Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Aşk olacak! Ol! (interaktif hikaye)


BabacumMostors

Öne çıkan mesajlar

Esmer gencin ağzından belki bir takım sözler çıkıyor olabilirdi ama gözleri farklı şeyler anlatıyordu, bildiklerini kabullenemeyen bir çocuk gibi mantık ile bilinen arasındaki amansız inatlaşmanın sancısıydı bu. Bir yetişkin çıkmalı ve olması gerekeni söylemeliydi gerekirse eliden tutup sürükleyerek bu inatlaşmadan onu çekip çıkarmalıydı. Esmer gencin ağzı şartlar yüzünden yalan söylemeye o kadar alışmıştı ki ve içindeki doğruluğu o kadar derine hapsetmişti ki gözleri yardım için haykırır hale gelmişti. "Umarım yanılmıyorumdur." diye düşündü. Esmer gencin teklifini mecburiyetten ama biraz da iç güdülerinden kabul etti. Esmer genç ceketini almak üzere içeri gittiğinde vazoyu yerine koydu. Sonrasında beraber evden çıktılar.

Apartmanın çıkış kapısına kadar sessizliği korudular. Giriş kapısından bir önceki dairenin kapısını çaldı esmer genç, kapı aralandı, kahramanızmı içeride kim olduğunu göremiyordu.

"Ufak bir işim var fazla sürmez, eve sen çık beni bekle, ben gelene kadar kimseye bir şey verme alma gelenlere de söyle ya beni beklesinler yada başka bir zaman gelsinler."

İçerideki adamın esmer genci onayladığını duydu, apartmandan çıkarken serin hava yüzlerine çarptı. Kahramanımız genç kıza beklemesini söylediği yere doğru yöneldi, esmer genç de peşindeydi. Kahramanımız esmer gence;

"Nereden tanışıyorsunuz?" diye soracak oldu
"Bunun bir önemi var mı?"
"Sen söyle."
"Hayatım boyunca bir daha görüşmeyeceğim birine söylemem gerekenden fazlası olduğunu düşünüyorum."
"Kendin söyledin ya, bir daha görüşmeyeceğiz nasılsa, en azından buzları biraz eritiriz."
Esmer adam kahramanımızın ısrarına bir anlam verememişti ama bir cevap almadan kendisini rahat bırakmayacağının farkına vardı;
"Beraber büyüdük diyebilirim, daha fazlası için zorlama."
"Peki."
Ah şu her haltı sorgulama ve birbiriyle illaki ilişkilendirme huyu olmasaydı keşke, içindeki merak biraz azalır düye düşünüyordu ama şimdi iyice artmıştı. Kimdi bu adam? Genç kızla ne gibi bir bağlantısı vardı ama daha önemlisi, kimdi bu genç kız? nereden gelmişti. Bu esmer gençle geçmişleri bir idiyse aradığı cevaplar bu adamda olabilirdi. Sorularını dikkatli seçmeliydi, karşısındaki her an kendini kapatacak türden biriydi ve her adımda kıza daha fazla yaklaşıyorlardı.
"Şu organizasyon, Aylin'le başından beri mi içindesiniz."
Esmer genç aniden durdu, dik dik kahramanımızın yüzüne bakıyordu, kafası karışmış gibiydi;
"Sen, nereden biliyorsun, Aylin, gerçek adı... Kimsin sen?" sesi bir anda hiddetlenmişti,
"Hey sakin ol! Kendisi söyledi, uzun hikaye, hem ismini bilmemde bu kadar garip olan ne var?"
"O ismi kullanmayalı çok uzun zaman oldu, ben bile neredeyse unutuyordum." önünde uzanan sokak boyunca ileriye baktı "Aylin, geçmişin hayaleti gibi, mutlu günlerin anısı beni terkeden günlerin hatırası." kahramanımıza döndü "Daha gelmedik mi? Beni oyalamıyorsun umarım." diye söylenirken eli beline gitti. İçinde bulunduğu durumu hatırlayan kahramanımız hemen lafı toparladı;
"H-hayır, tabii ki de oyalamıyorum, fazla yolumuz kalmadı şu köşeyi dönmemiz yeterli."
"İyi. Bu arada, evden çıkarken farkettim ki vazoyu elinde taşımaktan vazgeçmişsin ama gel gör ki aklında taşımaya devam ediyorsun."
Kahramanımız "İyi ki kullanmaya yeltenmemişim." diye geçirdi içinden.

