Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Eğitici ve öğretici bir gezi yazısı /Emaleth


Emaleth

Öne çıkan mesajlar

Madem artık buraya her türlü yazıyı göndericekmişiz, alın ilklerden biri benden olsun. Temmuz ayında İngiltere'ye gitmiştim ya hani eğitime, aha da onun maceraları.
Daha önce Laneth adlı efsane fotokopi dergide yayınlanmıştır.
İyi eğlenceler :)

----------------------------

Mevzubahis gezi yazısını okumak için TIKLAYIN!...


----------------------------


Eheh, böyle işte...
Eylemlerim devam edecektir.
Herkese ta-taaaaa…[hline]

[hline]
Kendimi cok kotu hissettim resmen. Bu yazıyı gozden kacırmışım. Bu egitici ogretici gezi yazısını da ait oldugu yere, Edebiyat bolumune gonderiyor ve Emel Teyze' mize gecikmeden dolayı ozurlerimizi sunuyor, edebiyat bolumumuze desteklerini surdurmesini heyecanla bekliyoruz.
....edited by Ghaldszar


[Bu mesaj ghaldszar tarafından 26 Temmuz 2002 16:31 tarihinde değiştirilmiştir]

[edit: linki düzelttim hazır up olmuşken :) /ema]

[Bu mesaj Emaleth tarafından 19 August 2003 10:19 tarihinde değiştirilmiştir]

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

memleketimi seviyorum:)
emacım ellerine saglık su ruh halimde altıma "prima" dayanmamasına neden oldun cok sagol:)
yazık benim talihsiz bahtsız ve de sanslı y.cigime:)
insan bi iki vampir lensi alır da ahaaa caine bak ne ladım diye hava civa yapar ruhsuz hatun hala '70 '80 kovala sen
peehhh
:)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Bide 4 yıldır ben bu anlatılan yerde yaşıyorum düşünsenize :(
Yemek yapmasınlar daha ii demiş ehehe ingiliz mutfağı diye bişi duydunmu hiç? Adamlar kaç yüzyıl dır aynı topraklarda yaşamışlar ama adam olamamışlar.
metroyuda koymuş oraya lol :P Bazı metro istasyonları var sanırsınız dünyanın merkezine gidiyor.Okadar derine inmişler yani.Londranın kuzeyi benim kaldığım yerde :) haklısın köpek kedi bulamazsın öle , adamlar hepsini toplamış yada evcilleştirmiş başıboş hayvan yok ortada.
Ben sevemedim bitürlü sanırım da bundan sonrada pek birşey değişmeyecek...[hline]''Most of us walk in the light and the shadow but there are the chosen few who walk this world , carrying their own light to brighten both day and night.''
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

atheciim: keyiflenin diye yadık zate ayol, dediğim gibi eylemleri devam edecek :)
darksun: hastasıyım londranın ben be, bulmuşsun bunuyosun (annanecim öyle derdi) :P
gunn: IT sorumlunuz süper bi insanmış be, ne kadar naif, lol. ben senin yazıya güldüğünden fazla güldüm yorumuna hehü...
caine: almiim ayaamın altına... vampir alıcakmışım da bilmem neymiş, de get!

beğendiğinize çok sevindim, bugün bi tane daha post ediciim :)
*memnuniyetle arkasına yaslanır*
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Oncelikle avatar guzeli olmanı kutlarim. Ikinci olarak da yazin gercekten cok guzel,eglenceli,egitici ve ogretici bir klavuz niteliginde olmus cok hos.

said:
Emaleth, 19 Kasım 2001 13:49 tarihinde demiş ki:
Hint yemeği yemeye gittik Hint mahallesine :)

Adamlar ne komik bilseniz :) Bir kere zencilerden bile karalar, saçları kafalarında -neden bilmiyorum ama- kalıp gibi duruyor. Hani böyle kalitesiz, saç gibi görünmeyen peruklar vardır ya, onlara benziyor. Gülesim geldi bi ara, ama sonra çeki düzen verdim kendime...


