Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

yakışır oğlumuza!!!


Hagii

Öne çıkan mesajlar

Valla hortlamış gibi geri döndüm ama,

Dean'e biraz genetik hakkında okumasını önereceğim. Richard Dawkins'in son kitabı Evolution on Life : Greatest Show on Earth bu konudaki perspektifini değiştirecektir.

Çünkü her insanın biyolojik olarak eşit olmadığı %100 ıspatlanmış bir gerçek. İki farklı genetik yapıdaki insanı aynı sosyal koşullar altında aynı şekilde eğitsen bile arada ciddi IQ farkları oluşabilir.

Kas lifi oranı ya da zeka kapasitesi gibi şeyler insanlarda maksimum boy, ten rengi veya kıllılık gibi değişiklik gösterir.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

@Morty

Abi konuyu çarpıtıyorsunuz. Ben her insanın "biyolojik yapısı aynı" demiyorum, aksine "her insan çevresel faktörlere göre şekillenir" diyorum çünkü insan da doğanın bir parçasıdır.

Ayrı kaldığımız nokta aslında zeka değil bilinç kavramında yaşadığımız iletişim probleminden süregeliyor.

Karşı taraf "hayır herkesin bir limiti vardır bu genetiktir" derken ben "hayır herkes çevresine göre şekillenir" diyorum.

Peki zeka nereden geliyor?
İnsan ne zaman hayvandan farklı bir canlı haline geldi?

Bilinç sahibi olduğu sürece. Bilim ise bilincin gelişmiş , hücre sayısı fazla, sinir sistemi karmaşık canlılarda var olduğunu ortaya koyuyor.

Burada evrimden bahsediyoruz. Bir örnek;
en büyük maymun türünün beyin hacmi 600 cm küp
Java adamının beyin hacmi 800-900 cm küp
Neandertal insanın beyin hacmi 1300-1600 cm küp
Modern insanın atasının beyin hacmi 1400 cm küp.

Kısaca çevre şartlarına göre evrim geçiren insan, bu evrimin farkında olamasa da vücut yapısına göre daha bilinçli ve daha zeki bir canlı oluveriyor.

Peki insana genetik hiç mi bir şey geçmiyor.

Bak yukarıda verdiğim örneklerle bilinç ile fizyolojik olayların etkileşimli ve orantılı olduğunu belirttim sana. Dolayısıyla elbet genetik aktarımlar söz konusu. Ancak bu genetik aktarımlar kısaca "dürtü" adını alıyor. Ve yine kısaca bu dürtüler sadece aynı şartlar altında aynı tepkileri verebiliyor. Eğer öyle olsaydı insan aynı şartlar altında her daim aynı tepkileri verirdi, ancak bağımsız bir oluş olan bilinç sayesinde insan farklı metodlar uygulayabiliyor.

İnsanı her yönüyle çevresinden bağımsız olarak ele alsaydık eğer, limitler doğru olurdu dediğiniz gibi. Ancak bilinç tarih ilerledikçe insanoğlu için gittikçe büyüyen bir nitelik taşıyor.

Kısaca insan eğer belirli bir seviyeyi yani limiti geçemez olsaydı, bu bilincin de sınırlandırılabileceği anlamına gelirdi. Oysa bilinç sınırlandırılamaz, sadece çözümleme yeteneğinden eksik kalabilir. Sorgulamadığı sürece bilinç gelişmez. Tıpkı üçüncü dünya ülkelerinde ki gibi, tıpkı 19.yy gibi her dönemin de kendine has bilinç ve zeka anlayışı, farklılıkları mevcuttu.

Konuya sosyalizmden daldık. Sosyalizm işlemez, çünkü insanlar eşit değil deniliyordu. Bunun aynısını Behice Boran'da yaşamıştır. Gittiği bir köyde "onlar zengin, siz fakirken neden ses çıkarmıyorsunuz" diye sorar köylülere, köylüler "beş parmağın beşi bir mi" diye yanıt verirler.

Şu anda da yapılan budur. Benim dediklerime karşıt olarak verilen örnek ise, herkes matematik yapamaz söylemidir örneğin. Oysa bu zeka çeşitleri ile alakalı bir durumdur.

Sosyalizm konusuna gelince, üretimin toplumu şekillendirdiğini söylemiştim. Dahası bilincin insanın üretim araçları yaparak ve üreterek ortaya çıktığını ve geliştiğini de söylemiştim. Toplumlarda üretim şekillerine göre şekillenmiştir. Tarım ile yerleşik hayata geçmişizdir örneğin, sanayi devrimi ile dünya değişmiştir. Üretim şeklimiz hayatlarımızı belirler.

İşte aslında bu topic'de şunu belirtiyorum tekrardan; kapitalist üretim sistemi elbet değişecek, bu değişimde sonraki basamak olan sosyalizm olacak. Olay bu kadar basit, çünkü var olan kapitalist sistem iki sınıf barındırır, işçi sınıfı ve burjuva sınıfı. Sermaye-emek çatışması mevcutken de, sistem her daim belirli aralıklarla çatışmalara yol açar, burjuva sınıfı üretim sistemini korumakla, işçi sınıfıda kısmen belirli zamanlarda sistemi yıkmakla meşgul olur, bu böylede devam edecektir. Çünkü kapitalizm "bırakınız yapsınlar" diyecek kadar serbest, rahat, kafasına göre takılan bir sistemden başka bir şey değildir.

