Genel Yönetici GERGE Mesaj tarihi: Haziran 24, 2008 Genel Yönetici Paylaş Mesaj tarihi: Haziran 24, 2008 Minimalism'e girmeden önce kaliteli müziğin ne vermesi gerektiğini söylemeliyim: Duygular, objelerden arındırılmış saf duygular. Bunu Beethoven'ın müziğinde ya da Genesis'in, Yes'in, Rush'ın müziğinde, Dream Theather'ın bazı şarkılarında görebiliriz. Dvorak'ın İtalyan senfonisinin ilk bölünümdeki baştan çıkarıcı beklenti ve arzu demek istediğim şeyi en iyi yansıtan şeylerden biri bence. Beklenti, tatminsizlik ve arzu birleşir ama ortada arzulanan bir obje yoktur. Eğer eseri dinlersiniz dediğimi anlayabilirsiniz. Beethoven 9. Senfonisi bizi yıkılmışlık, umut, beklenti ve zafer'den geçirerek başarıya ulaştırır. Bunlara tek bir an yerine birbirini izleyen anlar ve duyguların birleşimi, tüm insanlığın ya da hayatın, gerçekliğin öyküsü diyebilirim sanırım. Zaten müzikte her bir nota bir duyguyu anlatır, armoniler birleşimlerinden doğan şarapları, kompozisyonlar ise tüm bir hayatı, yemeğin hepsini. Minimalist müziğin bu kompleks hisler akımının içinde bir ada olmayı deneyip tek bir duygu (nota, an,,,) üzerine odaklandığını düşünüyorum. Sadece o tek hissin nasıl olduğunu hatırladığını; ve herkesin bildiği gibi hatırlayış, aynı Rembrandt gibi, karanlık ama festivdir. Müziğin ulaşabildiği en saf ve tekil noktaya eriştiğini. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, öğrenmek isterim. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Volfied Mesaj tarihi: Haziran 24, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Haziran 24, 2008 Ben daha bi Mahler 5 faniyim :) Kisisel dusunce tabi Beethoven a da super gonderme yapmis adam o tarihlerde daha :) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
aquatik Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 GERGE, bu başlığı açmandaki beklentin ne bilmiyorum, biz paticik halkının engin müzik bilgisi! olduğunu düşünüp görüşlerimizi mi almak istiyorsun?, sanırım böyle değildir, aramızda gerçekten bilgili ve ilgili kişilerin görüşlerini almak istiyorsundur kanımca. Ama konu ilginç geldiği için ben de bir şeyler yazmak istedim, aslında şu anda ne yazmak istediğimi kendim bile bilmiyorum, yalnızca hislerimi yazmak istedim belkide... Sanatın ve kaliteli müziğin ne olduğunu çok düşünürüm, sen kaliteli müzik için bir tanım yapmışsın, ben de sanatın uzun yıllar sonra hala kendisinden etkileniliyor, yani kişileri etkilemeyi başarıyor ise gerçek sanat olduğunu düşünürüm. (Gene de sanatın gerçekte ne olduğu benim için muammadır.) Bu nedenle senin tanımındaki müzisyen ya da grupların (Beethoven, Dvorak dışında) kalıcı olup olmayacaklarını bilemeyeceğimiz için, gerçekten kaliteli olup olmadıklarına şu anda kesin olarak emin olamayız gibime geliyor. Kaliteli müziğin dinleyiciye saf duygular vermesi gerektiği konusunda da tereddütlerim var. (Ayrıca belirtmeliyim ki senin yazdıkların belli bir bilgi birikimine bağlı ve doğru görüşler olabilir, başta da söylediğim gibi ben yalnızca kişisel görüşlerimi yazıyorum ve yanlış olabilirler.) Evet devam...Şöyle düşünürüm hep, benim dinlediğim ve bana zevk veren müzik (tabii ki belli duygulanımlar nedeniyle almaktayım bu zevki), başka birisi için hiçbir şey ifade etmeyebilir, ya da başkasının dinleyip deli duygulanımlar deneyimlediği bir müzik, bana hiçbir duygu yaşatmayabilir, hatta nefret edebilir, o müziği dinlemeye dayanamayabilirim. Bence tam da bu noktada (minimalizmin ne olduğunu da tam olarak bilmememe rağmen) minimalizme giriş yapabiliriz. Belki de yalnızca o anda -hatta müzik bile olmaksızın- yaşanabilen bir his, duygulanım olabilir, ki bunu (ortada bildiğimiz anlamda bir müzik olmamasına karşın) müziksel bir minimalizm olarak tanımlaya biliriz, bir nevi 'sound of silence' yani. Japonların yalnızca doğanın müziğini dinlemek amaçlı yaptıkları saatler süren (bilmiyorum belki dakikalardır) doğada oturma seansları, ya da örneğin (bilmiyorum minimalist müzisyen tanımına girer mi ama) John Cage'in yapıtları, az önce sözünü ettiğim 'Sessizliğin Sesi' olayının bir kaç adım ilerisi olabilir bence. Hangisi gerçekten kaliteli müziktir? İki uç; bir tarafta belki de tek bir sesin bile bulunmadığı ama gene de yakalayabildiğin saf duygu(duygular), taa öbür uçta da gümbür gümbür çalan bir orkestra, inanılmaz vokaller, müthiş bir koro ile birlikte muhteşem bir opera mesela ve gene deneyimlediğin duygular. Son olarak diyorum ki, müziğin ulaşabildiği en saf nokta her iki uçta da olabilir, aralarda da olabilir, sanata dolayısıyla duygulanımlara açık olduğumuz sürece... Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Sly-One Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 herşey bir yana bunu nerden c/p ledin diyesim geldi gerge insanda güven bırakmadın sori =( Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Mortis Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 sigur ros = minimalism. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Radical Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 mgmt [Minimalist house diye bir elektronik müzik türü vardı galiba] Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Rakursi Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 GERGE said: kaliteli müziğin ne vermesi gerektiğini söylemeliyim: Duygular, objelerden arındırılmış saf duygular. Bunu Beethoven'ın müziğinde ya da Genesis'in, Yes'in, Rush'ın müziğinde, Dream Theather'ın bazı şarkılarında görebiliriz. Bu anlamsız geldi bana biraz. Enstrümantal şarkıların bile özünde obje bulabilirsin. Rush örneğin objeye yönelik baya şarkısı var. Obje varsa müzik kalitesiz mi oluyor? Saçma. Ve kaliteli müzik için belirlenmiş normlar yoktur. Aynı neyin sanat olduğuna neyin olmadığına dair normlar olmadığı gibi. Kaliteyi kültür düzeyinle ölçersin. Senin üst noktana denk gelen müzik sana göre kalitelidir. Yani Ahmet'in Mehmet'in kalitesini sen belirleyemezsin. ps: "Dream Theater" diye yazılıyor. Ek: Rembrandt hiçbir zaman "festive" olmamıştır. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
-Cleglaw- Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Haziran 25, 2008 minimalizm sevdiğim pek söylenemez. özellikle post rock gruplarının müziklerinde çok var, ve çoğu zaman dinlerken sıkılıyorum. ben zaten bach adamıyım.. hem zaten onu bunu geçin ne varsa ekspresyonizmde var. bi mustafa topaloğlu-geri zeklaı sevgilim'i dinleseniz uçarsınız sdfds Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar