Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Peter Jackson 31 Ekim 1961 yılında Yeni Zelanda'nın ufak bir sahil kasabası olan Pukerua Bay'de dünyaya gelen yönetmen,son dönemin en ünlü yönetmenlerinden biridir. Peter Jackson daha ufak bir çocukken fotoğrafçılığa ve sinemaya merakını fark eden ailesi ona döneme göre çok iyi sayılabilecek bir 8mm kamera almışlardı.8 yaşında arkadaşlarıyla birlikte orjinal King Kong'u izleyip yönetmen olmaya karar veren Jackson,ilk başlarda çok kısa,skeç denilebilecek yapımlar üzerine çalışıyorlardı.Ama bu şeyler Peter Jackson'i ileride ünlü edecek olan markasıydı,az parayla çok iyi özel efektler yaratmak. Bunun dışında Jackson ilk ciddi işlerini çocuk filmleri üzerine kurdu.Bu filmlerde Jackson "stop-motion" tekniğini kullanarak yarattığı canavarlarla çocuk izleyicileri kendine hayran bıraktı. Ama malesef bu çalışmaları yapımcılar tarafından beğenilmedi ve kapılar suratına kapandı.Yönetmen 22 yaşına geldiğinde hayatını değiştirecek bir karar verdi ve tüm mal varlığını ortaya koyarak yapımcılık hayatına başlamış oldu.İlk filmi olan "Bad Taste" çok düşük bir bütçe ile çekmeye başlayan yönetmen,filmde arkadaşlarını ve yerel halktan kişileri oynattı.Amatörce olan bu filmin her karesinde Jackson'in imzası vardı,yönetmenliğini,yapımcılığını,kurgusunu,müziklerini hep kendisi yaptı,hatta filmin içinde birkaç yerde kendisi rol aldı.Tüm filmi 250 dolar değerindeki 2. el bir kamera ile çeken Jackson ve arkadaşları filmi 4 senede,1987'de bitirebildi. Arkadaşların kendi arasında eğlenmek için yaptığı bu iş,bir süre sonra Jackson'in sinema sektöründe çalışan bir arkadaşının bu filmlerin ticari değeri olabileceğini söylemesiyle değişti.Bunun üzerine birkaç anlaşma yapıldı ve film dünyanın bir çok köşesindeki festivallere gönderildi.Bazı festivallerden ödül bile alan bu amatör filmin en büyük başarısı ise Cannes Film Festivali'ne kabul edilip,festivalde gösterilmesiydi.Bu Jackson için en büyük ödüldü.Film Cannes'da ödül alamasa da Peter Jackson'a kapanan kapılar,adeta sonuna kadar açıldı.Böylelikle yerel bir fotoğrafçı olan Jackson,yönetmenliğe terfi olmaya karar verdi.Bunun üzerine ilk profesyonel filmi olan "Braindead"i 1992 yılında çeken yönetmenin kariyeri resmen başlamış oldu. "Braindead"den sonra 1994'de "Heavenly Creatures",1995'de de "Forgotten Silver"i çeken yönetmen,asıl başarısını 1996 yılında çektiği "The Frighteners" ile yakaladı.Film gişede pek başarılı olamasa da CD ve DVD satışlarından çok büyük başarı elde etti ve film kült statüsüne erişebildi. "The Frighteners"tan sonra sinemaya bir süre veren Jackson,1998 yılında hep hayal ettiği bir proje üzerinde çalışmaya ve kaynak aramaya başladı,JRR Tolkien'in,tarihin en çok satmış kitabi olan "Lord of the Rings" üçlemesi.Çocukluğundan beri hayran olduğu seriyi beyazperdeye aktarmak için çok çalışan Peter Jackson nihayet New Line Cinema ile anlaştı ve serideki 3 film ard arda,ara verilmeden çekilmeye başlandı. Serinin ilk filmi olan "Fellowship of the Ring" 2001 yılında vizyona girdi.2002 yılında "Two Towers",2003 yılında da "Return of the King"'in vizyona girmesiyle seri tamamlandı.Bu seri Dünya çapında rekorlara imza attı,3 film yaklaşık 300 milyona çekildi ama filmin gişe hasılatı yaklaşık 3 milyar dolardı.Ayrıca serinin son filmi "Return of the King" 11 dalda Oscar'a aday gösterilip,11'ini de alarak yeni bir rekora imza attı.Bu seri toplamda 17 Oscar ve çeşitli festivallerden 300'e yakın ödül aldı. Film kitabın fanatik hayranlarına göre bir hayal kırıklığıydı.Çünkü kitaptaki bir çok olay değiştirilmiş ve Hollywood klişeleriyle donatılmıştı.Ama buna rağmen bunları savunan kişiler bile Peter Jackson'in başarısına laf edemiyordu.Tolkien'in ölümsüz serisi Yüzüklerin Efendisi zaten film çıkana kadar 100 milyondan fazla kitap satmıştı ama filmden sonra bu rakamı 130 milyona kadar çıkardı.Böylelikle 1. sıradaki yerini sonsuza kadar sağlama aldı diyebiliriz. "Lord of the Rings" serisini başarıyla tamamlayan yönetmen Peter Jackson bir diğer çocukluk kahramanı,daha doğrusu hayali olan King Kong'u yeniden çekmek için çalışmalara başladı. 