Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

19 Ağustos 1999 Değirmendere


Öne çıkan mesajlar

Mesaj tarihi:
Neden bilmiyorum bu akşam içimde bir sıkıntı var. Belki iki arkadaşımın çalıştığı gemide tanımasam bile bir sebepten sevdiğim birisinin bilinmeyen bir şekilde öldürüldüğünün haberini almış olmam bunda etkilidir ama tam bilemiyorum. Sürekli bilgisayarın başından bir kalkıp bir geri oturuyorum ne yapacağını bilemez bir halde evde dolaşıyorum. Galiba yine eski anılara fazla daldım. Bir zamanlar en sevdiğim site olan erkekadam.com sitesine gidip hepsini defalarca okuduğum yazıları bir kez daha okuyayım da hem anılardan fazlaca kurtulmadan neşeleneyim dedim ama hangi yazıyı okuyayım diye dolşırken karşıma çıka çıka bu çıktı :-( Daha önce defalarca okuduğum vede yaşadığım yazıyı bir kez daha okudum. Bunu niye mi foruma atıyorum, tam olarak sebebini bende bilmiyorum ama belkide unutulmaması gereken şeylerin çok çabuk unutulduğunu düşünmemdendir. Benim hayatımı öncesi ve sonrası olarak değiştiren o günü ne olur unutmayın ve yaşam hakkında düşünürken ne kadar anlık olduğunu hatırlayın. Neyse yazı aşağıda

*************

İstanbul, İzmit, Adapazarı ve tüm yakın çevrenin onlarca yıl hatırlayacağı günlerden biriydi. Akşam üstünün gitikçe kızaran güneşinde karşımızda siyah bir bulut sütunu çıkararak yanmakta olan Petkim rafinerisinin ara sıra çoğalan alevlerini görüyorduk. Bütün gün bir delikanlının kurtarılmasında çalışmıştık. Sanırım toplam dokuz saat geçtikten sonra da depremzede vatandaş, bir kaç küçük sıyrık dışında sapa sağlam, altı yedi kat yıkıntının altında çıkmıştı. Zaten artık depremin üzerinden altmış saatten fazla geçtiği için sadece hiç yaralanmamış olanlar sağ bulunuyordu. Yaralılar ise çoktan ölmüş olmalıydılar. Bütün gün güneş altında yıkıntının tepesinde bir şeyler yapmış, çevremize toplananlarla ilgilenmiş, sonunda genci sağ salim dışarı çıkarınca da aynı TV haberlerinde görüldüğü gibi göz yaşlarımıza hakim olamamıştık, ve bir de inanılmaz bir iç boşalması yaşamıştık. Genci alan ambülans uzaklaşırken alet edevatı toplayıp Yüzbaşılar semtine kurduğumuz kampımıza döndük. Orada kadim dostum Nesip'le karşılaştık. Sarıldık. İnanılır gibi değildi. İnsanın ruh yapısıyla ilgili hiç beklemediğimiz deneyimler yaşıyorduk. Her yanımız ceset doluydu. Havanın bile kokusu hızla değişiyordu. Ve hiç birimiz hiç bir şey hissetmiyorduk. Bir binanın içinde kazılan bir açmaya girdiğimizde yarım metre önümüzde duran, TV ekranında bile dayanamayacağımız görüntülere sakince bakıyor, hatta iki beton tabakasının arasından çıkan morarmış bir kolun altında bir şeyler eşelemeğe devam ediyorduk. Sahip olduğumuz bu iç huzuru ürkütücüydü. Bazen yanıma gelen bir adam son derece efendi bir ses tonuyla, eşinin şu anda hangi kolonun altında ezilmiş durduğunu anlatıyor ve olabilecek en normal sesle yardım edip edemiyeceğimizi soruyordu. Bu konuşma o katil kolondan sadece dört beş metre uzakta cereyan ederken, özür dileyerek kendimize biçtiğimiz görevin sadece "canlı"ların kurtarılması olduğunu söyleyince de en ufak bir kızgınlık belirtmeden başını anlayışla sallayıp bize hak veriyordu.

Tüm sakinliğime rağmen kamptaki şakalaşmaya katılmak istememiş, yıkıntılar arasında dolaşmayı tercih etmiştim. Nesip ile sahile çıkıp yürümeye başlamıştık. Karaya vurmuş şehirhatları vapurunu gördük. Bir zamanlar hoş bir park olan alanı gezdik, sonra da doğuya, Gölcük'e doğru deniz kıyısından yürümeye başladık. Artık şehrin son evlerinin önündeydik. Biraz ötemizde büyük zarar görmüş olan donanmanın tesisleri başlıyordu. Sokağın arasındaki iş makinesi ve yanındaki kızlı erkekli bir gurup dikkatimizi çekti. Yaklaştık. Bizi ölçülü bir gülümsemeyle karşıladılar. Üzerimizin toz toprak halinden, başımızdaki kask, kafa feneri ve sağımızdan solumuzdan sarkan iş eldivenlerinden olsa gerek, olduğumuzdan çok daha bu işleri bilen biri görünüyorduk. Bu beklentileri hayal kırıklığına çevirme pahasına da olsa yanlarında olmayı istemiştim. Nedense çevredeki insanlardan biraz farklı bir halleri vardı.