Ama ne yazık ki belki de Türkiye'nin en kaliteli forumlarından birisi olarak gördüğüm şu forumda bugün biraz şaşırdım desem yeridir. Bu bana karşıt fikirler besledikleri için değil. Kesinlikle böyle değil.

Aksine "fan boy", "abi şunu oku sen ilk önce" "failsin" "komünizm rererö" gibi tek mesajlık şeyler yüzünden bence.

Ya da ne bilim lan, laptopdan takıldığım ve oyun oynayamadığım için böyleyim galiba...

Tez desktop'u kurayım...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

DeaN said:


Burada evrimden bahsediyoruz. Bir örnek;
en büyük maymun türünün beyin hacmi 600 cm küp
Java adamının beyin hacmi 800-900 cm küp
Neandertal insanın beyin hacmi 1300-1600 cm küp
Modern insanın atasının beyin hacmi 1400 cm küp.

Kısaca çevre şartlarına göre evrim geçiren insan, bu evrimin farkında olamasa da vücut yapısına göre daha bilinçli ve daha zeki bir canlı oluveriyor.


Bak yukarıda verdiğim örneklerle bilinç ile fizyolojik olayların etkileşimli ve orantılı olduğunu belirttim sana. .


Balina nın beyin hacmi 5700 cm küp o zaman hepimizi 4 e katlayacak kadar zeki hayvanlar balinalar...

Daha önce dediğim gibi, biraz biyoloji de oku sen. Sosyalizm falan oldu mu mantığın güzel işlemişte, biyolojide evrimde bilgi sahibi olmadan fikir sahibisin apaçık
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

sipeyskeyk said:

Abi tamam fanboysun da, abartma yahu.

Böyle YENDİK OLM resmi koyunca ne oldu haklı mı oldun şimdi?

Bak ben sana hemen komunizm ile nazizmin ne kadar kardeş olduklarını açıklayayım sen yorulmamış ol.

ikisi de diktatörlüktür.
ikisi de cumhuriyetin/demokrasinin karşısındadır.
ikisi de kendi ideolojileri dışındaki HER ŞEYE karşıdır. (çarşı gibi.)
ikisinin de amacı dünyayı tek bir ideolojinin yönetmesini sağlamaktır.
ikisi de polis devleti düzenine sahiptir, farklılıkları rejim düşmanı olarak görürler ve yok etmekten çekinmezler.
ikisinde de fikir özgürlüğü yoktur, tek doğru vardır.
ikisi de devletin ekonomi üzerinde yadsınamaz bir etkisi olmasını öngörür.
ikisi de militaristtir, ve amaçları doğrultusunda bu gücü kullanmaktan çekinmezler.
ikisi de yayılmacı politikayı benimser.
ikisi de sosyal devlettir. eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe max. önem verirler, tabi ki "ötekiler" için değil, bir tarafta yoldaşlar için bir tarafta "üstün ırk" için.
bunlar böyle bir anda aklıma gelenler, daha üzerinde düşünmedim bile.

yayılmacı dedim de, bana gelip leninin ütopyasından bahsetme lütfen. Dünya'nın tanıştığı komunizm, stalin'in uyguladığı komunizmdir ve temellerini sosyalizmden alır.

var mı itiraz?


sevgili din kardeşim dean.

koskoca WOT yazmışsın, şurada dediklerimin tek bir tanesine karşı argümanın yok.

FAŞİZMLE KOMUNİZM NE ALAKA EEJEUAHEUAEHA dedin, açıkladık.

ee? deneme gibi yazı yazmışsın, ama içi boş.

kısacası haksız olduğunu ve sana laflar hazırlanması gerektiğini kabul etmişsin, öpüyorum.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Bilindiği gibi, bütün canlılar hücrelerden oluşur. Örneğin insan vücudunu oluşturan yaklaşık 100 trilyon hücre vardır. Her hücre ise, aralıksız olarak, canlının hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı şeyleri üretir. Canlıların hücrelerini yüksek teknoloji ile donatılmış birer fabrika olarak kabul edersek, bu kitabın konusu olan proteinler de bu fabrikanın makinaları, duvarları, tavanı, merdivenleri, kapıları ve hatta vidalarıdır. Kısacası proteinler, hücrelerin hem inşaat malzemesini hem de çok karmaşık makinelerini oluştururlar. Birbirinden farklı birçok görevi üstlenen proteinler bu nedenle canlılığın yapıtaşları olarak kabul edilirler.


