Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Geçen Günlerde Gördüğüm Bir Rüya


sarahconnoriyalayanhademe

Öne çıkan mesajlar

Merhaba,

 

Yakın zamanda bir gece gördüğüm rüyayı buraya yazıyorum. Neden mi buraya yazma isteği duyuyorum? Bir yere bunları aktarma ihtiyacı hissediyorum içimde bir yerde. Ekşi Sözlük vesaire platformları sevmiyorum. Trolllenebileceğini biliyorum, ne de olsa paticik burası, ama yine de paylaşıyorum. Belki yıllar sonra, gülerek okur ve nostaljik duygulara gark olurum.

 

Tanımadığım bir şehirde, tanımadığım bir caddede, tanımadığım bir arabanın içerisinde, nereye gittiğimizi bilmediğim bir akşam başlıyor rüya. Mevsim belli belirsiz. Arka koltuktaki diğer pencerenin yanında oturan kadının, tuvaletinin üzerine veya omuzlarına kürk almayışına bakacak olursak hava soğuk değil, bir kış akşamında değiliz. Geniş caddede ilerliyoruz. Aracın sağ arka koltuğunda oturuyorum. Üzerimde gri ve mavi renk karışımı/arası bir takım elbise var. Smokin niyetine giymişim sanıyorum. Boynumda aynı renk bir kravat. Gerçek hayatta da siyah smokinleri ve papyon kravatları kesinlikle sevmem. Başka erkeklerin üzerinde gördüğümde de bana itici gelmiştir hep. Onun için mi acaba, beynim, bu üstümdeki takım elbise+kravat kombinini oluşturdu diye merak ettim uyandıktan sonra. Neyse. Ama, "black tie" bir etkinliğe gittiğimizi biliyorum.

 

Yanımda küçük bir erkek çocuğu oturuyor, benimle diğer pencere kenarında oturan kadının arasında. Tatlı, uslu bir küçük bey. Benim gibi, arabanın pencerelerinden dışarıyı, gelip geçmekte olan dükkanların vitrinlerini ve o vitrinlerden dışarıya taşmakta olan ışıkların ve sokak lambalarının aydınlattığı kaldırımları, biz yanlarından ilerlerken flulaşan insanları izliyor. Kıvırcık, kahverengi saçları uzunca biraz; beyaz tenli, herhangi bir duygu ifade etmeyen yüzüne dışarıdan yansıyan ışığı görebiliyorum. Küçük, siyah smokininin içerisinde oldukça rahat görünüyor, siyah pabuçlarını karşıya uzatmış, arada sırada bakışını dışarıdan çevirince siyah pabuçlarının uçlarına bakıyor. Bu çocuk benim çocuğum değil ama tanıyorum onu, ilk defa yanyana gelmiyoruz.

 

Bu sırada kafamı kaldırıp, yanında oturan annesine bakıyorum. Gülümsüyoruz birbirimize annesiyle. Lost'tan (2004-2010) hepinizin simasına aşina olduğunuz Julie Bowen oturuyor iki solumda. Dizideki adıyla Sarah Shephard. Jack'i terk eden karısı. Ben de onu Sarah Shephard olarak biliyorum zaten. Gerçek adı Julie Bowen'ı wikiden öğrendim sonradan. Saçları dizidekinden biraz daha uzun. Arkadan at kuyruğu yapıp sırtından aşağıya bırakmış uzun sarı saçlarını. Askılı, sırt dekolteli, oldukça uzun bir tuvalet seçmiş kendisine; gri pullarla bezeli olduğu için, kalem şeklinde bir disko topu geliyor aklıma kıyafetine bakınca. "Beni bu gece yanlız bırakmadığın için teşekkür ederim" der gibi gülümsüyor bana, ben de ona "Lafı mı olur-don't mention it" der gibi gülümsüyorum. Uzaktan, patlayan flaşların oluşturduğu bir öbekten, önce tek bir noktaya odaklanıp sonra etrafa saçılan ilgi huzmesi (henüz bizim üzerimize yönelmemiş, bir başkasının retinasını rahatsız etmekte şu anda) dikkatimizi çekiyor. Sarah ile birbirimize "here we go-başlıyoruz gene" der gibi bakıyoruz. Arkadaşça gülümsememiz, muzip bir sırıtışa dönüşüyor.