Önlerinde durdukları bina tamamen yamyassı olmuş ve arkadaki başka bir binanın üzerine devrilmişti. Kırmızı tişortlu otuz yaşlarında biri makinanın yeni kırdığı bir delikten içeri bağırıyordu. Çevredeki binlerce kesici çer çöpe dikkat ederek yanına eğildim. Bir dairenin salonuna, ya da ondan geriye ne kalmışsa ona bakıyorduk. Yerler gri, duvardan duvara halıydı, tavan pek çok türk evinde olduğu gibi beyaz kireçti ve bunların arası sadece yarım metreydi. Duvarlar çökmüş, bu salon kendi krişleri üzerine oturmuştu. Kırmızı tişortlu, salonun içine girdi. Durmadan bir kadın adını bağırıyordu.

"Ayşe!.. Duyuyorsan ses ver!.. Ayşe!.. Duyor musun?"

O gün Değirmendere'de dram bulmak için çok aramaya gerek yoktu ama gene de bu sefer nasıl bir türüyle karşılaştığımızı merak etmeye başlamıştım. Adam salonun içinde emekleyerek ilerliyordu. İçersinin düzgün halinden ve nasıl olsa biri girmiş olduğu için başımı delikten çıkarıp gözlerini bana dikmiş olan iki bayan ve bir erkekle karşılaştım. Bayanlardan birisi, erkeğe yakın duruyordu, "Ayşe'nin arkadaşlarıyız" dedi.

İçin
Mesaj tarihi:
Bu da başka bir yazıda başka bir şeyi anlatmak için benim başımdan geçen bir iki şeyi anlattığım yazının biraz güncellenmiş hali.

***************

Bölgeye ulşatığımızda cesetler kokmaya başlamıştı ve burnumda deviasyon olmasına rağmen (hemen hiç koku alamazdım) o kokuyu asla unutamam. Hayatımda ilk kez yemek yiyemedim, yemeye çalıştığım fasulyede ceset tadı aldığımdan iki kaşık alıp kalanın bıraktım. O kokunun tarifi asla mümkün değil, aradan bir hafta geçdikten sonra istanbula döndüğümde hala kokuyu alıyordum. Ellerimi defalarca yıkadım, saatlerce banyoda kaldım ama koku en ufak azalmadı. Koku burnumda değil artık beynimin içindeydi.

Beni en çok acıtan ise koku değilde istanbulda yaşamın aynen devam ediyor olmasıydı. Sözde dinlenmeye döndüğüm şehirdeki yaşamı gördükten sonra sinirlerim çok ama çok daha fazla gerilmiş bir şekilde bölgeye belkide kendimi tedavi etmeye geri döndüm. Bir yanda insanlar ölüyor, hiç tanımadığınız insanlar sizin omzunuzda hıçkırarak (ağlamayı başaran şanslı kişiler) ağlıyor, hiç tanımadığınız kişiler ile birlikte bir deliğe giriyorsunuz ve hiç kimse hiç bir şey sahiplenmiyor, tam bir kolektif yapı mevcut. Diğer yanda ise insanlar Bağdat caddesinde yürüyor, gülüp eğleniyor, kız arkadaşıyla öpüşüyor, cafelerde oturuyor, hamburgerini yiyip cıstak cıstak arabalarıyla geziyor. İnsanlığımdan utandığım günlerin başında gelir o istanbulda geçirdiğim iki gün. Sokakta yürüyen gülüp eğlenen insanların hepsini tek tek öldürmek geçti içimden, hepsinin suratına tükürmek, ALLAH BELANIZI VERSİN diye haykırmak. Ancak o gün elimden gelen tek şey bölgeye geri dönmek oldu.

Bölgede Sınır Tanımayan Doktorlar ile birlikte bir sığınmacı kampında çalıştım. Resmi olarak Çadır Kent diye geçsede tam anlamıyla bir sığınmacı merkeziydi. Orada insaların çaresizliğini gördüm, bir gün önce yanındaki kızının şimdi cesedine bile ulaşamayan annelerle birlikte çalıştım. Bir baba ile birlikte çocuğunun cesedini yıkıntılardan çıkarmaya çalıştım. Yanımdaki bir arkadaşım bir cesedi kaldırmaya çalışırken cesedin kolu elinde kaldı. İnanınki bu o salak bilgisayar oyunlarında düşmanın elini kolunu koparmaya hiç ama hiç benzemiyor.

Sığınmacı merkezlerinindeki sefalete, ümitsizliği tarif etmem mümkün değil. Bir gün önce umutları olan insanlar ertesi gün hiç bir şeyleri olmadan, ne ev, ne iş ne akraba..... ortada kaldılar. Çarşı diye geçen bölgede aklımdan geçen ilk şey bir B-52'nin bölgeden geçmiş olduğu ve heryeri dümdüz etmiş olduğu izlenimiydi.

Televizyondaki deprem fragmanının sonunda "Orada kimse varmı" diye bağrılan her sahnede hep ağladım ki şu an da aklıma geldikçe gözlerim doluyor ve şu an hafifden ağlıyorum. O an hissedilen duygular öyle çok ve karmaşıkki. Bütün herkez susuyor. Bütün insanların tek bir amacı var, bir insanın sesini duyabilmek ve bir canı kurtarmak. Ya o an uyuyorsa aşağıda, hadi bir süre daha bağıralım. Hiç ayrılmak istemiyorsun binadan. Ve o ayrılış anı en kötüsüde o. Ya sesini duymayı başaramadıysam. Ya onu ölüme terkettiysem. O vicdan azabı ile birlikte yaşamak ne kadar zor aranızda bilen varmı.

Aradan 4 koca yıl geçti ama içindeki çocuğu orada bırakıp dönen bir çok insan için en fazla 4 güün geçti. Oraya bir çocuk olarak gittim ama döndüğümde çocuk değildim. Arkamda sadece sesini duyamadığım kişileri değil içimden bir parçayı da bırakmış olarak döndüm. Eskiden önem verdiğim şeylerin ne derece önemsiz olduğunu orada öğrendim. Bir gün önce saçma sapan bir sebepten dolayı kavga ettiğiniz annenizin artık bir daha asla size kızamayabileceğini gördüm. Yaşamın nasıl biranda değişebileceğini geriye sadece kendinizin kalabileceğini, şu an çok önemli gelen şeylerin nasıl bir anda önemsizleşebileceğini gördüm. Umarım bunların hepsini siz çok daha kolay yoldan öğrenirsiniz ama öğrenirsiniz. bunları öğrenmemek bence çok ama çok daha acı.

Neyse akşam akşam sizinde içinizi fazlasıyla karattım.[hline]Özgürlüğün değerini ancak onu kaybedince anlarsınız. En zavallı insan ise esaret altındayken kendisini özgür zannedendir.

bi fransız gastesi de şey demiş:
"ırak üç parçaya ayrılıcak.
1-normal
2-süper
3-kurşunsuz"
Mesaj tarihi:
gece gece karardık[hline]Alexi_Septimus demiş ki:Kedi iyicene Avatarıyla özdeşir oldu.

"ZzZzZzZZzZ"
"Site kapandı site!"
"ZzZzZzZzZz"
"*Undenfied Flying Terlik Strikes Karakedi In The Middle Of Iki Kaşının Ortası*" !
Mesaj tarihi:
iyi okumadın galiba 2 gün sorayı anlatıolar[hline]Alexi_Septimus demiş ki:Kedi iyicene Avatarıyla özdeşir oldu.

"ZzZzZzZZzZ"
"Site kapandı site!"
"ZzZzZzZzZz"
"*Undenfied Flying Terlik Strikes Karakedi In The Middle Of Iki Kaşının Ortası*" !
Mesaj tarihi:
Akrabalarımdan biri sanırsam büyük teyzem veya halam enkaz altında 48 saat geçirdi...

Olayı anlatayim :

3 kişi kalıyorlar evde.Evde bulunan dedem ve 2. karısı evden gidelim diyorlar depremden 1 gün önce.O kalmak istiyor.Tadını alamadığını söylüyor.Dedem ile karısı gidiyorlar Halam kalıyor.

Akşam televizyon izlerken sızıyor.Oldukça büyükçe bir kanepe yüksek kol koyma şeysi olanlardan.Kafa tarafında kanepenin hemen yanında demir 2.5 metre uzunluğunda bir heykel var.Modern sanat şeyleri işte, her zaman görünce dalga geçtiğim ancak dekoratif bulduğum soyut ve saçma gelen bir şey, bir insanın hayatını kurtarabileceğini hiç ama hiç düşünmemiştim.

Halam sarsıntıyla uyanıyor tavan üzerine yıkılıyor.Blok halinde düşüyor tavan.O demir zımbırtı ile ayakucunda kalan koltuk başı arasındaki boşlukta kalıyor Halam.Duvarla arasında 1 karış mesafe var.48 saat hiç kıpırdamadan orada kaldı.

Esnaftan biri kurtardı onu.Herkez şaşırmıştı, çünkü inanılmaz olan Halamın burnu bile kanamamıştı.Ne bir morluk ne bir sıyrık.

