Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Fırat Budacı Thread


Ren

Öne çıkan mesajlar

Selam. evde 2009 yılının uykusuz sayıları duruyordu. fırat budacıyı da çok severim. dedim böyle bir thread açsam nasıl olur. scan etme gibi bir olanağım olmadığı için elle yazdım. el emeği göz nuru. zor oldu ama boş zamanımda üşenmezsem devam ettiririm. siz de devam ettirebilirsiniz tabi.

Bir Gurur Gecesi - 07.01.09

Kapıyı biraz sert kapatınca "alla alla" anlamında bir el hareketi yapıyor. Kötü başlangıç. Selamı es geçip direk "Mecidiyeköy" diyorum. Belki aramız düzelir umuduyla, daha önceki yolculuklarımda taksicilerden aşırdğım bilgiyle "Nişantaşı'ndan gidebiliiz" diye ekliyorum. Bu tür yolu uzatan ama "mantıklı" güzergah tayinlerinin taksicilerin hoşuna gittiğini bildiğimden garip bir gurur var sesimde (yaranma duygusundan bir türlü kurtulamadım). "Siz bilirsiniz" diyor kafasını yana eğerek.

"Bu, "asıl ben bilirim" anlamında tonlanan ve ders verme amacı güden bir "siz bilirsiniz" .Demek ki Nişantaşı'nda da trafik var. Taksici beni uyarmak yerine trafiğe takılıncaya kadar sabredip sonra da dikiz aynasından "gördün mü!" anlamında manidar bakışlar atarak büyük bir zafere imza atmak istiyor. Direksiyonu yandan tokatlayarak kullanışından, vitesin ensesine attığı tokatlardan bana gıcık olduğuna emin oluyorum. Ara sıra oflayarak vokal de yaptığı bu sistem resitali uzayınca "Yani orda trafik vasa siz şey yapın" deyip kırılmş gibi kafamı cama çeviriyorum. "Geçti artık, başta deseniz Beşiktaş'dan giderdik" diyerek vitese bir tokat daha atıyor.
Dikiz aynasında kısa bir an gözlerimiz buluşuyor. "Alıştık biz.. Sanki biz dolandırıcıyız böyle milleti dolaştırıp fazla para alıyoruz... Hemen şuradan git, buradan git..." diye başlayan ve epey uzun sürecek bir tirada başlıyor. Bütün bu tirat boyunca arabanın göğüslüğüne yapıştıırrılmış bir köpek sürekli kafasını sallıyor. Taksici bir yandan arabayı tokatlayıp bir yandan benim gibi ukala bütün taksi müşterilerinin ağzının payını veriyor. İnmek istiyorum, ama "müsait bir yer" lafını taksicinin patlayan gururuyla saçılan cümlelerin arasına sıkıştırmam mümkün değil. Yapıştırılmış köpeğin kafası gittikçe daha hızlı sallanmaya başlıyor. O an köpeğin biraz altındaki taksimetrenin açılmamış olduğunu farkediyorum. "Taksimetreyi açmamışsınız" diyorum, "Kafa mı kaldı" diyor, "Müsait bir yerde" diyorum "Buyur" diyor, "Napıcaz" diyorum, "20 versen yeter" diyor. Normalde 11 TL tutan bu mesafe için fazladan 0 TL ödeme yapıyorum (kırılmış bir gurur için manevi tazminat).
Uzaklaşan taksinin arkasından bakarken "Fakat ne guurmuş!" diyorum. Tahminim, o sıra yapışık köpek hızla kafasını sallıyor...