Köşeyi döndüklerinde kapalı dükkanın merdivenlerinde oturmakta olan genç kızı gördüler. Geldiklerini duyunca genç kız kafasını kaldırdı, esmer gençle göz göze geldiler;
"Aylin."
"Yusuf..." kahramanımıza döndü "O'nun burada ne işi var, yalnız gelmen gerekiyordu."
"Arkadaşın pek bir ısrarcı çıktı, elden ne gelir..." Kahramanımızın lafı esmer genç tarafında kesildi;
"Tabii ki de gelecektim, hem sen nereye gittiğin sanıyorsun? Ne yaptığının farkında mısın? Bizim mekana kadar ulaştı haberin, buna nasıl cesaret edebildin."
"Yapmak zorundaydım, şimdi bunun bedelini ödeyeceğim."
"Nereye kadar peki? Nereye gidersen git, ne kadar uzun süre uzak kalırsan kal yine de aranıyor olduğunu bilmekten huzursuz olmayacak mısın? Bir gün yakalanacak olmanın korkusuyla nasıl başedeceksin?."
"Peki teslim olsam ne olacağını sanıyorsun, en fazla sürgüne yollarlar diye mi düşünüyorsun ha? Sana benim öncekilerden farklı olduğumu düşündüren ne, söylesene!" genç kızın gözleri dolmuştu, dizleri titriyordu.
"Verecekleri karara göre bir yolunu bulurduk, atlatırdık onları en azından seçeneklerimizin tükendiğini bilirdik, niye bu kadar inatçısın niye?" ikisi de sustu, kahramanımız olanları algılamaya çalışıyor ama parçaları bir türlü oturtamıyordu. Belliydi ki esmer genç kıza bir şekilde
değer veriyor O'nu korumaya çalışıyor. Hakkında yanılıp yanlış bir harekette bulunmadığı için şükretti ama yine de yeteri kadar güvenmiyordu en nihayetinde kahramanımız o ikisi için dış kapının mandalından ibaretti. Sessizliği esmer genç bozdu;
"Madem seni ikna edemiyorum, en azından emaneti bana ver, onlara teslim edeyim belki peşini o zaman bırakırlar." kahramanımız esmer gencin sesinde bir gariplik sezmişti, ağzı yine yalan konuşuyordu ve bu sefer bakışlarından hiç hoşlanmamıştı.
"Hayır, daha fazla onların elinde olmasına izin veremem, hem geri vermeye niyetim olsaydı en baştan bu riske girmezdim, ben belki hayatımı ortaya koyuyuroum ama daha bir çoklarını kurtarıyorum, anlıyor musun?"
"İstedikleri sen değilsin! En azından kendine zaman kazandırmak için ver, onları gevşetir, hemen peşine düşmezler!"
"Özür dilerim ama istesen de sana veremem çünkü artık bende değil."
"Nasıl olur! Nerede peki? Yerini söyle bana!"
"Hâlâ aynı yerde olduğundan emin değilim, gitsen de bulamazsın en son Mavi Işık Bistro'da bıraktım ama artık orada olmadığına adım gibi eminim."
"Sen, bir polise mi teslim ettin?"
"Hayır, onlara teslim etmenin de ne kadar anlamsız olduğunun farkındayım şekerim. O yüzden bize göre 'hiçkimse' olan birinde durmasının daha güvenli olacağına karar verdim."
"Madem gemileri yaktın, izin ver ben de seninle geleyim, seni korurum beraber kaçarız..." Esmer gencin sözünü kesti kız;
"Hayır tatlım, gelmemelisin en azından şimdi değil hem bana yardımcı olmak istiyorsan burada kalıp onları yanlış bilgilerle yönlendirerek bana zaman kazandırabilirsin. Burada dedikoduların nasıl çıktığını en iyi sen bilirsin."
Esmer genc her teklifinde daha üste çıkmaya çalışıyordu ama artık söyleyecek sözü kalmamıştı, kabullenircesine başını salladı.

Kahramanımız bu adamın esas amacının kızı korumak olmadığını düşünmeye başlamıştı. Esas istediğinin 'emanet' diye bahsettikleri şey olduğuna o kadar emindi ki. Ama neydi bu emanet? Bu genç adamı bu kadar düşündürecek, elde etmeyi bu kadar arzulayacağı şey ne olabilirdi. Yoksa gerçekten kızı mı düşünüyordu, kız bu gence güveniyordu kaldı ki onların dünyasında herkese güveneck bir tip olmadığı da ortadaydı. Parçalar bir türlü yerine oturmuyordu. Tüm bunları düşünürken eli cebine gitti, orada sert bir şey vardı, daha önce orada olmayan bir şey.
"Yoksa." diye düşündü, şöylece bir yokladı sonra diğerlerine belli etmeden baktı cebine. Evet, bu oydu, kızın dün akşam elinde O'ndan gizlediği defter. İçi bomboştu, sadece ilk sayfasında 'Bulunduğunda lütfen teslim edin' ibaresinin karşısında bir adres vardı o kadar. Peki bu defterin cebinde ne işi vardı? Yoksa genç kızın o üç mafya bozuntusuna bahsettiği adam kendisi miydi? Neydi bu defter? Eğer o kadar önemliyse o apartmana üstünde bu defterle girmesine nasıl izin verdi? Derken esmer genç düşüncelerinin arasına girdi;

"En azından şu telefonu al yanına." cebinden çıkardığı bir telefonu uzattı kıza "İçindeki temiz bir hattır, dinlenmez takip edilmez, aynı zamanda sadece tek bir numara kayıtlı rehberinde, o telefon da bende ki onun hattı da aynı şekilde güvenli."
Kız şöylece bir baktı telefonlara, çocuğun uzattığını aldı palto cebine koydu. Orada vedalaşıp yollarını ayırdılar.

Kahramanımız ve genç kız muhitten iyice uzaklaştıklarında kız cebindeki telefonu çıkardı, kayıtlı olan o tek numarayı bir kağıda yazdı ve telefonu o sırada durakta yolcu almakta olan bir otobüsün tamponuna sıkıştırdı. Hiç bozuntuya vermeden yoluna devam ederek;
"Annem beni küçükken yabancılardan bir şey almama konusunda çok sıkı eğitti ayrıca en kısa zamanda çantadan da kurtulmamız gerekiyor." dedi

Kahramanımızın içinde takip edildiklerine dair kuvvetli bir his doğdu.

1- Takip edildiğiniz konusunda kızı uyar. Kalabalık bir yerde izinizi kaybettirin, çantadan orada kurtulun.
2- Kızı uyar, daha ıssız bir yere gidin, takip eden kişi/kişilere karşı tuzak kurun.
3- Kıza bir şey belli edip paniklemesine neden olma, kıza hissettirmeden takip edenleri tespit etmeye çalış

http://www.easypolls.net/poll.html?p=51463dabe4b0b3dfeaf57c72
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

ya bir yerden kesmem gerekiyordu, yine ayı gibi uzun yazmıştım :P

hemen oylayın bu akşam olmasa da yarın yeni bölüm yayınlayayım, bu akşam teatrom var 9 da bitecek çalışma eve gidişim 10 olur sonra halim kalırsa yazarım devamını, hoş her 3 seçenek için ne olacğaıunı biliyorum da kaleme kağıda dökemedim henüz
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Takip ediliyor olmaktan ziyade daha çok kimin takip etttiğini bilmiyor olmak kahramanımızı germeye başlamıştı. Bir kaç sene öncesine kadar burada yaşıyordu ve geçmişinde sürtüşme yaşadığı biri de olabilirdi yada onu tanımaya çalışan biri, bunlardan emin değildi ama takip edildiğini biliyordu. İlk başta genç kızı uyarmak istemedi, sonrasında işin sarpa saracağını da öngörebiliyordu.

"Sana bir şey söyleyeceğim, sakın panik yapma."
"Takip ediliyoruz." kız o kadar kesin şekilde söylemişti ki kahramanımızın sadece sözünü değil düşüncelerini bile kesmişti, kimin takip ettiğini sorgulayan süreç bir anda silinmiş yerine takip edeni altetmeye odaklanmış bir zihin yapısı gelmişti.
"Demek sen de hissettin."
"Mesleğin getirdikleriyle eğitilmiş bir yetenek diyelim."
"Peki ne yapacağız?"
"Avlanmayı sever misin?"

Önce kendilerini unutturmaları gerekiyordu, takip edenler için hiç bir şeyden habersiz iki yolcudan başka bir şey olmamalıydılar. Yavaşça insanların daha seyrek olduğu yerlere yöneldiler en nihayetinde eski bir pasajda karar kıldılar. Burası o kadar eksi bir pasajdı ki bugün faal olan az sayıda dükkan da gün içinde ya geç açılır yada hiç açılmazdı, geriye kalan dükkanlar da genelde müşterilere giden ustaların atölyeleri veya depo olarak kullanılıyordu, yakın zamanda yıkılıp yerine daha yeni bir yer yapılacağı için pasajın sahipleri de mekanı metruk denilecek kadar bakımsız bırakmışlardı. Her ikisi de burayı tanıyorlardı, avlarını beklemek için iyi bir yerdi. Yolda gelirken konuştukları gibi yerlerine geçtiler. Avlarının gelmesi an meselesiydi artık.

Kahramanımızın kalbi yerinde çıkacak gibiydi kendini telkin etmek için resmen paralanıyordu;
"Ayı yok, ayı yok, ayı yok!"
Oradan bulduğu kalınca oduna sıkı sıkıya sarılmıştı, kız az ötede kendi çantasında daimi olarak taşıdığı elektro şok aletini kavramış şekilde mücadeleye hazırdı.

Az sonra birinin geldiğini duydular, kısa ama sık adımlardı bunlar. Avare, kayıtsız, dikkatsiz adımlar. Adımların sahibi pasajın iç avlusuna girmişti ama etrafı gelenin yüzünü göremeyecek kadar karanlıktı, arkasından gelen başkasının olmadığını emin olunca kahramanımız saklandığı yerden haykırarak fırladı. Gözü dönmüşcesine savutrdu sopasını ama hedefi hızlıydı, sadece eğilerek sopa darbesinden kurtulmadı üstüne bir de çocuk sesiyle okkalı bir küfür savurdu;
"Çüş, oha! Abi sen elindekine bi dikkat etsene mitrasını dukaladığımın!"
Bu sözlerin sahibi on-onbir yaşında bir veletten başkası değildi, üstüne bol gelen ceketin kolları ellerini örtüyordu, yüzü kirliydi, şimdi göt üstü yere oturmuş tek elini hava tutarak gelecek ikinci darbeyi savunmaya hazır bekliyordu. Kahramanıız gördüğü karşısında afallamıştı, kafası karıştı, çocuğun arkasında, az ötede duran genç kıza baktı. O'nun yüzünde de aynı olanlara anlam veremeyen ifade vardı.

"Ne yapıyorsun lan sen burada?"
"Sanane, anam mısın babam mısın? istediğim yere istediğim gibi giderim sana mı sorucam lan ibiş!"
"Sen ne diyorsun? Ağzını topla velet!"
"Siktir lan!"
"İt horozuna bak sen, gel buraya!"
Çocuk kaçmaya başladı, doğrudan geldiği yöne doğru klaçıyordu ve arkasında kahramanımız, çocuk gerçekten hızlıydı, sokakta dövüşmekten önce kaçmayı öğrenirlerdi ve belli ki bu çocuk iyi bir öğrenciydi. Çocuğu kapıya kadar takip etti ta ki yolu O'na doğru çevrilmiş bir silahın namlusuyla karşı karşıya gelene kadar. Namluyu suratının ortasına doğrultan oldukça paspal giyinmişti, kendisine bol gelen ikinci el pantolonu ve sırtında yazılı eşofman üstüyle her halinden mafyanın muhbirlik, getir götür gibi ayak işlerine koşturulan gençlerden olduğu belliydi. Henüz yeni terlemekte olan mağrur simitçi bıyığının altına pis bir sırıtma yerleşmişti. Arkasında yine Onun yaşlarında tipsizlikten yıkılmak üzere olan başka bir genç daha vardı, kovaladığı veledi ceketinden yakalamış gitmesine izin vermiyordu. Elinde çelik erkekliğini tutan terli bıyık onuşmaya başladı;
"Bakın kuşlar bize ne getirmiş, o sopayı kenara at da bir kaza çıkmasın." kahramanımız mecbur dediğini yaptı ve sopayı az öteye attı. "Yanında bir de kadın vardı, söyle o da gelsin buraya yoksa üçüncü bir burun deliğiyle hayatına devam edersin, üçüncü burun deliği..." tipsiz arkadaşına döndü "Komik değil mi lan, şimdi buldum." tipsiz ortağının onaylayan hırıldığı garip kahkahasına O da oldukça yavan bir kahkahayla eşlik etti.
"Piçi bırak, siktirsin gitsin onunla işimiz kalmadı, şimdilik."
Tipsiz genç, veledi salınca çocuk bu serserilere mahallesindeki abilerinden bahseden ve onları abilerine nasıl dövdüreceğine dair tehditlerle küfürler eşliğinde son sürat gözden kayboldu.
Terli bıyık tekrar sözü aldı;
"Şimdi, kızı buraya çağır da bizi daha fazla bekletme."
"Çağırmazsam ne olur?"
Terli bıyık bu soruya tabancanın horozunu kaldırarak cevap verdi, yüzündeki gülümseme azalmıştı, gözlerinde sabırsızlığın verdiği rahatsızlığı görebiliyordu.
"Acele et." dedi terli bıyık.
Kahramanıızın seslenmesine gerek kalmadan genç kız avludan çıktı. Pardesüsünün önünü ve döpiyesinin de üstten iki düğmesini açmıştı, kıymetli hazinelerini sütyenin bir kısmıyla beraber görülecek kadar ortadaydı, tek eli pardesüsünün cebindeydi. Açıkta kalan eliyle saçlarını topladığı turkuaz şalını çözdü, kusursuz güzel kızıl saçları omuzlarından kusursuz göğüslerine döküldü. Gördükleri görüntü karşısında üç erkeğin de suratına şapşal bir ifade yerleşmişti.