2005 yılında "King Kong"u tamamlayan yönetmen bu sefer eleştirilere hedef olmaktan kaçamadı.Her ne kadar büyük eleştirilere hedef olsa da film gişede 500 milyon dolar hasılat elde etti ve Peter Jackson'in ününe ün kattı. En parlak dönemini yaşayan yönetmenin önüne bir engel çıkmıştı.New Line Cinema ile davalık olan Peter Jackson bir süre yeni projelerini rafa kaldırmak zorunda kaldı.Peter Jackson'un davayı açma sebebi ise New Line Cinema'nın,Lord of The Rings serisinin ilk filmi olan "Fellowship of the Rings"in hasılatını kendisine yanlış beyan etmesi ve anlaşmaya göre kendi alacağı paranın çok büyük kısmını stüdyonun kendisine vermemiş olmasıydı.Bu dava yüzünden karşılıklı olarak New Line Cinema ile yollarını ayıran Peter Jackson'un,New Line ile birlikte hazırladığı yaklaşık 4 filmi de rafa kaldırılmış oldu. Bu filmlerden biri ise yine JRR Tolkien'in Yüzüklerin Efendisi serisinden önce yazdığı ilk kitabı "The Hobbit"in sinema filmiydi.Bu ayrılık yüzünden elindeki hakları kaybeden Peter Jackson'in filmi çekemeyeceği kesinleşince serinin hayranları ayaklandı ve başka bir yönetmenin "Hobbit"i çekmesini istemediklerini belirttiler.Filmi başka bir yönetmenle çekmeye niyetlenirken aldıkları tepkiden korkan New Line yetkilileri projeyi rafa kaldırmak zorunda kaldılar. Peter Jackson şuan başrollerini Mark Wahlberg ve Rachel Weisz'nin paylaştığı "The Lovely Bones" adlı film üzerinde çalışmakta ve bir çok filmde yapımcılık yapmaktadır.Bu filmlerden biri de efsane video oyunu "HALO"nun sinema filmidir.Filmleri -The Lovely Bones (2008) (yapımda) -King Kong (2005) -The Lost Spider Pit Sequence (2005) -The Lord of the Rings: The Return of the King (2003) -The Lord of the Rings: The Two Towers (2002) -The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring (2001) -The Making of 'The Frighteners' (1998) -The Frighteners (1996) -Forgotten Silver (1995)(TV) -Heavenly Creatures (1994) -Braindead (1992) -Meet the Feebles (1989) -Bad Taste (1987) -The Valley (1976) -Jackson,King Kong filminin çekimlerinde o kadar çok çalıştı ki 36 kilo verdi. -King Kong'un afişi için web tasarımcısı Harry Jay Knowles'a 150.000 dolar para verdi. -Billy Wilder, Francis Ford Coppola ve James L. Brooks'tam sonra tek filmde en iyi yönetmen,en iyi görüntü ve en iyi senaryo Oscar'ını alan 4. yönetmen oldu. -Empire dergisi tarafından gelmiş geçmiş en iyi 7. yönetmen ilan edildi. -Lord of The Rings üçlemesinden yaklaşık 250 milyon dolar para kazandı. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Tekrardan Merhaba, Bildiğiniz üzere eskiden aynı isimle bir konum vardı ve oraya bu yazıları hazırlamıştım,onu sildik ve burayı açtık.Yazıları tekrar gözden geçirdim ve temize çekerek buraya koydum,konu sticky olacak ve belirli aralıklarla yeni biyografiler yazmaya devam edeceğim. Burada yer almasını istediğiniz yönetmenler varsa sizde benim yazdığım düzende yazılar hazırlayıp buraya koyarsanız sinema bilgimize faydası dokunur.Benim yazdığım gibi yazın derken de amacım tamamen sayfa düzenidir,temiz gözüksün yani ya :) Ben sürekli koymaya devam edeceğim,şimdilik aklımda Woody Allen,Oliver Stone ve Fatih Akın var,en kısa zamanda ekleyeceğim.Dediğim gibi herkes araştırıp güzel şeyler yazarsa iyi bir bilgi bankası oluşturabiliriz yönetmenler hakkında. İyi Eğlenceler, Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Ocak 13, 2008 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Ocak 13, 2008 Oliver Stone 15 Eylül 1946 yılında New York'ta doğan Oliver Stone,lise eğitimi için henüz 14 yaşındayken ailesi tarafından Pennsylvania'ya gönderildi.Burada eğitimi sürerken babasıyla annesi boşandı.1964 yılında yönetmen bu okuldan mezun olarak Yale'e girdi.1 yıl sonra okula ara verdi ve 6 ay boyunca Güney Vietnam'da ingilizce dersi vermeye başladı. Bir Vietnam gazisi olan Oliver Stone,1967 Nisan'ından 1968 Kasım ayına kadar Amerikan Ordusu'nda görev aldı.Özellikle çarpışmalarda görev almak istedi ve bu çarpışmalar sırasında 2 kez yaralandı.Bronz Yıldız olmak üzere savaşta gösterdiği cesaretlerden ödülü bir çok madalya aldı. Vietnam'da yaşadıklarından yola çıkarak yaptığı ve sonradan Vietnam üçlemesi olarak adlandırdığı filmleriyle savaşın gerçek yüzünü izleyenlere gösterdi.Oliver Stone'nin "Platoon"(1986),"Born on the Fourth of July"(1989) ve "Heaven&Earth"(1993) filmlerinin tamamı savaşın ayrı yüzlerini gösterse de bunları birbirine bağlı üçleme olarak gördüğünü söyler."Platoon" yönetmenin çatışmalardaki deneyimlerinden yola çıkan yarı-otobiyografik bir filmken,"Born on the Fourth of July" ile savaş gazisi Ron Kovic'in otobiyografisine dayanarak,hayatı savaş tarafından değişen bir gaziyi anlatır."Heaven&Earth" adlı filminde ise hayatı savaştan çok şiddetli bir şekilde etkilenen bir Vietnamlı kızın gerçek hikayesini beyazperdeye taşır. Oliver Stone kariyeri boyunca 3 Oscar ödülü kazandı.İlkini en iyi senaryo dalında,ülkemizde çok tartışma yaratan "Midnight Express" ile 1978 yılında kazanmıştır.Diğer iki ödülü ise en iyi yönetmen dalında "Platoon" ve "Born on the Fourth July" ile kazanmıştır. Kendi filmleri dışında bir çok ödüllü ve beğenilmiş filmin senaryolarını yazmıştır.Bunlardan bazıları;"Conan the Barbarian"(1982),"Scarface"(1983),Evita(1996).Ayrıca "U Turn"(1997) dışındaki tüm filmlerinin senaryolarını ya kendi yazdı,ya da yazımında mutlaka başında bulundu.Yönetmenin yönettiği ilk profesyonel film ise "Seizure" adlı korku filmiydi. Kullandığı teknikler ve formatlar ile Hollywood'un sayılı dahi yönetmenlerinden biri sayılır.Filmlerinde daha çok VHS,8mm ve 70mm gibi farklı formatlar kullanır.Hatta bazen "JFK" ve "Natural Born Killers" filmlerinde olduğu gibi birkaç formatı birlikte kullanır.Bazı modası geçmiş ve sürümden kaldırılmış formatları filmlerinde kullandığı da görülür,"NBK"daki bazı sahnelerde 8mm'lik planları kullanarak tartışmalara yol açması gibi. Oliver Stone'nun filmleri çoğunlukla politiktir ve zaman zaman Amerikan hükümetine eleştirel yaklaşan bir tutum içindedir.Birçok filminden sonra hükümetlerle ve yalakalarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır. 1999 ve 2005 yıllarında uyuşturucu bulunduruğu için tutuklana Oliver Stone için,film setlerinde de uyuşturucu kullandığı şeklinde dedikodular ortaya çıkmıştır.Filmleri # Pinkville (2008) (yapımda) # World Trade Center (2006) # Alexander (2004) # Comandante (2003) # Any Given Sunday (1999) # U Turn (1997) # Nixon (1995) # Natural Born Killers (1994) # Heaven & Earth (1993) # JFK (1991) # The Doors (1991) # Born on the Fourth of July (1989) # Talk Radio (1988) # Wall Street (1987) # Platoon (1986) # Salvador (1986) # The Hand (1981) # Mad Man of Martinique (1979) # Seizure (1974) # Last Year in Viet Nam (1971) -Babası Wall Street'in en başarılı brokerlarından biri olan Oliver Stone,"Wall Street" adlı filmini babasına adamıştır. -Martin Scorcese ile birlikte New York Sinema Akademisi'nde eğitim almışlardır. -Yönettiği filmlerdeki 8 aktörü performansları sayesinde Oscar adaylığına gösterilmiştir.James Woods, Tom Berenger, Willem Dafoe, Michael Douglas, Tom Cruise, Tommy Lee Jones, Anthony Hopkins and Joan Allen bu ödüle aday gösterilirken sadece Michael Douglas bu ödülü alabilmiştir. -World Trade Center ilk PG-13 filmidir(13 yaş altında velinin izni ile izlenebilir) dp:Uzun zamandır üşeniyordum doğruyu söylemek gerekirse,yarında ilk finalim var stresten canım sıkıldı yazayım dedim :) Devam edecek yazılar Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
ostrich Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 çok nays olmuş tebrikler Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
bLackcha0s Mesaj tarihi: Haziran 30, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Haziran 30, 2008 Alejandro González Iñárritu(alehandro gonsales inyarritu) Meksikalı yönetmen ve yapımcı. Güney Amerika’nın en başarılı yönetmenlerinden olan Iñárritu, “Ameros Perros” (Paramparça Aşklar ve Köpekler), 21 Grams (21 Gram) filmleriyle tüm dünyada büyük yankı uyandırmıştır. Kesişen hikayeleri, dram öğelerini kullanmadaki titizliği ve başarısıyla, kendine ait bir stil yaratmıştır. 15 Ağustos 1963’te Meksika’da dünyaya geldi. 16 yaşında okuldan atıldıktan sonra uzun süre ne yapmak istediğine karar veremedi. Müziğe olan ilgisi yüzünden radyolarda DJ olarak çalışmaya başladı. Show dünyasına attığı bu küçük adım, onu Meksika’nın WFM isimli radyo istasyonunda ülkenin en sevilen DJ’lerinden biri yaptı. 1984’te film yapımı ve tiyatroyla ilgilenmeye başladı. 1988’den 1990’a kadar aralarında “Garra de tigre”nin de yer aldığı, Meksika yapımı 6 filmin müziklerini besteledi. 