Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Uzunca bir hikaye


RaistlinMajere

Öne çıkan mesajlar

Elimden çıkmış olan ilk hikayelerden biri bu,İzmir'de evde sıkılırken yazmış olduğum umduğumdan tamamen farklı bir şekilde gelişen bir hikaye
biraz da uzun açıkçası
yorumlarınızı duymak isterim(iyi-kötü,kendimi geliştireblmem için lazım bu)


YÜZLEŞME


<> diye kendi kendine söylenirken,içinde bulunduğu hanın kapısından dışarı adımını atmıştı.O sıra da arkadaşları biranın da etkisiyle oldukça kaba bir sohbete girişmişlerdi.
O bu tip sohbetleri sevmezdi,bir kadının kalçalarının büyüklüğüyle şimdiye dek hiç ilgilenmemişti.Daha ciddi konular cezbederdi onu,şifreli bir notun çözülmesi ya da ardında bir çok esrarengiz ipucu ve ceset bırakmış bir cani gibi.Kendine hep bunları söylüyordu.Kendine,bu grubun kendisi için zaman kaybından öte bir şey olmadığını da söylüyordu ama,onları geride bırakmanın kendisi için hiç de iyi olmayacağını bilmiyor değildi.
Her zaman ki sessizliğiyle sahilin sakin ama denizin keyiflerini bozmuş olduğu kumlarına doğru yürüdü.Bu sessizliği hem sayısız kere hayatını kurtarmış,hem de ömrünün sonuna kadar rahat yaşayabilmesini sağlayacak kadar para toplayabilmesine yaramıştı.Ama biliyordu ki para onu mutlu edemezdi,duyguları yoktu çünkü,hem kendi kendine macera yaratmayı da bilmiyordu.Neyine yarardı ki o zaman?
Kumların ona rahatsızlık vereceğini biliyordu ama hiç istifini bozmadan kendine özgü zarafetiyle oturarak bacaklarını kendine doğru topladı.Etrafına bakındı,kendisi gibi çözümü denizde bulmuş birkaç kişi ve kendisine hayret verecek biçimde denizi romantik bulan bir çift dışında kimse yoktu ki hiçbiri de onu umursamıyordu.Denizi romantik sayabilecek kadar deli olanlara sessiz bir lanet savurduktan sonra tarif edilemeyecek bir nefretle denize baktı.<> diye düşündü.Denize karşı olan nefreti normaldi,ailesini denizin ellerinde kaybetmiş birisi için gayet normal.Onlar hakkında düşündü orada.Kendisini nasıl da iyi yetiştirdiklerini düşündü,hayatının en güzel yıllarını.Sevginin alasını bulduğu zamanı ve onu nasıl da kaybetmek istemeyişini.Ama ölümdü bu,tercihini genellikle iyilerden yapardı,çok sevenlerden ve çok sevilenlerden.
Bir deniz kazasıyla aldı onları Paulson'ın ellerinden.Olmaması gereken bir kazaydı o,olmaması gereken bir yerde ve olmaması gereken bir zamanda olmuştu.Ama olmuştu işte,hem de Paulson'ın gözlerinin önünde.Ve bizzat seyrettirmişti ona,gerçek acıyı tattırmıştı.İnsanın ruhunun kavrulmasının ne demek olduğunu anlamıştı.Ve bilmiyordu ki burada bitmeyecekti bu acı.Aklı başka bir insana gitti,hayatta annesinden sonra sevebildiği tek kadına:
