Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Genç Hitler Hızlı Başladı


sg-1

Öne çıkan mesajlar

Bir ulkeye kacak gidip kalanlari cikariyorum.

Normal yollarla devletin belirledigi sartlarla, kanunlarla yasal bir sekilde bir ulkede oturan calisan kisilere yapilan irkcilik beni cok sinirlendiriyor.

Irkcilik kapitalizmin guc kaynaklarindan biridir. Kapitalizmin yasamasi icin gerekli olan unsurlardan biridir, o yuzden kapitalizmin oldugu her ulkede irkcilik vardir. Cunku irkcilik ucuz is gucu demektir.

Formul cok basit, irkcilik olursa gocmen kendini gucsuz, ikinci sinif hissedicek, bu yuzden ayni ozelliklere sahip bir yerli ile yarisirken daha azina razi olacak.

Burada kafelerde 15 dolara calisan hic bir anglo saxon avustralyaliya rastlamadim Ama bir dolu gocmen var. Formulun sonucuna basit bir ornek..

Ben burada yasal yollardan oturum almaya calisanlara o yuzden cok kiziyorum, cesitli yerlerde anlatiyorum, cunku anlamalari lazim.

Yasal yollardan kalmak icin burada kanada ve ingilterede genelde bir universite/diploma egitimi almalari gerekiyor. Genelde insanlar bu yoldan gidiyor. Bu insanlari bir dusunun. Turkiye'nin isine yarayacak vakte kadar iyi kotu bir egitim laliyorlar, kendilerini gelistiriyorlar. Yani yatirim suresince Turkiye'nin iyi/kotu sartlarindan yararlaniyorlar.

Sonra kotu sartlarinin agir bastigini dusunup buraya geliyorlar, kendi ceplerinden, kendi emekleriyle universite okuyorlar, avustralya'ya ciddi anlamda para kazandiriyorlar.

Sonra vatandaslik almalari icin bir puan limitini doldurmalari gerekiyor. Bunu doldurmak icin dillerini iyi bir hale getirmeleri gerekiyor. Genc olmalari gerekiyor, (30 alti), ve kendi alanlarinda deneyim yapmalari gerekiyor.

Simdi bu en az iki dil bilen, gencecik, deneyimli, yasayacagi ulkenin dilini ogrenmis, yasayacagi ulkenin okullarinda egitim almis bir adam. Boyle buyuk bir hazine var mi bu ulke icin, tek kurus para harcamadan, ustune bir ton para alarak boyle bir hazineye sahip oluyor bu ulke.

Sonra bizim Turk'ler ve diger gocmenler cikiyor ikinci sinif vatandasliga razi gibi davraniyorlar. BBunu kapitalizm, sistem bastiriyor tabii ki, ama insanlar boyle olmasi gerekiyo gibi davraninca cok uzuluyorum. Avustralya'nin plaketle gelip cok tesekkur ederiz butun yatiriminizi kendiniz yaptiginiz ve bizi sectiginiz icin demesi lazim. Bu bilincle sosyal iliskilerini kurmasi lazim. Buranin asli unsuru gibi davranmasi lazim. Ama yok gettolasiyorlar, kendi siniflarini kendileri belirtiyor.

Iste o gocmenlerin cikip suratlarina tukurmesi lazim bu adamlarin. Ama bir nevi kabulleniyorlar..
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Ya bu kadar buyutmeyin gozunuzde sunlari, 1000 yil once araplar Dunya'nin ilmini bilimini uretiyorlardi, e ne oldu.. Babasinin hayrina kalmiyo ya adam, istiyorlarsa tum gocmenlik yasalarini kaldirsinlar o zaman. Tek bir gocmen almasinlar, bakalim yiyor mu?

Hem gocmen alip hem irkcilik yapamazsin, ama yapiyorlar.. Kapitalizmin gucu..

Su gercegi unutmayin, Dunya'nin ortalamasi cok salaktir. Yani ortalama bir insan cidden cok gerizekalidir. Ortalamada cogunlugu oisaret eder. Dunya'nin her yerinde boyledir. Avusturya'ni da ortalamasi gerizekalidir, Turkiye'nin de. O yuzden buyutmeyin diyorum cidden bir olay yok bu adamlarda. Sadece calismak, calisan her millet ayni medeniyete ulasir. Yani o medeniyetin olusmasinda ya da surekliligini surdurmesinde gocmenlerin katkisi buyuk. Amerika oyle, Almanya oyle. digerleride oyle..
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

ırkçılığın kapitalizmin vazgeçilmez unsuru olduğuna katılmıyorum çünkü istihdam bağlamında farklı dinamikler de sözkonusu.

kapitalizm her zaman demokrasiyle ilerlemiş ve gelişmiştir. özel teşebbüs ve serbest piyasa olmadan kapitalizm olmaz. insan hakları, demokrasi, fikir ve ifade hürriyeti gibi kavramların kapitalist toplumlardan çıkmış olması da tesadüf değildir.

