Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

İçimizdeki Hayvan


GERGE

Öne çıkan mesajlar

  • Genel Yönetici
''Bizi hayvanlardan ayıran şey...''
''Aslan gibi...''
''Yılan gibi sinsi...''

Hayvanlarla yapılan bu benzetmeler hakkında düşündünüz mü hiç?

Bizler - bizler demek istemiyorum aslında; insanlar, benden gayri insanlar... İnsanlar duygularından korkarlar. Onları 'hayvansı' olarak niteliyip kendi hayvanlığını unutarak üst bir tür sayarlar kendilerini.

Felsefi hayvan hepimizin içinde yaşayan vahşi ve dinginlenemez bir yaratıktır. Bunun ilk örneğini Platon'da görürüz. Platon mantık kaybolduğunda içimizdeki hayvanın ortaya çıktığını ve içgüdüleri gerçekleştirmeye çalıştığını söyler. O anda tüm utanma kaybolur ve içimizdeki hayvan hiç birşeyden - ki bu ister ensest olsun, ister cinayet - kaçınmaz.* İnsanlığın en basit ve erken savunma sistemlerinden biridir bu aslında. Kendi içimizdeki vahşiliği başka şeylere yorarız; Homeros'un İlyada'sında Agamemnon Aşil'den özür dilerken ''Zeus beni delirtti.'' der ve bu kabul edilir. Birkaç yüzyıl sonra, tanrılara olan inanç yerini özgür iradeye karışmayan bir monoteizme ya da ateizme bıraktığında insanlar Platon'un da yaptığı gibi beyenmedikleri duygularını reddederler ve onları içgüdülerine bağlayarak ötekileştirirler.

Dışımızdaki hayvanların ana özellikleri vahşilik ve aşırı cinsellik gibi hayali niteliklerdir. Bu ikisine değineceğim:

Vahşilik; Afrika'nın ve Asya'nın vahşi ormanlarını keşfetmeye yeni başlamış avrupalının günlüğünde; ormana girdiği, elinde silah dolaşırken gördüğü ve ona bakıp yemek dercesine ellerini sallayan bir pandayı öldürdüğü günü anlatan bir bölüm bulabiliriz. İnsan hayvanlarla olan ilk karşılaşmasında önce öldürür. Bu ormandaki en vahşi yaratık sizce kim? İnsan yiyen panda mı, yoksa öldürüp övünen insan mı?

Cinsellik; Kant cinselliğin bizi içimizdeki hayvana yaklaştıracağını ve bu nedenle cinsellikten kaçınılması gerektiğini söyler. Oysa ki hayvanlar sadece çiftleşme döneminde yoğun bir cinsellik yaşarlar. İnsanlar gibi sürekli değil. Tüm hayvanlar içinde açık bir farkla en aktif cinsel yaşamı olan insandır.

Bence insanın duygu korkusu batı mantıkçılığı içindeki önyargıların temel nedeni.

Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

*(Cumhuriyet, 9. 571c)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:
Vahşilik; Afrika'nın ve Asya'nın vahşi ormanlarını keşfetmeye yeni başlamış avrupalının günlüğünde; ormana girdiği, elinde silah dolaşırken gördüğü ve ona bakıp yemek dercesine ellerini sallayan bir pandayı öldürdüğü günü anlatan bir bölüm bulabiliriz. İnsan hayvanlarla olan ilk karşılaşmasında önce öldürür. Bu ormandaki en vahşi yaratık sizce kim? İnsan yiyen panda mı, yoksa öldürüp övünen insan mı?


Burda iki ilkel dürtü var efendim bunlardan biri açlık,diğeri tahakküm en vahşi gibi bir tabir yanlış olur,kişinin düşüncesine bakar bu olay. Sol eğilimli düşünce yapısında biri vahşiliği hayvanda değil,övünen insanda arayacaktır büyük olasılık.

Onun dışında insanların iç güdülerini bastırma sebeplerini toplumsal normlara bağlıyorum aslında toplumun sürekliliğini,güvenirliğini sağlayan büyük ölçüde bu normlardır.
Yani duygularımızdan korkmamızın nedeni kendimiz değil içinde yaşadığımız toplumdur diyebilirim. Lakin normlar iç güdüler ile birleştirildiği içselleştirildiği vakit baskı kültürüne sebebiyet veriyor (bu normlara uymayan bir insanı öldürmek,linç etmek,işkence yapmak vicdanın sızlamamasına sebebiyet veriyor ve insan veyahut bir canlı sinirlenip atıp kırdığımız kumandadan farksız bir konuma geliyor)

Immanuel Kant ise içimizde ki hayvan derken düşüncelere pek müsade etmeyen içgüdülerimize dem vurmuş olabilir yani iç güdülerimizi mast döneminde ki bir file benzetmiş olabilir. (yani çiftleşme zamanı gelmiş bir hayvana)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • Genel Yönetici
İnsanın kendisini üstün görmek istemesi olabilir nedenlerden biri de; en azından erkeklerin (erkek çocukları rüyalarında ülkenin en güçlü savaşçısı olurken, kız çocukları genelde sevimli sevimli yaşayıp prensinin gelmesini bekleyen prensesler olurlar).

Tüm beğenmediğimiz yönlerimizi dinsel ya da felsefi yollarla dışarlayıp kendimizi idealaştırıyoruz. Orta Doğu'nun baştan çıkartan yılan miti de buna bir örnek olabilir. Ama teorime zayıf halka olarak eklenen bir Lilith ve Kabil var.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:
Cinsellik; Kant cinselliğin bizi içimizdeki hayvana yaklaştıracağını ve bu nedenle cinsellikten kaçınılması gerektiğini söyler. Oysa ki hayvanlar sadece çiftleşme döneminde yoğun bir cinsellik yaşarlar. İnsanlar gibi sürekli değil. Tüm hayvanlar içinde açık bir farkla en aktif cinsel yaşamı olan insandır.


birgün kafalar trilyonken buna benzer bir tartışma açmıştı elemanın teki. gene bir diğer eleman "post coitum animal trieste est" mi ne, bir latin atasözü vardır diye konuya girdi. "fanfinifinfondan sonra hayvan üzgündür" demekmiş türkçesi. konu daha sonra bu mecrada aktı gitti. biz düşündük taşındık o gün bu latin atasözüne hak verdik zira insan cinselliğinde duygusallık diye birşey var. hayvanlarda o yok. hayvan hormonal dengesi normale dönene kadar önüne gelene atlar ama insanlar sadece bunun için seks yapmaz. duygusal bir tatmin peşindedir aynı zamanda.

hatta ve hatta biz gene düşündük konu üzerinde biraz, cinselliği tek gecelik ve yoğun şekilde yaşan insanların genelde psikolojik desteğe ihtiyacı olmaları gerçeğinden yola çıkıp. sorduk kendi kendimize; bu tür cinsellik yaşayanlar zaten arızalı oldukları için mi böyle yaşıyorlar, yoksa sağlıklı bir insan evladında da bu şekilde cinsellik yaşarsa psikolojisi tırtlayabilir mi diye. psikolog bir hanım arkadaşımız, sağlıklı bir insanda da bu tür cinselliğin sorunlara yok açabileceğini söylemişti. sadece bedensel hazza yoğunlaşan birey giderek sıklaşan oranlarda ve dengesizleşen şekilde cinselliğe yönelip, ipin ucunu kaçırabiliyor, çöküntüye girebiliyormuş.


dini ve ya toplumsal norm diyelim, cinselliğin bokunu çıkarmamanın insanı daha insan yaptığına karar verdik.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Gerge lilithin hikayesi yılan kılığındaki şeytanla nasıl çelişiyor bi açar mısın? Pek bilmiyorum lilithi

Kendimizi idealaştırdığımız konusuna yarı yarıya katılıyorum, duygularımızı bir kenara bırakıp gitmek istediğimiz bir yer var ama bu "kesin gerçeklik" yada bir erdemin doruk noktası değil de toplum tarafından kabul gören normlar. Dışlanmak istemiyoruz, bir bütünün parçası olmak istiyoruz. Maslovun hiyerarşisine göre açıklarsak; temel gereksinimlerini gideren insanın kendini gerçekleştirmeden önce geldiği basamak, başkalarından kabul görme ve sevilme basamağıdır. Aslında hayvani yanlarımızı dışlamıyoruz, içinde yaşadığımız toplumun kıstaslarına göre etkilerini azaltıyoruz.