Wendy.Hayatının,ailesinin kaybından sonraki bunalım dolu dönemlerinde karşılaştığı,ona kaybettiği yaşam sevincini geri bağışlayan kadın.Ah!Ne kadar da büyük bir aşkla doluydular.Tariflere sığmıyordu onların ki.Ve karşı durdular bütün her şeye ve bütün herkese,insanın insana sevgisinin yaptırabileceklerinin kuşku götürmez bir kanıtı olarak.Her şeye karşı değildi elbet.Ölüm vardı arada.Bir yemin etmiş gibi durdu karşılarında,Paulson'ın değer verdiği her şeyi ondan götürmeye ant içmiş gibi.Şahit bıraktı Paulson'ı yine,varoluş sebebini çalarken ondan.Sekiz sene önce idi,ona şu anda bir saniye önce gibi gelse de.Şu anda oturduğu yerde oturuyordu o zaman da.Ve de sonsuz bir mutluluk vardı suratında,sebebi ise denizdeydi,suyun keyfini çıkarıyordu.Ama hafızası pek bir şey bırakmadı geriye.Sadece bir an bıraktı zihninde,her gün ölümsüz bir acı ile andığı bir an. Wendy'nin çaresiz bir şekilde<<İmdat!>> diye bağırdığı bir an.Sadece o muydu çaresiz olan.Denize koşmuştu Paulson,biliyordu çaresi yoktu ama koştu yine de.Ve seyretti yine bir ölümü,seyretti yine bir hırsızlığı acı ile.
Karşısında duran denizin bir göletten farkı kalmadığı bir okyanusu oluşturmakta olan gözyaşlarından bir damla aktı gözünden.Şaşırdı Paulson,aslında damlanın kendisi bile şaşırmıştı,herşeyi içine gömmüş,anahtarı yutulmuş bir sandığa tıkıp üstüne de o çelik gibi zırhını örmüş vücuttan dışarıya nasıl kaçabildiğini merak ediyordu.
Kabanına sıkıca sarındı Paulson,ve ayağa kalktı yavaşça.Farkında değildi ama zamanın acımasız sarkacı sallanmayı bırakmamış,geriye hiçbir iz bırakmadan bir kaç saati geçmişe götürmüştü.Giden saatleri umursamadı Paulson,anılarla geçmişlerdi çünkü,belki de ona kalan en değerli şeylerle.Selam verdi denize,<> diyordu sanki,<>
Arkasını döndü ve kendisine ettiği yemini hatırladı,o gözyaşının bu kadar şaşırmasında ki baş etken olan yemini.Başını dikti,bir çok kimsenin hayran kaldığı o soylu ama bir o kadar da soğuk zarafetine büründü ve gururundan hiçbir tevazu göstermeyerek yürümeye başladı.Ama deniz onu bırakmayı pek düşünmüyordu.Bir esinti geldi arkasından,uzaklardan bir çığlığı taşırcasına esti rüzgar.Ama gelişi ile gidişi arasındaki o kısacık anı yakalamayı başaramadı Paulson.Ve dalgalar ayaklandı aniden,kumları yalamaktan bıktıklarını dile getirircesine.Ve bir değişiklik yaparak Paulson'
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Raistlinn ilk denemelerden biri için çok çok güzel. Yalnız şu an gördüğüm en büyük ve en tehlikeli hatan noktalama işaretlerin. Öyle ufak tefek değil bayağı büyük ve kötü yanlışlar yapmışsın ki düz yazılarda noktalamanın önemi çok büyüktür. Sana tavsiyem öncelikle bu hikayenin noktalamalarını düzeltip tekrar göndermen.
Not: Bu arada virgül, nokta, iki nokta, noktalı virgül gibi işaretler sonuna geldikleri kelimeye bitişik önüne geldikleri kelimeyle bir boşluk bırtakılarak yazılır. Düzgün görünmesi açısından buna da dikkat et.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