ırkçılık günümüzde daha çok kapitalizme ve küreselleşmeye karşı bir unsur olarak ortaya çıkıyor. çok sesliliğe, farklı kimlik ve kültürlere karşı bir ırkın üstünlüğü öne çıkarılıyor. tabi bunda göçmenlerin gelip oranın yerlisinden daha ucuza çalışmaya razı olmasının da bir etkisi var, ama en başta şunu sormak lazım: göçmen neden göçmendir?

özellikle yüksek nüfuslu üçüncü dünya ülkelerinden kapitalist ülkelere doğru bir "beyin göçü" veya "işgücü akışı"nın yaşanıyor olması, bu yoksul ülkelerdeki insanların hem zayıf ekonomi nedeniyle hakettikleri parayı kazanamadıklarını düşünmelerinden, hem de kapitalist ülkelerde üreticilerin de tüketicilerin de bütün haklarının yasalar tarafından korunuyor olmasından kaynaklanmaktadır bence. sonuçta oranın vatandaşı olmak sana kendi ülkende bulamayacağın avantajlar sağlıyorsa, kendi kimliğini daha rahat yaşamanı, verdiğin emeğin karşılığını almanı sağlıyorsa tabii ki o ülkeye gideceksindir.

bunun yanısıra kendi ülkende iyi bir eğitim almış olsan da o eğitimi tatbik edebileceğin yani içinde çalışmayı arzuladığın sektör henüz gelişmediyse tercihin yine o sektörün gelişmiş olduğu bir ülkeden yana olacaktır.

evet, ırkçılık o gideceğin kapitalist ülkede sorun çıkarıyor olabilir, ama sonuçta kapitalistleşebilmiş ve demokrasisi olgunlaşmış bir ülkede ırkçılığı "devlet eliyle" uygulanıyorken göremezsiniz. dolayısıyla bu gelişmiş ülke, size kendi üçüncü dünya ülkenizden daha ferah bir yaşam alanı sunabilir.

sonuç olarak sermayenin de işgücünün de dili, dini, ırkı olmaz. kapitalizm adı üstünde yalnızca "kapital" üzerine kurulur.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Aslında şöyle bir durum var...2 tarafta suçlu diyebiliriz...

Gerek Almanlar,avusturyalılar,gerekse diğer ülkeler göçmenleri alırlarken,bunun belli bir süreliğine olacağını yeterli işgücü sağlanınca insanların ülkelerine döneceklerini,ve yeni göçmen gelmeyeceğini düşünmüşlerdi...Bizim Türkler'de "bir kaç yıl para yapıp geliriz" mantalitesiyle gitti çoğu yurtdışına..Sonuçta hangi durumu iyi olan insan kalıp gider,memleketini bütün hayatı boyunca geri dönmemesine bırakır...
Bu durumda ne hatalar oldu?
Öncelikle göçmen alan ülkeler,işçi sınıfından aldıkları için(genellikle eğitimsiz veya az eğitimli oluyordu bu kesim) kişilerin topluma entegre olmasına yardım etmediler..Onlara dili öğretip,okullara gönderip,kültürlerini tanıtmadılar,onlar eğitmediler kısaca..
E ne oldu tabi o zaman daha kırsal kesimden gelen,büyük ihtimalle şehir görmemiş vatandaşlarımız(suçlamıyorum kesinlikle yanlış anlaılmasın) zorluk çektiler..Düşünsenize tamamen farklı bir dünya dil...E hal böyle olunca onlarda kendi içlerine kapandılar,kendi "community" lerini oluşturdular..Aslına bakarsanız iyi de para kazandı birçoğu,sonuçta geri dönmeyi istemedi artık çünkü orası zaten yavru vatan olmuştu...
Gitgide sayıları arttı,çünkü bunu duyan,para olduğunu duyan herkes kaçıp geliyordu..
Türkler oraya adapte olmak yerine dediğim nedenlerden dolayı kendi kültürlerini yaşamaya çalıştılar..
Yerel halktan soyutladılar,onları da kendilerinden soyutladılar,bu yüzden de almanlar ve diğer ülkelerde sevilmiyorlar ama bunun için ne almanlara ne başkalarına kızamayız...Biz bile kabul etmiyoruz onları.."almancı" diyoruz kısaca..Ama farkediliyorlar hemen,mesela bir alman veya avusturyalı sizin Türkiye'den geldiğinizi görüyor,farkınızı anlıyor,aa siz nası Türk'sünüz diyor,sanıyor ki TC'de yaşayan herkes de böyle...
Ondan sonra çıkıp bir avusturalı ırkçı tarzda bir liderin "biz Türkleri istemiyoruz" demesine şaışrmamalı,bu ülkeler hakikaten bazen çekiyor oradaki Türkler'den..
Şimdi ben bile bazen hak veriyorum,oradakileri görünce,e bir alman veya avusturyalı olduğunuzu düşünün pek şaışcak bir durum yok açıkçası...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Nedanko;
Geçmişin Araplar'ı ile bugünün Avrupalılar'ını bir tutma bence, doğu toplumlarının kültürleri hiçbir zaman bireye önem vermemiştir, hep ümmet ve gelenek toplumları olmuşlardır. Evet Araplar zamanında bilim adamı çıkarmış fakat o günün Arap toplumunu incelersen ortalama insanları yine bildiğin Arap, devletlerin ekonomik ve siyasi durumları iyi olduğu için bilim adamları türemiş fakat yine toplumları ve devletlerinin kültürleri sayesinde ancak kendi diplerini aydınlatabilmişler.
Avrupa ülkelerinin göçmen politikasına gelirsek, Batı Avrupa ülkeleri göçmen kabul ediyor fakat bu yasayı uygulayan devlet, Haider'in kendisi değil. Avrupa ülkelerinin ağır iş yapacak nüfusları yok gibi, herkes eğitimli ve genç nüfusları pek artmıyor bunun için iş gücü lazım adamlara var devletleri de böyle bir çare bulmuş. Göçmenlerin ait olduğu kültürler adamların kendi toplumlarına aykırı kaçınca bunlarla aynı yaşam alanını paylaşan ya da muzdarip olan insanlardan da tepki geliyor.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:
ırkçılığın kapitalizmin vazgeçilmez unsuru olduğuna katılmıyorum çünkü istihdam bağlamında farklı dinamikler de sözkonusu.

kapitalizm her zaman demokrasiyle ilerlemiş ve gelişmiştir. özel teşebbüs ve serbest piyasa olmadan kapitalizm olmaz. insan hakları, demokrasi, fikir ve ifade hürriyeti gibi kavramların kapitalist toplumlardan çıkmış olması da tesadüf değildir.


Sir'cum en buyuk hatayi yaptin. Kapitalist gozuyle kapitalizmi yorumladin..

Insanlarin cok dustugu bir hata , bakiyor aa Amerika'da ozgurluk var, aa insanlar iyi kazaniyor, aa ne guzel isil isil diyor kapitalizm icin.

Kapitalizme boyle bakarsan kapitalizmden guzel bir sistem olmaz ki? Bunu curutmek mumkun degil. Ama kapitalizm boyle bir sey degil. Kapitalizmle fikir ve ifade hürriyeti, insan haklari arasinda o anlamda iliski kurmak mumkun degil. Yani kapitalist gozuyle yorumluyosun cunku..

Kapitalizme Amerika'da ki evsizlerin gozunden, Irak'taki bombalanan insanlarin gozunden, Hondurasda nike'in 2 cente calistirdigi insanlarin gozunden, bir latin amerika ulkesinde coca cola'nin oldurdugu isci liderlerinin ailelerinin gozunden bakalim, kapitalizmin insan haklarina yaptigi katkilari birde o taraftan tartisalim.

...