 

spacer.png

 

Her ikimiz de hazırlıklıyız arabanın kapısı açılınca olacaklara fakat gayri ihtiyari, ellerimiz aramızdaki küçük erkek çocuğunun omuzlarına gidiyor koruma amaçlı. Sarah ile ellerimiz birbirine değiyor küçük çocuğun omuzlarına uzanırken fakat ben daha sıkı kavrıyorum çocuğu. Sarah, bana güvendiğini belli edercesine tekrar arkasına yaslanıyor. Fotoğraf makinesi flaşlarına çeviriyor bakışlarını. Yüzünü görmediğim, karanlık ön taraftaki şoför mahallinde oturan şoför, aracı diğer araçların arkasında sıraya sokuyor. Flaş patlamaları gittikçe daha çok, aracın içerisini aydınlatmaya başlıyor. Az sonra, iniş sırası bize geliyor. "Gel bakalım küçük adam" diyerek sağ kolumda kucağıma alıyorum ufaklığı, açılan kapıdan yüzümde büyük bir gülümsemeyle birlikte iniyoruz. Etraftaki foto muhabirlerinin, kendilerinin kameralarına bakmam için bize seslenmeleri ve belli belirsiz başka sözlerle karışık flaş patlamalarının ortasına düşüyoruz. Geriye dönüp, sol elimle Sarah'nın araçtan inmesine yardım ediyorum. O, araçtan indiği sırada foto muhabirleri ve onların arkasında kalan başka insanların oluşturduğu topluluk adeta çılgına dönüyor, bir heyecan seli dalgalanıyor aralarında. Ufaklığı yere bırakıyorum. Etrafa yaydığı gülümsemesinin profesyonelce büyüsü, tüm ilgiyi üzerinde toplarken biz de Sarah'ya ediyoruz. Üç kişi, birlikte, özenli şekilde hazırlanmış insan duvarlı koridordan binaya doğru yürümeye başlıyoruz. Daha önceden anlaştığımız gibi, bir yerde Sarah bizden ayrılıyor ve biraz daha uzun süre poz vermek için, çeşitli noktalarda durarak kameralara daha fazla poz veriyor. Küçük adam ve ben binaya doğru yöneliyoruz.

 

To be continued...

Devam edecek...

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 hafta sonra ...

Bütün ilgiyi üzerine toplamış Sarah’ya çılgınca ilgisini yöneltmiş kalabalığın üzerinde bir elektrik bulutu varmış gibi bir hava var etrafımızda. Tüylerimiz diken diken, sırtımız ürperiyor ancak herkes mutlu, herkesin yüzünde inanılmaz bir tebessüm var. Sarah etrafını çeviren insanların tamamının yüzünü aydınlatıyor. Biz onları arkamızda bırakıp binaya giriyoruz.

Bir ödül töreni ya da ona benzer bir organizasyon var içeride. Son derece şık hanımlar ve beyler var etrafımızda. Fuayeye girdiğimizde biz de kalabalığa karışıyoruz. Burada kimse kimseye aşırı bir ilgi ya da alaka göstermiyor. Çevremizdeki herkes, diğerlerinin neden orada olduğunu biliyor, etrafta arkadaş öbekleri sohbete dalmış ya da uzun zamandır birbirlerini görmemiş tanışık insanlar hasret gideriyor. Ölçülü bir heyecan var herkesin yüzünde. Yüzler aydınlık, gözler parlak ve sabırsız. Hepsi, birazdan başlayacak olan törenin sonunda kimin ne alacağını bekliyor, hepsinin yüzünden okunuyor bu ifade ama kimse bundan bahsetmiyor. Başka konular konuşuyorlar. Tören birazdan başlayacak. Salona geçiyoruz Sarah’nın oğluyla. Elimden tutuyor. Salon devasa derecede büyük. Koltuklar kırmızı. Salon çok aydınlık. Sarah nerede bilmiyorum.

Tören devam ediyor. Ödüller veriliyor, sonrasında arka sahnede röportajlar veriliyor. Fuayeye çıkıyorum. Devasa salon kalabalık ama fuayede de sağa sola giden insanlar, çok meşgulmüş gibi görünen insanlar var, sayıları hiç az değil hem de. Darlandığım için değil ya da sıkıldığım için değil. Bir boş vermişlik var üzerimde. Hatta alaya almak istiyorum çevremdeki insanları ama hangi birini kolundan tutup yolundan çevirip dalga geçeceğim ki? Hepsi birbirinin aynısı yüzler beni bir umursamazlığa sürüklüyor. Aman, boş ver, diyorum kendi kendime. Sarah’nın oğlu yanımda. Onu gözümün önünde tutuyorum sürekli. Sahneye giden bir kapı var, onun önünde duruyoruz birlikte. Kapının boyu, iki ya da üç adam boyunda ve daracık. Kapının iki yanını örten çok uzun perdeler var, daracık kapıyı yarım yamalak örtüyorlar. Perdelerin arasından fuayeye ışık taşıyor adeta. Ayağımızın altındaki yer, duvardan duvara kırmızı halıyla kaplı.

Sarah yanımıza geliyor. Küçük oğlunun göz hizasına gelebilmek için dizlerini kırıp çömeliyor, yüzünde kocaman bir gülümseme var. O kadar mutlu ki, onu gördüğüm anda, tüm boş vermişliğimi unutuyorum. Oğlunu gördüğü için daha da mutlu oluyor sanki. Çocuğuyla birşeyler konuşuyorlar. Bana dönüp teşekkür ediyor Sarah. Başımla onaylıyorum gülümseyerek. Genç adamı kendi kucağıma alıyorum. Sarah, diyorum, ben bir daha gelmeyeceğim. Neden böyle söylediğimi soruyor. Umursamadığımı söylüyorum. Bunun buraya son ziyaretim olduğunu söylüyorum Sarah’ya. Üzülüyor Sarah. Belli etmemeye çalışıyor. Birşeyleri kaybetmiş gibi bir ifade var yüzünde. Sanki biriyle girdiği iddiayı kaybetmiş de canı sıkılmış gibi bakıyor bana. Pekiyi, öyle olsun, diyor. Gözleri çok üzgün. İçimde bir an bir his beliriyor söylediklerimi geri almak için, O’nu üzgün görmek istemediğim için beliriyor bu his ama bir an sonra belli belirsizce yok oluyor, geldiği gibi kayboluyor bu his.

Dar ve çok uzun, iki perdeyle beceriksizce örtüldüğü için arasından ışık sızan kapının diğer tarafında birisi ışığın önünden geçiyor. Sarah’nın, oğlunun, benim üzerimize gölgesi düşüyor bir an bu kişinin. Babası orada, diyor Sarah. Kafanı çevirip kapının diğer tarafını görmeye çalışıyorum. Arkası dönük bir adam kapıdan ve bizden uzaklaşıyor. Bir an sağ tarafına dönüp bize bakmaya yeltense de vazgeçip bizden uzaklaşmaya devam ediyor. Yüzünü yarım, yandan şöyle bir görüyorum sanki. Yakışıklı bir adam: siyah, hafif dalgalı, kısa saçları var, favorileri yüzüne çok yalışıyor, uzun yüzünün altında sert bir çenesi var. Bakışlarını seçemeyeceğim kadar kısa süre görebiliyorum yüzünü.

Biz onunla gitmek istemiyoruz, diyor Sarah. Oğluna bakıyorum. Annesinin kucağını istiyor. Annesine uzatıyorum onu. “Anne” dedikten sonra, Sarah’ya sarılıyor. Orada öylece ayakta duruyoruz Sarah’yla. Çok soğuk bir sessizlik asılı havada. Sarah çok üzgün. Bana kırgın değil ya da kızgın değil, duyguları incinmiş gibi. Kafasını çevirip ışığın geldiği yöne bakıyor, bir an sonra, benim yüzüme bakıyor. Arkasını dönüp, bilmediğim bir yere doğru ilerliyor. Genç adamın yüzü bana dönük şimdi. İfadesiz bir yüzle bana bakıyor.

Uyanıyorum.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Merhaba,

 

Rüyalarıma update geldi dün gece. Geçen günlerde gördüğüm rüyayla alakalı mı değil mi bilmiyorum. Fakat, bu seferki, geçen seferki gibi değildi. Bu seferki, kabus şeklinde ilerledi. Sonlarına doğru, oldukça korktuğumu belirtmeliyim.

 

Bu seferki rüyamda işsiz bir gencim. Gündüz saatleri. Öğleden sonra. Evde tek başıma oturuyorum. Ev benim değil, anne ve babamın evindeyim. Çocukluğumda ve gençliğimde kaldığım odadayım. Çok net hatırladığım ve çok rahat olduğunu bildiğim gri kalın eşofman altım, kışları beni sıcacık tutan kahverengi hırkam ve pofuduk terliklerim var üzerimde. Odam sıcacık, evde kimse yok.

 

Pencerenin kenarına dayadığım çalışma masamın üzerindeki dizüstü bilgisayarımın karşısındayım. Kariyer.net’ten iş arıyorum kendime. Fakat içimde bir dert ya da sıkıntı yok. Öylesine, iş olsun diye iş arıyorum kendime. Acelem ya da hedeflerim yok. Oturduğum çalışma koltuğunda şöyle bir gerindikten sonra ekrana bakıyorum tekrar. Site bana bomboş geliyor. “Amaaan, saban mı temizleyeceğim?” diyorum ve iş arama sitesini kapatıyorum. Neden böyle bir şey dediğimi inanın ben de bilmiyorum. Hayatımda ilk defa böyle bir cümle kurdum ya da böyle bir cümle duydum. Daha söyler söylemez bana da yabancı geliyor cümle. Bu aşamadan sonra rüyayı sorgulamaya başlıyorum. Sonrasında dizüstü bilgisayarın ekranını da kapatıyorum. Mutfağa yöneliyorum.