Bu konuya gelince de hintlilerin cok ozel bir sac jolesi kavramlari var. Restoranlarına gittigine gore yemegi nasil yediklerini ve sonra ellerini nereye sildiklerini bi dusunursen cevabı kendin de bulacaksın.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 8 ay sonra ...
  • 1 yıl sonra ...
  • 3 yıl sonra ...
edebiyat bölümüyle beraber tarihin tozlu sayfalarına gömülen london yazımı ihtiyaç üzerine tekrar post ediyom.
dynacan bak bu kıyağımı unutma ;)

yazı 2002 yılında, laneth dergisinin ikinci yayın hayatının 3. sayısında yayınlanmıştır.

-----------------------------------


Nasılsınız? Kaç kişi oldunuz siz en son? Hıı, iyii, ben de iyi sayılırım. Çalışıyorum ööle. Geçen hafta bi Londra yapıp geldim. Ne havalıyım di mi? Böyle ucundan söyleyince havalıyım tabii, siz bi de çektiklerimi bilseniz :(

Geçen ay, patronum bana dedi ki "senin İngiltere'de her sene yaz aylarında yapılan bir haftalık bir araştırma eğitimine gitmen gerekiyor". Amanın deyip atladım. Zannediyorum ki eğitim Londra'da olacak, gündüz 3-4 saat ders yapıp geceleri Londra sokaklarına salıverilicez. Metalcisi, hiphopçusu, enteli, popçusu, ressamı, brokerı, boy-bandi kolkola eğlenicez :) Hazırlıkları tamamladım, iki haftalık işi önceki haftadan bitirdim, bütün yazışmalarımı yaptım filan falan. Şahlan'la da gitmeden konuşup dedim ki: "Olm geçen ay yazı veremememi acayip affettiricem, Londra'ya gidiyorum, bi gezi yazısı attırıvericem, allaa izin verirse bir-iki konser de görürüm". Editörde ağız kulaklarda, bende ise yanaklar etrafından iki turla ensede... Gitmeden birkaç gün önceydi, kursun Londra'da olmadığını fark ettim :((((
Yaaa, bu daha başlangıç... Acıların kadınıyım!

Yağmurlu (oldukça yağmurlu) bir günün akşamı Londra'ya indim. Ertesi gün teslim olmam lazım kursa ve nerede olduğunu bilmiyorum... Londra'da bir takım süper kafa aile elemanları ve onların kankaları filan var, onların yanına yamandım. Gitti Cumartesiii... Neyse, bahsekonu süper insanlar ile kafa kafaya verip, İngiltere haritaları açıp Huntingdon'ın nerede olduğunu tespit edebildik. Londra'nın kuzeyindeymiş. O kadar oranın yerlisi sayılacak insanla konuştum, bir tane bile bilen çıkmadı. Belli ki inlerle cinler çift kale maç olayına girmişler diye not aldım, gözümün kenarında bir gözyaşı damlasıyla...

Yağmurlu ve hatta utanmasa selli Cumartesi gecesini misafir olduğum evde dinlenip, Çin Yemeği yiyerek ve kakara kikiri yaparak geçirdikten sonra Pazar sabahı 7'de uyanarak (yazıyla yedi) kendimi yollara attım. Ne o? Camden Town'u gezicem.
Camden Town önemli bir yer: Doklar var (dok: Nehirlerde seviye farkı olan yerlerde teknelerin şelalelere kapılmadan geçebilmesi için yapılan havuzcuklar. Ayrıntılı bilgi için bkz. ansiklopedi, internet filan... Yormayın beni), eskilerden beri de pazar kurulurmuş orada. Ama bu pazar bildiğiniz pazarlardan değil. Marjinal pazar bu... Vampir kılıklı ve dövmeli, kırmızı saçlı, dikenli tasmalı satıcılar var, el yapımı tişört, bootleg albüm filan satıyorlar. Envai çeşit asi insan malzemesi satan dükkanlar her yerde... Artık yarı turistik olmuş ama hala bütün underground piyasası oralarda... Hastasıyııımmm!