Para'nin dini dili irki olmaz ama bunlari hep kullanir..
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

ama şimdi lafları yanlış aktarmayalım. kapitalist olmak ne demek? ben kendimi bi kapitalist olarak tanımlayamam, zaten bence böyle bir kimliği kimse edinmez, kimse de "yaşasın kapitalizm" şeklinde sokaklara dökülmez. insan bence kapitalist olmaz, çünkü komünizm veya sosyalizm gibi belli bir öğretinin veya felsefi bir çıkarımın ürünü değildir kapitalizm. yani ideolojik bir tercih değildir, tarihteki çeşitli gelişmelerin (bkz: rönesans-reform-sanayi devrimi) bir ürünü olarak oluşan ve gelişen bir üretim biçimidir. ve bu üretim biçimi gelir dağılımında eşitsizlik, gelişemeyen ülkelerin sömürülmesi, ucuz iş gücü gibi negatif özelliklerinin yanında demokrasiyi ve insan haklarını, standartların ve teknolojinin gelişim ve dağılımını da beraberinde getirmiştir. bundan sonra izlenmesi gereken yol nedir diye bakacak olursak, sömürüyü minimuma, yaşam standardını da maksimuma ulaştıracak olan bir sistemi tasarlayabilmektir. çünkü bugünkü haliyle insan, lüksten vazgeçebilecek bir yaratık değildir.

ayriyeten kapitalizmde sömürü yoktur veya en adil sistemdir de demedim, sadece ırkçılıkla kapitalizm arasında doğrudan bi ilişki kurmanın zor olduğunu söylüyorum.

elbette daha iyi bir sistem bulunabilir, geliştirilebilir, ama istediğin gözle, istediğin yerden bak, kapitalizmle liberalizmi birbirinden ayrı ele almak mümkün değildir. çünkü liberalizmin olmadığı yerde kapital özelleşemez, büyüyemez, kar edemez, kazanamaz. liberalizmin en büyük günahı bencil ve aşırı bireysel olmasıdır. ancak kapitalizme alternatif olarak getirilen bütün sistemlerin müthiş totaliter rejimler yarattığını ve çöktüğünü izledik. kapitalizm ise bunca kriz, savaş, kıyım, dalgalanma, travma vesaireye rağmen her daim kendisini yeniden üretmeyi ve dahası "enternasyonel" olmayı başarabildi bugüne dek, ve bence daha uzun yıllar boyunca devam edecektir. bunda çok belirgin kalıplarının veya doktrinlerinin bulunmamasının ve doğadaki hiyerarşiyi andırmasının da rolü büyüktür tabi.

ne demişler "daha iyisi yapılana kadar en iyisi bu".
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

said:
ama şimdi lafları yanlış aktarmayalım. kapitalist olmak ne demek? ben kendimi bi kapitalist olarak tanımlayamam, zaten bence böyle bir kimliği kimse edinmez, kimse de "yaşasın kapitalizm" şeklinde sokaklara dökülmez. insan bence kapitalist olmaz, çünkü komünizm veya sosyalizm gibi belli bir öğretinin veya felsefi bir çıkarımın ürünü değildir kapitalizm. yani ideolojik bir tercih değildir, tarihteki çeşitli gelişmelerin (bkz: rönesans-reform-sanayi devrimi) bir ürünü olarak oluşan ve gelişen bir üretim biçimidir. ve bu üretim biçimi gelir dağılımında eşitsizlik, gelişemeyen ülkelerin sömürülmesi, ucuz iş gücü gibi negatif özelliklerinin yanında demokrasiyi ve insan haklarını, standartların ve teknolojinin gelişim ve dağılımını da beraberinde getirmiştir. bundan sonra izlenmesi gereken yol nedir diye bakacak olursak, sömürüyü minimuma, yaşam standardını da maksimuma ulaştıracak olan bir sistemi tasarlayabilmektir. çünkü bugünkü haliyle insan, lüksten vazgeçebilecek bir yaratık değildir.


Kapitalist gozuyle derken sana kapitalist manasinda demedim, oradan bakmak manasinda dedim..

Sen kapitalizmin oldugu yerlerde insan haklari oluyor dedin. Ben ona dikkat cekmek istedim, oyle birsey yok, kapitalizmin insani salt is gucu goren bir sistemdir, insan haklarini en hice sayan sistemdir.

Insan haklarinin 500 yil onceden iyi olmasi kapitalizme yorumlanamaz. Zaten bunlar kapitalizmden bagimsiz gelisen durumlar. Yani ayni fikir suna benzer, 500 yil once teknoloji yoktu arap ulkelerinde, simdi seriat olan ulkelerde internet var, demek ki seriat iyi bir sistemdir.


said:
ayriyeten kapitalizmde sömürü yoktur veya en adil sistemdir de demedim, sadece ırkçılıkla kapitalizm arasında doğrudan bi ilişki kurmanın zor olduğunu söylüyorum.


