birbirleriyle çiftleşmiyor, sadece kendi grubundaki bireylerle çiftleşiyor. Beslenmeleri onların probiyotiklerini değiştirmişti, ve bu durum onların eş seçiminde bile farklı davranmasına yol açtı ! Daha sonra bunlara yüksek doz antibiyotik veriliyor ve bağırsaklarındaki tüm bakteriler öldürülüyor. Ve inanılmaz ilginç bi durum ki, bunlar en başa dönmüş gibi oluyorlar, iki grubun üyeleri de birbirleriyle çiftleşmeye devam ediyorlar..


Bu deneylerin sonuçları şunu gösteriyor. Ne yediğimiz ne içtiğimiz oradaki bakteri popülasyonunu belirliyor ve oradaki bakteri popülasyonunun iyi ya da kötü olması bizleri hasta ediyor ya da sağlıklı bir insan yapıyor.
O halde oradaki kötü bakteri popülasyonu olmaması için onları besleyecek besinler yememeliyiz. Nedir bunlar? Yasak listesinde bulunan tüm ürünler oradaki kötü bakterileri besler. 2 milyon yıl boyunca yumurta ile , et ile , yağ ile, sebze ile, kuruyemiş ile beslenen atalarımız gibi beslenirsek ise yararlı bakterileri besleriz.


Tüm bu nedenlere göz attıktan sonra, bu nedenleri tahrik edecek besinleri yazacağım ilk olarak, yasak listemizi. Benim iyileşmemde bu besinleri 4-5 aydır kesinlikle tek bir gram dahi tüketmemem yatıyor. Lütfen bunları hayatınızdan tamamıyla çıkarın.

YASAKLAR
1- Marketlerde satılan zararlı tüm endüstriyel ürünler asla yenilmeyecek. Bisküvi, gofret, kola, cips, meyve suyu, çikolata, kek, dondurma, sakız ve bunlara benzer tüm zararlı ürünler asla tüketilmeyecek.

2- Gluten içeren ürünler asla tüketilmeyecek. Yani tüm ekmeklerden, makarnadan, börekten ,poğaçadan, keklerden, kurabiyelerden, pizzalardan ,pastalardan, tatlılardan, baklavadan kesinlikle uzak durulacak, 1 gram dahi yenmeyecek. Buğday, arpa, çavdar, yulaftan, undan yapılan hiçbir şey yenmeyecek. Tam buğday ekmeği dahi olsa asla alınmayacak, yenmeyecek.

3- Şeker ve şekerli tüm ürünler bırakılacak. Örneğin çay şekeri, abur cuburlar, nescafeler. Bunun yanında meyve de şeker içerdiği için tüketilmeyecek. Reçel, bal, pekmez de şeker içerdiği için tamamıyla bırakılacak.

4- Pirinç , bulgur, patates ve mısırda tüketilmeyecek.

5- Mutfağınıza ayçiçek yağı, margarin yağı, mısırözü yağı, palm yağı gibi şeyler kesinlikle girmeyecek. Bunlar oldukça zararlı.

6- İşlenmiş hiçbir et ürünü tüketilmeyecek. Sucuk, salam, sosis gibi gıdalar tüketilmeyecek. Bunlar uzun ömürlü olsun diye nitrat ve nitrt tuzları ekleniyor, bizzat Dünya Sağlık Örgütü bu koruyucu maddelerin kanserojen olduğunu açıkladı.

7- Tatlandırıcılardan uzak durulacak. Marketlerde şekersiz diye satılan light kola gibi tatlandırıcı kolalar da asla tüketilmeyecek. Aspartamın da bizzat kanserojen olduğu açıklandı. Bizi kanser yapabilecek bir maddenin geniz akıntısı, alerji gibi basit sorunlara da yol açabileceğini tahmin etmelisiniz.

8- Marketlerdeki konserve kutular içine konulan salçalar, turşular, ton balıkları, barbunyalar, fasülyeler kesinlikle alınmayacak.

