Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Phoenix


Vasmussen

Öne çıkan mesajlar

"Hayır, olamaz... Seneler sonra tekrar olamaz!". İçinde hissetikleri daha bir acıttı ozanı. Yaşlanmaya başlamıştı artık ama hala yaşadığı acıların yaraları geçmemiş, anılarında hep iz bırakmıştı. Savaşmak, güzel sözlerle insanları mutlu eden, kötülüğe karşı uyaran ozanların işi değildi.

Ama artık savaşlara tanıklık etmek, kan dökülen yerde bulunmak çok fazla yoruyordu Vasmussen'i. Yormak denemezdi belki de, yaşamından bir parça daha alıp götürüyordu.

Gençliğinde zor durumlarda kullandığı silahını düşündü. Çok uzun zamandır, yerinden çıkmamıştı. Ozan, çıkacağı günün gelmemesi için dua etmişti yıllarca. Önünde yağmurla aynı hızla devam eden çarpışmayı sözler durduramazdı artık. Kılıçların konuşmasından nefret ederdi ama söz onlardaydı şu anda...

Terleyen elinin altında bulunan sopasının bir noktasına dokundu. Sopayı kavradığı yerden yukarı doğru kaldırdı. Yağmur artık bir tahta parçasını değil, onun içinden çıkan ince, sivri ve öldürücü kılıcı ıslatıyordu. Baş parmağı bir yere daha sıkıca bastırdı. Kılıcın yanından eli koruması için tasarlanmış iki metal parçası daha çıktı.

Yaşlı ozan, hiçbir şey söylemeden, içinde hiçbir ölüm korkusu hissetmeden, hızla önüne ilk çıkacak olan paralı askere doğru koşmaya başladı. Yaşlıydı ama seneler onun çevikliğinden, hele ki el hünerinden pek birşey götürememişti.

Ayağının altındaki çamurda kendi kanını görmemek için son bir dua daha etti kendince... Artık eli havaya kalkmış koşuyordu!
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Teros yabana atılacak biri degildi, yıllarca bir savaştan digerine at koşturmuştu. Bugüne dek hala hayatta ise bunu bir kawganın ne zaman yada nasıl kaybedilecegini ne zaman geri çekilmesini bilmesine borçluydu.

Denizcinin iki askerini bu kadar çabuk yere sermesinden pekde memnun görünmüyordu, solundaki askeri tutarak saga itti, kılıcı ile denizciyi gösteriyordu. Asker hemen pozisyonunu degiştirerek sag kanadı desteklemek üzere gitti, Teros ozana saldıran askerlere baktı, birinin ismini bagırarak Williamı gösterdi, digeri ozana dogru hamle yaparken ikinci asker williama saldırıya gecti, Teros durmus güç dengesine tekrar bakıyordu ki arkalardan birinin sesini bagırdıgını duydu. Genç kızın biri ona sesleniyor meydan okuyordu, "güzel, bir bu eksik idi" dudaklarında anlık bir gülümseme belirdi, kızı tanıyordu ve babasına tekrar götürürse alacagı paranın miktarını düşündü. Ama şimdi onunla ugrasamadı, tekrar önündeki kavgaya döndü, askerlerinden biri William'a saldırıyordu, ozan sol tarafında askerlerinden biri ile dövüşüyordu, diger iki tecrübeli askerini denizciye göndermişti.

Basit bir durum değerlendirmesinin ardından ağır kılıcını kavradı, ve savaş çığlıgı atarak williama dogru ileri fırladı...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

- Bu kadar yaslı bir ozan olmak icin kılıc da tasımalı

diye seslendi yaslı ozan' a ancak gozu kapının onundeki yaralı yaslı adama takıldı etrafına kucuk torbalar yayılmıstı

Acaba okculara ne oldu diye dusundu hala sag oldugumuza gore birileri bize yardım ediyor olmalı...

Paralı askerlerin lideri oldugu belli olanın kendisini gostererek isaret ettigi iki askeri gorunce irkildi. Askerler kılıclarını kaldırmıs savas cıglıkları atarak uzerine dogru geliyorlardı.

Kılıc balıkları kılıcla dogar, Poseidon olumse uzerime gelen tez al canımı ama zafer benimse kör kasap kıl beni ki dusmanıma acının ne oldugunu tattırayım diyerek yuksek sesle duasını etti.

İlk gelen askerin hamlesini kılıcı ile ikincisinin hamlesini ise bıcagı ile karsıladı.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Gecenin karanlığı, yağmurun ıslaklığı ve kanın kırmızılığı etrafı kaplıyordu. Bu korkunç gecede, ozan, üzerinde hiçbir koruma olmadan, zırhlı bir askerle dövüşmeye başlamıştı bile. Elindeki ince ve sivri kılıç, kalın ve keskin kılıçla mücadele ediyor, iki çelik parçası karanlığı defalarca yarıp birbiriyle buluşuyordu.

Atın üzerindeki asker, yukarıda olmasının avantajıyla tüm gücüyle Vasmussen'in üstüne geliyordu. Yılların deneyimi ise ozanı sadece korumaya yetiyordu. Yavaş yavaş geri çekilirken, gücünden de çok şey kaybettiğini hissediyordu. Yine de genç ve güçlü rakibi daha savaşı kazanmış sayılmazdı.

Anlamsız ve sadece gürültüye benzeyen sözler Vasmussen'in ağzından dökülürken, genç paralı asker kazancağından emin, karşısında duran yaşlı adama son vuruşu yapmaya hazırlanıyordu.

Vasmussen elini aşağı indirdiğinde, rakibi kılıcını kaldırmış, son gücüyle vurmaya hazırlanıyordu ki, yaşlı ozanın ağzından çıkan son hırıltılar bir anda atı şahlandırdı. Aniden şaha kalkan ata sahip çıkamayan ve tutunamayan asker çamurlu yola düştü. At çıldırmışçasına, yere düşmüş sahibine saldırmaya hazırlanırken, ozanın birkaç anlamsız sözü sakinleşmesine yetti.

Yağmur damlaları, Vasmussen'in ince kılıcından akıp, yerden yatan askerin boğazına doğru akıyordu.

-"Teslim ol" dedi sert bir sesle. "Elindeki kılıcı yere bırak!"

Yıllardır dövüşmemişti ve yıllar sonra da kimsenin canını yakamazdı. Elinin titrememesi için dua ediyordu. Şu anda güçlü ve ölümcül gözükmeliydi.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

William şu ana kadar sadece olanları seyretmekle yetinmişti. Üzerine gelen adamın hamlelerini keserek olayları izliyordu. Karşısında genç bir çocuk vardı. Yeni yetme olduğu gözlerinden okunabiliyordu.

"Teros senin gibi bebeleride mi işe alıyor çocuk?"
Çocuk şaşırmıştı bir an için adama curmayı çalışmayı bıraktı ve kızgın bakışlarla kılıcını yukarıya kaldırdı. Usta bir dövüşçü savaşta sözlerin etkisini iyi ölçmeyi bilirdi ; ki William biliyordu. Kalkan kılıcın ardından elindeki kılıcı hiç acımadan çocuğun miğdesinden içeriye doğru batırdı.

Etin bilindik kesilme sesini tekrar duyuyordu William. Gülümsedi ve ardından kılıcını daha derinlere batırdı. Kılıç yeni yetme savaşçının sırtından dışarıya bir şimşek gibi çıktı. Teros'un üzerine yönlendirdiği adam bu sahneyi görünce iki adam geriledi.

William tek söz etmeden kılıcını çekti ve gülümseyerek gerileyen adama doğru koşmaya başladı. Adam bu sahneden sonra artık dövüş istemiyordu. William böyle şeyleri sevmezdi - Ona göre savaşçı cesur olmalıydı. Kaçan adamın arkasından koşmadı. Sessiz ama hızlı bir biçimde kılıcını yere saplayarak belinden bir hançer çıkarttı ve kaçan adamın ensesini hedef alarak hançeri fırlattı. Hançer havada daireler çizerek ilerlemeye başladı -ıslık sesine benzer bir sesi vardı- bir süre sonrada kaçan adamın kafatasını delerek beynine girdi. Adam çığlıklar içinde inliyordu.

Genç savaşçı kılıcını sapladığı yerden aldı ve Teros'un karşısında taştan bir heykel misali dikildi.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Kaira onunde birdenbire ortaya cikan kanli tabloya bakti ve "Erkekler" diye dusunerek gozlerini devirdi, "Butun eglenceyi mahvederler." Teros son gordugunden beri yaninda daha aptal adamlar dolastiriyor olmaliydi, ekibinin bu kadar kisa surede talan edilebilmesine baska bir zaman olsa asla ihtimal vermezdi..
Kendisine bagirdiginda Teros'un alayci bir sekilde gulumsedigini gormustu, "Eh, adi ve sefil bir surungen ama en azindan espri anlayisi var," diye dusunerek ortaya yaklasti..Kalabaliktaki insanlar birdenbire o donuk hallerinden siyrilmis, atesli savascilara donusmuslerdi..Dusmani canli yakalayip avantajlarina kullanmak varken kesip bicmek istiyorlarsa, bu da onlarin bilecegi bir isti..Kendisi Teros'u canli istiyordu ve kelle askina kapilmis savascilarin da bunu engellemelerine izin vermeyecekti..
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Peki beyler hikaye soyle devam edebilir mi : Dovustugu paralı askerlerin, genc sovalye tarafından bu kadar cabuk bicilmesine cok sasırmıstı, her an dusecekmıs gıbı hareket eden bu adamın agır zırhının altında yere coktugunu gorunce elini omzuna koydu.