Dedigim gibi oyle dedin demedim :)

Irkcilikla kapitalizmle dogrudan degil direkt ic ice bir iliski vardir. Irkciligin dogusu kapitalizmin dogusuyla neredeyse birebirdir. Kolecilik tamamen bunla alakalidir.

said:
elbette daha iyi bir sistem bulunabilir, geliştirilebilir, ama istediğin gözle, istediğin yerden bak, kapitalizmle liberalizmi birbirinden ayrı ele almak mümkün değildir. çünkü liberalizmin olmadığı yerde kapital özelleşemez, büyüyemez, kar edemez, kazanamaz. liberalizmin en büyük günahı bencil ve aşırı bireysel olmasıdır. ancak kapitalizme alternatif olarak getirilen bütün sistemlerin müthiş totaliter rejimler yarattığını ve çöktüğünü izledik. kapitalizm ise bunca kriz, savaş, kıyım, dalgalanma, travma vesaireye rağmen her daim kendisini yeniden üretmeyi ve dahası "enternasyonel" olmayı başarabildi bugüne dek, ve bence daha uzun yıllar boyunca devam edecektir. bunda çok belirgin kalıplarının veya doktrinlerinin bulunmamasının ve doğadaki hiyerarşiyi andırmasının da rolü büyüktür tabi.


Bir tanim hatasi var, bu sistemler totaliter rejimler yaratip cokmedi, genelde cokerken totaliter rejimler yaratti. Yani sosyalizmin, komunizmin cokerken ki cirpinislarinda ki durumla, kapitalizmin zirvede oldugu durumu karsilastirmamak gerek. Ki karsilastirmak gerekiyosa, bu haliyle bile kapitalizm insanliga daha zararli, yukarda soyledigim sebeplerden dolayi. Insanlar belki luks icinde yasamiyordu ama ac degillerdi. Aclikla luks yasama tutkusundan vazgecmek arasinda milyonlarca kat fark var. Acligi ben bilmem, ac olan bilir.. SSCB de ac insanlar yoktu, kadinlari baska ulkelerde hayat kadinligi yapmiyordu para icin. Simdi Dunya'nin her ulkesinde Turkiye'de olduklari gibi hayat kadinlari var o ulkelere ait. Kapitalizm in getirdikleri bunlar. Vahsi kapitalizmin..
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

şimdi "insan hakları" konseptinin ilk çıktığı ülkelere bak, ingiltere ve fransa. bunlar 500 yıl önce çıkmadı, teknoloji-sanayi-üretim süreçleriyle beraber aristokrasi-burjuvazi ve işçi sınıfının oluşmasıyla şekillendi. yani "sınıf mücadelesi" bizzat "hak mücadelesi"ni getirdi, bu kapitalizmin içinde olgunlaşan doğal bir süreç oldu. zaten başka türlü de gelişemezdi.

50'lerde yayınlanan ve bugün bile evrensel geçerliliğini koruyan insan hakları evrensel beyannamesinde, yine kapitalist ülkelerin imzası var. en demokratik anayasaları, kapitalizmi işletmiş ve sermayesini biriktirmiş ülkelerde bulabilirsin. sence bu ikisi arasında bi bağlantı yok mu? devletçi ekonomiye sahip ülkelerin aynı zamanda totaliter olması bir tesadüf mü?

ve hayır çökerken değil, daha en başında totaliterdi bu saydığım devletler, hala yaşamakta olanlar da hala totaliter zaten. "nasyonel sosyalist" almanyanın "sosyalist" sıfatı, tarihin en büyük ırkçı soykırımlarından birini gerçekleştirmesine engel olmadı. sscb'de aç insan yoktu belki, ama farklı köken veya inanıştan olduğu için gulagda, sibiryada katledilen yüzbinlerce insan vardı. bunu da kapitalizm getirdi diyemeyiz heralde di mi?

kısacası her sistemin eşitsizlikleri, adaletsiz tarafları mevcut, bunu yadsımak mümkün değil. ama kapitalizm, adaletsizliklerinin yanısıra, bu adaletsizlikleri dile getirmeni, bağıra çağıra eleştirmeni ve ilerde bi gün düzeltebilmeni sağlayacak bir yapıyı da içinde barındırıyor. diğer sistemlerde bunu dile getirmen dahi yasak.

hayat kadınları antik yunandan beri var, o bence ayrı bi konu =)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Insan haklari ingiltere ve fransa'da cikmadi insan haklari uzun yillara dayanan bir gecmisi olan kavramdir. Oralarda konsept gelistirilmistir sadece. Kapitalizmle daha hizli gelismesinin sebebide kapitalizmin diger sistemlere gore bu kavrama daha cok tecavuz etmesinden dolayidir. Dengeleyecek bir unsur olarak on plana cikmistir.