"Ne oldu sevgilim? Ne istiyor bu çocuklar?" saçlarını savurarak havalı bir yürüyüşle şimdi onlara doğru yaklaşıyordu. Attığı her adımda insanın içi erirdi, havada yürüyor olduğuna her üçü de yemin edebilirdi. "Bizimle ne alıp veremedikleri varmış?" diye sorarak kahramanımızı uyandırdı.
Kahramanımız terli bıyığın silah tutan elini biraz aşağıya indirdiğini gördü ama hâlâ namlu kendisini gösteriyordu en azından artık suratına doğrultulmamıştı.
Terli bıyık da tipsiz genç de gözlerini kızdan alamıyorlardı;
"Bahsettikleri o dilber sensin demek ki." dedi terli bıyık. "Olum lan, bu sefer voliyi vurduk galiba, bu O olmalı, bizi ayak işlerinden kurtaracak olan işte bu."
"İyi de ya o değilse?" diye soracak oldu tipsiz."
"Tabii ki de o, herifi güvenli evden çıkarken görmedik mi? Bu karıyla buluşmadı mı?"
"Çıktı da tek başına da çıkmadı abi, Yusuf denilen yavşak da vardı yanında. Karının eskort olmadığı ne malum?"
"O zaman mekandan uzarız be koçum, yanlış karıyı getirdik diye peşimize düşecek halleri yok ya, hem herife de gerek yok sadece karıyı götürmemiz yeterli."

Çocuklar ne bulduklarından hâlâ emin değillerdi bu kahramanımız için bir şans olabilirdi.

1- Çocukları aradıkları kızın O olmadığına ikna etmeye çalış
2- Terli bıyığın elinden silahı almaya çalış
3- Kızın bir planı olabilir, önce onun ne yapacağını bekle ve gör

http://www.easypolls.net/poll.html?p=514ccd8ae4b090005f2ce514
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

bu seferki çok uzun kaldı o yüzden spoya alalım artık tekerleri bozmayalım.


Dikkatlerinin dağılmasını fırsat bilerek terli bıyığın elindeki silaha atıldı, bu ani hareket karşısında panikleyen genç tetiğe bastı. Genç kız “Hayır!” diye bağırdı. Az önceki havalı kızdan geriye bir şey kalmamıştı, hâlâ ayakta olan kahramanımızın yanına koştu.

“Vurdun lan adamı!” diye bağırdı.
“Herif üstüme atladı, vurmak istememiştim!”

Kahramanımız sol kolunu tutarak dizlerinin üstüne çöktü, kız da yanına ilişti;

“Engin!”
“Bir şeyim yok, sanırım.” kolunu kontrol etti, kurşun kötü şekilde de olsa sadece sıyırmıştı. “Ama inanılmaz yanıyor.”
“Bir dahakine sıyırmayacağına emin olabilirsin çapsız kahraman.” terli bıyığın yüzüne o yavşak sırıtış yeniden yerleşmişti, şimdi rakibi yerde acıyla kıvranıyordu, silahın elinde olmasının verdiği özgüvenle sesi daha yüksek çıkıyordu. “Kız bizimle gelecek, karşılığında canını bağışlıyorum sakın bi kahramanlık daha yapmaya kalkma bu sefer şansın yaver gitmez.”

Kahramanımızla genç kız bakıştılar, genç kız yavaşça ayağa kalktı tekrar, pardesüsünün önün kapadı, kollarını önünde kavuşturdu;
“Beni merak etme, kendini kurtar, başımın çaresine bakarım.”
“N'apıyorsun? Hayır.”
“Başka şansımız var mı sence?”

Sinirinden dişlerini sıkıyordu, gerçekten yapabileceği bir şey yoktu, hayatı boyunca hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti, iki çapulcuya kaybetmeyi kendine yediremiyordu. “Böyle bitemez.” dedi içinden “Böyle bitmesine izin veremem.”

Terli bıyığın arkasından gelen gürültüyle dikkatleri tipsiz ortağının olduğu yere çekildi. Tipsiz, nereden geldiği belli olmayan birinden son derece disiplinli hareketlerle temiz bir dayak yiyordu ve sonunda boylu boyunca yere serildi. Tipsizi yere yığan kişi eşofmanın kuuletasını geriye çektiğinde bu kişinin teyze kızı olduğunu gördüler. Kahramanımızın ağzında “Mel?” haricinde başka bir şey çıkmadı.

“S-sen de kimsin, n'apıyorsun? N'oluyor lan burada?”
“Kambersiz düğün mü olurmuş?” kahramanımıza göz kırptı. “Geçerken uğradım diyelim “Hepsini kendine mi alacğaını sanıyordun? Ha?”
“Ne diyorsun be?”
“Ortağın şuursuz yerde yattığına göre şimdi yen ibir ortağa ihtiyacın var değil mi?” yavaşça terli bıyığa yaklaşıyordu.
“Gelme, gelme diyorum!”
“Sence bu yaptığın bencilllik değil mi?”
“Sadece kız lazım bana, O'nu da tek başıma götürebilirim, bana da daha çok pay kalır!”
“Peki ya ben de payın tamamını istiyorsam?”
“Gelme dedim, bu sliahı daha önce de kullandım şidmi de kullanırım! Gelme!”