Örneğin saç, tırnak ve tüylerde bulunan sert yapıyı oluşturan keratin isimli madde bir proteindir. Bazı proteinler, kasları kemiğe bağlayan tendonlarda bulunan dayanıklı naylon benzeri bir maddeyi oluştururlar. Derinin pürüzsüz elastikiyetini ve kemiklerin dayanıklılığını sağlayan ise kolajen isimli bir başka proteindir. Atardamarları çevreleyen kauçuk benzeri elastik maddeyi oluşturan da yine başka bir proteindir. Retinaya ışık çarptığında görme etkisini başlatan ise rodopsin isimli proteindir. Bu arada başka proteinler de gözün lensini oluşturan saydam maddeyi yaparlar. Hücrelerin içine moleküllerin giriş çıkışında yine özel taşıyıcı proteinler görev yapar. Tüm canlılığın bilgisini taşıyan DNA molekülü proteinler olmadan kopyalanamaz ve bilgi üretemez, hücre bölünmesini sağlayamaz. Yani proteinler canlılardaki en küçük yaşam birimi olan hücrelerin hem yapılarında hem de sayısız işlevlerinde çok çeşitli görevler alırlar. Diğer bazı proteinler de hücredeki kimyasal reaksiyonların hızını milyarlarca kez artırmak için katalizör görevi görürler. Takımlar halinde çalışarak, hücrenin tüm kimyasal parçalarını inşa ederler. İnşa etme özelliklerinin yanısıra, parçalama özellikleri de bulunmaktadır. Bu özelliklerini kullanarak hücrelerde bulunan büyük molekülleri, hücrenin kullanabileceği basit bileşiklere ayırırlar. Hücreye enerji sağlanması için gereken reaksiyonların oluşmasını sağlarlar. Kaslardaki kasılma hareketi için gereken unsurları oluşturanlar da yine kas hücrelerindeki özel proteinlerdir.
Yukarıda sayılanlar, binlerce protein çeşidinden sadece birkaç tanesine ait özelliklerdir. Siz bu satırları okurken dahi vücudunuzdaki her protein çeşidi yaşamınızı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmeniz için aralıksız olarak faaliyet göstermeye devam etmektedir. Baktığınız satırları okuyabilmenizden yemeğinizi yiyebilmenize, vücudunuzun gelişiminden hastalıklara karşı dirençli olmanıza kadar birçok ihtiyacınız hücrelerinizde durmadan çalışan proteinler sayesinde giderilmektedir. Sadece insan vücudunda değil, bitkilerden tüm hayvan türlerine, en basit bakteriye kadar, tüm canlıların yaşamsal faaliyetlerinin tamamı proteinler üzerine kuruludur.





Yanda kemiklerin dayanıklılığını sağlayan kolajen proteininin ve saçlarda bulunan keratin proteininin yapısı görülmektedir.





Yanda kolajen lifinin açılımı yer almaktadır.

Site boyunca da üzerinde durulacağı gibi, belirli sayıda atomun birleşmesinden meydana gelmiş bu mucize moleküller, birbirleriyle kusursuz bir uyum içinde, çok büyük bir akıl ve şuur göstererek, inanılmaz sorumlulukları yerine getirirler. Bundan sonra anlatılacak her konuda, akıl ve vicdan sahibi her insanın kendisine sorması gereken önemli bir soru vardır: Cansız atomların birleşmesinden meydana gelen şuursuz, bilgi ve beceriden yoksun olması beklenen protein molekülleri nasıl olup da inanılmaz bir akıl, organizasyon yeteneği ve sorumluluk hissi göstererek tüm bu faaliyetleri gerçekleştirebilmektedir? Samimi düşünen her insan, cevabın, sonsuz bir güç ve ilim sahibi olan Allah'ın kusursuz yaratışı olduğunu görecek, en küçüğünden en büyüğüne kadar evrendeki tüm varlıkların Allah'ın kontrolü ve emri altında olduğunu kavrayacaktır. Allah'ın tüm varlıkların hakimi olduğu bir ayette şöyle haber verilir:


Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.) (Hud Suresi, 56)