Bahsettigimiz ulkeler hic bir zaman kapitalizmin sahip oldugu guce ulasamadi ki, sorun orada. Yani su anda yasayan ulkelerde zaten tam anlami ile sosyalist degil, olamiyor cunku gucsuz, kapitalizmin guclu bir baskisi var. Zaten SSCB de tam anlami ile uygulayamadi ki fikri, cunku gelisirken vahsi kapitalizme kurban gitti. Sistemin kendi icinde evrim gecirmesine firsat kalmadi. Zaten SSCB'de ya da herhangi bir ulkede ideal bir sosyalist/komunist olusum olusmadi hic bir zaman. O zaman ki yonetimi de gercek anlamda benimsemiyorum zaten, sorunlar hatalar vardi. Ama bu komunizmin/sosyalizmin hatasi degildi sorun orada.

Yani kapitalizm in canli durabilmesi icin somurunun, savaslarin surmesi gerekmekte. Kapitalizm in yasamasi icin gereken seyler bunlar, su an ki durumu daha iyi hale getirme fikri o yuzden dayanaksiz. Kapitalizmi yasatan ayaklar onlar. Komunizm de boyle bir surec yok, sorun orada..
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Surada guzek bir yazi var, buldum sonunda ama tamami degil galiba..

Yine de anlatmak istediklerimi daha guzel bir dille anlattigi icin koyuyorum..