90’lı yıllarda, Meksika’nın en büyük TV kanalı Televisa için çalışırken, ülkenin en geç prodüktörlerinden biri oldu. Televisa’dan ayrıldıktan sonra kendi film şirketi olan Zeta Films’i kurdu. Televizyon için reklam filmleri yazmaya ve yönetmeye başladı ki çektiği reklam filmlerinden bazılarını 2000 yılında yöneteceği Amores Perros’ta da kullandı. Ona göre bu reklamlar, gelecekte çekeceği filmlerin provasıydı. Aynı dönemde Maine ve Los Angeles’ta, Polonyalı yönetmen Ludwik Margules’ten film yapımı ile ilgili olarak eğitim almaya devam etti. 1995’te, Televisa için orta uzunluktaki ilk TV filmi “Detrás del dinero"yu çekti. Filmin başrolünde İspanyol aktör Miguel Bosé oynuyordu. Detrás del dinero’yu 1996 yapımı “El Timbre” takip etti. İyi hikayeler peşinde olan Iñárritu, sık sık kendisine gelen senaryoları okuyordu. Senaryo yazarı Guillermo Arriaga ile tanıştıktan sonra, onunla beraber Mexico City’nin çelişkili yönlerini anlatan 11 kısa film çekmeye karar verdi. 1999 yılında WFM kampanyası için FIAP’tan Grand Prix ödülünü aldı. Iñárritu ve Guillermo Arriaga, 3 yıl ve 36 senaryo taslağından sonra, 3 hikayeyi ayrıntılı olarak işlemeye karar verdiler. Bu uzun ve titiz hazırlık süreci 2000 yılında çektiği “Amores Perros” içindi. Iñárritu, ülkesi Meksika’nın sınırlarını aşan ilk büyük başarısını bu filmle yakaladı. İlk gösterimi Cannes’da yapıldığında ayakta alkışlanan Amores Peros, en iyi yabancı film dalında oskara aday olarak gösterilmesinin dışında, çeşitli festivallerden 51 ödül ve 14 dalda adaylıkla geri döndü. Artık tüm dünya Alejandro González Iñárritu’yu tanıyordu. 2002’de, 11 Eylül’le ilgili olarak çekilen ve her yönetmenin kendi ülkesindeki farklı bakışı anlatacağı, “11'09''01 - September 11” filmi için seçilen yönetmenlerden biriydi. Aynı yapımda Amerika’yı Sean Penn’in çektiği bölüm temsil ediyordu. Iñárritu, bu film sayesinde tüm dünyadan önemli film yapımcılarıyla ve yönetmenlerle (Wim Wenders, Ken Loach, Mira Nair, Amos Gitai, Sean Penn) tanışma fırsatı buldu. Çektiği filmlerin başarısı Alejandro’ya Hollywood kapılarını açtı. İkinci uzun metrajlı filmi için yine senaryo yazarı Guillermo Arriaga ile çalışmaya başlayan yönetmen, 2003’te filmi tamamladı. 21 Grams’ı (21 Gram), diğer filmlerinden farklı olarak İngilizce çeken Iñárritu ayrıca bu filmle ilk kez Hollywood’un büyük oyuncularıyla çalışmaya başladı. 2002’te tanıştığı Sean Penn dışında, Benicio Del Toro ve Naomi Watts’ın da başrollerini paylaştıkları film, Iñárritu’ya 2 dalda oskar adaylığı, çeşitli festivallerden 20 ödül ve 25 adaylık getirdi. 2005’te, Rodrigo García’nın yönetmenliğini yaptığı Nine Lives’ın, hemen ardından 2006’da Carlos Armella ve Pedro González-Rubio’nun birlikte çektikleri Toro Negro belgeselinin yapımcılığını üstlendi. Alejandro González Iñárritu, senaryo yazarı Guillermo Arriaga ile Amores Perros ve 21 Grams’ın başarısıyla ayrılmaz bir ikili oldu. İkili çekimleri üç farklı kıtada ve dört dilde gerçekleştirilen; yine 3 farklı hikayeyi buluşturan, derinlemesine kişisel ve politik boyutlar arasında sürekli geçişler yapan yeni filmleri, Babel için çalışmaya başladı. Iñárritu, Babel’de, insanoğlunu birbirinden ayıran bariyerlerin/engellerin doğasını, paramparça edici bir gerçekçilikle keşfe çıktı. İncil’deki “Babil Kulesi” kavramından yola çıkarak günümüzdeki yansımalarını sorguladığı filmde, Brad Pitt, Cate Blanchett ve Gael Garcia Barnel ile birlikte çalıştı. Film Cannes film festivalinde Iñárritu’ya, en iyi yönetmen ödülünü kazandırdı ve Altın Küre’de 7 dalda ödüle aday olarak gösterildi. Oskarlı ünlü aktris Faye Dunaway de bir röportajında Iñárritu ve filmleri için şu açıklamayı yaptı: “Son dönemde filmlerini en çok beğendiğim yönetmen, Alejandro Gonzalez Inarritu’dur. Çok iyi bir yönetmen olan Inarritu’nun en yeni filmi “Babel”e bayıldım. Harika bir film. Böyle bir filmde oynamak isterdim.” Halen Zeta Yapımcılık ve Yayıncılık Grubunun ortağı olan Iñárritu’nun son filmi Babel, henüz gerçekleşmeyen, oskar ödülleri için tam 5 dalda aday olarak gösterilmiştir.