Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Ahmet Altan


throine

Öne çıkan mesajlar

abi adam "opera'lara mescit yapılsın" diyen kişileri ciddiye almış, yazı yazmış.

opera'nın ne olduğunu bilmeyen, tarikat liderine yalakalık olsun diye "mescit mi dedin? ha evet yapılsın yapılsın, çok mühim" diyen adamları ne ciddiye alacan ya.
değmez o kadar yazı yazdığına.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

En iyi yazılarından biri.

Kemalistlerin ve RTE'nin icraat olarak tamamen farklı gibi görünselerde altında yatan "zihniyetin" aynı olduğuna dair çok güzel tespitleri var.
http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=8381&Ahmet_ALTAN-Devlet
Ahmet Altan said:


Devlet

Sorumuz basit ve net.


“Devlet, vatandaşlarının özel hayatına karışma hakkına sahip midir?”

Kemalist Cumhuriyet’in buna cevabı da basit ve nettir.


“Evet, devletin karışmaya hakkı vardır.”


Niye buna inanıyor Cumhuriyet?

Çünkü “halkın” eğitilmesi gereken bir cahil sürüsü olduğuna, doğru kararlar veremeyeceğine, daima“eğitimliler” tarafından yönlendirilip yönetilmesi gerektiğine inanıyor.

Bir kadın başını örtüyorsa bu onun “cehaletindendir”, “gericiler” tarafından aldatılmasındandır.

Bu “cehaleti” önlemek için de “başörtüsünü” yasaklar.

Kadını, kendi başına karar verebilecek biri olarak görmez.

Kadının yerine ne giyeceğine “devlet” karar verir.

Bugün Kemalistler devlet yönetimindeki yerini kaybetti, devleti artık “muhafazakâr dindarlar”yönetiyor.

Değişen ne?

Devletin vatandaşın özel hayatına karışma yetkisi olduğu inancı aynen duruyor.

Sadece “neye karışacağı” konusu değişti.

Muhafazakârların devleti de “halkın” cahil olduğuna, doğru kararlar veremeyeceğine ve “dindarlar”tarafından yönlendirilip yönetilmesi gerektiğine inanıyor.
Bir kadın kürtaj yaptırmaya karar verirse bu onun “cehaletindendir”, “dinsizler” tarafından aldatılmasındandır.

Bu cehaleti önlemek için de “kürtajı” yasaklar.

Kadını kendi başına karar verebilecek biri olarak görmez.

Kadının yerine ne “yapması gerektiğine” devlet karar verir.


Birbirinin aynısı olan yönetim biçimleriyle karşı karşıyayız.

Halk gene bir “sürü”, yöneticiler gene “çoban”.

Kadının tek başına doğru karar veremeyeceğine Kemalistler de muhafazakârlar da aynı şekilde inanıyor.

Eskiden kadınların başörtüsü takıp takamayacağına Genelkurmay başkanı karar veriyordu, bugün kadının kürtaj yaptırıp yaptırmayacağına Başbakan Erdoğan karar veriyor.

Genelkurmay başkanları haklılıklarını savunmak için “Atatürk” derlerdi, Erdoğan da “Diyanet”diyor.



“İnsanlar, Atatürk’ün inançlarına ve kurallarına neden uymak zorunda” sorusunun mantıklı bir cevabı yoktu, bunun cevabı mahkeme ve hapisti.


“İnsanlar, neden Diyanet’in kurallarına göre yaşamak zorunda” sorusunun da mantıklı bir cevabı yok, cevap “yasak”, mahkeme ve hapis.


Diyanet, Sünni inancın devlet eliyle kontrollü bir şekilde uygulanması için kurulmuş bir teşkilat, Diyanet’i, dolayısıyla “Müslümanlığın devlet yorumlu Sünni uygulamasını” bir mecburiyet olarak ortaya koyduğunuzda, hayatını Kuran’a göre yaşamak isteyen Sünnilerle Aleviler, gayrımüslimler, dinsizler ne yapacak?

Bu ülkede herkes Diyanet Sünnisi olmak zorunda mı?

Bu “zorundalığın” meşru kaynağı ne?