said:
Irkçılık ve kapitalizm
Alex Callinicos ırkçılığın kapitalizmin dünya ölçeğinde üretim tarzı olmasıyla ortaya çıktığını vurgular. 17. ve 18. yüzyıllarda köle emeğinin kullanılması sürecine bağlı olarak ele alınabilir bir kavramdır ırkçılık. Özellikle bu dönemde sömürge- lerde kurulan plantajlarda önemli bir işçi yoğunlaşması yaşanır. Irkçılık da plantaj aristokrasisi denebilecek bir sınıfın ideolojisi olarak şekillenmeye başlar. Yeni dünya'daki (Amerika kıtası) sistemli kölecilikle ırkçılık ideolojisi atbaşı gider.
Sömürünün özgür ücretli emeğe dayalı olduğu kapitalizm, ortaya çıkışında, kardeşlik, eşitlik, özgürlük söylemlerini kullandı. Ancak, burjuva devriminin temel ilkeleri olan bu kavramlar gerçek durumla tamamen çelişir. Çünkü kapitalizmde sınıflar vardır ve bu sınıflar toplumun zenginliğinden aynı derecede faydalanamaz. Söyleminde eşitlikçi olan kapitalizm gerçeklikte yarattığı eşitsizliği açıklamak zorundadır.
Ayrımcılığa neden ihtiyaç var?
Eğitimi farklı iki işçiye, vasıflı-vasıfsız ayrımı yaparak farklı ücret ödeyen kapitalist aynı bölme yöntemini iki farklı ulustan işçi için de kullandığında ırkçılık ortaya çıkar.
Örneğin Türkiye'ye 1990'larda Bulgaristan'dan göçmek zorunda kalan 'soydaşlarımıza' Türkiye'de yaşamakta olan 'has' Türklerden daha az ücret ödenmiştir. Söylemde 'soydaşlara Bulgar mezalimi' ezberini elden bırakmayan kapitalist sistem, iş para vermeye gelince, birden ırkçı ayrımcılığa başvurur ve göçmen işçinin eşit emeğine daha az para verir. Dünyanın her yerinde göçmen işçilere uygulanan ırkçı ayrımcılık örnekleri sayısızdır.
Aynı ülke sınırları içine hapsolmuş çeşitli halklardan insan grupları arasında da ayrımcılık yapılır, biri diğerlerine üstün tutulur. Egemen ulusun üyesi olan işçiler de ırkçı ideolojinin etkisine açıktır. Irkçılık egemen ulusa mensup işçinin, kendisini, kendi ulusundan patronla özdeş görmesini sağlar.
Sermaye sahipleri açısından ırkçılık, işçiler arasındaki bölünmüşlüğü sağlamlaştırmaya en el- verişli ideolojidir. Kendini patronuyla aynı kimlikle (ırk, milliyet, ulus, ulusal ortak çıkar, vatan sevgisi vb) tanımlayan egemen ulus üyesi işçi ırkçılığın kapitalist sınıfın hizme-tinde olduğunun da gös-tergesidir. Bu sayede ırk-çılık çalışan sınıfları böler ve ortak düşman olan kapitalizme karşı mücadelede güçsüz bırakır.
Ucuz emek
Konunun ucuz emek boyutu da önemlidir. Kapitalistler açısından kârlarını maksimize edebilmek için değişken sermaye giderlerini düşük tutmak zorunludur. Konumuz açısından sınırlarsak, bunun bir yolu da ucuz emek ithalidir.
Gelişmiş kapitalist ülkeler önce köle ticaretiyle başlattıkları ucuz emek kullanımını bugün de göçmen işçiler sayesinde sürdürü- yorlar.
Göçmen işçiler genellikle bir eğitim gerektirmeyen ağır işleri yaparlar ve göçtükleri ülkenin işçileri- ne ödenenden daha az ücret alıp daha kötü koşullarda çalışırlar. Ayrıca göçmen işçinin eğitim masrafı da yoktur.
Böylece sermaye sahipleri işçi piyasasında yaratılan taleple ücretleri aşağı çekebilir. Bu iki şeyi birden başarır:
1. Herkesin ücretleri düşük kalır. Kapitalistin masrafı azalır.
2. Göçülen ülkenin egemen ulusuna ait işçiler göçmen işçileri düşman olarak görmeye başlar. Çünkü 'onlar yüzünden' ücretleri düşmekte ve çalışma koşulları kötüleşmektedir. Örneğin ABD'de işçi sendikaları Çinli ucuz işçilere karşı kampanyalar yapmıştır. İşte böylece hem ırkçılık ideolojisi sağlamlaşmakta hem de sömürünün gerçek nedeni gizlenebilmektedir.
Özetle ırkçılık modern kapitalizme özgü bir ideolojidir. Var olmayan ırklar üzerinden yapılan ırkçılık elbette egemen sınıfların hizmetinde bir fikirler bütününün adıdır.
Irkçılık-milliyetçilik
Irkçıların bile ırk kavramını kullanmaktan kaçınmaya çalıştığı günümüzde ise onun ikiz kardeşi olan milliyetçilik devreye sokuluyor. Tıpkı ırkçılık söyleminde olduğu gibi, milliyetçilik söyleminde de patronlarla işçiler arasında bir ortaklık olduğu hissi ve inancı yaratılmaya çalışılır.
Sermaye birikiminin belli sınırlar içinde daha kolay denetlenebilir olması gerçeğinden yola çıkan milliyetçilik de egemen sınıfların hizmetinde bir fikirler bütünüdür. Dikkat edilirse, kapitalizmin yıkılmasından değil sürdürülmesinden yana olan bütün siyasi hareketler milliyetçiliği çeşitli ölçülerde kullanırlar.
Emeğiyle geçinen insanları sisteme bağlamanın iki en önemli ögesi ırkçılık ve milliyetçiliktir. Her iki ideoloji ülke içinde bir ulusun diğer etnik unsurlara üstünlüğünü iddia ederken, bir yandan da ülke sınırları dışında yapacağı savaşlara gerekçeler yaratır.
Cengiz ALĞAN


http://www.sosyalistisci.org/arsiv/287/287-04.htm
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

o zaman, senin yazının tam karşılığı olmasa da liberalizmle kapitalizmin içiçe geçtiğini güzelce anlatan bir yazıyla karşılık veriyorum =)

Halil Berktay said:
Daha önce de değindim: internette bir liberalizm furyasıdır gidiyor. Kendini solcu sayan bazıları, önüne gelene liberal yaftası asmakta. 12 Mart döneminde cunta, (zamanın tek kanalı) TRT’ye, herhalde o zamanki Andıç ve Lahika yazarlarının elinden çıkma birtakım propaganda programları koydurtmuştu. Adı bilinmeyen bir spiker, eski Türk filmleri ve radyo tiyatrosunun melodramatik tonlamasıyla, “anarşist”lerin alt-kategorileri diye (neo-con icadı “terörist” klişesi henüz yoktu) “Marksiiist, Leniniiist ve hattâ Maoiiist”lerden dem vururdu. Duyduğunuzda ödünüzün patlayacağı umuluyordu. ?imdi de (Türkiye’nin darbeli-darbesiz askerîleştirilmesi projesine karşı saf tutmayı “salaklık” sayan Sol kesimler arasında) “liberaal ve hattâ neeo-liberaal” diye konuşmak moda. Bunu, akan suları durduracak argüman, karşıtlarına öldürücü darbe, en ezici aşağılama olarak kullanıyorlar.