 

Mutfakta ne yaptığımı hatırlamıyorum açıkçası. Mutfaktan odama geri dönüyorum. Tam ben odama geri döndüğümde evin kapısı çalıyor. Annem ya da babam kapıyı anahtarla açmak istememiş olabilirler diye düşünerek kapıya yöneliyorum.

 

Kapıyı açtığımda karşıma 35-40 yaşlarında, ayağında kahverengi çizmeleri, bacaklarında ten tengi naylon çorapları, kahverengi dizüstü eteği, siyah renk kazağı, onun üstünde kahverengi deri ceketi, siyah çantası olan, esmer tenli, uzun düz siyah saçlı, gözleri kara bir kadın çıkıyor. Yere bakarak ve hiçbir şey söylemeden eve giriyor. Hemen benim odama doğru yöneliyor. Bu kadının kim olduğunu bilmiyorum ama eve girmesini zerre yadırgamıyorum. Nereye gittiğini bile sormadan, arkasından kapıyı kapatıp ben de peşinden onun girdiği odama yöneliyorum.

 

Kadın hiçbir şey söylemeden yatağıma oturuyor ve başucu komidinimi masa olarak kullanarak çantasından çıkardığı A4 çizgili kağıda kurşun kalemle kocaman harflerle birşeyler yazmaya başlıyor. Başı kağıda eğik, dikkatli dikkatli, tane tane yazıyor. O’na bakmayı bırakıp kağıda ne yazdığına dikkat etmeye başlıyorum.

 

Kocaman harflerle “SABAN TEMİZLEYECEKSİN!” yazıyor kağıda. Tam bu anda tüylerim diken diken oluyor. Çok korkuyorum. Kabuslarda insanın göğsünde hissettiği, o kendine has korku doluyor göğsüme. Sırtım ve kollarım  ürperiyor sürekli. Kadının yüzünü görmeye çalışıyorum ama masadan başını kaldırmadan, tek cümle yazdığı kağıdı bana uzatıyor ve “SABAN TEMİZLEYECEKSİN!” diye kendi sözleriyle tekrar ediyor mesajını. Elimi uzatıp kağıdı alıyorum ama kağıda bakamıyorum.

 

Kadın ayağa kalkıyor, kapattığı çantasını koluna takıyor. Yüzünü görmeye çalışıyorum ama Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmindeki silinen anıların içerisindeki insanların yüzü gibi bulanık, belli belirsiz ve anlamsız yüzü. Daha sonrasında yüzünü bana bir anlığına belli ediyor yüzünü. Derin, kapkara, acımasız gözleri var. Sanki sadece yüzümü ve bedenimi değil, etimin içini, beynimin içindeki düşüncelerin kendilerini de görüyor aynı anda. Onun yüzünü görebildiğimden emin olduğunda derin derin içime bakıyor. Hiçbir şey söylemeden odamdan çıkıp gidiyor. Evin kapısını açıp kapattığını duyuyorum.

 

Çok korkuyorum ama bir şey yapamıyorum. Olduğum yerde çakılmış kalmış vaziyetteyim elimde kağıtla. Bir an sonra hareket edebiliyorum ama çok büyük güç sarfederek hareket edebiliyorum. Elime önce cep telefonumu alıyorum ama kullanamıyorum, elim ayağım birbirine dolaşmış, oturma odasına koşuyorum, sabit telefonun telsizini elime alıyorum, annemi arıyorum.

 

Annemim telefonunu annem değil, birlikte çalıştığı bir iş arkadaşı teyze açıyor. Annemin orada olmadığını, gittiğini söylüyor. Telefonu sende ne arıyor o zaman diye sormayı akıl edemiyorum bile. Tam bu sırada, inanılmaz derecede şeytani bir kahkaha atıyor hanım teyze. Konuştuğum kişinin, annemin iş arkadaşı hanım teyze olmadığını, biraz önce odama kadar giren kadın olduğunu anlıyorum. Telefonu yüzüne kapatıyorum ama bu sefer de, diğer elimdeki az önce kullanamadığım cep telefonum çalmaya başlıyor.

 

Telefona hemen cevap veriyorum. “SABAN TEMİZLEYECEKSİN demedim mi ben sana?” diye soruyor metalik, şeytani, gülmekte olan ses. Hiçbir şey söyleyemiyorum, nefes alamıyorum, kıpırdayamıyorum, bağıramıyorum, kaçamıyorum, telefonu kapatamıyorum. Orada, öylece ayakta iki elimde iki telefon biri kulağımda duruyorum. “BENİM ADIM FİRUZE!” diye bağırıyor bana iğrenç bir çığlıkla telefondan.

 

Bağırarak uyanıyorum.

 

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...