12 Eylül Anayasası’nda bile böyle bir meşruiyet kaynağı yok, böyle bir yasa yok.

Bizim askerler, Atatürk’ün ağzından laflar uydurdukları gibi bizim muhafazakârlar da Kuran adına laflar uyduruyorlar.

Bir dostum bana Edip Yüksel’in YouTube’daki konuşmasını göndermiş, Yüksel “Kuran’da kürtajla ilgili bir yasak yok” diyor.

Ayrıntılı bir şekilde de anlatıyor, “evlatlarınızı öldürmeyin” emrinin “doğmamış çocuklarla”ilgili olmadığını söylüyor, bu emrin asıl amacının o zamanlar yeni doğan “kız” çocuklarını öldüren“müşrikleri” engellemek olduğunu söylüyor.

Kavrayabildiğim kadarıyla anlattıkları mantıklı ve inandırıcı gözüktü, dindarlar “dinen” tartışmak istiyorlarsa o ayeti tartışırlar.

Ayetleri tartışıp tartışmamak dindarların bileceği bir iş ama bu ülkenin halkının “nasıl yaşayacağına”, ne yapacağına devletin karışıp karışamayacağı hepimizi ilgilendiren bir iş.

Devlet, bizim nasıl yaşayacağımıza karar verecek mi?

Kemalizm bu kez “muhafazakâr” biçimiyle sürecek mi sürmeyecek mi?

Kuran bile devlet yorumuyla mı kabul ettirilmeye çalışılacak?

Sünni dindarlara “dininizi bizim dediğimiz gibi yaşayacaksınız” mı denecek, Sünni dindar olmayanlara da “ne olursanız olun bizim Sünni dindar yorumumuzu hayatınıza uygulayacaksınız” emri mi verilecek?

Biz hayatımızı “emirlerle” mi belirleyeceğiz?

Kemalistlerin Atatürk’ü gibi muhafazakârların Erdoğan’ı da “bizim ulu önderimiz”, bir okuyucumuzun dediği gibi “postmodern milli şefimiz” mi olacak?

O nasıl yaşıyorsa biz de öyle mi yaşayacağız?

Ülkenin bütün kadınları yerine Erdoğan mı karar verecek?

Kürtaj yasaklandığında, çocuk bakmaya gücü yetmeyen, çocuk istemeyen çiftlerin nasıl sevişeceğini de devlet mi belirleyecek, sevişme yönetmelikleri de çıkartılacak mı?

Bugün “eski bir kavga” yeni versiyonuyla sürüyor.

Biz “güdülecek” bir sürü müyüz, değil miyiz?

Sürü olduğumuza, çobanımızın da Erdoğan olduğuna inananlar var, sürü olduğumuza, çobanımızın da Atatürk olduğuna inananlar olduğu gibi.

Bir de “biz sürü değiliz” diyenler var.

Sürü olmayı kabul edenlere bir lafım yok.

Ama sürü olmak istemeyenler için mücadele yeniden başlıyor.


“Biz sürü değiliz” diyen her ırktan, her dinden, her mezhepten, her inançtan, her görüşten insanın biraraya gelmesi gerekiyor.

Bizi sürü sananlara sürü olmadığımızı göstermeliyiz.

O devletse, biz halkız.

Ferman devletinse, meydanlar bizimdir.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Flassh said:

adım başı cami varken müslimlerin her yere mescit yapma hevesini anlamıyorum bir türlü. yakında her eve bir mescit projesi ile gelicekler, sokaktan akın akın namaz kılmaya bizim eve doluşcak diye çok korkuyorum lan


Cep telefonu kullanarak tek tusla istedigin yere isinlanma icat edilene kadar kisi basina dusen mescit sayisi 8 filan olucak, adam yan sokaktaki camiye yurumeye usendiginden mescitte mescit diye tutturuyor

2-3km menzilde cami varsa mescitte namaz kilmak haramdir, tembelliktir diye bir fetva yayinlansa mescitlerden eser kalmiycak

Eh bu kadar imam hatip mezunuda acikta kalir o zaman, devlet kimsenin cocuguna is garantisi vermek zorunda degil imam hatipliler haricinde, eyc of oyniyor olsak 200 pop capin 120sini imamlar yiyor, dusman gelse anca wolololoooooo
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

throine said:

En iyi yazılarından biri.