Mesela bizimki gibi atarerkil toplumlarda ortalama bir erkekten avcı-toplayıcı zamanlardaki erkeğin rolüne benzer davranışlar beklenir. Evin yiyeceğini getiren, kadını üzerinde güç sahibi ve gerektiğinde fiziksel gücünü kullanmaktan çekinmeyen erkekler mübahtır. Hayvani yanını ise değerleri için kavga ederek (futbol takımı, siyasi görüşü, mahalle namusu) bir noktaya kadar ortaya çıkarması normaldir hatta istenir. Ama aynı toplum özellikle cinsel dürtülerini kontrol altına almasını, kendi kadınına hükmederken başkalarının kadınlarına bakmamasını ister. Tecavüz, ensest vb. kesinlikle yasaklanmıştır ve cezası ağırdır.

Toplumun bu refleksi nasıl geliştirmiştir? Akla yatkın bir cevap hayatta kalmaya en yatkın davranış biçemlerinden biridir bu kolektif uyum. Peki bu davranışları hayvani güdüler olarak sınıflandırıyor ve onları aşmak istiyorsak hayatta kalabilir miyiz? Sosyal dengelerimiz, sistemlerimiz bu yüzden çöker mi? Düşünen hayvanın aslında ne kadar ötesine gidebiliriz? Ve birey olmayı ne kadar becerebiliriz? Sorular çoğalıyor heh.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Paparnozla hemen hemen aynı şeyi demişim aslında. İçgüdülere gelince bence orda bi ikilem var. Topluluk yaşamını beyine zorlayan ve birey olmanın önündeki engel de içgüdüler, topluluğun içselleştirdiği normlara karşı gelen ve senin dediğin gibi farklı olmaya giden yol da içgüdüler. Hmm ama birey olmak sadece farklı olmak demek midir? Yoksa sürüyü takip etmemek midir? Yani içgüdülerimizi takip ettiğimizde illaki sürüden bir parça olucaz. Ama dışlanmamıza neden olucak içgüdüleri reddettiğimiz zaman, o topluluğun bir parçası olmayız değil mi?

[ Mesaj 03 Eylül 2007, Pazartesi - 22:45 tarihinde, axedice tarafından güncellenmiştir ]
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • Genel Yönetici
said:
cinselliğin bokunu çıkarmamanın insanı daha insan yaptığına karar verdik.


Buna benzer birşey Platon'da var. Ama sadece benzer yapıda. Platon, Nicomachean Ethics'de (1.7 ve Türkçe adını bilmiyorum) İnsanın nasıl mutlu olacağını öğrenmek amacı ile insanın fonksiyonunun ne olduğunu sorar ve sonunda insanın fonksiyonun mantık olduğuna karar verir; çünkü mantık sadece insana özgü bir özelliktir. İtaliğe dikkat çekerim. Aynı şeyi cinsellikle de değiştirebiliriz ama aynı şekilde vahşet ile de değiştirebiliriz çünkü doğada insan kadar vahşi bir yaratık yok. Eski destanlarımız bile vahşet üzerine kurulu. Öyleyse insanın ana özelliği yaptığı herşeyi ekstrem noktalara taşımaktır diyebiliriz. Peki bu bir fonksiyon olabilir mi, daima - nesne ne olursa olsun - ilerleme? Bence bu insanın tek ayırt edici özelliği.

_________

Lilith bazı öykülere göre Adem ile Havva'yı tek başına, sadece kendi kıskançlığı ve öfkesi nedeniyle baştan çıkartır ve insan doğasının kötülüğü için bir metafor olur.

_________

İçgüdülerimizi aşmamız gerektiğine inanmıyorum ben, zaten yukarıda eleştirdiğim şey de bu. İçgüdülerimize hayvansal sıfatlar takarak hayvanları olmadıkları gibi görmeyi de eleştiriyorum. Biz de bir hayvanız, bence en başta bunu reddetmemeliyiz.