9- Ölüm döşeğinde olmadığınız sürece kesinlikle antibiyotik kullanmayın. Antibiyotikler vücudumuzdaki yararlı bakterileri öldürerek enflamasyonun artmasına neden olur. Ayrıca evde bulunan tüm ağrı kesici ilaçlar çöpe atılacak.

10- Antidepresan ilacı, psikolojik sorunlar için verilen ilaçlar, mide ve bağırsak sorunları için verilen ilaçlar, insülin ilacı, statin ilaçlar, anti histaminler, romatizma ilaçları , tansiyon ilaçları gibi ilaçlar bu beslenme programıyla birlikte, doktor kontrolünde zamanla birlikte bırakılacak, İlaçsız, sağlıklı bir yaşam inşa edilecek.

11- Alkol, sigara, nargile bırakılacak.

12- Dışarıdaki restaurantlarda, fastfoodlarda, lokantalarda mümkün olduğunca yemek yenmeyecek. Dışarıda aç kalınırsa, kebap yemek en doğru seçenek olacaktır. ( ekmek ve pirinçsiz)

Şimdi ise yiyeceğimiz şeylere geçelim ..

SERBESTLER
1- Bütün sebzeler serbest, fakat sebzeler mutlaka mevsiminde tüketilmelidir. Mevsiminde olmayan sebzeler hormonlarla, ilaçlarla büyütülmektedir. Ispanak, kereviz, brokoli, kabak, lahana, soğan, biber, maydonoz, marul, göbek, sarımsak, turp, domates, havuç, karnabahar, semiz otu, brüksel lahanası ve aklıma gelmeyen tüm sebzeler. Hepsini mevsiminde yiyin.

2- Kırmızı et ve sakatatlar. Bunlar oldukça sağlıklı. Haftada bir kere sakatat yiyin mutlaka. Ben her hafta 300 gr civarı böbrek-yürek-ciğer karışımı kuşbaşı sote tarzı tüketiyorum. Kırmızı et pahalı ama yapacak bir şey yok, sağlığınıza kavuşmak için haftada 1 öğün de kırmızı et yahut sebze yemeklerinde belli miktar kıyma koymalısınız.

3- Yumurta. Eğer bulabiliyorsanız, serbest gezen tavuk yumurtası ya da köy yumurtası olarak bilinen yumurtalardan satın almaya çalışın. Çevre yörenizdeki kırsal alanlarda bunu yapan kişilerden satın almaya çalışın. Maalesef tavuklara çiftliklerde gdo'lu ( genetiği değiştirilmiş yemler) veriliyor ve hayvanlar küçücük kafeste güneş ışığı görmeden yumurtluyorlar. Bulamıyorsanız, marketlerdeki organik tavuk yumurtalarından satın alın. Yumurta tüketimi son derece serbest. Yumurta haşlanacaksa kayısı kıvamında yapılmalıdır, çok fazla pişirilmemelidir. Ben her gün 4 yumurta yiyorum sabahları, tam 4 aydır. Kolesterol konusunda asla korkmayın, kolesterolun büyük bir yalan olduğu, kolesterolün fazla olmasının nedeninin inflamasyon olduğu ( yani şeker, tahıl tüketimi), kolesterolün tamamen bu inflamasyonu yok etmek için orada olduğu kesinleşti artık. Bunu detaylıca araştırabilirsiniz.