Kemalistlerin ve RTE'nin icraat olarak tamamen farklı gibi görünselerde altında yatan "zihniyetin" aynı olduğuna dair çok güzel tespitleri var.
Ahmet Altan said:

Bir kadın başını örtüyorsa bu onun “cehaletindendir”, “gericiler” tarafından aldatılmasındandır.

Bu “cehaleti” önlemek için de “başörtüsünü” yasaklar.

Kadını, kendi başına karar verebilecek biri olarak görmez.


başörtüsünü nerde yasaklamış ki? gayet serbest bir şekilde başörtüsü takıp hayatını sürdürebiliyorsun.
pastaneye gidiyorsun, lokantaya gidiyorsun, sokakta dolaşıyorsun, postaneye gidiyorsun,
bir suç delili bile sayılmıyor.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

throine said:

En iyi yazılarından biri.

Kemalistlerin ve RTE'nin icraat olarak tamamen farklı gibi görünselerde altında yatan "zihniyetin" aynı olduğuna dair çok güzel tespitleri var.
http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=8381&Ahmet_ALTAN-Devlet
Ahmet Altan said:


Devlet

Sorumuz basit ve net.


“Devlet, vatandaşlarının özel hayatına karışma hakkına sahip midir?”

Kemalist Cumhuriyet’in buna cevabı da basit ve nettir.


“Evet, devletin karışmaya hakkı vardır.”


Niye buna inanıyor Cumhuriyet?

Çünkü “halkın” eğitilmesi gereken bir cahil sürüsü olduğuna, doğru kararlar veremeyeceğine, daima“eğitimliler” tarafından yönlendirilip yönetilmesi gerektiğine inanıyor.

Bir kadın başını örtüyorsa bu onun “cehaletindendir”, “gericiler” tarafından aldatılmasındandır.

Bu “cehaleti” önlemek için de “başörtüsünü” yasaklar.

Kadını, kendi başına karar verebilecek biri olarak görmez.

Kadının yerine ne giyeceğine “devlet” karar verir.

Bugün Kemalistler devlet yönetimindeki yerini kaybetti, devleti artık “muhafazakâr dindarlar”yönetiyor.

Değişen ne?

Devletin vatandaşın özel hayatına karışma yetkisi olduğu inancı aynen duruyor.

Sadece “neye karışacağı” konusu değişti.

Muhafazakârların devleti de “halkın” cahil olduğuna, doğru kararlar veremeyeceğine ve “dindarlar”tarafından yönlendirilip yönetilmesi gerektiğine inanıyor.
Bir kadın kürtaj yaptırmaya karar verirse bu onun “cehaletindendir”, “dinsizler” tarafından aldatılmasındandır.

Bu cehaleti önlemek için de “kürtajı” yasaklar.

Kadını kendi başına karar verebilecek biri olarak görmez.

Kadının yerine ne “yapması gerektiğine” devlet karar verir.


Birbirinin aynısı olan yönetim biçimleriyle karşı karşıyayız.

Halk gene bir “sürü”, yöneticiler gene “çoban”.

Kadının tek başına doğru karar veremeyeceğine Kemalistler de muhafazakârlar da aynı şekilde inanıyor.

Eskiden kadınların başörtüsü takıp takamayacağına Genelkurmay başkanı karar veriyordu, bugün kadının kürtaj yaptırıp yaptırmayacağına Başbakan Erdoğan karar veriyor.

Genelkurmay başkanları haklılıklarını savunmak için “Atatürk” derlerdi, Erdoğan da “Diyanet”diyor.



“İnsanlar, Atatürk’ün inançlarına ve kurallarına neden uymak zorunda” sorusunun mantıklı bir cevabı yoktu, bunun cevabı mahkeme ve hapisti.


“İnsanlar, neden Diyanet’in kurallarına göre yaşamak zorunda” sorusunun da mantıklı bir cevabı yok, cevap “yasak”, mahkeme ve hapis.


Diyanet, Sünni inancın devlet eliyle kontrollü bir şekilde uygulanması için kurulmuş bir teşkilat, Diyanet’i, dolayısıyla “Müslümanlığın devlet yorumlu Sünni uygulamasını” bir mecburiyet olarak ortaya koyduğunuzda, hayatını Kuran’a göre yaşamak isteyen Sünnilerle Aleviler, gayrımüslimler, dinsizler ne yapacak?