Terli bıyık kahramanımız ve genç kızdan tamaen kopmuştu, bütün dikkati teyze kızındaydı şimdi;

“Peki ne bekliyorsun, hadi, harekete geçsene.”
“Bana bak kadın, yemin ediyorum vururm seni, vurduktan sonra arkama bakmam bile anlıyor musun, ben böyle biriyim, anliyor musun?” sinirden sesi titriyordu, gülmeye çalıştı, o çabaladıkça elindeki silah da tiriyordu.
“Seninle konuştuğumu da nereden çıkardın?”

Tam o anda genç kız terli bıyığın silah tutan elini itti ve cebinden çıkardığı şok aletini boynuna dayayıp verdi elektriği. Silah yine ateş aldı ama bu sefer hedefinden çok alakasız bir yere doğrulmuşken. Terli bıyık tipsiz ortağı gibi yere yığılmıştı.

Az önce dimdik duran teyze kızı şimdi iki elini dizlerine dayayarak eğilmişti, hızlı nefes alıp veriyordu, genç kız bağırdı;

“Mel!”

Tek elini kaldırdı teyze kızı;

“Ben iyiyim, hiç bu kadar heyecanlanmamıştım, bi dakka, nefes alayım.”

Teyze kızının iyi olduğunu gören genç kız kahramanımıza koştu, yarasını incelemeye başladı, nefesi düzene giren teyze kız yeniden doğruldu;

“Ne yapıyorsunuz siz? Kim bunlar? Gündüz vakti yol mu kesilirmiş? Bana en acilinden bir açıklama borçlusunuz.” uzaktan polis sirenlerini duydular, “Hah iyi, polis de geliyor, güvendeyiz artık.”
“Değiliz.” diye itiraz etti kahramanımız, “Söz veriyorum, şu kolumu adam edelim sana herşeyi anlatacağım ama hemen gitmemiz gerek. İçeride, avluda ufak bir spor çanta var girince görürsün, onu al da hemen buradan uzayalım.”
“Nasıl yani?”
“Ne diyorsam onu yap.”
Bu sırada genç kız kahramanımızn kanamasını durdurmak için şalını koluna sarmıştı, kanama durmuştu ama turkuaz şalı savaşta düşmüş bir sancak gibi kırmızıya boyanmıştı. Teyze kızı da çantayı getirince yerdeki silahı alıp, serserileri son bir kez şoklayı beraber olay yerinden uzaklaştılar. Ara sokaklardan ana caddeye çıkıp kalabalığa karıştılar, kahramanımız yaralı kolunu ceketiyle saklıyordu. Spor çantadaki eşyaları aldıktan sonra çantadan da kurtulup eve yöneldiler. Bu şekilde eve vardıklarında önce kahramanımızın yarasına pansuman yaptılar, gerçekten şanslıydı, yarası düşündükleri kadar kötü değildi ama yine de kolunu rahat hareket ettiremiyordu.

Teyze kızına dün akşamdan beri olanı biteni anlattılar ama bu anlatılanlar teyze kızını tatmin etmişe benzemiyordu;

“Peki onlar için bu kadar önemli olan şey ne ki? Daha önemlisi madem sende değil, nerede? Hayır polise de gidemem diyorsun ama o ikisi ayıldıklarında bülbül gibi şakıyacaklar muhtemelende polisten önce o adamlar seni bulacak. Hatta şu evdeki arkadaşın, neydi? Yusuf, O'nu da konuşturacaklar, anladığım kadarıyla kuzenim olacak bu işten bir şekilde kurtuluyor ama sen? Sen ne yapacaksın?”
“Bilmiyorum... Bilmiyorum.” ağlamaya başladı. Şimdi iki kuzen ağlayan bu kız karşısında ne yapcaklarını bilemez bir şekilde boş boş bakıyorlardı. Kahramanımız söze girdi.
“Bütün polis teşkilatına mı sızmış durumdalar? Satın almadıkları bir adam bulamaz mıyız?”
“Yok, hepsini satın alamadılar, en azından satın alamadıkları komiserler hakkında şikayet ederlerken duymuştum ama o polislerin de kaç kişi olduklarını ne kadar nüfuzlu olduklarını bilemiyorum.”
“Şikayet ettiklerine göre belşirli noktalarda etkili olamları lazım değil mi?”
“Evet, sanırım.”

Kahramanımız düşünüyordu;
“Peki ben birini tanıyorum desem? Satın alamayacakları birini.”
“N-nasıl?”
Teyze kızı girdi lafa;
“A-aa sevgilinin ne iş yaptığını bilmiyorsun sanırsam, ne de iyi bir çiftmişiniz siz.” sesindeki alaycı tonu gizleme ihtiyacı duymuyordu “Beyefendi gayrı resmi olarak da olsa bir çok davada bilgi toplanması için polis teşkilatına az yardım etmedi, hoş genelde zengin kadınların, adamların sadakatsiz eşlerini takip etmek olsun, kayıp kişileri bulmak ve benzeri davalara bakmak kendisinin uzmanlık alanı ama her ne hikmetse şu komiser tarafından pek bir seviliyor, Komiser Kemal miydi?”
“Evet.” diye cevapladı kahramanımız.
“Yani sen, şimdi, dedektif misin?” genç kız karşılaştığı durum karşısında son derece şaşkındı.
“Özel dedektif, orduda orta düzey istihbarattaydım, komutanlardan birinin yolsuzluğunu ortaya çıkarmak üzereyken apartopar başkasının suçunu üstüme attılar, suçsuzluğumu kanıtlayamayınca ordudan ayrılmam yönünde ceza verdiler. Daha önce beraber çalıştığım emekli bir albay ordudan ayrıldığımı öğrenince yeteneklerimden istifade etmek istediğini söyleyerek kendisiyle çalışmamı teklif etmişti. Böylece özel dedektiflik bürosunda işe başlamıştım. Bir gün gelen kayıp davalardan biri cinayet çıkmıştı, bu süreçte polisle beraber gayrı resmi olarak çalıştım işte Kemal Komiserle de o davada tanıştık. Daha sonraki dönemlerde başka davalarda çeşitli bilgi toplama ve sanık sorgulama konularında kendisine yardım ettim. Daha önce söylememiş olduğum için özür dilerim. Dün akşam oraya kendisiyle buluşmaya gittiğim arkadaşım da başka bir polisti.”
“Az daha... Az daha bir polise veriyordum yani.”
Teyze kızı araya girdi;
“Neyi? Neyi veriyordun?”
“Sanırsam ne olduğunu biliyorum.” dedi kahramanımız. Şimdi her iki kız da kahramanımıza dönmüşlerdi.
“Ceketimin sol cebinde olduğunu düşünüyorsun ama değil, sol iç cebine bak.” dedi genç kıza.