4- Peynir, yoğurt gibi süt ürünleri. Yogurdu ve peyniri kendiniz süt dağıtıcılardan çiğ süt alarak yapabilirseniz daha uygun olur. Peyniri şırdan maya yapabilirsiniz. Köyde yapılmış peynir, çökelek de tüketebilirsiniz. Fakat sütü olduğu gibi tüketmeyin, çocuklarınıza da içirmeyin, mutlaka yoğurt-peynir ya da tereyağına dönüştürülmüş formunu yiyin. Fakat sağlık sorunları yaşıyorsanız peynir, yoğurt ve tereyağını da mutlaka beslenmenizden çıkarın. 6 ay sonra deneme amaçlı tüketip, vücudunuzun ona verdiği tepkiyi ölçerek duruma göre hareket edebilirsiniz. Benim tavsiyem, siz de benim gibi süt ve süt ürünlerini beslenmenizden çıkarın, 6-7 ay sonra deneme amaçlı ekleyin.

5- Soğuk sıkım sızma zeytinyağı ve köy tereyağı. Yemeklerde sadece bu iki yağ kullanılmalı. Soğuk sıkım zeytinyağı da, tereyağı da oldukça sağlıklıdır. Yemeklerde bolca bu yağlardan kullanabilirsiniz. Her gün yarım çay bardağı kadar zeytinyağını gönül rahatlığıyla içebilirsiniz. Tereyağı ise endüstriyel olmamalı, köy tereyağı olmalı. Her gün bu yağları tüketmelisiniz. Yemekleri yağda yaparken kesinlikle yüksek ısılarda yapmamak gerekiyor. Kızartmalar, yüksek ısılarda pişirmeler bu yağların trans yağa dönüşmesine neden olur. Ondan dolayı yemekleri düşük ısıda pişirmeye dikkat edin.

6- Balık. Çiftlik balığı olmadığı sürece haftada 1 balık yemeği oldukça ideal. Denizde yakalanmış balık tüketin. Hamsi, istavrit gibi küçük balıklar denizde yakalanıyor, bunları una bulamadan, kızartma yapmadan, tüketebilirsiniz.

7- Baklagiller. Çok fazla tüketilmediği takdirde, barbunya, börülce, kuru fasülye, mercimek, nohut, bezelye.

9- Tavuk eti konusu ise biraz sıkıntılı. Tavuklara çiftliklerde gdo'lu yemler veriliyor, ilaçlar, hormonlar, antibiyotikler veriliyor. Eğer bulabiliyorsanız serbest gezen, organik beslenen tavuk satın alın, köy tavuğu satın alıp onu tüketin fakat endüstriyel tavuklardan mümkün olduğunca uzak durun. Ona verilen ilaçlar, hormonlar, antibiyotikler size geçiyor çünkü. Eğer serbest dolaşan ve doğal beslenen tavuk bulamıyorsanız tavuk eti yemeyin.

10- Kavrulmamış Kuruyemişler. Ceviz ve kavrulmamış fındık-badem gibi kuruyemişler serbest. Özellikle ceviz omega 3 yağ asitleri içerdiği için oldukça faydalı, her sabah ceviz yenilmeli.

11- Zeytin. Her sabah 10-15 tane zeytini gönül rahatlığıyla yiyebilirsiniz.

12- Tüm baharatlar, limon, türk kahvesi

Kahvaltı olarak, her gün 3-4 yumurta haşlayın. Kayısı kıvamından olmalı sarısı. 15-20 zeytini. Yanında koca bir tabakta mevsimlik yeşillikler, salatalık, domates, turp, roka, kıvırcık, havuç olmalı.



Tüm bu beslenme biçiminden sonra, iyileşmeyi destekleyici ve hızlandırıcı takviyelerimden bahsetmek istiyorum. Öncelikle söylemek gerekir ki, hiçbir baharat, hiçbir takviye, hiçbir ot mucize değildir, tek başına sizi iyileştiremez, mükemmel hissettiremez. Daha önce bahsettiğim beslenmeye dikkat etmezseniz bu listedeki hiçbir takviye, hiçbir besin işe yaramaz. Bir dilim tam buğday ekmeği yeseniz bile işe yaramaz. Ondan dolayı bunlar kullanılacaksa, kesinlikle iradeli bir şekilde önce beslenmeyi düzenleyerek kullanmalısınız ki etkisini hissettirsin.