Grubun vokalisti, mikrofon ayağını çeşitli açılarda devirerek, ara sırı diziyle havaya aparkat atarak, yavaş şarkılarda yüzünü acıyla buruşturup mikrofonu ağzına sokarak sahnedeki gösteriye olan ilginin tamamını emiyordu. Ben vokalistten fısat buldukça bas çalan arkadaşı izliyorum. Çaldığı alet şova çok yatkın olmamasına rağmen o da elinden geleni yapıyor. En sık yaptığı hareket, bas gitarın ön plana çıktığı anlarda kafasını arkaya doğru savurması. Sahne küçük. Vokalistin sürekli zıplayarak sahneyi tavaf etme arzusu, onu sık sık duvar dibine sıkıştırıyor. Kafasını geriye savururken, arkasındaki duvarı defalarca teğet geçmesi içimde garip bir koruma içgüdüsü uyandırıyor. Bir basçı kafasının duvara çarpma ihtimali yüzünden artık müziği falan dinleyemiyorum. Bu tedirgin anlar çok da uzun sürmüyor: Vokalistin birasını yudumlamak için sahneyi basçıya terk ettiği kısa bir an, şovunu biraz abartınca beklenen çarpışma gerçekleşiyor. "Gördün mü!" anlamında manidarca bakıyorumç Kafa duvardan ayrılıp geri geldiğinde gözler hemen baradaki insanları kontrol ediyor. Problem yok gibi. Galiba sadece ben gördüm. Hayatın kafaya vurarak "kendine gel" dediği o kısa an, basçıyla benim aramda küçük bir sır olarak kalıyor...

Grup, ara verilince bizim masamıza geliyor (masadakilerden biri vokalistin arkadaşı). Hep beraber, grubun bizim masamıza gelmesinin grurunu yaşıyoruz(ünlünün yanında ünsüzün yaşadığı gizli gurur). Basçı benim yanıma oturuyor. Ona yakınlık duyuyorum, konuşmak için fırsat kolluyorum. Tanımadığı birine daha ilk cümlesinde şenlikli bir şeyler söylemek isteyen insanların o durdurulamaz işgüzarlığı ve alkolün etkisiyle "Abi kafan acıdı mı?" diyorum. Bu hızlı girişte beraberce kahkaha atmayı beklerken, suratıma manasızca bakarak "Anlamadım?" diyor. Gülmekle şaşkınlık arasında karar veremeyen bir suratla "Kafayı duvara çarptın ya" diyerek neşe ve kahkahanın geç de olsa bize katılmasını umut ediyorum. "Yoo olmadı öyle birşey" diyerek kafasını çeviriyor. Profiliyle baş başa kalıyorum. Burnu çok uzun. Hayatımda ilk defa bir 'basçı gururu'yla karşılaşıyorum. Şaşkınım. Biraz da gururum kırılıyor...

Gurur, her yerden kafasını çıkarabiliyor (bazen duvara çarptıkça daha da güçleniyor.) İnsanevladının yaşamını şık gösterme arzusundan beslenerek her an, her saat yanımızda bir organizma gibi yaşıyor. O gece irili ufaklı bir sürü gurur çeşidi yaşandı: Benim "Abi kalkalım mı?" diyen bir arkadaşa, "Ulan iki birayla sarhoş oluyorsun, beşinciyi içiyorum ben" demem ('sağlam bünye' gururu); bardan ayrılırken arkadaşın vokaliste doğru 'konuşuruz' anlamında eliyle telefon işareti yapması ('ey bar! ünlüyü tanıdığımı bir kez daha hatırlatayım' gururu); vokalistin bir işaretiyle bizim hesabın eksik gelmesi üzerine hepimizin sevinmesi ('yancı' gururu); yol üzerindeki midyeciyle pazarlığı abartan arkadaşa midyecinin kalender gibi ama aslında sinirli bir ifadeyle midye açarak "para istemez" demesi ('blöflü' gurur); bunun üzerine arkadaşın peşin ve fazladan para vererek eli arttırması ('salak' gururu)... gece boyunca yaşadığım gurur çeşitlerinden bazılarıydı.

Midyeleri yedikten sonra arkadaşlarımdan ayrıldım. Yaklaşan taksiye el kaldırdım. Üzerine bir de para ödeyeceğim en geniş çaplı gurur saldırısıyla henüz daha karşılaşmamıştım. Elimi kaldırdığım taksinin içinde, kafasını sallayan bir köpekle birlikte bana doğru yaklaşıyordu.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 1 yıl sonra ...
slm. el ile yazma olunca çok zorlanıp devam edememiştim. geçen telefon aldım, neden sonra aklıma burası geldi. okunur mu lan acaba? dedim. numaralı bir insanın beyaz kağıt ile tereddütü içerisindeydim.