(www.biyografi.info)Uzun metrajlı filmleri Amores perros (2000) 21 Grams (2003) Babel (2006)Kısa filmleri Detrás del dinero (1995) (TV) Timbre, El (1996) Powder Keg (2001) 11'09''01 September 11 (2002)Ödülleri Amores Perros (2000) Cannes Film Festivali Critics Week Grand Prize Winner Cannes Film Festivali Young Critics Award - Best Feature Winner 11'09''01 September 11 (2002) Venedik Film Festivali UNESCO Award Winner 21 Grams (2003) Venedik Film Festivali Babel (2006) Cannes Film Festivali Prix de la mise en scène Winner (En İyi Yönetmen Ödülü) Cannes Film Festivali Prize of the Ecumenical Jury Winner (Ekümenik Jüri ödülü)“Sınır deyince düşünsel bir kavram yerine mekanlardan söz ederiz. Gerçek sınırların içimizde olduğuna inanıyorum.” Alejandro González Iñárritu Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Marveloth Mesaj tarihi: Temmuz 1, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 1, 2008 M. Night Shyamalan 6 Ağustos 1970’te Hindistan’ın Pondicherry şehrinde dünyaya geldi. Babası Nelliate Shyamalan kardiyolog, annesi Jayalakshmi Shyamalan ise doğum uzmanıydı. Veena Shyamalan adında bir kardeşi de olan M. Night Shyamalan, Philadelphia’nın gösterişli banliyösü Penn Valley’de büyüdü. Film yapmak tutkusunu hissettiğinde, ilk kamerasına sahip olduğu 8 yaşındaydı. Shyamalan, ailesinin hediye ettiği kamerasıyla 17 yaşına kadar 45 tane kısa film çekti. Katolik okulundaki eğitiminden sonra, sinema aşkıyla kendini Tisch School of the Arts’ta film yapımı üzerine öğrenim görmeye başlarken buldu. 1992’de mezun olduktan sonra aynı yıl, ilk uzun metrajlı filmi "Praying with Anger”’ı çekti. 1998’de onun ilk önemli teatral eforu olarak nitelendirilen ve çekimlerini eğitim gördüğü Katolik okulunda gerçekleştirdiği “Wide Awake”’ için kamera arkasına geçti. Film genç bir Katolik öğrencinin büyükbabasının ölümüyle başa çıkma çabasını konu alıyordu ve Robert Loggia, Rosie O'Donnell, Dana Delanyve Denis Leary’den oluşan oyuncu kadrosuyla box-office filmler arasına girmesi uzun sürmedi. 1999 yılında çektiği The Sixth Sense(Altıncı His), yönetmene ciddi bir gişe hasılatı getirmekle kalmadı, geniş kitlelerce tanınmasını sağladı ve eleştirmenler tarafından oldukça beğenildi. 6 dalda oskara aday gösterilen Altıncı His, ayrıca farklı film festivallerinden aldığı 30 ödülün de sahibi oldu. Haley Joel Osment ve Bruce Willis’in başrollerini paylaştığı, başarıya doymayan bu filminden sonra Shyamalan, 2000 yılında bir diğer doğaüstü gerilim filmi olan Unbreakable’ı (Ölümsüz) çekti. Ölümsüz, Shyamalan’ın kült klasiklerinden biri olarak kabul edildi ve yönetmen filmini tüm filmleri içindeki favorisi olarak gösterdi. Ölümsüz’de yine Bruce Willis’le çalıştı. 2002’de, karısının trajik bir kaza sonucu ölmesi yüzünden inançlarını yitiren eski bir rahibin ruhani sorgulamalarını, bilimkurgu ve gerilim ekseninde işleyen filmi Signs’ı çekti. Mel Gibson ve Joaquin Phoenix’in başrollerini paylaştıkları filmde, dünyayı istila eden uzaylılar teması ilk kez felsefik ve spiritüel bir yaklaşımla ele alınıyordu. Shyamalan, gerilim, bilimkurgu, fantezi ve drama türlerini sentezlediği çalışmalarında çok katmanlı ve zengin bir anlatım sunuyordu. 2004 tarihli The Village (Köy) filminde diğer filmlerinden farklı olarak gerilim temasını bireyler üzerinden değil de toplumsal bir eksende ele aldı. Kitlesel bir korku fenomeni yarattığı Köy filminde, sorgulanmadan benimsenmiş korkuların sonuçlarını tartışıyordu. Film farklı okumalara sahip olduğu, çok katmanlılık içerdiği için üzerinde uzun süre konuşuldu. 2006 yılında Lady In The Water(Sudaki Kız) filmi için kamera arkasına geçti Shyamalan. Paul Giamatti, Köy filminde de birlikte çalıştığı Bryce Dallas Howard, ve Jeffrey Wright’ın başrollerini paylaştığı film, Philadelphia’daki bir apartmanda gelişen gerçeküstü olaylar hakkındaydı. Bir su perisini gerçek kişiler, gerçek mekanlar ve gerçek bir zaman diliminde konumlandırmak sinematografi, sanat yönetimi ve görsel anlamda oldukça zorlu olmasına rağmen, Shyamalan teknik olarak bu sorunların üstesinden bu filmde başarıyla geldi. Ancak film tüm bu olumlu özelliklerine rağmen beklenen ilgiyi göremedi ve olumsuz eleştiriler aldı. Çocukluk idolü olan Alfred Hitchcock gibi yönettiği filmlerinde görünmesi, yönetmenin her filminde dikkat çeken bir ritüel olmuştur. Kendisiyle yapılan bir röportajda, Hitchcock’un filmleriyle ilgili olarak “Gerilimle ilgili neler yapmak istediğimden çok, neler yapmamam gerektiği konusunda müthiş dersler aldığım başyapıtlardı.”ifadesini