Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Şöşük


Joscelin

Öne çıkan mesajlar

Çok uzun bir giriş kısmına (Introduction) sahip oldukça kısa bir yazı. Eğer kısa hikaye vs. arıyorsaınz hiç kasmayın bile spoiler'ı açmaya.

İçime sinmeyen bir şeyler var yazıda ama nedir çözemedim açıkçası.

Her neyse, buyrun;


Ortaokul dönemimde, ışın kılıcının ne kadar da harikulade bir icat olduğu ve kızların ne kadar da anlaşılmaz ve garip yaratıklar olarak tasarlandıklarıyla ilgili düşüncelerim henüz yeni yeni oluşurken –ki bu fikirlerim halen yaygın şekilde geçerliliğini korumaktadır- en yakın iki arkadaşımla bir apartman dairesinde kapalı kalmak istemeyecek kadar can sıkıntısı içinde fakat dışarıdaki bunaltıcı havaya çıkmak istemeyecek kadar da üşengeçlikle dolu bir günde –henüz tek kelimelik bir isim verilmediğinden, zaten uzun olan bu cümleyi başlı başına bir paragrafa dönüştüren bu durum tasvirine daha sonra tekrar döneceğiz- aklımıza gelen kısa ömürlü bir oyundu “şöşük”. (Sanırım bu cümlenin sonundaki noktayı görmek sizi bir yandan rahatlatmış, bir yandan da muhtemelen paragrafın başına döneceğiniz veya okumayı burada keseceğinizden canınızı sıkmış olmalı, tam da bu sebepten, sırf sizi mutlu etmek adına ikinci ve hatta üçüncü noktaları da beğeninize sunmak isterim : )

Şöşük oyunu, basitçe anlatılması gerekirse, o ana kadar bize tanıdık gelen herhangi bir kültürde ve küresel bir dil olan tıpta henüz adlandırılmamış olan bir vücut kısmını isimlendirmekten ibaretti. Oyunun ortaya çıkışı, aşağı yukarı tahmin edebileceğiniz üzere, can sıkıntısı içinde kavranan iki arkadaşın, can sıkıntısından kurtulmak için gayet iyi bir yol bulmuş olan üçüncü kişiye fiziksel sataşmaları –ve sonuç olarak sonuncu kişinin de yaptığı işi bırakıp onlarla beraber sıkılmasını sağlamaları- prensibine dayanmaktaydı. İnsanoğlunun binlerce yıllık tarihi boyunca oldukça sık ortaya çıkan ve genellikle birkaç dakikalık eğlenceden fazlasını sunmayan bu eylem, o gün bizim üzerimizde adeta bir felsefi aydınlanma yaratmış ve bizi zorunlu bir icada itmişti.

“Peki ama neden ‘karın’” dedi içimizden biri “Bu kadar geniş bir alanı bu kadar kısıtlı bir şekilde tanımlamak size de yanlış gelmiyor mu?” O sırada odaya giren ev sahibemiz bu retorik soruya gayet kesin ve kendinden emin bir “Hayır” cevabı verdi, aynı anda ben evrenin sonsuzluğuyla karşılaştırıldığında, karın bölgesinin “geniş” olarak tanımlanmasının ne kadar da göreceli bir bakış açısı olduğunu düşünerek kurabiyemi kemirmekteydim. Belli bir noktada, bu bakış açısını öne süren kişinin en yakın arkadaşlarımdan birisi olması ve 40 derecelik sıcakta yapacak daha iyi bir işimin olmaması bu fikri benimseyip son derece mantıklı bulmama yol açtı.
Soruya geri dönersek, o ana kadar bu konu hakkında hiç düşünmemiş olduğumdan, durum bana hiç de “yanlış” gelmiyordu. Üstelik bize kurabiye veren ev sahibemizin kesin kararlılıkla koyduğu “Hayır” cevabı da adeta geçmişten gelen bir hayalet gibi havada asılı kalmıştı. Bir noktada ev sahibemizin odayı terk etmesini fırsat bilip, karnın yan tarafındaki kısma –kesin olarak tasvir etmek gerekirse kaval kemiğiyle kaburgalar arasındaki boşluğa- belki de psikolog ve psikiyatrlar tarafından Freudian bir açıklama getirilebilecek bir şekilde - o anda aklıma gelen ve henüz –bugüne kadar tersi kanıtlanamayan- somut veya soyut herhangi bir nesne, olay veya düşünceye verilmediğini düşündüğüm “şöşük” ismini verdim. Bu yeni isimlendirmem hemen geniş çaplı bir kabullenmeyle karşılandı, zira ev sahibemiz çaylarımızı tazelemek için halen mutfaktaydı ve odada sadece 3 kişiydik. Diğer iki arkadaşım kahkahalarıyla beni desteklediklerini belirttiler ve o günden sonra –her ne kadar o günkü kadar sıkılmadığımız müddetçe bu kelimeyi pek kullanmasak da- “şöşük” hayatımızda birlikte sıkılırken bile mutlu olmayı başarabildiğimiz günlerin tatlı bir anısı olarak kaldı.