Varoluşçu görüşe göre insan boş bir sayfa olarak doğar ve içinde yaşadığı ortam ile şekillenir. Ben buna katılmıyorum. İçgüdülerimiz var, işliyorlar; sadece onlardan bahsetmek bir tabu ve bu nedenle toplum kuralına uymayanları dışlıyor. Kırılması gereken şey bu. Eylemlerimizin nedenlerini kabullenmeliyiz.

[ Mesaj 03 Eylül 2007, Pazartesi - 23:03 tarihinde, GERGE tarafından güncellenmiştir ]
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Cinsellik hakkında benzer bi yaklaşım Epiküryen düşüncede de vardır. Epikür, gerçek aşkın sadece aynı cinsten iki kişi arasında olabileceğini savunmasının yanında bide dermiş ki varolmanın tek amacı zevk almaktır, zevkin de doruk noktası şarap ve cinselliktir. O yüzden sadece bu ikisine yönelerek süper mutlu insanlar yapabiliriz.

Bunu test etmek ister, içkinin su gibi aktığı ve herkesin herkesle istediği gibi ilişkiye girebileceği bir ev inşa ettirir. Eğlence sınırsız ve karşılıksızdır. Aradan bir süre geçtikten sonra buraya gelen erkek ve kadınlar sıkılmaya, çökmeye ve mekanı terketmeye başlar. Sonunda evde sadece ayyaşlar ve fahişeler kalmıştır. Daha sonra kendi ortaya attığı fikri reddeder, insanın mutlu olabilmesi için bir işle uğraşması ve kendini faydalı hissetmesi gereklidir der. Gözlemlerine göre sürekli sefahat içinde yaşayan insan hayatın anlamsız olduğunu düşünmeye başlar ve mutsuz olur.

___________

Benim bildiğim Lilith hikayesine göre Ademin kalça kemiğinden değil de onun gibi kil ve sudan yaratılan Lilith, eşine hizmet etmeyi reddeder ve onunla eşit olduğunu söyler. Tanrı bu yüzden onu cennetten kovar dünyaya gönderir. Yani dünyaya ilk düşen insandır. Daha sonra Adem için kürek kemiğinden Havvayı yaratacaktır. Bu arada Lilith büyü öğrenip Caine vampir güçleriyle neler yapabileceğini de öğretiyor, sanırım white wolfun vampire ında okumuştum bunu heh.



edit : edit diil de yeni mesaj yapayım bunu karışmasın

[ Mesaj 03 Eylül 2007, Pazartesi - 23:20 tarihinde, axedice tarafından güncellenmiştir ]
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

gerge bu arada sana katılmıyorum. İçgüdüler hayvanların hayatta kalabilmesi için tek yollarıdır. Oysa bizi onlardan ayıran bişey var, akıl. Bu aklı kullanarak iç güdülerimizin bize dayatmalarından kurtulabiliriz. Hukuk nasıl yavaş yavaş orman kanununun önüne geçiyorsa akıl da diğer güdülerin önüne geçebilir ve insanı esiri olduğu sınırlardan kurtarabilir. Bedenin kısıtlarıyla düşündüğü sürece insan aklı bedenin esiri olacaktır.

Ama sen sanıyorum sanatla ilgileniyorsun. Senin kısıtlarından biri de bu işte. Sanatın çıkış noktası bu saf, dizgin vurulmamış duygular. Onlarla barışıp onlardan bişeyler üretmek istiyorsun. Bana sanki ipler güdülerimin elindeymiş gibi geliyor. En azından bazen. Ciddi ciddi onlarla savaşmam gerekiyor. Ama özgürlük adına insanın kendi yaratılışıyla çelişmesi ne kadar doğrudur düşünmeden edemiyorum.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

akıl aynı zamanda bizi başka akıllara köle debilicek bi kavramda ama, mesela aynen senın aklının gerge'nın aklının yoluna uyması gibi.

buna karşın, bir hayvan benliğini içgüdülerini isteklerini sonuna kadar yaşar, o zaman hayvanlar bizim hiç olamıyacağımız kadar kendi değillermidir
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Hmm kavanozdaki beyin diyosun..