ŞUURSUZ ATOMLARIN İNŞA ETTİĞİ YETENEKLİ PROTEİNLER


Yanda gördüğünüz şekil, sitokrom-c isimli bir proteinin atom yapısını göstermektedir. Milimetrenin milyonda beşi kadar küçük olan bu protein yaklaşık 1000 atomun birleşmesinden meydana gelmektedir. Resimde de görüldüğü gibi, bu atomların aralarındaki organizasyon ve birbirleriyle birleşme şekilleri son derece komplekstir.
Şimdi bu resme bakarak düşünelim. Evrimciler bu 1000 atomun tesadüfen biraraya gelerek, bu şekilde görüldüğü gibi birbirlerine bağlandıklarını iddia ederler. Ve bu rastgele birleşmelerin sonucunda "tesadüfen" canlının yaşamı için son derece önemli görevlere sahip sitokrom-c proteininin meydana geldiğini söylerler. Üstelik bu 1000 atomun içinde, demir, karbon, nitrojen gibi birçok çeşit atom bulunmaktadır. Yani sitokrom-c'yi oluşturabilmek için gerekli olan farklı atomlar, belirli bir sayıda, belirli bir zamanda, belirli bir yerde bulunmalı, sonra gerekli yerlerden birbirleriyle ayrı ayrı, resimde görüldüğü gibi, en uygun kimyasal bağlarla bağlanmalıdırlar. İşte evrimcilerin son derece mantıksız ve akıl almaz iddialarına göre bunların hepsi rastgele gerçekleşmeli, ama canlılık için son derece önemli olan bir protein buna rağmen oluşmuş olmalıdır.
Dahası evrimciler, sadece sitokrom-c proteininin oluşması için değil, canlılık için gereken binlerce proteinin oluşması için aynı tesadüf masalını iddia ederler. Karbon, nitrojen, demir, fosfor gibi şuursuz, cansız, hiçbir şeyden habersiz atomların, farklı oranlarda ve farklı düzenlerde birleşerek canlılık için gerekli olan tüm proteinleri meydana getirdiklerini iddia etmek akla ve mantığa kesinlikle aykırıdır.
Milimetrenin milyonda beşi kadar yer kaplayan bu küçücük yapıların canlı vücudunda üstlendikleri görevler görüldüğünde ise, şuursuz atomların bu kadar önemli yapıları tesadüfen inşa ettiklerini iddia etmenin daha da büyük bir mantıksızlık ve akılsızlık olduğu anlaşılacaktır.


Örneğin bazı proteinler saçları, tırnakları ve hayvan tüylerini oluşturan teflon benzeri maddeyi oluşturur. Bazıları kasları kemiklere bağlayan tendonları oluşturur. Ayrıca hücreye gelen mesajları getirenler de, mesajları alan ve değerlendirenler de proteinlerdir. Hücrenin içine giriş çıkışları kontrol eden kapılar ve pompa sistemleri de proteinlerdir. Kimyasal reaksiyonları hızlandıranlar yine proteinlerdir. Hemoglobin adındaki protein kandaki oksijeni dokulara taşır. Transferin isimli protein ise kanda bulunan demiri taşır. İmmunoglobülinler bakteri ve virüslere karşı vücudu savunan proteinlerdir. Fibrinojen ve trombin ise kanın pıhtılaşmasını sağlar. İnsülin, vücuttaki şeker metabolizmasını düzenleyen bir protein çeşididir.


Bazı canlılarda insan vücudunda bulunmayan, ancak o canlının hayatı için son derece büyük önemi olan başka proteinler de bulunur. Örneğin bazı balıkların kanında bulunan antifriz proteini bu balıkların kanını donmaya karşı korumaktadır. Böcek kanatlarının hareketini sağlayan rezilin proteini hemen hemen mükemmel bir elastik özelliğe sahiptir. Sadece 20 amino asitin, diğer bir deyişle birkaç yüz atomun birleşmesinden meydana gelen bu moleküllerin bu kadar farklı özelliklere sahip olmaları olağanüstü bir olaydır. Atomların biraraya gelerek bu kadar çok önemli iş başaran, akıl gösteren, organize olabilen, en gerekli yerde en gerekli kararı verip, bunu uygulayabilen yapıları tesadüfen inşa etmiş olmaları kesinlikle imkansızdır. Üzerinde düşünülmesi gereken bir konu da, aşağı yukarı benzer atomlardan oluşan proteinlerin görev ve işlevlerinin bu kadar çeşitlilik göstermesidir. Proteinler çoğu zaman benzer atomlardan oluşurlar. Ancak bu atomların farklı sayılarda ve farklı dizilimlerde olması o protein molekülüne farklı görev ve yetenekler yükler. Bu gerçekleri tesadüflerle açıklamak kesinlikle imkansızdır. Aslında evrimciler de bunu itiraf ederler. Örneğin ülkemizin önde gelen evrimcilerinden Prof. Ali Demirsoy, sitokrom-c proteininin oluşumu için şöyle der:


"Bir Sitokrom-C'nin dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır denilecek kadar azdır... Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O halde birinci varsayımı irdelemek gerekiyor." 3
Demirsoy kitabının başka bir bölümünde ise, sitokrom-c'nin tesadüfen oluşması ihtimali için "bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar azdır" der. 4


Bir maymun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazamayacağına göre, sitokrom-c proteini de kesinlikle tesadüfen oluşamaz. Ancak Demirsoy'un ilk alıntısında belirttiği gibi, evrimciler için doğaüstü güçlerin varlığını kabul etmek "bilimsel amaca uygun" değildir. Yani evrimci bilim adamlarının "bilimsel amaç"ları (!) Allah'ın varlığını inkar etmek ve materyalizmi savunmak olduğu için, sitokrom-c proteininin tesadüfen oluştuğunu kabul etmek zorunda olduklarını öne sürmektedir. Bu o kadar mantıksız bir iddiadır ki, üzerinde biraz düşünüldüğünde evrimcilerin ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduklarını görmek için tek başına yeterlidir. Örneğin biri size gelse ve Taksim Meydanı'ndaki bir taş yığınının şiddetli rüzgarın etkisiyle muhteşem bir insan heykeline dönüştüğünü söylese... Veya bir kayalığa çarpan dev dalgaların bu kayalıkta tesadüfen Ürdün-Petra'daki taş işçiliğinin en güzel örnekleri olan yapıları oluşturduğunu söylese, o kişinin aklı ve samimiyeti hakkında ne düşünürdünüz? Görüldüğü gibi evrimciler, tüm bu olanaksızlıklardan daha da olanaksızını kabul edebilecek kadar büyük bir mantık ve akıl çöküntüsü içindedirler. Çok açık gerçeklere gözlerini kapatıyor olmaları, büyük bir bölümünün anlayışını ve kavrayışını kapatmıştır. Protein moleküllerinin canlılık için, üstün bir akla, bilgiye ve güce sahip olan Allah tarafından tasarlandıkları ve yaratıldıkları çok açık bir gerçektir.