Ancak yaralanmadan kurtulamadı oradan.Insanın o şekilde 48 saat beklemesi ve acaba kurtalabilecek miyim düşüncesi ile beklemesi oldukça zor oldu.60 küsür yaşında olan halam bana hep genç görünmüştür.Büyük halamdır ancak ben ona hala derim.Güçlüdür.Imrendiğim birisidir.Yaşını öğrendiğimde şaka yaptığını sanmıştım.

1 ay içinde şok'u atlattı.Ancak çıktığında takılarının orda kalmasına üzülmüştü.Bir anlam verememiştim canı kurtulmuştu ama halen takıları düşünüyordu.Sonradan öğrendiğime göre çoğu kişide olan birşeymiş bu.Halen o anı sorsam hep takılarına yandığını söyler.Anlam veremiyorum.

Orada halamı kurtaran nedir bende bilmiyorum...
Şans?Tanrı?TV izlemek istemesi?Hiç bir zaman bilemiyeceğim bunu.

Ancak aklımda hep kalan birşey var...
Onca insan, hayatının baharındayken hiç bir neden yokken ve HAKETMIYORKEN neden ölür?Insanlar yaşamdan en çok zevk aldığı yerde yaşama göz yumdular.

Buna kim karar veriyor?
Bu soruyu kendime katrilyon kez sordum.

Bildiğim tek birşey var ;

Bunun cevabını ne ben ne siz nede dünya üzerinde yaşıyan başka bir insan toprağa karışmadan alamıyacak bu cevabı...

Gidin aynaya bakın.Derin bir nefes alın.Kendi gözlerinizin içine bakın.

Ve ne kadar şanslı olduğunuzu düşünün.
Bu sabah okula giderken kayıp düşüp beyin travması geçirerek ölmüş olabilirdiniz yada o depremde.Yada sevgilinizle gezerken tinercilerin saldırısına uğrayıp öldürülebilirdiniz...

Halinize şükredin ki ;
Siz bu yazıları okuyabiliyorsunuz ve hala hayattasınız.
Hayatın değerini anlayın ve kafanızın bir köşesine koyun bunu.Çünkü hayat, ne sizin ne de benim karşıma bir daha çıkacak.

Halinize şükredin...[hline]I am the light that shall lead you to darkness.
The time for honouring yourself will soon be at an end...

ICQ
Mesaj tarihi:
Beni deprem konusunda endişelendiren depremden nasıl sağ kurtulacağım değil, şayet aynı şekilde bir deprem olursa nasıl kurtulmayacağım. İnşallah ilk anda ölen grupta olurum, en güzeli o. Tabi en güzeli olmaması, olsa bile düşük şiddette olması. Ordaki gibi bir depremi istanbulda hayal bile edemiyırum.[hline]Özgürlüğün değerini ancak onu kaybedince anlarsınız. En zavallı insan ise esaret altındayken kendisini özgür zannedendir.

bi fransız gastesi de şey demiş:
"ırak üç parçaya ayrılıcak.
1-normal
2-süper
3-kurşunsuz"
  • 7 ay sonra ...
Mesaj tarihi:
hakim ben olsam soyadını görünce kararı verirdim zaten[signature][hline]Ben:qçkpek eryjjdıasdads aasdgı
Ben:aırıjrııaısdısgnıeaıajafe aah imp saldırdı dur plasma gunumu çıkarıp yakam *cdğuv ciuv ciuv* voşsşsssss
blackice: hipnesin olm
Ben: ehe-ühüeheü
blackice: yarın sabah 11'de gidip değiştiricem doom cdsini
Ben:hass plasma bitti
Mesaj tarihi:
Onlarda suçlu o binayı yapmaya izin verende suçlu oranın belediye başkanı da suçlu O kadar üniversitemiz var o kadar mühendisimiz var bir binanın dayanıklılığını ölçmek adamın 20 dk sını alıyor yakında yine deprem olcak falan diyorlar bu sefer millet bulduğu yetkilyi direk ..........[signature][hline]Lil'Alur for Shar
Mesaj tarihi:
Akşam akşam yatmadan önce okunmaması gerekiyor bunun :( Sabaha kadar yine dönüp duracağım... Hani derler ya zaman her şeyin ilacıdır, bazı konularda direkt yalan. Hala yaptığımız dinlemeleri saniye saniye, yanımdaki insanların kıyafetlerine dek anlatabilirim :([signature][hline]Özgürlüğün değerini ancak onu kaybedince anlarsınız. En zavallı insan ise esaret altındayken kendisini özgür zannedendir.

bi fransız gastesi de şey demiş:
"ırak üç parçaya ayrılıcak.
1-normal
2-süper
3-kurşunsuz"
×
×
  • Yeni Oluştur...