Eh be kadın, Pazar sabahı 8'de (diş fırçalama, giyinme, sohbet edip, kahve üstüne kahve içme süresi o aradaki bi saat), yağmur altında, hava Şubat ortası havasıyken yollara düşsen noolur? Memleket medeni olduğu için, sağda solda eşelenen kedi köpek bile yoktu, öyle ıssız, öyle madmaxvari... Gidip İngiliz usulü kahvaltı veren bir yere çömdük. Çay istedik, otomatikman sütlü geldi!!!
Menüdeki yemekler içeriklerine göre sıralanıp numaralanmış. Mesela bir yumurta alınca 1 oluyo da, bir yumurta bir porsiyon da bacon alınca 2 oluyo gibi, bööle 50lere kadar gidiyo. Ben bir adet 5 aldım, yanımdaki süper mideli kişi 37 yedi!!!! Mantarlar, kızarmış patates, bacon, yumurtalar filan, vıccık vıccık... İngiliz usulü kahvaltı olayına karşı olduğuma karar verdim oracıkta. Hatta İngilizlerin yemek yapmasına da karşıyım! Tabaktaki yiyecekler yağlar içinde yüzüyor, yaptıkları çayı sütsüz içince zift gibi oluyor. Yemekler ise berbata yakın... Patates püresi yapıyolar, içine havuç koyuyolar anne yaa :(
Söz patatesten açılmışken, bi kere patates salatası gördüm bööle mayonezli filan. Ooh dedim süper, aldım tabağa hemen açık büfeden, masada bi lokma aldım, ananasmış onlar yaa :(
İğrenç insanlar!

Ne diyodum ben? Hıı, başarısız Londra gezme deneyimlerimden sonra trene binip Huntingdon'a gittim. Bahsekonu yaz okulunun olacağı otele taksi marifetiyle ulaştım. Taksi de soyup soğana çevirdi beni. Acayip pahalı herşey. Valla ateş pahası, bu file nasıl dolacak?.. Ehüe!
Ortama baktım, bir sürü "nerd" kılıklı ingilizin arasında kalıvermişim. Nasıl sıkıcı insanlar, nasıl işe konsantre herkes... Bir de programı görseydiniz: Her sabah ilk konuşma 9'da, dört tane birer saatlik konuşmadan sonra öğlen yemeği var, sonra iki konuşma daha... Sonra da ödev veriyorlar, grup çalışması, akşam yemeği, sonra yine grup çalışması. İmdaaat! 5 gün böyle geçti valla, aydınlandım iyice... İngilizlerin üşüme gibi bir olayı yok anladığım kadarıyla, o havalandırma denen şeyi buzhane regülatörü olarak kullanıyolar. İçerisi ben diyim 14 siz deyin -34 derece, ben ise Haziran giysileri götürmüşüm yanımda. Hasta oldum bi de iyi mi? Kabus ki ne kabus...

Bi gece kursa katılanları eğlendirmek için "quiz and disco night" düzenlediler. 8 gruba ayrıldık, kategori kategori bir sürü soru sordular. Yok efendim şu ingiliz futbolcu kimdir, 1980 olimpiyatlarında bilmem ne nedir, kabinedeki en genç bakan kimdir, o reklamın müziği hangisidir filan falan... İngiliz odaklı olduğu için fazla varlık gösteremedim grup içinde, ama kritik yerlerde Mavi Ay dizisinin müziğini hatırlamak ve Harry Potter'ın baykuşununun adını bilmek suretiyle, grubumun birinciliğine katkıda bulundum. Diğer yandan da çok sıkıldığım için verdim kendimi lager'a (bildiğimiz bira ayol, bira deyince o iğrenç kara Guiness'i anladıkları için böyle bi ikinci isim vermişler sanırım)... İç iç bitmedi, saolsun organizasyon katılımcılara güzellik yapmış bedavasından... Sonra quiz zaferimizle sonuçlanınca, disco başladı. Bir sürü yarı sarhoş ingiliz Tipitip dansa verdi kendini. Ben de bir köşede lager tatmaya devam ettim. Bi yerde karşılaşırsak söyleyin, size ingiliz öğretmenlerimizden birinin dansının taklidini yapiim. Görmeden ölmeyin :)))