Tesadüfler hiçbir zaman kompleks bir tasarım meydana getiremezler. Proteinler gibi üstün bir tasarıma sahip moleküllerin tesadüfen oluştuğunu söylemek, taş yığınlarının rüzgarlar sayesinde bir heykele veya kayalara vuran dalgalar sayesinde tesadüfen mimari bir harikaya dönüştüğünü iddia etmekten çok daha mantıksız ve akıl dışıdır.




PROTEİNLERİN GÖREVLERİNE UYGUN KUSURSUZ TASARIMLARI


Maddelere özelliklerini veren, atomlarındaki düzendir. Her maddeyi meydana getiren atomlar "molekül" adı verilen özel gruplar halinde düzenlenmiştir. Canlıların yapılarını ve sistemlerini oluşturan moleküllerin atomları da canlılık için özel olarak düzenlenmiştir. Bu, son derece önemli bir konudur. Çünkü elinizdeki kitaptan oturduğunuz koltuğa, kendi bedeninizden çiçeklerinize kadar her varlık atomlardan oluşur. Ancak atomların farklı şekillerde gruplanmaları ve organize olmaları ile, canlı ve cansız maddeler birbirlerinden tamamen ayrılırlar.
Proteinler, canlılığı oluşturan dört büyük ana molekül grubundan biridir. (Diğerleri nükleik asitler, lipidler ve karbonhidratlardır.) Her molekül grubunda atomlar farklı şekillerde dizilmişlerdir. Bu sayede farklı özellikler kazanırlar ve bu özelliklerine göre görevler üstlenirler.




Ortadaki resim gözün yapısı taklit edilerek tasarlanmış bir kameradır. Yukarıda görülen, yüksek teknoloji ürünü, yüzlerce parçadan oluşan kamera ile elde edebildiğiniz en kaliteli görüntüyü düşünün. Bu görüntüde mutlaka bir pus, karlanma veya kayma olur. Renkler hiçbir zaman aslı gibi canlı ve net olmaz. Bir de sadece protein ve yağlardan oluşan gözünüzün oluşturduğu görüntüyü düşünün. Görüntünüzde hiçbir zaman kayma, kararma, puslanma olmaz. Netlik ayarı hiçbir zaman bozulmaz. Renkler ise hep canlıdır. Onlarca yıldır binlerce bilimadamının, teknik uzmanın ve mühendisin en ileri teknoloji ile oluşturamadığı kalitedeki görüntüyü, şuursuz atomların tesadüfen oluşturmaya başladıklarını iddia etmek akla ve mantığa tamamen aykırıdır. Bu, gözün tüm parçaları ile üstün bir Yaratıcı tarafından yaratıldığının açık bir delilidir.

Moleküllerdeki atomların düzeni o kadar hassas ve önemlidir ki, çok kısa bir anda, tek bir protein molekülünün atomlarının gerektiği gibi düzenlenmemesi durumunda vücutta onarılmaz hasarlar oluşabilir. Örnek olarak görme olayını ele alabiliriz. En gelişmiş kameradan bile çok daha üstün bir teknolojiye sahip olan gözde, görme olayının gerçekleşmesi için birçok protein görev yapar. Tıpkı kamerada görüntünün oluşmasından sorumlu olan birçok parçanın görev yapması gibi. (Ancak burada şunu da belirtmeliyiz ki, göz ve kamera sistemleri arasında bir kıyas mümkün olmakla birlikte, kameranın parçaları hiçbir zaman gözdeki proteinlerin oluşturduğu netlik ve mükemmellikte bir görüntü oluşturamayacağı açıktır. Bugün en gelişmiş teknolojilerle üretilen kameralar için de bu durum geçerlidir.) Bu parçalardan birinin bozuk olması kamerada görüntünün oluşmasını engelleyecektir veya bozuk olmasına neden olacaktır. Aynı şekilde görme işleminde görev alan birçok proteinden bir tanesinin bile gerekli moleküler yapıya sahip olmaması durumunda, görme işlemi bir anda hasara uğrayabilir. Örneğin rodopsin, gözün ışığa tepki vermesini sağlayan bir proteindir. Rodopsinin yapısındaki en küçük bir bozukluk bu işlemi aksatır. Aynı şekilde retinadaki koni hücrelerde bulunan ve renkli görmeyi sağlayan proteinlerin yapılarındaki bozukluklar da renkli görmeyi engeller. Bir başka örnek, gözü ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerinden koruyan melanin proteininin görevini yapamaması durumunda gözde katarakt hastalığın oluşmasıdır.
Bu örneklerde de görüldüğü gibi, proteinlerin kendilerine tahsis edilmiş görevleri yerine getirebilmeleri için en uygun moleküler yapıya sahip olmaları şarttır. Bunun içinse, proteinleri meydana getiren amino asit moleküllerinin de en uygun şekilde düzenlenmiş olması gereklidir. Amino asitlerin yapısında da tıpkı proteinlerde olduğu gibi ayrıntılı bir tasarım ve kusursuz bir işleyiş hakimdir.

AMİNO ASİTLERDEKİ DÜZEN


Proteinler, amino asit isimli moleküllerden oluşurlar. Amino asitler proteinlere göre daha küçük moleküller olmalarına rağmen, oldukça kompleks bir yapıları vardır. Amino asitleri oluşturan atomlar üç ayrı grup halinde bulunurlar; amino grubu, karboksil grubu ve yan zincir grubu (ya da radikal grup).
Bütün amino asitlerde amino ve karboksil grupları aynıdır. Bir amino asiti diğerlerinden farklı kılan tek özellik, moleküle bir ucundan bağlanan yan zincir grubudur. Bu yan zincir gruplarının her amino asitte farklı olması sayesinde her amino asit birbirinden çok farklı özelliklere sahip olur.


Nasıl ki bir makinenin yapısında çeşitli malzemeler kullanılmaktaysa, vücudumuzdaki çok karmaşık görevleri yerine getirebilmesi için protein makinalarında da farklı özelliklere sahip malzemeler bulunmalıdır. İşte amino asitlerin yan zincir gruplarındaki atomların şekli, sayısı ve sıralamaları, elektrik yükleri, hidrojen bağı kapasitelerinin farklı farklı olması, amino asitlere çeşitlilik kazandırır ve bu çok çeşitli malzemeden de yine çok çeşitli protein makinaları üretilir. Örneğin yan zincir gruplarının (+) veya (-) elektrik yükünün olması veya yüksüz olması amino asit molekülünün suda eriyip erimemesini sağlar.
Bu şekilde farklı özelliklere sahip olan amino asitlerin farklı dizilimlerle yanyana gelmeleri, proteinlerin vücut içinde hayret verecek derecede çeşitli görevleri yerine getirebilmelerini sağlar. Ancak canlıların yapılarında bulunan amino asitlerde çok özel bir durum söz konusudur. Doğada 200'ün üzerinde amino asit bulunmasına rağmen proteinler bu amino asitlerin sadece 20 tanesinden oluşur.

PROTEİNLERDE NEDEN DOĞADAKİ 200 AMİNO ASİTTEN SADECE 20 TANESİ KULLANILIR?
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

DeaN said:

bla bla bla

Rewendor said:

Kusra bakma ama şu mesajın baştan sona cehalet dolu, tamamen cahilce.

peki
Rewendor said:

"bilgi" ile zeka aynı şey değildir bu bir. genetik olarak aktarılan bilgiyle genetik olarak sınırlanan zeka da aynı şey değildir bu da iki.

Bilgi ile zekanın aynı şey olduğunu değil, bilinç ile çevresel faktörlerin ve algıların ilişkili olduğunu belirtmek istedim sana, orayı gözden kaçırmışsın belli ki. Zekanında duyum, dil ve çevresel faktörlere göre geliştiğini, beyinsel fonksiyonların hızının da bilgi kazandıkça, kısaca çevreyi sorguladıkça arttığını bilimsel olarak zaten kanıtladı bilim adamları ( nöronlarla ilgili diyorlar mesela ). Dolayısıyla doğuştan "ortalama IQ" veya "daha zeki olmak" gibi vasıflar hiç bir insana gelmez, yanlış bilmeyelim. Bir insan doğduğu anda sadece yaşamsal fonksiyonlarını idame ettirme ihtiyacını bilecek kadar bilgi sahibidir ( ha belki ana karnında da bilgi edinebilir, bunu da son zamanlarda duyuyoruz. )

Rewendor said:

Her insanın zeka potansyeli eşit değildir. Herkesi yeterince eğitirsen Einstein yaratamazsın, herkesin belli limitleri var.

Bu kıyaslamayı yaparken şu yanlışa düşüyorsunuz. Hayatının 18 yılını farklı çevrelerde geçirmiş iki genci aynı eğitime sokup bu yargıya varıyorsunuz. Herkesin belli limitleri var evet ama bu doğuştan gelmiyor, çevresel etkilere karşı var oluyor, gelişiyor.
Rewendor said:

Genetik kodun senin atıyorum 130'la 150 iq arasında olacağını söyler, aradaki olasılık çevreye kalmıştır. sen istediğin kadar çabala 151 iq'ya çıkamazsın. Bir başkası için bu sınır daha yüksek ya da daha düşük olabilir.