kullanmıştır. Kendi Ağzından “Ben ürpermeyi çok seviyorum. Yaşamın her anında bir heyecan olduğuna inanıyorum. Bu nedenle ürperti hissedemeyeceğim bir film yapmak bana zor geliyor. Ama belli de olmaz her an her şeyi yapabilirim.” “Küçük yaşlarımda aile büyüklerinin anlattığı masallarla büyüdüm ben. Küçücük bir çocukken bile büyük keyif aldığımı hatırlıyorum. Her çocuk da böyledir sanırım. Evde de çarşaflarla filan hayaletler yapardım, ev halkını korkutmaya bayılırdım. Sanırım gizem, bilinmeyen şeyler her çocuk gibi benim de ilgimi çekiyordu. Sonrasında da herhangi bir öyküyü böyle nasıl anlatırım diye düşündüm hep.” “Korku benim sinema dilim. Ama aslında sevgi filmleri yapıyorum ben. İnanç da çok önemli tabii ki, inanarak var olabiliyoruz..." Filmleri - Praying with Anger (1992) - Wide Awake (1998) - The Sixth Sense (1999) - Unbreakable (2000) - Signs (2002) - The Village (2004) - Lady In The Water (2006) kaynak:http://www.biyografi.info Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Temmuz 19, 2008 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 19, 2008 heh üyelerimizinde katkısını görünce sevindim :) benden de zamanında hazırladığım ama koymaya üşendiklerimden gelsin o zaman :D Alfonso Cuaron Meksika’nın çıkardığı en iyi yönetmenlerden biri olarak kabul edilen Alfonso Cuaron Orozco 28 Kasım 1961 yılında Meksika’nın Mexico City şehrinde doğmuştur.Çok ufakken izlemeye başladığı filmler sayesinde daha ufak bir çocukken bile yönetmen olma hayali taşıyordu.Çocukluğunda sürekli film çekmek isteyen yönetmen kamerası olmadığı için bunu gerçekleştiremiyordu.En sonunda 12 yaş gününde ailesinin ona aldığı kamera sayesinde çalışmalarına başladı.Her genç gibi o da sinema filmlerine büyük ilgi besliyordu fakat neredeyse hiç arkadaşı yoktu çünkü arkadaşlarıyla birlikte olmak yerine sinemaya gitmeyi tercih ediyordu.Liseyi bitirdiğinde ilk iş olarak CCC(Centro De Capacitacion Cinematografica)’ye başvurdu fakat kabul edilmedi çünkü okul 24 yaşını tamamlamamış öğrencileri kabul etmiyordu.Ailesinin,özellikle de annesinin sinema okumasına karşı çıkması sebebiyle üniversite de felsefe okumaya başlamıştır.Eğitimi devam ederken tanıştığı ki ilerleyen yıllarda Meksika’nın önemli aktörlerinden ve yönetmenlerinden olacak kişilerle yakın arkadaşlık kurmuştur.Bu arkadaşlarıyla çektiği İngilizce bir kısa filmle ilk çalışmasını veren Cuaron 1985 yılında üniversiteden mezun olmuştur. Öğrenciliği sırasında tanıştığı Mariana Elizondo ile evlenen yönetmenin birde çocuğu olmuştur.O dönem yönetmen olmayı aklından çıkaran Cuaron,ailesine bakabilmek için bir müzede çalışmaya başlamıştır.Günün birinde,öğrencilik dönemlerinde tanıştığı birkaç arkadaşının müzeye gelip Cuaron’u ziyaret etmesi ve ona sektörde iş teklif etmesiyle Cuaron resmen sinema dünyasına girişini yapmıştır.Kablo teknisyenliği ile işe başlayan yönetmen zamanla yönetmen yardımcılığına kadar yükselmiştir. İlk yönetmenlik deneyimini bir televizyon dizisi olan “A Hora Marcada”(1967) yaşayan yönetmen bir daha asla yönetmenlikten başka bir iş yapmayacağına söz verir ve kardeşi Carlos Cuaron ile birlikte ilk uzun metrajlı filmi “Solo con tu pareja”(1991)(Love in the time of Hysteria)’i yazmaya başlar.Fakat parasal sorunlar yüzünden film çekilemez.En sonunda eline bir miktar para geçen ve filmi zor şartlar altında çeken yönetmenin bu filmi Toronto Film Festivali dahil birkaç orta sınıf uluslar arası film festivalinden ödüller alır.Bu ufak başarı sayesinde Hollywood yapımcıları tarafından fark edilen yönetmeni Sydney Pollack Hollywood’a tecrübe edinmesi amacıyla davet etmiştir.Cuaron’un bir projesi vardı fakat dikkate alınmadı.Los Angeles’ta arkadaşlarının yanında kalan yönetmenin neredeyse hiçte parası yoktu ve hayallerine kapılan yönetmenin evliliği son bulmuştu.1993 yılının ortalarında Sydney Pollack’in aracı olmasıyla Cuaron,”Fallen Angels”(1993) adlı dizinin bir bölümünü yönetmesi teklif edilir.Amerika’da ilk işini yapan yönetmen ayrıca ileride favori oyuncularından biri olacak olan Alan Rickman’la ilk defa çalışmıştır. Projelerini gerçekleştirmek isteyen Cuaron’un parasal sorunları devam ediyordu.En sonunda Warner Brothers ile bir anlaşma yapan yönetmen “A Little Princess”(1995)’i çekmiştir. “A Little Princess” gişede neredeyse hiç başarı elde edememesine rağmen 2 dalda Oscar’a aday gösterilmiş ve uluslar arası festivallerde bazı önemli ödüller almıştır. Bunun üzerine yeni bir fantastik film projesi üzerine çalışmaya başlayan yönetmen,birçok stüdyonun kapısını çalmasına rağmen projesini beğendirememiştir.Fakat Twentieth Century Fox stüdyoları Charles Dickens’in klasik romanı Great Expectations’un bir modern uyarlaması için yönetmenlik teklif etmiştir.