Sonuçta neo ve bütün insanlığı da kurtaran trinitye duyduğu aşktı dimi? Peki orta yolu nedir bunun? Konu banalleşmesin diye girmiyim girmiyim diyorum ama giricem buraya heh. Üreme içgüdüleriniz size bişey söylüyor ama aklınız tam tersini söylüyor. Toplum baskısını da göğüsleyerek (burda erkek egemen sisteme göre davranan arkadaş çevresi diyelim) siz akıl yolunu seçiyorsunuz. İçgüdüler bastıryor sürekli, ayrıca garipseniyorsunuz. Ama "doğru"yu yaptınız ve içiniz rahat.

Yoksa burdaki düşünce metodum mu yanlış? Bir siyah ve bir beyaz koydum ortaya, kendi doğru ve yanlışlarıma göre yorumladım bunları ve bide genelleme yaptım aklın üstünlüğüne dair. Gri bölgeler yok sanki bu denklikte. Çözemediğim şeylerden biri de bu. İçgüdülerime karşı çıktığım için mutlu mu olmalıyım?
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

peki birey olmamak mümkünmüdür?
insanın dış etkenlerle yaşaması ne kadar olasıdır.

yanı icgüdülerin bi kısmını red edip mantıklı hareket etmek, toplumun kuralları dahilinde olsada birey olduğumuzun göstergesi değilmidir. Ayrıca üreme icgüdüsünün yanında sürü şeklinde yaşıyan bir tür olarak sürünün içinde bulundam isgüdümüzde yokmudur.

bunlarla beraber, bir kurt sürüsündeki gibi icten ice kendimizi alpha omega beta olarak damgalamış bunun cesaretiyle veya ezikliğiyle yaşıyo olamazmıyız.

bu gercek olsa bile, insanın kendini kabullenmesi bireysellik için makul bir adım değilmidir.

[ Mesaj 03 Eylül 2007, Pazartesi - 23:43 tarihinde, Cuce tarafından güncellenmiştir ]
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:
İnsanın kendisini üstün görmek istemesi olabilir nedenlerden biri de; en azından erkeklerin (erkek çocukları rüyalarında ülkenin en güçlü savaşçısı olurken, kız çocukları genelde sevimli sevimli yaşayıp prensinin gelmesini bekleyen prensesler olurlar).


Yaşama içgüdümüz vesilesi ile kendimizi üstün görüyoruz aslında türümüzün devamı insanlığın gelişimi ile ilgili çoğu canlı da da bu var belki onlarda kendilerini üstün görüyorlardır lakin bize aktaramıyorlar bunu ama gözlemleyebiliyoruz mesela bir erkek aslan kendisinden olmadığı için ve dişinin tekrar çiftleşme dönemine geçmesi için yavruları öldürebiliyor.Niye yapıyor bunu kendi düşüncelerimizle aslanın kendini üstün görmesi ve kendi türünü devam ettirmesi olarak nitelendirebiliriz. Aslında bunların hepsi doğal seçilim olayı,doğuştan var. Bir bebek diğer bir bebeğin elinde ki oyuncağı tak diye kapıyor bazen niye yapıyor bunu mesela tamamen içgüdüsel bir olay elinden oyuncağı alınan bebek ya ısıracaktır ya almaya çalışacaktır ya ağlıyacaktır büyük ihtimal. Ebeveynleri bebeğe aynı oyuncaktan bir tane daha versede o bebek kapılan oyuncağı almak isteyecektir. İçgüdüler pavlov gibidir yani uygularsan hazla ödüllendirecektir seni sorun olan içgüdülerin istemesi değil emretmesidir. İçimizde ki diktatörü bastırmak lakin diğer bir diktatör de toplum normları dır insan çoğu zaman bu iki diktatör arasında kendi içinde bir mücadele verir. Jean Paul Sartre'ın dediği olay aklıma geliyor intiharın kurtuluş olma noktası. Her iki diktatöre de karşı gelme mevzusu olarak nitelendiriyorum intiharı. Onun dışında tabuları yıkmak kendi içimizde yeni normların doğmasına da sebebiyet verecektir veya içgüdülerin kollarına kendimizi tamamen kaptırmamıza. (düşüncelerimiz ile içgüdülerimiz arasında oluşturduğumuz ortak payda da yani kendi normlarımız kendimizi üstün görme çabamızın bir ürünü oluyor ve kendimiz diktatör oluyoruz bu sefer bir muallak olarak)
Yani kendimce insanın içgüdülerini kabullenmesi lakin bu kabulleniş vesilesi ile içgüdülerini baştırışı ve düşünce denilen mozaiğe kendini kaptırışı ait olduğu topluluğa çok şey kazandıracağı görüşündeyim. İçgüdüleri ile düşünceleri arasında bir köprü oluşturduğunda ise sadece kendine yarar sağlıyacağını sanıyorum.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • Genel Yönetici
Bence huzursuz olmalısın ama mutluluk bu huzursuzluğun senin için ne anlama geldiğine bağlı.

Ben içgüdülerime uymayı tercih ederim aklım sadece ahlaki argümanlarla karşı çıktığı sürece; çünkü genel ahlağın tam bir şaçmalık olduğunu düşünüyorum, zaten anarşizm de bunu savunur.

Axedice, sana doğruyu söyleyen varoluşçu ve determinist bir akıl - bunlar birbirlerine tam olarak zıt ve düşman konseptler olsalar da birleştiklerinde toplum bilincini ve onun getirdiği kuralları oluştururlar. Burada doğru toplumdan ne anladığına göre değişir elbette ama benim ne anladığın artık ortada sanırım. Burada gerçektende gri yerler yok, tam bir romantizm egemen - ki romantizm faşizm'in yolunu açar (zaten Matrix de romantizm akımın postmodern bir uyarlaması sayılmalı bence). Sana çıkışmıyorum burada, zaten bunu vurgulamak, sana çıkışmadığımı vurgulamak, için determinizmden söz ediyorum.

Bireysellik için önceden bahsettiğimiz hayatın fonksiyonu kavramı önemli bence. Önce fonksiyonumuza, sonra da onu getirip getirmediğimize bakmalıyız; ancak bunlardan sonra birey olup olmadığımızı tartışabiliriz bence. Yani kendi öznemizi yaratmak için ekstrem noktalara çıkmalıyız önce, ve bu fiziksel değil, zihinsel olmalı bence. Fiziksellik sadece bir tür gösterim olarak kalmalı. Bunu çok faşizan bir düşünce olduğunun farkındayım ama sanatçının zaaflarından biri de budur işte.

Bireyselliğin farkındalığı önceliktir birey olabilmek için.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

İnsan sosyal varlıktır, diğer yandan kendinin farkında olacak kadar da akıllıdır. Ne birey olacağım diye toplumdan ve getirdiği kurallardan vazgeçebilir -aksi halde kendini dışlanmış hisseder, mutlu olamaz- ne de toplumun birey olmasını engelleyecek aşırı baskılarıyla mutlu mesut olabilir -çünkü kendisi olamaz-.

Bu sebeple, insan her eyleminde ve fikrinde aşırılıktan uzak durmalı, ortayolu bulmalıdır. Ekstrem, radikal, aşırı her ne varsa bunları hayatımızdan çıkarırsak sosyal bir ortamda birey olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşarız.

Eskinin en sert muziğini yapan, uyuşturucu bağımlısı, seks düşkünü, alkolikler yıllar sonra iyi bir aile babası olarak karşımıza çıkıp "uyuşturucuya hayır" diye boşuna demiyorlar. Zaten bunu demeyenlerin çoğu ya genç yaşlarında kendi kusmuklarında boğulup ölüyorlar ya da intihar ediyorlar, bir şekilde kısa sürüyor hayatları. Toplumsal kuralları sorgulamak iyidir ama sürüden fazla ayrılmamakta fayda vardır.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • Genel Yönetici
Ekstemden kastım seks ve uyuşturucu değil (her ne kadar aramız kötü olmasa da), felsefi bir farkındalık. Zaten zihinsel olduğunu belirttim yukarda. Bence sıradanlık sanatı ve böylece herşeyi öldürür. Cesur* bir dünya istemiyorum ben, senin söylediğin öyle bir yere götürür.

*Huxley, Brave New World

[ Mesaj 04 Eylül 2007, Salı - 00:08 tarihinde, GERGE tarafından güncellenmiştir ]
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...