noktalamayı kolaycadüzeltebileceğimi sanmıyorumaçıkçası biraz zor gözülktü

ama okurlken falan banaçok yabancı ve eksik gelen kısımlar var
düşünmeme rağmen tam bir karşılık bulamadığım yerler
birazkesitveriyorum(her ne kadar bir tek sen cevap yazmış olsan da)



[hline]
Kumların ona rahatsızlık vereceğini biliyordu ama hiç istifini bozmadan kendine özgü zarafetiyle oturarak bacaklarını kendine doğru topladı

[hline]

Önüne çıkan yol büyük ihtimalle bir insanın hayatında görebileceği en kolay yoldu.

[hline]
bir erkeğin hasret kaldığı yarine kavuşmaya çabalaması gibi(zaten onu yaptığı için gibi koymak yanlış oluyor bunu diyorum)

[hline]

Ama bu mutluluklarının sarhoş edici etkisi,onlara birbirlerinden gitgide uzaklaşmaya başladıklarını fark etme şansı tanımamıştı,(bir zaman belirtmemişim dolayısıyla buluştularayrıldılar gibi olmuş)

[hline]

Kendi kendine onu dinlemekte olan bütün iblisleri üzerine çekecek bir lanet okudu ve alnına bağlı olduğunu daha yeni farkettiği bir çift kabloyu çekerek koparttı ve karşısında ona gülümseyen yaşlı adama(geç farkettimamaçok "ve" kullanmışım

[hline]



ve birayrıntı bu yazıyı tek biroturuşta yazdım ilk versiyonunu ve burada yayınlanan üzerinden 5. defa geçilmiş hali
ilk halibunun yarısı kadar falandı[hline]
With their tanks and their bombs
and their bombs and their guns
In your head in your head
They are dying
The Cranberries-Zombie


[Bu mesaj raistlinn tarafından 17 Mart 2003 17:19 tarihinde değiştirilmiştir]

[Bu mesaj raistlinn tarafından 17 Mart 2003 17:21 tarihinde değiştirilmiştir]
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 1 yıl sonra ...
görünüşe göre anca sindi kafama(daha çok üşendim diyeyim ben)
anca şimdi yayınlayabilcem, artık benim elimden çıktığını düşünüyorum
bu arada hikaye rockstation dergisinin hikaye yarışmasında ikincilik de kazandı
neyse yeter bu kadar söz...