1- Omega 3: Çok ama çok önemli bir takviyedir. Omega 3 bir yağ asididir. İlaç değildir, balıkların yağı alınarak kapsül haline dönüştürülür. Bunun dışında Omega 6 adı verilen bir yağ asidi daha vardır. Bu iki yağ asidinin vücuttaki oranı çok önemlidir. Omega 3 oranı ne kadar yüksek olursa inflamasyon da o kadar azaltılıyor, hastalıklıklar da yok oluyor yahut önleniyor. Omega 6 oranının çok daha yüksek olması ise enflamasyonu arttırıyor. Serbest gezen tavukların yumurtasında, deniz balıklarında, cevizde omega 3 varken; ayçiçek yağı ve margarin gibi zararlı yağlarda omega 6 yağ asitleri vardır, bundan dolayı ayçiçek yağı ve margarin eve sokulmamalı, dışarıda bunlardan yapılmış yiyecekler yenilmemelidir. Dışarıda yapılan yemekler margarin ya da ayçiçek yağıyla yapılıyor çünkü daha ucuz. Bunlardan kesinlikle kaçınmak gerekiyor.


Omega 3'ü mutlaka takviye olarak almalıyız. Uluslararası tarafsız bir kuruluş (IFOS) tarafından onay almış iki ürün var Türkiye'de. İlki "Ocean Plus Omega 3" kapsülü, diğeri ise "New Life Efa S-1200" kapsülü. İkisi de içerik ve dozaj bakımından aynı. İkisi de eczanelerde satılmaktadır. Fakat bu iki ürün internette eczane depolarınınwww.gittigidiyor.com'dan yaptığı satışlardan çok daha ucuza alınabiliyor. 2 tane kahvaltıdan sonra, 2 tane de ana yemekten sonra olmak üzere günde 4 adet omega 3 kapsülü alıyorum ben her gün. Mutlaka yağlı yemeklerle ya da sabah zeytinyağıyla birlikte, tok karnına alınömalıdır emilimin yüksek olması için.

Omega 3, depresyondan vücut ağrılarına, beynin zinde ve sağlıklı olmasından bağırsak sorunlarına, şeker hastalığından kolesterole, yorgunluk hissinden alerjilere, uyku sorunlarından boğaz ağrılarına kadar birçok soruna iyi gelir. Çünkü bu sorunlara yol açan enflamasyonu azaltır. Tıp dünyasında yapılan birçok çalışma bunu göstermiştir.

2- D vitamini:
D vitamini en önemli vitaminlerdir biridir. Aslında bu bir vitamin değildir, bir hormondur. D vitaminini vücudumuz kendisi üretir. Ancak üretebilmesi için güneş ışığına ihtiyaç vardır. Tenimize güneş ışığının değmesi sonucu derimizde D vitamini üretilmeye başlanır. Güneşteki ultraviyole b ışınları özellikle d vitamini sentezlenmesini sağlıyor, bu ışınların da en yoğun olduğu saatler güneşin dik olduğu, gölgemizin en kısa olduğu öğle saatleridir. İstanbul'da yazın 12.50-13.20 arasında güneşlenmek ideal. Yaklaşık 20-25 dakika yeterlidir. Vücudunuz ne kadar açık olursa, kollar, bacaklar, o kadar çok D vitamini sentezlenmesini sağlarsınız.