Kabus 5 gün sürdü, Cuma günü öğleden sonra azat buzat olduk... Ver elini Londra, bu sefer kimse tutamaz beni... Bavulları üs bildiğim eve bırakıp attım kendimi sokağa... Camden için bütün Cumartesi günümü ayıracağımdan önce Oxford ve Regent Street dolaylarına saldım kendimi. Bu iki caddenin kesiştiği yer Londra'nın coğrafi olarak olmasa da alışverişsel ve turistik olarak "göbeği"... Hem Carnaby Street de orada.
Carnaby Street, Camden'dan önce marjinal piyasanın takıldığı yermiş. 70'lerin sonunda punk akımı akım akım akarken, punklar oraya takılırmış. Zaman içinde aşırı turistik olmuş. Ben 93'te gittiğimde etrafta bikaç goth, punk filan görmüştüm, bu sefer tamamen turist egemenliği altındaydı. Dükkanlar da artık eli yüzü düzgün yerler olmuş, Pakistanlı adamlar filan ele geçirmiş oraları, aynı Bodrum'daki "velkaaam" moduyla deri satıyorlar. Turistik Londra tişörtleri, anahtarlıkları filan var genelde. Birkaç tane asi giyim malzemesi, takı, peruk filan satan yer var ama onlar da ateş pahası Camden'a göre... Tam turist işi yani... Neyse gittik gördük, üzüldük, döndük.
Gitmişken Great Frog'a bakiim dedim. Great Frog meşhuuur bir takıcı. Robert Plant gibi rock efsanelerinin yüzüklerini filan aldıkları kült bi dükkan. Bi tane gümüş yüzük beğendim naçizane, 138 sterlin dedi kadın, içim kan ağlayarak çıktım ordan da... Yuh be kardeşim...

Biraz daha gezindim, bilgisayar oyunları aldım HMV'den iki adet, müzik kısmına hiç bakmadım. Bi baksam alıcak en az 20 tane albüm bulucam, alamayıp şişicem diye düşünerek, etrafa bakmamaya çalışarak çıktım dışarı. Pişman mıyım? Evet! Londra'ya gitmişsin, insan sorumluluk duygusunu bi kenara koyup bandırır kredi kartına di mi ama, mühü!

Bir genel kültür bilgisi vermeden dayanamıycam: Cuma akşamı oldu mu İngilizler sapıtıyo! "Amanını haftasonunun ilk akşamıdır. Eğlenilecek, eğlen!" deyip iş çıkışı kendilerini publara atıveriyolar. Ama o ne biçim bir halk hareketidir, her, tekrar ediyorum HER pub ağzına kadar doluyor ve hatta dışarı taşıyor. Cuma akşamı her taraf köşede bara sığamayıp ellerinde bira şişeleri ve hazır kokteyllerle sokaklara uğramış İngilizler vardı (Smirnoff'unki acayip meşhur mesela: bira şişesi gibi bir şişede votka limon karışık satılıyor, genç bayanların gözdesi! Yakında bizim buralara da gelir belki de, bira içmekten kurtuluruz. Nefret ediyorum biradan vallahi, git çiş, gel çiş...). Size şaka gibi gelecek ama her iki sokakta bir, bir tane pub var ve hepsi doluydu! Bu kadar içmeye meraklı bi millet daha görmedim valla...