Bu ülkede herkes Diyanet Sünnisi olmak zorunda mı?

Bu “zorundalığın” meşru kaynağı ne?

12 Eylül Anayasası’nda bile böyle bir meşruiyet kaynağı yok, böyle bir yasa yok.

Bizim askerler, Atatürk’ün ağzından laflar uydurdukları gibi bizim muhafazakârlar da Kuran adına laflar uyduruyorlar.

Bir dostum bana Edip Yüksel’in YouTube’daki konuşmasını göndermiş, Yüksel “Kuran’da kürtajla ilgili bir yasak yok” diyor.

Ayrıntılı bir şekilde de anlatıyor, “evlatlarınızı öldürmeyin” emrinin “doğmamış çocuklarla”ilgili olmadığını söylüyor, bu emrin asıl amacının o zamanlar yeni doğan “kız” çocuklarını öldüren“müşrikleri” engellemek olduğunu söylüyor.

Kavrayabildiğim kadarıyla anlattıkları mantıklı ve inandırıcı gözüktü, dindarlar “dinen” tartışmak istiyorlarsa o ayeti tartışırlar.

Ayetleri tartışıp tartışmamak dindarların bileceği bir iş ama bu ülkenin halkının “nasıl yaşayacağına”, ne yapacağına devletin karışıp karışamayacağı hepimizi ilgilendiren bir iş.

Devlet, bizim nasıl yaşayacağımıza karar verecek mi?

Kemalizm bu kez “muhafazakâr” biçimiyle sürecek mi sürmeyecek mi?

Kuran bile devlet yorumuyla mı kabul ettirilmeye çalışılacak?

Sünni dindarlara “dininizi bizim dediğimiz gibi yaşayacaksınız” mı denecek, Sünni dindar olmayanlara da “ne olursanız olun bizim Sünni dindar yorumumuzu hayatınıza uygulayacaksınız” emri mi verilecek?

Biz hayatımızı “emirlerle” mi belirleyeceğiz?

Kemalistlerin Atatürk’ü gibi muhafazakârların Erdoğan’ı da “bizim ulu önderimiz”, bir okuyucumuzun dediği gibi “postmodern milli şefimiz” mi olacak?

O nasıl yaşıyorsa biz de öyle mi yaşayacağız?

Ülkenin bütün kadınları yerine Erdoğan mı karar verecek?

Kürtaj yasaklandığında, çocuk bakmaya gücü yetmeyen, çocuk istemeyen çiftlerin nasıl sevişeceğini de devlet mi belirleyecek, sevişme yönetmelikleri de çıkartılacak mı?

Bugün “eski bir kavga” yeni versiyonuyla sürüyor.

Biz “güdülecek” bir sürü müyüz, değil miyiz?

Sürü olduğumuza, çobanımızın da Erdoğan olduğuna inananlar var, sürü olduğumuza, çobanımızın da Atatürk olduğuna inananlar olduğu gibi.

Bir de “biz sürü değiliz” diyenler var.

Sürü olmayı kabul edenlere bir lafım yok.

Ama sürü olmak istemeyenler için mücadele yeniden başlıyor.


“Biz sürü değiliz” diyen her ırktan, her dinden, her mezhepten, her inançtan, her görüşten insanın biraraya gelmesi gerekiyor.

Bizi sürü sananlara sürü olmadığımızı göstermeliyiz.

O devletse, biz halkız.

Ferman devletinse, meydanlar bizimdir.


Atatürkçülere illaki laf sokulacak. Bu ülkede cumhuriyet tarihi boyunca kimse kimsenin başını örtmesine karışmadı. Veya başını örten, ''cehalet'' ile ilişkilendirilmedi. Yalnızca kamuya ait alanlarda, ''hizmet veren'' kişilerin yani kamu görevlilerinin ve bunun dışında öğrencilerin, okul ortamında belirli giyim kurallarına uyma koşulu vardı. Bu iki durum dışında kişinin başını örtüyor olması elbette sorun yaratmıyordu. Ama kimi aklı evveller, ''ben buraların kralıyım'' havasında olan kimi görevliler nedeniyle, örn. mezuniyet törenine gelen başı örtülü veli, ya da orduevinde düğüne giden başı örtülü davetliye sorun çıkarıldığı oldu.