Güneş yüzü görmeyen, evde, işyerlerinde olan insanlar D vitamini eksikliği yaşamakta, bu da çeşitli sağlık sorunlarına açmaktadır. D vitamini eksikliği depresyona, baş terlemesine, uyuklama ve sürekli yorgunluğa, kas ve kemik ağrılarına, vücut ağrılarına ve daha nice soruna yol açıyor.
Kışın ise güneş ışığı görmediğimiz için yahut hava açıksa dahi güneş ışınları etkili gelmediği için vücudumuz D vitamini üretemiyor, kışın daha çok hasta olmamızın sebebi bu güçlü teoriyle açıklanabilir. Ondan dolayı eğer imkanınız varsa D vitaminini ölçtürmeli, eğer D vitamini 80-100 ng/ml aralığı içerisinde değilse ( Çoğu kişide 40'ın altında çıkıyor) mutlaka D vitamini takviyesi alınmalıdır. Bunun için eczaneden "Ocean Vitamin D3 " damlası alınarak günde 10 damla alınmalıdır. Bir bardak suya iki kaşık zeytinyağı dökün ve 10 damlayı da oraya damlatarak için. Çünkü D vitamini yağda çözünen bir vitamindir ve onun etkili olabilmesi için yağa ihtiyaç vardır. D vitamini kullandığınız zaman mutlaka K2 vitamini de almalısınız. Bunun için eczaneden "New Life Mena K2" adlı K vitamini takviyesini günde 1 adet olmak üzere alabilirsiniz.

3- Zerdeçal :
Zerdeçal baharatı da enflamasyona karşı mücadele etmede çok etkilidir. Hatta zerdeçal günümüzde özellikle kanser hastalarına verilir ve olumlu sonuçlar alınır çünkü kanserin de nedeni enflamasyon ve vücuttaki serbest radikallerdir. Zerdeçal içerisindeki curcumin denilen madde anti-enflamasyon özelliğine sahiptir. Kanser hücrelerini öldürülmesini sağlar ve çoğalmasını engeller. Yalnızca kanser değil, anti enflamasyon ve anti-oksidan özelliğinden dolayı vücuttaki diğer tüm hastalıkları, romatizma başta olmak üzere, kalp hastalığı, vücut ağrıları, şeker hastalığı, kolesterol, yorgunluk, baş ağrıları, bağırsak sorunları, tansiyon, alerji, beynin zinde olmaması gibi enflamasyon sonucu oluşan tüm sorunları azaltır.
Zerdeçal baharatının vücutta iyi emilmesi için onu karabiber yahut zeytinyağı ile tüketmeliyiz. Böylelikle daha etkili olur. Her gün 2 tatlı kaşığı zerdeçalı karabiberle birlikte tüketin. Zerdeçal baharatı aktarlarda, süper marketlerde satılmaktadır.

4- Kemik suyu ve paça çorbası:
Kötü besinlerle ve ilaçlarla tahrip ettiğimiz bağırsağı iyileştirmek için yemeklere kemik suyu koyacağız ve zaman zaman paça çorbası içeceğiz. Kemik suyunda ve paçada bulunan kollajen bağırsağı iyileştirerek enflamasyonun azalmasında etkili olur. Kemik suyu ve paça çorbası daha önce yukarıda bahsedilen sorunlar gibi, birçok soruna iyi gelmektedir. Kemik suyunun en etkili tarafı ise kişinin cildini neredeyse pürüzsüz, güzel yapması ve böylelikle kişiyi genç göstermesini sağlamasıdır. Bunun dışında yukarıda saydığımız birçok soruna dair olumlu sonuçları vardır.
Kemik suyunu yapmak için kasaptan ilikli dana kemiği alınmalıdır. Su doldurulmuş büyük bir tencereye kemikler konur içerisine isteğe bağlı olarak sarımsak, soğan gibi şeyler konabilir. Su kaynadıktan sonra ise bir bardak kadar elma sirkesi dökülmelidir, kemikteki yararlı kollajen yapıların çözülebilmesi için. Ve tencere neredeyse mum ışığında tutulacak şekilde, kaynamayacak şekilde 8-9 saat tutulmalıdır. Daha sonra kemik suyunu yaptığınız çorbalarda, yemeklerde bir miktar dahil etmelisiniz.