Bu yazıyı yazmak için masama oturduğum anda aklımda “disko bar”lar hakkında bir yazı yazmak vardı. Sanırım halen okumakta olduğum Douglas Adams kitabının giriş ve girişin girişi bölümleri, aklımdakileri kağıda dökmem konusunda bana pek de yardımcı olmadılar. Aslına bakarsanız, uzun süredir unutulmuş bir şekilde karanlıkta duran bu anıların bir anda canlanmasında aynı kitabın yeri oldukça büyük. Bu noktada konumuzdan biraz ayrılmamız gerekse de, bunca dağınık fikri nereye gittiğiyle ilgili en ufak fikriniz olmadan okuyorsanız ya gerçek bir okuma aşığısınız ya da gerçekten fazlasıyla boş zamanı olan ve ölesiye canı sıkılmış bir bireysiniz demektir. Her halükarda konumuzdan kısa bir süreliğine sapacağız.

Douglas Adams’ın, beni geçmişe götüren ve aralarında nasıl bir bağ kurduğumun farkına tam da beş saniye önce* vardığım “şöşük” ve “disko bar” kavramlarını bugün aynı anda kafama sokan yazısında bahsettiklerini, “The Meaning of Liff” ve “Douglas Adams” isimlerini bir arada araştırarak rahatça öğrenebilirsiniz. Biz bundan bahsederek yazımızı gereksizce uzatmayacağız.

Fillerin zıplayamadığı gerçeğini ilk öğrendiğimde onlar adına üzülmüştüm. Gerçekten üzülmüştüm, zira filler hep sevdiğim hayvanlar olmuştur. Sonrasında aklıma aslında yarasaların da muhtemelen zıplayamadıkları gibi bir fikir geldi. Öyle ya, bir yarasanın karşısına geçip oturan ve 7/24 onun hareketlerini gözlemleyen, iyi eğitimli, orta yaşlı bir bilim adamı fikri bana gerçekten oldukça uzak gelmişti. Bu kısmı sadece okuyup geçmeyin gerçekten kafanızda canlandırın, kafes içinde zavallı bir yarasa ve karşısında oturan daha zavallı bir bilim adamı… Kimi kandırıyorum ki, tabii ki The Meaning of Liff’ten bahsedeceğim. Sadece konu “şöşük”ten fillere gelince vereceğiniz reaksiyonu merak ettim, o kadar. (Yazıyı okumayı bitirdikten sonra ilk tepkinizi bana ulaştırırsanız, harika bir sosyolojik tespit yapabileceğimizi düşünüyorum.)

Her neyse, konumuza geri dönersek (Halen bir konumuz olduğunu düşündüğünüzü varsayıyorum), The Meaning of Liff’te bahsedilen küçük oyun, basitçe tanımlamak gerekirse; o ana kadar birçok insanın içinde bulunduğu fakat diğer insanların asla aynı tecrübeyi yaşamadığını düşündüklerinden dolayı kendilerini aptal hissetmelerine yol açan durumları adlandırmaktır. Adams’ın kendi örnekleri üzerinden gidersek sanırım çok daha kolay anlaşılabilir; “Oturduğunuz yerin, sizden önce orada oturan kişinin kıçı tarafından ısıtılmış olmasının verdiği rahatsızlık” için henüz tek kelimelik bir açıklama yokken, “geniş bir çalılığın arkasından bir anda üzerinize doğru hiddetle koşmaya başlayan bir filin sizde yarattığı duygu”ya kısaca “korku” diyoruz. Aslına bakılırsa oldukça basit görünen bu oyun, çoğu zaman insan türünün bariz bir şekilde önünde duran gerçeğe ne kadar da gözlerinin kapalı olduğunun güzel bir örneğidir (ve böylelikle kendine has bir kavram üretilmesini hak etmektedir)