Benim için fark etmez, bana uyar. - 22 ekim 2009

http://i.imgur.com/WhgWoRq.jpg




bir daha gündüz çekeyim. flash - karanlık zor oluyormuş.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Benim için fark etmez bana uyar
"Ya boş ver gitmeyelim," dedim. Çiftlerin bir araya gelerek yaptıkları pazar günü aktivitelerini sevmiyorum. Buluşup ne yapacaktık ki! Ortamın salaşlığlyla fiyatların tuttnadıgı bir ~Onda kahvaltı edecektik. Erkekler pastırmalı yumurta yiyerek biraz daha erkek, kadınlar beyaz peynirli yunturtayi tercih ederek biraz daha kadın olacaktı. Hürriyet Pazartı okuyarak bir 15 dakika kadar kültfirlenecek, bu eki arkadaşıanza uzatıp ondan Milliyet Pazar", alarak biraz daha kültürlenecektik. Tarafa göz gezdirip Ahmet Altan hakkında bir cümle kurmaksa bu pazar sabahı:un en ağır eylemi olacaktı. Kahvaltının sonunda ağır/aşmış bedenlerimizle bir sonraki aktivitenin ne olacağım tartışacaktık. Yoğun hafta içi yaşantımın pazar günü verdiğimiz bu molayla tedavi etmeye çalışacak ve "güzel bir gün': geçirmek için debelenecektik... Işte bakın, nasıl da güzel eleştırdim "küçük burjuvanın paiar aymini". Buna benzer şeyler söyledim sevgilime. Bir pazar buluşmasım kelimelerle döve döve dağıtmaya çalışıyordum. Ilişkilerin başında bu tür cümleler sevgilılerm gözünde aşkı büyüten pırıltılara yol açarken, ilişki ilerledikçe, cümleler aynı kalitede olsa da, bit huystiztın saçmalıkları olarak algılanmaya başlıyor. "Hayatını eskiden olsa ne biçim etkilenirdin ama..." diye bir açilım yapmanın da pek anlamı olmuyor. "Gitmeyelim mı yani?" dedi "Gitmek istemiyorum"u sosyolojik sebeplerıyle uzun uzun ifade ettiğim konuşmamm, içinde "yani" olan sıradan bir cümleyle karşılanarak küçümsennıesi hoşuma -
gitmemişti. "Bence evimizde kalatım," dedim. "Evimiz" diyerek kalma fikrini sıcacık bir teklife dönüştürmeye çalışıyordum. Telefon geldi. 'Yaa Fırat pek çıkmak istemiyor, bız gelmeyelım," der demez, gözlerimi açarak `Napıyosun sen' anlamında bir el hareketi yaptım (buluşmanın iptaline adımın bir plaket gibi çakılması hoşuma gitnıemişti). Sevgilim, 'Ne?' anlamında bir el hareketiyle karşılık verdi ve "Bi dakka, ben Fırat'a vereyim," diyerek telefonu bana uzattı. Beni cezalandırıyordu. 'Hayret ya!' anlamında kafamı sallayarak telefonu almak zorunda kaldım ve kulağıma götürür götürmez sarf edilen bunca mimik ve jestten haberi olmayan insanı selamladim: "Abi naber?" Sonrasında söylediklerimse insanevladının ikiyüzlü hallerini anlatmak için tam bir şölen niteliğindeydi: "Yok be abi, biraz mayışmışım o yüzden... benim için fark etmez... yok yok... bana uyar, çıkalım tabi abi... tamam görüşurüz." Telefonu kapattım. Gözlerini açma sırası ondaydı. Sanırım yüzüne bakmam ve 'Ne var?' anlamında bir el hareketi yapmam gerekiyordu... Içine ayıp olmayacak miktarda bastırma konulmuş yumurtayı yamuk bir sahanda yedim. Sabanın yamuk olması, mekânın "1962'den beri" özelliğine vurgu yapıyordu ve biz pazar günü tüketicileri için sahanların yamuk olması iyi bir şeydi. "Bu zeytini markette bulaınıyorsun işte" isimli zeytinleri, h peteğın içinde durması takdir edilen batı ve her bittiği nde garsonlar' "bakar misiniz?" diye uyardığımız çayları tükettik. Pazar eklerini elden ele dolaştırdık. işimiz bitince (ana gazetelerde düştinüldüğunde) ancak yüzde birini okuduğumıa gazeteleri kahvaltı masasının bir köşesine üst üste yleidik Yaklaşık 10 santim katinipşında bir kütleydi bu. Kitle kıpırdanmaya gidileceği konusunda fikirler Üretmeye "Bu zeytini markette bulamayan"