- Yardımın icin cok tesekkur ederim dostum deniz tanrıları seni kutsasın...

Sovalye agırca basını kaldırdı, gozlerinden yorgunluk, direnme azmi ve zafer okunuyordu.

- Geriye sanırım sadece liderleri kaldı ama bu askerin daha fazla yardıma ihtiyacı oldugunu zannetmiyorum

Bunları soylerken kılıcı ile genc paralı askeri gosteriyordu ve gulumseyerek genc sovalyeye kalkmasına yardımcı olmak icin elini uzattı.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Torin mahmur bakışlarla gözlerini açtı. Başı kazan olmuş, beyninin içinde tüm çanlar delicesine çalarken son bir saat içinde olan biteni hayal meyal hatırladı. Bir eli kafasındaki şişte odadan çıkıp etrafı kolacan etmeye başladı. İlginç olan hanın içersinde kendisinden başka kimse yoktu. Han kapısını araladı, şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı, insanlar bir taraftan diger tarafa koşuyor, herkes bir agızdan birşeyler anlatıyordu. İki adım ötede yagmur birikintilerin kırmızıya çaldıgı kaldırım taşlarında yaşlı bir adam son gücü ile çantasından birşeyler çıkarmaya çalışıyordu...

Hayat bir hayal olmuş, düşler üzerinde uçup giderken yorgun eller çantaya uzandı. Solgun mavi cübbe artık tamamen kan kırmızı idi, gök ağlar, damlalar büyücünün yüzüne düşerken bir tomar yazılı belge çıktı çantadan. "eh, buraya kadarmış..." diye düşündü, zamanı gelmişti, ve bunu biliyordu.

Torin telaşla yaşlı adamın üzerine kapandı, okları ve yaralardan sızan kana hayretler içinde baka kaldı. Birşeyler yapmak, birşeyler söylemek istiyor ama ne yapılması gerektigini tahmin bile edemiyordu.

Büyücü çocugun eline tutuşturdu yazılı belgeleri, "al bakalım evlat" sesi gittikçe zayıflıyordu. Bir şövalye seçme şansı yoktu, hatta artık yapabilecegi hiçbirşey yoktu. "al bunları evlat, okuyabilecek birilerini bul, ...artık sıra sizde..." Hava hızla soğur, tüm vücudunu garip ürpertiler kaplarken yaşlı büyücü Torinin gözlerine baktı, canlı gözkapakları sonuna dek açılmış bir şekilde kendisine bakıyordu. Belkide diye düşündü büyücü, bir şövalyeye ihtiyacım yok. Dudakları aralandı, ama söyleyecek sözcük bulamadı.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Mavi auralar içinde bir çocuk koşarak yanına geldi, "hazırmısın artık?"
Şaşırma sırası şimdi büyücüde idi, "ama sen bensin?"
çocuk gülümsedi, "çok eski senim evet, gidelim mi artık ?"
Büyücü: "nereye, nasıl ? ben kımıldıyamıyorum bile, hem bu ışıklar nedir?"
Onbeş yaşlarında kendisi olarak görünen çocuga baktı, derken dizkapakları yara bere içindeki çocuk anzısın ortaya çıkan bir kelebegi kovalamaya başladı "hey," diye bagırdı, "gelmiyormusun yoksa?"

büyücü ayaga kalktı, oda çocugun peşinden koşmaya başladı. çocuk yüzündeki sıcak gülümsemesini hiç kaybetmeden eliyle büyücünün kırışıklar içindeki elini tuttu, kırışıklar hızla yok olurken, ikiside göklere dogru dönerek ilerlediler, büyücü çok sonra çocugun konuşurken agzını hiç oynatmadıgını farkedecekti.