İşte tam da dün akşam, bir grup arkadaşımla sınırımın üzerinde alkol tüketmiş ve son derece tahmin edilebilir bir müzik eşliğinde son derece anlamsız vücut hareketleri yaparken, gözlerimi açtığım birkaç kısa saniyede etrafımdaki onlarca insanın gözlerinden okuduğum o his de, henüz tanımlanamayanlar kategorisindeki kavramlardan biriydi. Sizi bilmem ama, bir film veya dizi izlerken bile olsa, gözümün önündeki insanı halk içerisinde utandıracak bir olay olduğu zaman, nedense utanması gereken kişiye bu utançta ortak olan insanlardan biriyimdir. İşte dün akşam da içinde bulunduğumuz disko bar’daki insanların gözlerinde rahatça okunabilecek ifade buydu. Onlarca insan, gayet tekdüze bir müzik eşliğinde anlamsız hareketler yaparken, insanların birbirlerine bakışları adeta telepati sayesinde haberleşme umuduyla bu durumu paylaşmaya çalıştıklarını söylüyordu.

Elbette onlarca insanın bir anda bu garip hareketlere bir son vermelerini ve yol üzerindeyken bir büfeye uğrayıp birkaç ağrı kesici alıp hayatlarını gözden geçirmek için evlerine dönmelerini engelleyen bir sürü sebep vardı. Bunlardan ilki ve en önemlilerinden biri, maalesef halen telepati yeteneğine sahip olmamamızdı. İnsanlar her ne kadar takdir edilebilecek bir çabayla telepati kurma çalışmalarına devam edip bekleneceği üzere başarısız olsalar da, iş ilk adımı atmaya geldiğinde kimse öne çıkmadığından, anlamsız müzik ve anlamsız vücut hareketleri günümüzde halen devam etmektedir. İnsanların kendilerine gelmelerini engelleyen önemli sebeplerden bir diğeri de, durumun farkında olmalarına rağmen umursamayacak kadar sarhoş olduklarından, başarısız telepati denemeleri yerine garip vücut hareketlerini aptalca bir mutlulukla sorgulamaksızın yerine getiren –benim de dahil olduğum- grubun hiç de azımsanmayacak kadar fazla kişiden oluşuyor olmasıydı. Sanırım olduğu yerde -aptalca görünmeyecek kadar hareketli fakat yine aptalca görünmeyecek kadar da oturaklı- “takılan” insanların sürekli alkol tüketmeleri de, bahsettiğim bu gruba dahil olma isteğinden kaynaklanıyordu. Ortalama bir insanın psikolojisini bu kadar basit (ve aynı zamanda bu kadar ilgi çekici) kılan sebepler, ortalama bir disko bar ortamı gözlemlenerek rahatça anlaşılabilir.

Sonuç olarak, bu duruma objektif bir şekilde bakıldığında görülecek olan; bir sürü insanın gereğinden fazla tahmin edilebilir bir müzik eşliğinde, son derece uygunsuz bir ortamda, anlamsızca bir curcuna ve kalabalık eşliğinde, sırf kurallar bunu gerektirdiğinden dolayı nedeni asla anlaşılamayacak bir dizi komik vücut hareketlerini hayata geçirmesinden başka bir şey değildir. Modern dillerde buna “dans” denilse de, sadece müzik kısmını çıkardığımızda “Curling”e ulaşabiliyor olmamız, evrenin ne kadar derin sırlarla dolu olduğu konusunda insanı derin düşüncelere itmektedir.

*14/09/2008
06:59:47

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...