Akşam yemeği için Planet Hollywood'a gittik dayımla. Pek Amerikan işiydi canııım! Yemekten önce bir köşede margaritalarımızı yudumlarken hemen yanımızda terminatörün birebir boyutlu bir replikası bizi kesiyordu. Sonra yemek yenen bölüme geçtiğimizde, masaların yanındaki dekorlarda o an hatırlayabildiğim bütün film yıldızlarının karton kopyaları vardı. Koca bir ekrandan da kah film fragmanları, kah müzik klipleri gösteriliyordu. Gecenin zirvesini ekranda Dead or Alive çıkıp da "You Spin Me Round"u çığırıverince yaşadım. Klip süpermiş ayol :) Onun dışında pek bir numara yoktu, yemek de kötüydü. Amerikan usulü içinde herşey olan burgerlerden birini söyledim, içine basmışlar barbekü sosunu, bok gibi olmuş :) Hayal kırıklığı ve muz kabuğu...

Ertesi gün, evden çıktım, önce yol üstünde diye Harrods'a gittim, biraz medeniyet görmek için. Harrod's İngiltere'nin en büyük alışveriş kompleksi zincirlerinden biri. Gucci marka çantalardan istakoza, ilaçtan patatese, futbol topundan pastaya kadar her şey satılıyor. Çoğu şey marka, bize gelmez tabii. Ayrıca da bir kilo kiraz 20 sterlin!!! Varın gerisini siz hesaplayın. Yemek bölüme daldım direkt, çünkü BBC'deki yemek programlarında gördüğüm garip malzemeleri merak ediyordum. Oralarda azıcık gezindim, başka bölümlere de baktım ama sıkıldım sonunda... Migros'un ağababası nasıl birşey iyice öğrendiğime kanaat getirdikten sonra çıkıp avare avare gezmeye başladım metro durağı bulmak için...

(devam edecek)

[ Mesaj 23 March 2007, Friday - 22:50 tarihinde, Emaleth tarafından güncellenmiştir ]
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

(...devam...)

Metro deyince aklınıza İstanbul'umuzun zavallı yeraltı tramvayı gelmesin. Öyle bir metro ağı var ki Londra'da, akıllara zarar. 12 ayrı metro, 2 de tren hattı şehrin her santimetre karesini kapsıyor. Bu kadar çok hat ve durak olması kafa karıştırmıyor mu diyecekler için bir metro haritası temin ettim, açık mavi hat üzerinde kuzey yönüne gitmem gerekiyor kararını bir kez verdikten sonra yanılmak imkansız. Yolunuz oralara düşerse sakın paniklemeyiniz :)