Evet olabilir ama yukarıda bahsettiğim yanılgıya düşme, ne tarz bir yapıda büyüdüğünü araştır insanların, hangi çevresel faktörlere maruz kaldığını. Öyle belirli bir yaşta iki insanı alıp deney yaparak ancak evrim karşıtı insanları inandırabilirsiniz ki bu da yeter zati, onlar kalabalık.
Rewendor said:

Daha bilgi ile zekanın farkını ayırt edemiyorsun, yetmezmiş gibi zeka sınırlamalarında genetik bilimini yok sayıyorsun, seninle nasıl tartışalım yahu? En basit bilgiden bile yoksun körleme konuşuyorsun. zekayla bilgiyi bir tutmak nasıl bir mantıktır?

Sanırım körleme olarak okuyan sen olmalısın ki ben sana bilgi ile zekanın orantılı ve ilişkili olduğunu söylerken sen bunu bir anlamışsın...
Rewendor said:

Bak sana şöyle bir örnek vereyim, "bilgi ve zeka tamamen ayrı şeyler bunu unutma" baştan uyarayım da. Genetik olarak annene babana ailene göre senin boyun da kodlanmış. Anne tarafın 1.50 baba tarafın 1.65'se, sen de atıyorum 150-170 arası olabilirsin ancak. 1.50 mi olacan 170 mi orası çevresel faktörlere ve gelişim sürecindeki fiziksel eğitimine bağlı, ama ne kadar bu yönde çalışırsan çalış asla doğal yollarla 1.90 olamazsın. Hah işte zeka da tamamen aynısı.

Bir insanın ortalama boyu belli bir sınırı geçemez, neden?
Çünkü son evrim hali gereği, çevresel şartlar değişmedikçe kolay kolay baya bi jenerasyon aynı boyda gider.
Bilmiyorum hiç duydun mu, bir insanın beynini kullanma oranının %3-10 arasında olduğunu söylerler. Bu yüzden boy uzamasa da beyin daha kullanılabilir, fonksiyonel hale getirilebilir. Bir sürü dergi çıkıyor yahu, beyin hızını arttırmak için abudik gubidik yöntemler falan...

Dolayısıyla zeka da tamamen aynısı değil.

Bilgi ile zeka ayrı şeyler derken, boy ile zeka da aynı şeyler dememek lazım tabi.
Rewendor said:

Kısaca başkasına akıl vermeden önce bir zahmet üzerinde konuştuğun konu hakkında biraz bilgi ve fikir edin. Merak etme "genetik olarak aktarılan bilginin ne ile alakalı olduğunu" yıllar önce saptadım ben, ama sen "bilgi nedir, zeka nedir, aralarındaki ilişki ve farkları nedir, neden zekadan bahsedilirken ben alakasız şekilde işi bilgiye yontmaya ve utanmadan bununla bilgiçlik taslamaya çalışıyorum" onu saptarsan sorun kalmayacak :)

Şimdi sen ve ben karşıt iki tarafız ya, ikimizden birinin hakem olması imkansız, boşa bi paragraf yazmışsın yani.
Rewendor said:

Ha bu arada Wright kardeşler örneğini de gayet doğru bir şekilde açıkladım, bu diğer örneğim de doğruydu. Tabii anlayana...

Anlayana, manlayana yok. Anlayanda yanlış biliyor demektir bu. Koca ekonomi politik tarihini, var olan diyalektik yasaları, toplumların ve üretim biçimlerinin gelişimini yok sayıp, kapitalizmi sosyalizmden bir sonraki basamak göremezsin.

Hani MSN 8 vardır, sen MSN 9 kullanırsın ama beğenmezsin, bir sürü bug bulursun, "bu ne lan" dersin eyvallah. Ama kalkıp da MSN 8, MSN 9'dan daha ileridir diyemezsin, çünkü MSN 9 MSN 8'in fonksiyonlarının üstüne fonksiyonlar getirmiştir.

Sadece taraf olarak eleştirebilirsin.

Sen bana öneri de bulundun, bende bulunayım. İlk olarak şu fikiri sahteden de olsa benimse "İnsan ürettikçe hayvandan ayrılır", sonra diyalektik yasaları ve toplumların üretim şekillerinin değişmesiyle nasıl gelişim ve değişime uğradıklarını bir araştır. Sonra tartışabiliriz bence ( hakemlik yaptım ama kusura bakma artık :) )

Bu arada viktora hak vermemek de elde değil.

Sosyalizm fanboyluğu?
Herhalde şu forumda yazında kazak giyen, simit çay ile karnını doyuran komünist imajı vermiş olmalıyım. Abi bende spor giyinirim, Burger King'den yemek yerim. Olay fanboyluk değil.

Günümüzden bakmak gerek diyenler bariz yanılıyor. Oysa olay basit:

-Tarihin ilerleyen bir çizgisi varmıdır?
Vardır...
-İnsanı hayvandan ayıran en büyük fark?
Bilinç ve üretim gerçekleştirebilmesi
-Toplumlar nasıl ortaya çıkmış?
Üretim ve üretimin evrimi ile
-Toplumlar nasıl gelişmiş?
Üretim tekniklerinin gelişmesine paralel olarak şekillendirdiği politikalar ile ( Ekonomiyi politikasız, politikayı ekonomisiz düşünmek bir hatadır, ekonomi politik kraldır. )
-İlerici/Gerici ne demektir?
İlerici kemalist değil, üretim araçlarının bir sonraki aşamasına geçip, gelişen bilinç ile insana en mükemmelleştirmeye çalışandır. Gerici de yobaz değil, üretim tekniklerinin, yani toplumların ve yaşamın evrimine karşı çıkan insanlardır.
-O halde sosyalizm ilerici bir sistem midir?
Evet, kapitalizmin bir üst basamağıdır. Kapitalizmden daha iyi bir felsefeye ve daha iyi analizlere sahiptir.
-O halde kapitalizm gerici bir sistem midir?
Feodaliteyi yıkarken ilericiydi ancak şimdi gerici, tarihin çarkları oysa hep aynı yerde durmaz, elbet değişecek, çünkü üretim değişiyor, toplum değişiyor.
-E ulan sosyalizm çöktü?
Olabilir, onlar bir deneydi, olumsuz sonuç alındı, demek ki uygun şartlar yoktu.

Dolayısıyla isteyin veya istemeyin sosyalizm gelecek, hangi kışa ama orası bilinmez :)




Yahu bi insan bu kadar mı demogog olur? Zeka genetik olarak da sınırlandırılmıştır dedim sen de bana "hayır insanın genetik aktarılan bilgileri şunlarla ilgilidir" dedin. Utanmadan ikisine aynı şey demedim deme bana. Çevir kazı yanmasın, iyi ha.

İkinci olarak bu durum çevre faktörlerine bağlı değil. En basidinden "mükemmel ortamda" yetişmiş bir insanın iq'sunun bile belli sınırı geçemediğini görerek bunu gözlemleyebilirsin. Bilimsel olarak kanıtlanmış bir durumu "hayır abicim şunu unutuyosunuz" diye saçma tezlerle çürütmeye kalkma bi zahmet. Hepsi düşünüldü onların. Zekayla boyu bir tutmadım ama ikisi de insanın fiziksel özelliğidir, ikisi de aynı şekilde fiziksel olarak sınırlandırılmıştır, o sınırlar arasındaki değerlerini sadece çevresel faktör etkiler onu belirttim. Jenerasyonla evrimle alakası yok, eğer ailen kısa boyluysa sen de kısa boylu olursun, ama ne kadar kısa, orası çevresel. Benim ailem daha uzunsa ben de uzun boylu olurum, ama 1.80 mi 1.90 mı orası çevresel. Ama kısa/uzun genetiğe giriyor işte. Zekada da aynı.

Üçüncü olarak "zeka"yı beyin hacmine bağlamışsın, müthiş bir bilgisizlik daha. O zaman balina ve filler hepimizden zeki öyle mi? Dinazorlar da öyleydi? Ya bi git derler insana. Beyin hacmiyle doğrusal bir orantısı yoktur zekanın. Birazcık olsun konuştuğun konularda bilgin olsa bunu bilirdin.

Dördüncü olarak "beynin %10'unu kullanıyoruz" geyiğine gelmişsin. Ancak buna bile bilinçsizce yaklaşmışsın. Beynin %10u muhabbeti tamamen koruma amaçlıdır, kısaca basit dille aktarmak gerekirse, senin duygu düşünce ve bilgin elektrik atlamalarıyla gerçekleşir. Elektrik de en kısa yolu seçer. Senin beyninde oluşabilecek herhangi bir hasar ya da kopma sonucu aynı elektrik bir sonraki alternatifi seçerek daha uzun bir yoldan devam eder ama iletişim kopmaz (masiv bir hasar oluşmadıkça), beynin %10unu kullanmak tamamen bunun üzerine kuruludur, aynı bilgi zaten nereden giderse gitsin aynı değeri taşıyacaktır. Kaldı ki %10 ile %100 arasındaki farkın da belki daha güçlü hafıza dışında gözle görülebilir bir etkisi olmadığını araştırmalar ortaya koymuş durumda. "Abi %10uyla 100 iq'yum tamamını kullansam 1000 iq olacam demek ha" diye bir durum kesinlikle söz konusu değil yani.

Yahu bi insan bu kadar mı bilgisiz olur ve hala inat eder? Belki sosyal ya da ekonomik konularda 3-5 bir şeyler biliyosun da, bilimsel olarak ne zaman bir örnek ya da tez ortaya sunmaya kalksan hepsinde batırıyorsun, hepsi buram buram cehalet ve demogoji kokuyor. zekayla bilgiyi bir tuttun, zekanın genetikten bağımsız olduğunu iddia ettin, zekayı tamamen beyin hacmine bağladın, üstüne beyin %10 muhabbetini açtın... Daha ne olsun? Hadi bakalım...

Bi zahmet biraz araştır, fikrin olmadan önce bilgin olsun, ya da bilime hiç birme, çünkü senin için RTS tabiriyle "uncharted area" orası anlaşılan.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...