<> diye kendi kendine söylenirken, içinde bulunduğu hanın kapısından dışarı adımını atmıştı. O sırada arkadaşları biranın da etkisiyle oldukça kaba bir sohbete girişmişlerdi.
O bu tip sohbetleri sevmezdi, bir kadının kalçalarının büyüklüğüyle şimdiye dek hiç ilgilenmemişti, ilgilenmeyecekti de. Daha ciddi konular cezbederdi onu, şifreli bir notun çözülmesi ya da ardında bir çok esrarengiz ipucu ve ceset bırakmış bir cani gibi. Kendine hep bunları söylüyordu. Kendine, bu grubun kendisi için zaman kaybından öte bir şey olmadığını da söylüyordu ama onları geride bırakmanın kendisi için hiç de iyi olmayacağını bilmiyor değildi.
Her zaman ki sessizliğiyle sahilin sakin ama denizin keyiflerini bozmuş olduğu kumlarına doğru yürüdü. Bu sessizliği hem sayısız kere hayatını kurtarmış, hem de ömrünün sonuna kadar rahat yaşayabilmesini sağlayacak kadar para toplayabilmesine yaramıştı. Ama biliyordu ki para onu mutlu edemezdi, duyguları yoktu çünkü, hem kendi kendine macera yaratmayı da bilmiyordu. Neyine yarardı ki o zaman?
O kumların kendisini rahatsız edeceğini biliyordu ama istifini bozmadan kendine özgü zarafetiyle üzerlerine oturarak bacaklarını kendine doğru topladı. Etrafına bakındı, kendisi gibi çözümü denizde bulmuş birkaç kişi ve kendisine hayret verecek biçimde denizi romantik bulan bir çift dışında kimse yoktu ki hiçbiri de onu umursamıyordu. Denizi romantik sayabilecek kadar deli olanlara sessiz bir lanet savurduktan sonra tarif edilemeyecek bir nefretle denize baktı. <> diye düşündü. Denize karşı olan nefreti normaldi, ailesini denizin ellerinde kaybetmiş birisi için gayet normal. Onlar hakkında düşündü biraz. Kendisini nasıl da iyi yetiştirdiklerini düşündü, hayatının en güzel yıllarını. Sevginin alasını bulduğu zamanı ve onu nasıl da kaybetmek istemeyişini. Ama ölümdü bu, tercihini genellikle iyilerden yapardı, çok sevenlerden ve çok sevilenlerden.
Bir deniz kazasıyla aldı onları Paulson'ın ellerinden. Olmaması gereken bir kazaydı o, olmaması gereken bir yerde ve olmaması gereken bir zamanda olmuştu. Ama olmuştu işte, hem de Paulson'ın gözlerinin önünde. Ve bizzat seyrettirmişti ona, gerçek acıyı tattırmıştı. İnsanın ruhunun kavrulmasının ne demek olduğunu anlamıştı. Ve bilmiyordu ki burada bitmeyecekti bu acı. Aklı başka bir insana gitti, hayatta annesinden sonra sevebildiği tek kadına:
Wendy. Ailesinin kaybından sonraki bunalım dolu dönemlerinde karşılaştığı, ona kaybettiği yaşam sevincini geri bağışlayan kadın. Ah!Ne kadar da büyük bir aşkla doluydular. Tariflere sığmıyordu onların ki. Ve karşı durdular bütün her şeye ve bütün herkese, insanın insana sevgisinin yaptırabileceklerinin kuşku götürmez bir kanıtı olarak. Her şeye karşı değildi elbet. Ölüm vardı arada. Bir yemin etmiş gibi durdu karşılarında, Paulson'ın değer verdiği her şeyi ondan götürmeye ant içmiş gibi. Yine şahit olmuştu Paulson varoluş sebebinin kendinden çalınışına. Sekiz sene önce idi, ona şu anda bir saniye önce gibi gelse de. Şu anda oturduğu yerde oturuyordu o zaman da. Sebebinin denizde suyun keyfini çıkarmakta olduğu sonsuz bir mutluluk vardı suratında. Ama hafızası pek bir şey bırakmadı geriye. Sadece bir an kaldı zihninde gidenlerden, her gün ölümsüz bir acı ile andığı bir an. Wendy'nin <<İmdat!>> diye bağırdığı o umutsuz anda çaresizlikten yıkılıyordu. Sadece o muydu çaresiz olan? Denize koşmuştu Paulson, biliyordu elinden hiçbir şey gelmezdi ama koştu yine de. Ve seyretti yine bir ölümü, seyretti yine bir hırsızlığı acı ile.
Karşısında duran denizin bir göletten farkı kalmadığı bir okyanusu oluşturmakta olan gözyaşlarından bir damla aktı gözünden. Şaşırdı Paulson, aslında damlanın kendisi bile şaşırmıştı, her şeyi içine gömmüş, anahtarı yutulmuş bir sandığa tıkıp üstüne de o çelik gibi zırhını örmüş vücuttan dışarıya nasıl kaçabildiğini merak ediyordu.
Kabanına sıkıca sarındı Paulson, ve ayağa kalktı yavaşça. Farkında değildi ama zamanın acımasız sarkacı sallanmayı bırakmamış, geriye hiçbir iz bırakmadan bir kaç saati geçmişe götürmüştü. Giden saatleri umursamadı Paulson, anılarla geçmişlerdi çünkü, belki de ona kalan en değerli şeylerle. Selam verdi denize, <> diyordu sanki, <>
Arkasını döndü ve kendisine ettiği yemini hatırladı, o gözyaşının bu kadar şaşırmasında ki baş etken olan yemini. Başını dikti, bir çok kimsenin hayran kaldığı o soylu ama bir o kadar da soğuk zarafetine büründü ve gururundan hiçbir tevazu göstermeyerek yürümeye başladı. Ama deniz onu bırakmayı pek düşünmüyordu. Hafif bir esinti geldi arkasından, uzaklardan bir çığlığı taşırcasına esti rüzgar. Ama gelişi ile gidişi arasındaki o kısacık anı yakalamayı
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
  • Yeni Oluştur...