5- Ubiquinol ve Alfa lipoic acid :
Bu iki ürün antioksidan. Yani vücudumuzda inflamasyonu tetikleyen serbest radikallerin zararlarını yok eden maddeler. Normalde vücudumuz tarafından üretiliyor zaten bunlar. Fakat vücudumuzdaki oksidatif stres çok fazla olduğu için takviye olarak alınmasını öneriyorum size. Ben de her gün alıyorum..

Ubiquinol olarak New life'ın "CoEnz QH" adlı ürününü kullanıyorum, her gün bir kapsül alıyorum. Alfa lipoic acid olarak ise Solgarın 200 mg Alpha Lipoic acid ürününü kullanıyorum, her gün bir kapsül yine. Bu antioksidanları şiddetle öneriyorum size, ayrıca siz de araştırabilirsiniz bunları.

6- B12 Vitamini
3-4 günde bir ise B12 vitamini alıyorum, yine New Life'ın dil altı pastili şeklinde. B12 değerinizin 800-1000 pg/ml aralığında olması lazım. Eminim ki birçoğunuzda düşüktür ve modern tıbbın referans birimi içerisindedir!

Bunların dışında zaman zaman yeşil çay, kış çayı, çörek otu şeyler de tüketiyorum fakat her gün değil, haftada 1-2 kere filan. Düzenli kullandıklarım, yukarıda belirttiklerim.

Hr gün mutlaka en az 45 dk yürüyün. Yürümek yahut hafif egzersizler inflamasyonu azaltır. Ağır egzersiz yapmayın, ağır egzersiz stres mekanizmasını arttırır, bu da inflamasyonu tetikleyebilir.

Arkadaşlar benim %100 iyileşmemde, hatta enerjimin neredeyse fullenmesinde bu beslenme biçimi ve takviyeler etkili oldu. Birçok konuda bilinçlendim, kanser olmadığım için, kalp krizi geçirmediğim için kendimi şanslı hissediyorum. Bundan sonra kesinlikle yasaklı listemdeki ürünleri tüketmeyeceğim, sağlıklı yaşamaya devam edeceğim. Çünkü biliyorum ki , bende geniz akıntısına, alerjiye, öksürüğe yol açan mekanizma, başka insanlarda kalp krizine yol açtı, depresyona soktu onları, kanser yaptı, başka hastalıklara yol açtı. Sağolsun endüstriyel ürünler, tahıllar, karbonhidratlar sayesinde yüzlerce yeni hastalık literatüre girdi..

Size tavsiyem, sabırlı ve iradeli şekilde böyle beslenin. Daha çok araştırın. Canan Karatay'ı, David Perlmutter'ı, Ahmet Aydını filan okuyun, videolarını izleyin. Daha çok bilinçlenin. Benim izlediğim yolu bunlarla destekleyin.

Hepinize geçmiş olsun, umarım atlatacaksınız bu illeti. Ben 2017 Mart ayında araştırmaya başladıktan sonra beslenmemi değiştirmeye başladım. Zaman zaman bozdum. Fakat bozduğum zaman semptomların geri geldiğini gördüm. En son 2017 Haziran ayında bu programa %100 geçtim ve bu zamana kadar hiçbir yasaklı listemdeki ürünü tüketmedim. Ve şimdi yeniden doğmuş gibiyim. Bunu yapmak sizin elinizde, boşuna doktor doktor dolaşmayın.


Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Remus said:

fenn said:

Bir çoğumuzun şikayetçi olduğu ve ilacı bulunamadığı için her yıl çekmek zorunda kaldığı sinüzit hastalığının ilacını Türk Bilim Kadını Eda Alemdar buldu

http://www.posta.com.tr/saglik/HaberDetay/Sinuzit-hastaliginin-ilaci-bulundu.htm?ArticleID=193544

Sinüzit hastaları toplaşın


Biber gazı daha etkili.


Gezi zamanı en yoğun gazı yediğim gece hayatımda en rahat nefes aldığım geceydi.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...