Bir de tabii ki, nasıl opera binalarına ( ve aklınıza gelen hemen her yere) mescit yaptırma ile ilgili yasa tasarısının tek amacı güç gösterisi ise, dindarlıkla uzaktan yakından ilişkisi olmayan ve olan pek çok kadın ve yancıları, baş örtüsünü değil ama, ''sıkmabaş'' olayını tamamiyle bir ''güç gösterisi'', bir ''hodri meydan'' amaçlı kullandılar ve kullanmaktalar, ve bu iğrençlik; Atatürkçülüğü aşağılamak amaçlı kullanılmakta. Sıkmabaş, başörtüsü olarak lanse edilip, bir de Atatürkçü görüşün yasakladığı bir nesne olarak sazan kesime yutturulmaya çalışılmakta ve becerilmekte.

Bu Ahmet Altan bu denli sazan mı, ya da şimdi neyin peşinde, ya da kafayı mı yemiş, anlamış değilim.

Sünni müslümanlık olayına gelince, akp den önce, diğer din ve mezhepler, sünnilik gibi devletin koruması ve organizasyonu altında olmamakla birlikte ve konuyla ilgili çokça hatalar yapılmış olmasına karşın, sünni müslümanlık hiç bir zaman akp dönemindeki kadar kollanıp, abartılmadı. Adam Ahmet Altan'ın da dediği gibi ''tek din'' aşamasına kadar geldi yani, öyle diyeyim...

Tamam Ahmet Altan, ya enayisin, ya bir parça akıllandın(?), ya kafan iyi, ya bunadın v.s. de, abi pes yani! Nedir bu kadar bu Atatürk düşmanlığının nedeni? Sindirin artık. Bu ülkeyi Atatürk var etti. Umuyorum ve diliyorum ki, izinden gidenler, bu ülkeyi senin bir zamanlar yaladıklarının eline bırakmayacaklar. Senin gibilere rağmen...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:

Çünkü “halkın” eğitilmesi gereken bir cahil sürüsü olduğuna, doğru kararlar veremeyeceğine, daima “eğitimliler” tarafından yönlendirilip yönetilmesi gerektiğine inanıyor.

Bir kadın başını örtüyorsa bu onun “cehaletindendir”, “gericiler” tarafından aldatılmasındandır.

Bu “cehaleti” önlemek için de “başörtüsünü” yasaklar.

Kadını, kendi başına karar verebilecek biri olarak görmez.


şunu okurken paticikten baya bir nick aklıma geldi. onlar da ortada bir "cehalet" olduğunu iddia ederlerdi hep ve bu "cehaleti önleme" konusunda benzer fikirlere sahiptiler.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

bu ahmet altan ne sanıyodu hala anlamakta zorlanıyorum. tabi ki eski partilerden farkı yok baştan beri belli zaten ideolojik kamplaşmanın bir ürünü olduğu? kilit kurumlarda kemikleşmeye kadrolaşmaya çalışan dini görüşlü bir parti mi kaldıracak diyaneti? biz ve başka insanlar bunu baştan beri söylüyor. senelerce edindiği "araştırmacı gazeteci" tecrübesi buysa ahmet altanın bıraksın bu işi sfsd

ha bir kadına zorla türban (baş örtüsü de demiyorum) taktırmakla taktırmamak arasında fark yok o doğru. her şekilde kadın adına karar veriyorsun.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

bundan sonra toplumsal açıdan hiç bir ideolojisi olmayan bir partiye oy vercem lan sadece ekonomik ideolojileri olsun. mesela liberal partiye oy verebilirim.

bıktım abi ne zaman hükümet değişse (parti değişse yani) ülke format yiyor. ne mal insanlar getiriyoruz başımıza ya, tek amaçları şu kurumlarda kökleşeyim de ideolojimi ülkeye yayayım. bi ...tir git allsen. bu gerizekalı döngüden çıkması için bu ülkenin bizim biraz daha az gerizekalı olmamız lazım insanlar olarak.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...