bulut sarayın kristal kapıları ardına dek açıldı, kapıda iki tanıdık sima birbirlerine sarılmış gülümseyerek onu bekliyorlardı. "hoş geldin oğlum" dedi mavi ışıktan örgülü saçları olan genç kadın. Annem? büyücü uzatılan eli yakaladı, kristal kapının eşiğinde durmuş gök kubbe saraya bakıyordu. İçerde onlarca hatta yüzlerce kişi onu bekliyordu. En önde çok önceleri kaybettigi dostları vardı, sağ elini kaldırarak büyücünün omzuna koydu, "nerelerdeydin koca adam, bizi çok beklettin." büyücü konuşmak istedi, bir pusuya düşmüşlerdi, çamur dolu araba tekerleklerinin derin izler açtıgı o yollardan birinde işte. Arkadaşını kurtarmak için elinden geleni yapmıştı, ama çok kalabalıktılar... özür dilemek istedi, ama sözcükler bogazında tıkandı. Arkadaşı ise gülümsedi, "düşünme bunları artık koca adam" dedi "bunlar çok gerilerde kaldı, bak kim var burada, seni çok uzun zamandır bekliyordu"

kalabalık içersinden düz sarı saçları omzuna dökülmüş, gözleri okyanuslar olan genç kız yaklaştı, saf ışıktan oluşan siluet gülümsedi, tanrım o an dünyaya bedeldi, büyücü dokunmaya, hareket etmeye korktu, sanki elini bir an için uzatsa, ona dokunsa herşeyin anında yok olacagından emindi. onu tekrar kaybetmeye dayanamazdı. Genç kız birşeyler söyeyerek sarıldı, hızla gençleşen bedene, ama büyücü anlayamadı. Sanki sözler havada asılı kalmıştı, binlerce anı birbirini kovaladı, sadece sevgilim diyebildi, uzaklardan mavi auralar içesinde ufak bir çocuk başparmagı agzında, kucagında sıkı sıkı tuttugu eski bir bez bebek ile yaklaştı... büyücü dizlerinin üzerine çöktü, hareket edemiyor, düşünemiyordu, küçük çocuk sevinç çıglıkları atarak artık yaşlı olmayan yaşlı adama dogru koşarken büyücünün dudaklarından belli belirsiz bir sözcük döküldü; kızım... ve büyücü ardına dahi bakmadan kristal kapıdan içeri girdi... bir daha asla çıkmayı dahi düşlemeyecekti.

bir daha asla ölmeyeceklerin şatosunda, ebedi gardiyanlar parıltılar içindeki ağır kristal kapıyı yavaşca kapattılar.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Tüm bunlardan çok ama çok uzaklarda, hala zaman, madde ve peri masalları gibi kavramların hüküm sürdüğü bir yerlerde Torin isimli bir çocuk elinde bir tomar yazılı belge ile yağmurda durmuş gözleri kapalı yaşlı adama bakıyordu. Adam artık oklardan, sızlayan ihtiyar kemiklerinden çok uzaklarında idi. Dudaklarında bir gülümseme ile yağmur birinkitisinde yatıyordu. Torin garip bir şekilde sebebini anlayamasada yaşlı adama imrendigini fark etti. Zihninde yaşlı adamın son sözleri çınlıyordu; "al bakalım evlat.. artık sıra sizde..."
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Genc sovalyenin kalkarken zorlandıgını goren kaptan, omzunun altından kolunu atarak ayakta kalmasına yardımcı oldu ve genc asker' e donerek;

- Bu gunluk yeterince kan aktı, Bununla aranızda ne sorun var bilmiyorum bayım ama sanırım daha fazla yardıma ihtiyacınız yok...

- Aranızda dostum' a yardımcı olabilecek biri var mı ?

diyerek kalabalıga dondu, gözleri, han da sovalyeye yardım eden yaslı adamı arıyordu ki birden ozan' ı gordu :

- Umarım kılıcımı hakkımla kazandıgımı anlamıssınızdır, bu arada, bu gun yaptıgınızla neredeyse Froud' u aratmadınız dedi gulumseyerek.

- Su han kapısından girmeden tanıssak iyi olacak: Dostun bilindigi yerde daha rahat ederiz. Dostlarım ben gözu gök soyundan Kaptan Invıctus
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Etrafına baktı. Bir anda kan gövdeyi götürmüş, ayrıca hiç beklemediği halde galip çıkan taraf paralı askerler olmamıştı. Uzun, ince kılıcının ucunda yerde yatan askere baktı. Asker, korku dolu gözlerle yaşlı ozana bakıyordu. Yağmur, savaşla beraber hızını yitirmeye başlamış ve artık çiseler hale gelmişti.