Önceleri bu projede hiç çalışmak istemeyen yönetmen sonrasında stüdyonun ısrarları üzerine kabul etmiştir. “Great Expectations”(1998)’u bitiren yönetmen farklı tarzı ile büyük ilgi toplamıştır. Bir sonraki projesini anadilinde çekmeye karar veren yönetmen eski iş arkadaşlarıyla birlikte “Y tu mama tambien”(2001)’i çeker.Bu film uluslar arası arenada çok büyük hatta olağanüstü bir başarı elde eder. Bu filmin Venedik Film Festivali’nde gösterilmesi sırasında sinema eleştirmeni Annalisa Bugliani ile tanışan yönetmen,Bugliani ile evlenir.Bir süre yapımcılık ve senaryo yazarlığı yapan yönetmen 2002 yılında bir sonraki projesi “Children of Men”(2006)’i çekmeye karar verir fakat Warner Brothers’in Cuaron’a “Harry Potter and the Prisoner of Azkaban”(2004)’in yönetmenliğini teklif etmesiyle projesini erteler.Harry Potter filmiyle dünya çapında ününü arttırmış.Bu filmden sonra 2006 yılında “Paris,je t’aime”(2006) ve çoğu sinema eleştirmenine göre erken gelmiş bir modern sinema başyapıtı olan “Children of Men”(2006)’i çeker.Warner Brothers’la 3 yıllık bir sözleşme imzalayan Cuaron’un tüm filmleri artık uluslar arası arenada gösterilecekti.2007 yılında çalışmaya başladığı iki yeni proje üzerinde çalışmaya başlayan yönetmenin asıl beklenen projesi,en son açıkladığı,1968 yılında Meksika’daki öğrenci ayaklanmasını anlatacağı “Mexico ‘68” adlı filmidir. -Hemen hemen tüm projelerinde kardeşi Carlos Cuaron ile birlikte çalışmıştır. -Harry Potter’a yönetmenlik teklif edildiğinde böyle bir kitabın olduğunu ilk defa duymuştur. -Del Toro ve Inarritu ile birlikte Meksika’nın 3 Atlısı olarak kabul edilir. -Hart’s War(2002)’in senaryo yazarlarından bir tanesi ve yönetmeni olarak anlaşmıştı fakat “Y tu mama tambien”(2001)’i çekmek için bu projeden vazgeçmiştir. -Cuaron,P.D.James’in kitabından uyarlama olan “Children of Men”(2006)’in orjinalini hiç okumamıştır. -Tim Burton’un büyük bir fanıdır. -Speed Racer(2008)’in uyarlaması için yönetmenlik teklif edilmiştir ve Cuaron başrol olarakta Johhny Depp’i düşünmüştür.Fakat bu işi daha sonrasında bizzat Wachowski kardeşler üstlenmiştir. -2008 Cannes Film Festivali’nde jüri olarak görev almıştır. http://z.about.com/d/movies/1/0/6/U/N/childrenmencast9.jpg http://news.bbc.co.uk/media/images/39367000/jpg/_39367961_alfonso.jpg Filmleri -Mexico ’68 (2009) (proje aşamasında) -The History of Love (2009) (proje aşamasında) -The Memory of Running (2009) (proje aşamasında) -The Shock Doctrine (2007) -Children of Men (2006) -Paris,je t’aime (2006) (Parc Monceau bölümü) -Harry Potter and the Prisoner of Azkaban (2004) -Y tu mama tambien (2001) -Great Expectations (1998) -A Little Princess (1995) -“Fallen Angels” (1993) (1 bölüm) -Solo con tu pareja (1991) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Temmuz 19, 2008 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 19, 2008 Guillerme Del Toro 9 Kasım 1964 yılında Meksika’nın Jalisco bölgesinde dünyaya gelen Guillerme Del Toro koyu Katolik büyükannesi tarafından yetiştirilmiştir.Filmlere olan ilgisi ergenlik yaşlarına dayanan yönetmen çalışmalarına 1973 yapımlı “The Exorcist”in kurgusunu ve efektlerini inceleyerek başlamıştır.Bu film üzerinde çok vakit harcayan yönetmen en sonunda kendi kısa filmini çekmiştir.21 yaşına geldiğinde ufak bir televizyon filmi olan “Dona Herlinda and Her Son(1986)’nın yapımcı kadrosunda yer alarak sektöre kesin olarak girmiştir.Sonraki 10 yıl boyunca kendi şirketinde Meksika televizyonları için çoğunluğu ufak yapımlara yapımcılık ve yönetmenlik yapmış,arkaplanda çalışmalar yürütmüştür. Guillerme Del Toro’nun çıkışı 1993 yılında başlar. “Cronos”(1993) adlı filmiyle Meksika’da 9 akademi ödülü alır ve filmi Cannes’da gösterilip büyük ilgi toplar.Bu filmdeki başarıyla Hollywood’a transfer olur ve başrolunu Mira Sorvino’nun oynadığı “Mimic”(1997)’i çeker.Bu filmin gişelerde başarısız olması üzerine çok ağır eleştiriler alan yönetmen Meksika’ya geri döner ve kendi şirketindeki eski işlerine tekrar başlar. 