Metro durağını bulunca da, ver elini Camden Town! Bu sefer, geçen haftanın tersine hava çok güzeldi, kalabalık vardı. Hem de Türkiye'de hiç göremeyeceğiniz bir kalabalık! Dikenli bileklikler mi istersiniz, garip garip grup tişörtleri mi istersiniz, rengarenk saçlar mı istersiniz, pazar tezgahında black metal çalan tabut şeklinde çantası olan kadınlar mı istersiniz, envai çeşit postal mı istersiniz, kendi yaptığı sabunları satan voodoo büyücüsü kılıklı rasta kafalar mı istersiniz, haftada bir açılan ve içerde ucuza kullanılmış CD ve plak satan müzik pazarları mı istersiniz, goth makyajlı 14 yaşında piç kuruları mı istersiniz yoksa mohikan 40';lıklar mı istersiniz? Ne istersiniz söyleyin, hepsinden bol bol var! Kendimi kaybettim vallahi... Medeniyetin gözünü seviim... İddia ediyorum girmediğim dükkan, ayak basmadığım yer, ayağına basmadığım adam kalmadı :P
Akşamüstü 4 olduğunda yorgunluktan bitmiş haldeydim, ama ne var ne yok elleyip mıncıklamıştım :) Ortalık da mahşer yerine dönmüştü zaten. Dediğim gibi, Camden pek turistik bir yer ve özellikle pazar yerleri çok kalabalık olabiliyor. Londra'da oturan bir arkadaşımla buluşup (ehüe, gören de bütün tanıdıklarım benden kaçıp orada yaşamaya karar vermiş sanır) dokların tepesindeki puba oturduk. Buzz gibi bira beklerken çiş kıvamında lager geldi. Böh! İçtik mecburen... Sohbet mohbet... Sonra kalkıp Piccadilly civarına, Leister Square'e geçtik... Burası da Oxford ve Regent caddelerinin kesiştiği Oxford Circus gibi alafortanfonili bir meydan, ama daha bile hareketli çünkü burada sadece dükkanlar değil sinemalar, tiyatrolar, lokantalar filan da var. En önemlisi de günün her saati çeşitli ilginç performanslar gösteren hokkabaz tabir ettiğimiz eğlence kişilerinin olması. Ben gittiğimde bir robot vardı, normalde hiç kıpırdamadan duruyor, sanki düğmesi off'a getirilmiş gibi. Ancak birileri kutusuna para atınca yaklaşık 30 saniye çalışıyor, sonra hadi yine... Herifin canlı olduğuna inanasım gelmedi vallahi, ama birkaç dakika sonra mola verdi, maskenin içinden bildiğimiz insan (yalnız biraz daha koyu tenli, zenciydi herif) çıkınca şaşırdım. Biz hala hareketsiz manken bilmem kim ile uğraşalım, pöh!
Bunlardan gayrı garip bir Çin enstrümanı çalan süper cool Çinli bir amca, tek tekerlekli bir bisiklet üzerinde durup fıkra anlatan bir başkası, bir de altın yaldızlı bir kovboy heykeli vardı. Seyreyleyin gürültüyü... Herneyse, dükkanlara bakma, sefkiliye futbol forması arayıp bulamama, bi kahve içicek yer bulamayıp parka oturma (haftasonu kalabalığı İstanbul'dan bile beter bir yer bu Londra vallahi!), ayağı kırık köpek gibi sokaklarda sürtme derken gece oldu. Meteciğime veda edip dayımla buluştum tekrar, bu sefer de Hint yemeği yemeye gittik Hint mahallesine :)


(devam edecek)

[ Mesaj 23 March 2007, Friday - 22:53 tarihinde, Emaleth tarafından güncellenmiştir ]

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

(...devam...)


Adamlar ne komik bilseniz :) Bir kere zenciden bile karalar, saçları kafalarında -neden bilmiyorum ama- kalıp gibi duruyor. Hani böyle kalitesiz, saç gibi görünmeyen peruklar vardır ya, onlara benziyor. Gülesim geldi bi ara, ama sonra çeki düzen verdim kendime...
Bu mahaldeki Hint lokantalarının içki ruhsatı yokmuş, ama buradaki gibi bunu problem etmiyorlar. Nasıl sokakta içmek yasak değilse, lokantanın içinde de kendi getirdiğin şarabı, birayı içmek yasak değil, hatta bir de güzel bardak filan sağlıyorlar. Buradaki kuruyemişçi muadili bir yere girdik bira almak için, herif videodan berbat bir kayıtla hint filmi seyrediyordu. Deli misin kardeşim demedik, sorgulamadık... Aldık lagerlarımızı, gittik Nazrul'a, donattık sofrayı... Duvar kağıdından bir bahsedesim var: Bej üzerine bordo desenliydi ve desenler kadife gibiydi. Bu kadar kıro olamaz hiçbir şey, Tatlıses lahmacun halt etmiş!