Tahmin edebileceğiniz gibi, kof ve cahil insanlar söz konusu. Bazen liberal ile liberter arasındaki farkı bilmeyecek, bazen liberal yerine liberalist diyecek kadar cahil. Ama cehaleti sergilemek kadar, tarihçesini anlamak da önem taşıyor.

Liberalizm, öyle çoluk çocuğun bir kalemde silip atacağı bir şey değil; insanlık tarihinde çok derin, çok önemli bir düşünce akımı. Marksizmden önce liberalizm vardı. En geniş anlamda felsefî kökleri, kapitalizm öncesine dayanır. Avrupa Ortaçağında, gerek baronların ve gerekse burgher denen embryonik burjuvazi başlangıçlarının, güçlenen krallık yetkilerine karşı kendilerini, ailelerini, mal ve mülklerini koruma ihtiyacı, 13. yüzyıl başlarının Magna Carta Libertatum’una (Büyük Özgürlükler ?artnamesi’ne) yansıdı. Varlıklıların dar sınıfsal çıkarları, deyip geçmemek lâzım; bu maddî temel, soyut ifadesini, herkes için geçerli hukukî garanti ve dokunulmazlıklarda buldu. Örneğin, bireylerin rastgele tutuklanıp hapse atılmasını önleyen habeas corpus koşulundan, lordlarla birlikte serfler de yararlandı.

Allahtan ki 1215’te, güya emekçi halk adına “birbirlerini yesinler, bizi ilgilendirmez” diyecek halis Türk zekâları yoktu. Magna Carta, Batı feodalizminin “bağıtsal vasallık” (contractual vassalage) boyutunu ve dolayısıyla genel olarak “bağıtsallık” (contractuality) anlayışını güçlendirdi. Aynı zamanda, hükümdarların iradesinin kanunla sınırlanmasının önünü açtı; günümüzün anayasa hukukuna giden uzun ve karmaşık süreçlerin ilk adımı oldu. Old wine in new bottles, İngilizcede “eski hamam eski tas” (yani aslında pek bir şeyin değişmediği) anlamında kullanılır. Ama bunun tersini düşünmek de mümkün: new wine in old bottles, yani eski şişelerin (kalıpların) içine taze şarap (yeni bir muhteva) doldurulması. Magna Carta’nın başlattığı “sınırlı monarşi” anlayışı ve uygulaması, kapitalizmin ve sivil toplumun gelişmesi için elverişli bir çerçeve oluşturdu. Zamanla bunun üzerine 1640 ve 1688 İngiliz devrimleri bindi. Düşünsel planda, Hobbes’un mutlakıyet savunusuna Locke karşı çıktı; Hume deneyciliği ve akılcılığı, Montesquieu hukukun üstünlüğü düşüncesini daha fazla geliştirdi; Aydınlanma --Cumhuriyet’çi yorumunda sanıldığı gibi- sadece dine ve Kiliseye karşı çıkmakla kalmayıp, genellikle “[tabuları aşarak] düşünme ve öğrenme cesareti”ni (Kant: Sapere aude!) ve dolayısıyla kapsamlı bir “mukaddesatsızlaştırma”yı (de-sacralization) kucakladı. 19. yüzyıl sonlarının Amerikan ve Fransız devrimleri sürecinde Tom Paine ve Jean-Jacques Rousseau, daha radikal bir demokrasiyi teorileştirmeye çalıştı. Adam Smith’i David Ricardo, James Mill’i oğlu John Stuart Mill izledi.

Bu olağanüstü birikimi bilmeden, tanımadan liberalizme dudak bükmek, kişinin kendi düşünce sığlığından başka neye tanıklık eder?

Bu, bilgiye artık vahiy ve otorite (revelation and authority) yoluyla değil, mantık, deney ve deneyim (reason, experience and experiment) yoluyla ulaşma ilkesi ve yöntemi olmaksızın; bu eleştirel akıl, bu hürriyetçilik, bu hukuk ve adalet anlayışı olmaksızın; bu birey özgürlüğü ve dokunulmazlığı vurgusu olmaksızın, çağdaş demokrasi olabilir miydi?

Marx olabilir miydi?

03.07.2008
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...