Genç kız yerinden kalkıp aceleyle ceketin yanına gitti, kırmızı kaplı küçük defteri kahramanımızn dediği gibi ceketin sol iç cebinden çıkardı, getirp masanın üstüne koydu.

“Defter mi?” dedi teyze kızı ve defter alıp incelemeye başladı. “Ama bu boş? Neyini istiyorlar ki?”
“Defteri değil, kapağın astarında ne varsa onu.” diye cevap verdi kahramnımız. “İlk sayfadaki adresle ilgili bir yorumum yok henüz ama onunda aslında bir adres olmadığını düşünüyorum.”

Genç kız sessizliğini koruyordu. Defteri eline aldı;

“Onların eline geçmemeli ama kime vermeliyim bilemiyorum, o ana kadar sen hiç tanımadığım biriydin, hiç kimseydin. Ne adını biliyordum ne de nerede yaşadığını, alelade bir adamdın sadece, sorduklarında da alacakları cevap sadece bu olacaktı.” başı öne düştü “Ama artık öyle değil, kedimle beraber seni de bu işin içine çektim, özür dilerim.”
“Daha önce de söylediğim gibi, özür dilenecek bir şey yok. Hayatın boyunca sadece benim gibi biriyle karşılaşmamıştın ama şimdi durum farklı ve belki de iyi ki benimle karşılaştın.” kızın elinden defteri aldı “Şimdi bizi bu kadar uğraştıran şeyin ne olduğunu bulalım.”

Defterin astarını usturuplu şekilde yırttı, içinden çıkan şey ucunda çip olan düz beyaz bir karttı sadece.

“Anahtar.” dedi genç kız.
“Anahtar derken?” diye sordu teyze kızı.
“Bunun, tabii benim şu ana kadar bildiğim kadarıyla, defterin bir anahtar olduğunu söylüyorlardı. Dediklerine göre bu anahtarla şehirdeki her türlü bilgiye erişebilecek, her şeyi kontrol edebileceklerdi. Ben emanetçiydim, dün akşam seninle karşılaştığımda aslında çoktan bunu teslim etmiş olamm gerekiyordu. Yapamadım, insanlara daha fazla zarar vermelerine göz yumamazdım o yüzden ulusal güvenliğin muhbirlerle görüşme mekanı olarak kullandıklarından gözetim altında tuttuklarını bildiğim o kafeye kaçtım. Ben içerideyken bir şey yapmaya cesaret edemezlerdi ama sonrası için bir planım yoktu. Sonra sen geldin, hiç bir yerden gelen hiç kimse, alelade adam.”
“Artık bunun bir önemi yok, beraber girdiysek bu işe beraber çıkacağız. Ama şimdi ne yapmamız gerektiğine karar vermemiz gerekiyor. Komiserle görüşmeliyiz, dürüstlüğüne güvenebileceğimiz tek adam o, bana güvenin. En kötü ihtimalle bizi başka bir yere yönlendirebilir belki de bu işin altından çok daha büyük bir şey çıkar.” dedi kahramanımız.
“Bundan o kadar emin olamayız, hem O olmasa bile O'nun yönlendişreceği kişiye ne kadar güvenebiliriz ki? Elimizde fırsat varken şehri terketmeli ve kartı bir şekilde ulusal güvenliğin genel merkezine götürmeliyiz.” diye itiraz etti genç kız.
Teyze kızı lafa girdi;
“Madem bu kadar tehlikeli bir şey bu ve kimseye güvenmiyorsunuz, kartı burada imha edelim iki sıkımlık canbı var nasıl olsa, sonra artık komiserle mi görüşürsünüz ulusal güvenliğe mi kapağı atarsınız bilemem. Tabii böylece kartın içinde ne olduğunu da bir daha öğrenme şansınız kalmaz benden söylemesi.”




1- Kartı orada imha edin, daha sonra yetkli bir mercii ile görüşün
2- Komiser Kemal'le görüşün
3- şehri terkedip doğrudan ulusal güvenliğe ulaşmaya çalışın

http://www.easypolls.net/poll.html?p=514f7cd2e4b090005f2ce776
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 4 hafta sonra ...
Acaip bir yere gitmeye başladı konu, Polgara'nın yüksek ısrarları ve üşengeçlikten kurtulmamın da etkisi var.

umarım karar verme yerini iyi ayarlamışımdır en çok o kısım zorluyor açıkcası eheh nerede kesmeli nereden devam ettirmeli


“Hayır, elbette kartı imha etmemeliyiz en azından içinde ne olduğunu öğrenene kadar. Kime güveneceğimizi dahi bilmiyorken şehirde geçirdiğimiz her saatte aleyhimize işliyor hem. Evet en iyisi Aylin'in de dediği gibi olabilecek en üst makama ulaşmak olacak. Burada bekleyinceye kadar ulusal güvenliğe ulaşmamız daha mantıklı, hava yolunu kullanamasak bile onlar şehirden ayrıldığımızı anlayana kadar araya epey mesafe koymuş oluruz. Tek sorun şimdi vasıta bulmakta. En acilinden araç kiralamak lazım.”
“Sorun değil, hem de elimde hali hazırda boiş bir araba varken.” diye söze girdi teyze kızı, “Üniversiteden bir arkadaşım, ailesinin yanına gitti ara tatilde arabayı da burada bana emanet bıraktı, bize sadece benzini atıp yola düşmek kalıyor.”
“İşte bu, sonunda güzel haberler de alıyoruz.”

Spor çantasından çıkanlara tekrar baktılar, yüklü miktarda yabancı para, tek kişi için önceden hazırlanmış fotoğrafsız bir pasaport, genç kızın terli bıyık üstünde kullandığı şoklama cihazı ve ön ödemeli telefon hattı. Acil bir durumda bölgeden kısa sürede uzaklaşmak için hazırlanmış bir çantaydı bu ve genelde sorgulamadan kaçırmak istedikleri kilit üyeler için kullanılıyordu bazen de rüşvet verilerek susturulan tanıklar için, bir nevi teşkilatın sanık koruma programı. Teyze kızı arabayı getirdiğinde gece yarısına bir saat vardı, O gelene kadar diğer hazırlıkları yapmışlar geriye sadece yola çıkmak kalmıştı. Kahramanımız ayrıca yanına kilit altında tuttuğu dokuz milimetrelik Kırıkale'sini de almıştı, poligon dışında veya temizleme haricinde neredeyse hiç kullanmamıştı ve kullanmamayı diliyordu.

Direksiyona geçerken;

“Hiç durmadan ilerlersek sabahın ilk saatlerinde orada oluruz, işimizi bitirir kahvaltımızı eder döneriz” dedi teyze kızı, sesi sanki pikniğe gidiyormuşcasına rahattı ama O'nun bu rahatlığı genç kızı ve kahramanımızı daha çok geriyordu. Yapacak başka bir şey yoktu, şimdi geriye sadece önlerinde uzanan yolu bitirmek kalmıştı. Teyze kızı direksiyonda ve genç kızla kahramanımız arka koltukta, radyoda çalan neşeli şarkı eşliğinde ön görülemeyen bir geleceğe doğru ilerlemeye başladılar.

Yolculukları devam ediyordu ama ağızlarını resmen bıçak açmıyordu, sessizliği hafif çalan radyo ve ona eşlik eden teyze kızının sesi bozuyordu sadece, bu durum şehrin ışıklarını geride bırakıp şehirler arası yola çıkana kadar devam etti. Herhangi bir şekilde takip edilmediklerine emin olduktan sonra kahramanımız derin bir nefes aldı, sebinde hazırda tuttuğu tabancanın horozunu indirip emniyetini kapattı. Yola çıktıklarından beri etrafa dikkat etmekten genç kızın yaslandığı omzunda uykuya daldığını farketmemişti bile. Kız yavaş nefes alıp veriyordu, yüzünde garip bir ifade vardı ve bunun huzur olamdığı çok belliydi, pişmanlık olabilir miydi? Belki. Kahramanımız, genç kızın rujsuz kalan dudaklarının renginin ve doldunluğunun daha güzel olduğunu düşümeye başlamıştı, saçının ne güzel koktuğunu ve makyajsız teninin ne kadar pürüzsüz olduğunu farketmeye başlamıştı. Genç kızı hiç bu kadar yakından inceleme fırsatı bulamamıştı, aynı zamanda makyajsız halini de ilk kez görüyordu. Maskara kullanmasına bile gerek yokmuş aslında, ok kirpikleri hedeflerine varmak istercesine uzuyorlardı badem gözlerini kaplayan göz kapaklarından, ve alştında göz bebekleri oynuyordu bleirli belirsiz, rüya görmekte olduğu muhakkak. Boşta kalan elini kaldırıp genç kızı uyandırmadan yüzünde gezdirdi, ipek gibiydi teni, dudakları biraz kurumuş. İşaret parmağına bir tutam saçını doladı, yol aydınlatmalarının gidip gelen ışıkları altında koyu kızıl parlayan saçları tel teldi ve aralarından akarcasına geçiyordu parmakları. “Bu kadar güzel bir kız, bütün bunları yaşamayı hakedecek ne yapmış olabilir ki?” diye sordu kendine. Gözlerini O'ndan alamıyordu ama aniden izlendiğini hissederek bakışlarını kızın suratından ayırdı ve işte tam o anda dikiz aynasından onları seyretmekte olan teyze kızının gözleriyle karşılaştı. Radyo artık çalmıyordu, onun yerine kısık bir parazit sesi vardı, teyze kızının ıslığı da terketmişti ortamı. Gözleri kahramanımızın gözleriyle buluşunca teyze kızı hemen yola çevirdi bakışlarını. Tek bir söz dahi etmediler, radyo parazit yapmaya devam ediyordu. Artık ortamda takip edilmenin gerginliğinin yerini başka bir huzursuzluk almıştı ama kahramanımız daha ne olduğunu çözemiyordu. Genç kızla karşılaştıkları anda şimdiye kadar olan süreci düşünüp değerlendiriyordu, aniden aklına atladığı bir ayrıntı geliverdi;

“Sahi Mel, senin bugün orada ne işin vardı?” teyze kızının soruyu duyduğu anda irkildiğini farketti, ısrarla sorusuna devam ediyordu “Dojoya gideceğini döylemiştin, pek de şans eseri karşılaşabileceğimiz bir yer de değil hani orası.” teyze kızı sessizliğini koruyordu, kahramanımız tekrar konuşacak oldu teyze kızı girdi söze;
“Önemli bir şey değildi, sadece dojodaki senseilerden birinin ricasını yerine getiriyordum, o taraflarda birine uğramam gerekti dönerken de eski muhitimize uğramak istedim sadece. Sonra sizi gördüm zaten.” kahramanımız bu cevaptan tatmin olmamıştı çok önemli bir şey olmadığını hissediyordu ama yine de bir yerden bu durum rahatsızlık veriyordu, sanki yapmaması gereken bir şeyi yapmış gibi hissediyordu, sorun kuzeniyle değil de kendisiyle alakalıymış gibi.