Yemeklerimizi beklerken karşı masadakilerin yediği eğlenceli görünen şeye gözüm takıldı. Böyle tek bir ayak üzerinde duran 3 küçük kase. Dönüyorlar, karşı masadakiler de çevirip çevirip içlerindekileri kıtır kıtır, ekmek gibi birşeyin üzerine koyup yiyorlar. Bir nevi antre gibi bi şey... Meraklıyız ya, sordum dayıma: "Neden bizim ondan yok?" Dayım hemen garsona döndü, "Popadom" mu ne, bişey dedi. Bize de geldi hemen popadonk... Dayım "önce şundan ye" diyerek bir kaseyi işaret etti. Böööle, kıymalı bamya filan gibi görünen bişey, ama soğuk. Tecrübeye duyduğum saygıdan, aldım kaşıkla bir miktar, peksimet modlu ekmeğin üzerine koydum, attım ağzıma... Arkadaşlar, kardeşler, ooooooofff of! Ben hayatımda bu kadar acı birşey yememiştim. Dudaklarım şişti, başım döndü. Meğer o bamya sandığım şeyler bibermiş bee! Kötü kalpli dayımın kahkahaları yanıbaşımda çınlarken ben gözümün önünden bir film şeridi gibi geçen hayatımı izliyordum. Bira içtim olmadı, yoğurt yok, su yok, boğulacam! Öbür kaselere baktım: birinde bildiğimiz kıyılmış soğan var, öbüründe de turuncu bir sıvı. Herşeyi göze alıp peksimeti turuncuya bandım, tatlı bişeymiş, iyi geldi. Ama tadı iğrençti! Neyse sonra normal yemekler geldiğinde acıya bağışıklık kazanmıştım, zorlanmadan yuttum acıları. Fakat pek güzel değildi yemekler, "Nazrul kaliteyi bozmuş" dedi dayım... Sonra da tutturdu "jant kapağı çalmamız lazım, benimki düştü" diye (oh canıma değsin, şikayet ediyorum seni işte, yedi düvel duysun)...

Velhasıl kelam sefkili okuyucular, ertesi gün de neye uğradığımı anlayamadan orada kahve iç, burada yemek ye diyerek geçti. Hatta o kadar hızlı geçti ki, az kalsın dönüş uçağımı kaçırıyordum. Uçağa neredeyse koşarak yetişip yol boyunca aldığım oyunların kullanım kılavuzlarını okudum. Orjinal oyun gibisi yok ayol, kutuda bir ben eksiktim vallahi...

Böyleyken böyle. Anlayacağınız Londra seyahatim Şahlana söz verdiğim kadar verimli geçmedi ama bir yazıyı doğrulttuk ite kaka... Bir daha okudum da şimdi, sağlam bilgi içeriyor ha! Londra'ya gitseniz nereye gitmeniz lazım, ne yememeniz lazım filan paso anlatmışım. Güzel, kendimi iyi hissettim :)


(son)

[ Mesaj 23 March 2007, Friday - 22:54 tarihinde, Emaleth tarafından güncellenmiştir ]
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Ben en çok şu picadilly meydanı mı nedir orayı merak ediyorum. İlk,orta, lise bütün İngilizce kitaplarında vardı. Bir gün Londra'ya yolum düşerse, uçaktan iner inmez ilk iş taksiye atlayıp "hoca çek pikadili'ye" diyeceğim. Gerçi böyle dersem anlamazlar, Londra'da böyle bir sorun var ^^
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

aman abi londrada taksiye binilmez, acayip pahalı.
sen heathrow express'e bin, 15 dakikada şehir merkezine gel. ordan da metroya binersin ;)
böylece kimseye bişey demek zorunda da kalmazsın hem.

pikadili çokzel meydan. ben avare gezme vaktim olunca oraya gidip boktan bir fastfoodcudan bi sandviç alıp, meydandaki havuzun basamaklarına çöküp bi yandan sandviçimi ısırıp bi yandan gelene geçene meydana bakmayı seviyodum mesela...

eskiden punklar da orada takılırlarmış ama son gitmelerimde yoktular. zaten punk mı kaldı di mi mirim, şimdikiler punk diil lolipop beyav :Pp
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Bende 4 yildir burdayim , senin 2 haftada gezdigin kadar gezmemisimdir sanirim.Tamam bu yalan oldu ama seninkisi gibi istahla anlatacak birsey bulamam kesin.Istanbuldaykende orada gezmezdim heryeri.Nedir bu yasadigim sehre karsi olan tembellik hic bilmiyorum. Halbuki gezip gormek istedigimde binbir yer vardir hep aklimda.

Cok keyifli bir yazi olmus Emaleth eline saglik.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
  • Yeni Oluştur...