Uzun zaman sonra kullandığı kılıcını karanlığa doğru bir anda nefretle fırlattı. Olduğu yere, dizlerinin üstüne çöktü. Gözünden dökülen yaşlar, yüzünü ıslatmış olan yağmur damlalarına karıştı. Yorgun ellerini, vücudunu tutabilmek için çamura dönmüş toprağa koydu.

Savunduğu herşey yine gözleri önünde yokolmuş, haklı veya haksız insanlar birbirlerini gözlerini hiç kırpmadan öldürmüşlerdi. Artık gücünün kalmadığını hissetti. Karanlık, etrafı görmesini zorlaştırıyordu. Etraf daha bulanık gözükmeye başladı. İnsanları seçmekte zorlanıyordu. Kolları inatla vücudunu taşımaya çalışıyordu fakat ne kadar daha taşıyabilirdi bunu bilmiyordu ozan...

En sonunda kolları da iflas etti ve ozan yüzü koyun baygın bir şekilde yere kapaklandı.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 hafta sonra ...
Büyücü, yaşlı kalbine elini atarak usulca yokladı. Her atışında bir saniye daha ölüme yaklaşıyordu. Savaş alanına sakin sakin göz gezdirdi. Belki o yardım etse, kayıplar çok daha az olabilirdi. Ama yapamazdı...
Ürkekçe, sanki suçluymuşçasına mırıldandı:

"Yaralı varsa yardım edebilirim...?"
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 1 ay sonra ...
  • 3 hafta sonra ...
gün batmış şehir sakinleri evlerine çekilmiş, dinleniyorlardı.

Ejdarhanın ininde titrek mum ışığının aydınlattıgı odada günün kahramanları toplanmış masanın üzerine açılan haritaya bakıyorlardı.

İhtiyarın ölmeden önce Torinin ellerine tutuşturdugu harita en az üzerine konulan masa kadar eski idi. Belkide daha eski. İçinde kimsenin ne oldugunu anlamadıgı yazılar ve şekiller vardı. Kenarlarında ihtiyar büyücünün kanlı parmak izleri kurumuş sanki ortama bir gizem havası katmak istermişcesine koyu kahverengi lekeler bırakmıştı.

Oda buram buram macera kokarken Torin köşede bir fıçının üzeirne oturmuş, elleri bir süpürgeye dayanmış uyukluyordu.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Haritada ki yazıları çözmeye çalışmak şuanda en büyük sorunları idi. Haritada bildik dagları, ırmakları, ormanları işaretlemişler ve kendi konuştukları dilde karşılıgı olan harflerle haritada yazılan harfleri birebir eşleyerek en azından mantıklı çıkarımlar yapmaya, haritada yazılı dili çözmeye yada neyi ifade ettigini anlamaya çalışıyorlardı.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Yaşlı ozan yerinde doğrulduğunda, sırtındaki ağrı tekrar yatmasına neden oldu. Birkaç kez gözlerini kırpıp, etrafına bakındı. Handaki odasındaydı. Üstüne üstlük, üzerindeki çamurlu elbiseler de yıkanmış sandalyenin üzerinde duruyordu. Vasmussen'in en son hatırladığı, paralı askerlerle yapılan korkunç savaştı. Ne yazık ki kendisi de bu savaşa katılmış ve bir adamı yaralamak zorunda kalmıştı.

Bunları düşününce sinirlendi ve yataktan fırlarcasına kalktı. Kafasında tek bir düşünce vardı. Aşağı inip, neler olduğunu ve ne kadardır baygın yattığını öğrenmek.

Hızla giyindi ve odasının kapısını çarparak, aşağıya inmek için koşturdu. Sırtındaki ağrıyı ise hiçe sayıyordu. Şu anda karşısına ilk çıkan insana tüm sinirini boşaltabilirdi.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Saat uzunluğundaki dakikalar boyunca inceledi haritayı. Gözleri sonuna kadar açılmış, büyük bir heyecanla bez parçasının en ufak noktasını bile gözden kaçırmamaya çalışıyordu. Hayır, onu heyecanlandıran haritanın üstünde yazılanlar değildi. Haritanın rengi ve kokusuydu.

"Sülfür.."

Diye mırıldandı burnunu itinayla çekerken. Emin olmak için sol elinin baş parmağını haritaya yavaşça sürttü. Koyu sarı toz hemen eline yapışmıştı. Birkaç saniye için gözlerini memnuniyetle kısıp garip garip sırıttı. Sonra aniden yüzünü kara bulutlar sardı. Kaşlarını hemen çattı.

"O yaşlı adamın bunu nereden bulduğunu çok merak ediyorum..."

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 1 yıl sonra ...
×
×
  • Yeni Oluştur...