“Aman bu ne yaa yol boyu parazit mi dinlenir!” diye kendine geldi teyze kızı, cd çaları açtı, çalmaya başlayan müzik eğlenceli ve o günlerde popüler olan bir şarkıydı, bir yandan elleriyle direksiyon simidine vurarak tempo tutarken bir yandan da şarkının sözlerine eşlik etmeye başladı. Az önceki o soğuk konuşmayı yapmış olan teyze kızından geriye bir şey kalmamıştı. Gürültüye bu sefer genç kız da uyandı, nereye sızmış olduğunu farkedince alel acele toplandı koltuğun öte tarafına kaçtı.

“Günaydın.” dedi kahramanımız.
“Rahatsız etmedim umarım.” genç kızın sesindeki utanç duygusu kahramanımıza çok sevimli gelmişti, kızı biraz daha rahatsız etmeye karar verdi.
“Sen ne güzel sızdın öyle, top patlsa uyanmaz uykusundaymış gibi. Rüya da görmüşsündür sen şimdi.”
“R-rüya mı? Ne alakası var canım, içim geçmiş hem zor bir gün geçirdik değil mi.” genç kızın yüzü kızarmaya başlamış, yavaşça cama doğru dönmüştü, dışarıya bakıyordu şimdi. “Hem, sen de yorulmadın mı? Kan da kaybettin, yaran nasıl?”
“Ben oldukça iyiyim, ağrı kesicinin etkisi devam ediyor. Şu kadarcık yarayla ölmem herhalde...”
“Ağzından yel alsın, öyle denir mi'!” diye hiddetle dönüp sözünü kesti, “Tamam, bunu konuşmayalım.” Söze bu sefer de teyze kızı karıştı;
“Beyimiz çocukken ağaç tepelerinde dolanırdı, her inişi aslında bir düşüştü ama inat gibi her seferinde daha yükseğe çıkmayı başardı. Çınardan düştüğün günü hatırlıyor musun?”
“Nasıl unutabilirim ki, kaburga kırığıyla o gün tanıştık.”
“Aşağı varana kadar dört dala çarptı da anca yavaşladı, olan kaburgasına oldu da canını kurtardı.”
“Annem ne köpürmüştü, sen de ne korkmuştun, 'Ölme Engin ölme!' diye yırtınıyordun.”
“Bayıldığını nerden bilebilirdim ki, şapşal. Hep böyle şanslıydın sen, her şerde bir hayır vardır sözü resmen senin için söylenmniş. O kaburgayı kırmasaydın baban hastaneye yanına gelmek yerine o tren kazasına karışacaktı belki de ölenlerden, sakat kalanlardan biri de o olacaktı. İşte Engin'in hayatı, bir kere karşılaştın mı şans yakanı bırakmaz.”
“O kadar da değil canım hele ki içinde bulunduğumuz son durumu düşünecek olursak...”
“Aylin'i tanımamış olacaktın.” Sesi son derece ciddiydi teyze kızının, yine neşeli halinden geriye bir şey kalmamıştı. Çalan müzik haricinde başka ses yoktu yine, kahramanımız sessizliği bozacak oldu tam o sırada b,r uğultu koptu, arabanın içi sallanmaya, salantıdan ötürü de cd çalar kesik kesik çalmaya başlamıştı. Daha ne olduğunu anlayamadan tavana bir şeyin oturduğunu duydular, tavandan gelen tok sesin ardından araç havalanmaya başladı, teyze kızı panikle gazı köklüyordu ama bu bir işe yaramıyordu. Bu yükseliş; karanlık, kutu gibi bir yere girene kadar devam etti ve kapanan bir kapak sesinin ardından geriye boğuklaşan uğultu kalmıştı. Araba yine sabit bir yere inmişti, artık havada süzülmüyordu, teyze kızı kontağı çevirdi ama motordan Hiçbir hareket gelmedi. Kapana kısılmış, bekliyorlardı. Aniden etraftan, içinde bulundukları araca doğrultulmuş parlak, spot ışıklar yandı. Bu spotların gerisinde hayal meyal onlara doğrultulmuş namlular ve bir takım adamlar gördüler. Aracın önüne doğru biri geldi, arkadan gelen spotlar yüzünden görüş alanı net değildi.

“Araçtan çıkın.” dedi robotik bir ses, yankı yapmasından depo gibi geniş bir yerde olduklarını tahmin edebiliyordu. Eli belindeki çakaralmaza seyirtti, teyze kızı da terli bıyıktan aldıkları silaha uzanıyordu.
“Yapmayın.” dedi genç kız sakince, “Şimdi değil, asıl istedikleri benim.”
“Ne demek istiyorsun?” dedi kahramanımız.
“İstedikleri benim.” kapıyı açmaya yeltenirken kahramanımız elini tuttu;
“Hayır, buraya kadar beraber geldiysek, bundan sonrasına da beraber devam edeceğiz.”

Arabadan çıkmaları için ikinci uyarı da geldiğinde hep beraber arabadan indiler, üçü de aracın aynı tarafındaydılar, ön taraftan belli belirsiz biri yaklaşmaya başlamıştı, ortam ışığına gözleri alışan kahramanımız hızlıca etrafa bakındı; araba sağ taraflarında kalıyordu, solda siper olarak kullanabilecekleri kutular ve arka taraflarında da bir kapı vardı, kapının hayal meyal açık olduğunu görüyordu ama henüz tam emin olamıyordu.



1- bir şey yapmasınlar, yaklaşmata olan kişiyi beklesinler
2- Yaklaşmakta olan kişiyi rehin alıp kutuların arkasına geçsinler, pazarlık şansları olur
3- olay çıkar, arada hengamede arabayı siper olarak kullanıp arka kapıyı deneyin

http://www.easypolls.net/poll.html?p=51794836e4b08755d7935da4
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...