arkadaşın, Koç Mtızesitne gidelim fikri neşeyle karşılanarak kabul gördü. Koç Miizesitrıe gidip ne yapacaktık ki! Hafta içi her gün 2.9 Glız bir bilgisayarın ekranından kafasını kaldırmayan insanlar olarak, hafta sonu 20. yüzyılın ilk yarısını özlemle anınaya mı gidecektik? 1938 model bir Cadillacia "Vay be!" diyecektik, ilk IBM modebyle "şuna bak!" deyip dalga geçecektik, buhar!: lokomotife uzun uzun bakıp birbirimize, "şu pis tonları görüyor musun?" diyecektik. Tatilde nostaljiyi birbirine karı ştırıp ortaya çıkan şekilsiz duyguyla (şaşkınlık) ortalıkta dolanacaktık. Belki aramızdan biri ıııüze defterine, "Sevgili Rahmi Koç, kazandırdığınız bu nnizeyle bizleri adeta zamanda bir yolculuğa cıkardınız. Teşekkürler..." yazacaktı. Demedim bunları. Demez. Bunların yerine, "Benim ıçin fark etmez, bana uyar," dedim. Kalktık. Balın peteğın içinde durmasını takdir eden arkadaşım, içinde Ayşe Arrnanların, Ahmet Hakanların, Ertuğrul Ozköklerin olduğu 10 santimlik gazete kütlesini koltuğunun altına sıkıştırdı. Topluca Koç Müzesi'ne doğru yola çıktık... Koç Müzesi'ni çok beğendim. Pembe bir Cadillac'ın yanında fotoğraf çektirdim. (Günün her saati anarşist bir ruh taşımam beklenemez.) On tekeri devasa, arka tekeri minıcık bir bisiklete bakıp "Aaaa!" dedim. Müzeden ayrılırken tarihin bu cilalanmış fıgürferinden çok etkilenen arkadaşlarım gaza gelip girişte satılan anahtarfık, biblo ve maketlerle ilyilenclıler. Hiç ilgilenmedim (anarşist ruhun geri dönüşü). ana-kaiırsa bu pazar şıbleninin artık sonlanması gerekiyordu. Koltukaltında gazete kütlesi taşıyan arkadaşım, "Soysuzlar Çetesi'ne gidelim mi?" dedi.
Tarantino'nun film ine gidip ne yapacaktık ki! Estetize bile edilmemiş düz şiddeti yarı-entelektüel bit- refleksle beğenecektik. Kahramanların dakikalarca süren geyik muhabbetine anlamlar yükleyecektik. Filmi izlerken aksiyona kendimizi kaptırıp çıkışta film hakkında konuşurken 'aksiyon' kelimesini ağzunıza alınayacaktık. Filmin yine kendisi gibi kötü film lere yaptığı göndermeleri fark
es'
edenler gururlanacaktı. Birbirimize "Tarantino çok iyi yaal"dan başka söyleyecek bir şey bulamayacaktik. "Fark etmez, bana uyar," dedim. Ortamı hiç bozmuyordum. Aklundakılerle ağzımda' çıkanlar arasındaki o büyük farkı korumaya devam ediyordum. Sevgilisine karşı huysuz ama çevresine karşı uyumlu olma sanatının (ikiyüzlülük) ıncelikleriyle donammştım. çıkışında, bahn petekte durmasını takdir eden arkadaşım, "Budur ışte abi..." diyet ek yönetmeni de takdir etti. Kitlenin dağılma vakti gelmişti (çiftlerin pazar aktiviteleri "yarın iş var of ya!" gerekçesiyle erken sonlamr). Eve gidip film hakkında gerçek fikirlerimi sevgilime gerekçeleriyle sunmak ve böylelikle alttan alta bu pazar buluştnalarmı kötülemek ıçin sabırsızlanıyordum... Sevgilim, sinema çıkışında "Bira içsek ya," dedi. Birayı duyar duymaz, ikiyüzlülügun bütün gün peşimi birakmadığı bu pazar buluşmasında, kişiliğim aniden sağlam bir temele oturdu. Birayı duyunca coşan bünyem bütün iç komışmalarum kovaladı. Ve e pazar günü, içinde ikiyüzlülük olmayan ilk onay« verdim "Bana uyar..."

not:http://www.onlineocr.net
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...