2001 yılında yönetmen,İspanya İç Savaşı’nda geçen bir hayalet hikayesi olan “Espinazo Del Diablo”(2001)’yu çeker.Bu filmin büyük başarı elde etmesinin ardından tekrar Hollywood kapıları ona açılır ve 2002 yılında Wesley Snipes’in başrol oynadığı “Blade 2”(2001)’yi yönetir.Filmin gişede beklenin de üstünde başarılı olması Guillerme Del Toro’nun en sevdiği çizgi romanlardan biri olan Hellboy’u sinemaya uyarlamasına olanak tanır ve 2004 yılında “Hellboy”(2004)’u beyazperdeye uyarlar.Bir çizgi roman uyarlamasını çok ağır yansıttığı için büyük eleştiriler alsa da Hellboy gişede büyük başarı elde eder.Filmi sevenler kadar sevmeyenlerde vardır fakat bu durum yönetmenin işine yaramış ve neredeyse tüm stüdyolar onla çalışmak için fırsat kollamaya başlamıştır. 2006 yılına gelindiğinde yine İspanya İç Savaşı’na dönen yönetmen “El Laberinto del Fauno”(2006)’u çeker ve film daha çıktığı haftalarda birçok önemli sinema eleştirmeni tarafından kült statüsüne yükseltilir. Gişelerde büyük başarı toplar ve birçok uluslar arası sinema ödülüne damgasını vurur. Hellboy’un devam filmi olan “Hellboy 2:The Golden Army”(2008)’in de yönetmenliğini yapan Del Toro’nun ismi,en son Peter Jackson’un yapımcılığını üstlendiği,kült fantastik edebiyat kitabi “The Hobbit”in yönetmeni olarak ortaya çıktı. Günümüzde Meksika’nın 3 atlısı olarak adlandırılan Alfonso Cuaron,Alejandro Gonzalez Inarritu ve Guillerme Del Toro çok yakın arkadaşlardır ve birbirlerinin projelerine her daim yardımcı olurlar. -Çoğu filminde yeraltını tasvir etmiştir ve sorulduğunda bunun filme farklı bir hava kattığını ifade eder. -1974 yapımlı “Texas Chain Saw Massacre”i izledikten sonra vejetaryen olduğunu söylemiştir. -Hep hayalindeki film olan Hellboy’u çekebilmek için “Blade:Trinity(2004)”,”AVP:Alien vs. Predator”(2004) ve “Harry Potter and the Prisoner of Azkaban”(2004) projelerinin yönetmenlik tekliflerini geri çevirmiştir. . -Ayrıca “Hellboy 2”yi de çekebilmek için “I Am Legend”(2007),”One Missed Call”(2008),”Harry Potter and The Half-Blood Prince”(2008) ve “Halo”(2009) projelerinin yönetmenliğini de geri çevirmiştir. -Evinde çok büyük bir film ve çizgi roman koleksiyonuna sahiptir ve bu yüzden sırf bunları koymak için büyük bir ev satın almıştır. -Aykırı yönetmen Robert Rodriguez ile çok yakın arkadaşlarlardır. http://dietrichthrall.files.wordpress.com/2008/04/guillermo-del-toro.jpg http://heroworkshop.files.wordpress.com/2008/04/guillermo-del-toro.jpg -Filmografi- -The Hobbit 2 (2012) (proje aşamasında) -The Hobbit (2011) (proje aşamasında) -Doctor Strange (2010) (proje aşamasında) -Hellboy 2:The Golden Army (2008) -El Laberinto Del Fauno (2006) …Pan’s Labyrinth -Hellboy (2004) -Blade 2 (2002) -El Espinazo Del Diablo (2001) …The Devil’s Backbone -Mimic (1997) -Cronos (1993) -Geometria (1987) -Dona Lupe (1985) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
GwindonSurion Mesaj tarihi: Aralık 27, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 27, 2008 yönetmenlerin yeni filmleri çıktıkça film listeleri güncellense tadından yenmezGeorge Lucas George Lucas profesyonel araba yarışçısı olmayı düşlerken liseyi bitirdikten hemen sonra geçirdiği trafik kazası nedeniyle bundan vazgeçti ve hayatı değişti. Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde sinema okumaya karar veren Lucas, bu dönemde çektiği kısa filmlerden biri olan THX-1138: 4EB (Electronic Labyinth) ile Amerikan Ulusal Öğrenci Filmleri Festivalinde büyük ödülü kazandı. Bunun sonucunda da Warner Brothers yapım şirketinde staja başladı. Burada Francis Ford Coppola'nın yönettiği "Finian'ın Gökkuşağı - Finian's Rainbow" 'un (1968) çekimlerine katıldı. Coppola ile arkadaşlıkları da böylece başladı. Birlikte 1969 yılında American Zoetrope adıyla bir şirket kurdular. Yaptıkları ilk iş de THX-1138: 4EB'nin uzun metrajlı versiyonu oldu. Warner Brothers'ın finanse ettiği film gişede başarı getirmedi. Coppola, "Baba - The Godfather (1972)" filmi için çalışmaya başlayınca George Lucas kendi şirketi olan Lucasfilm Ltd.'i kurdu. 1973'te senaryosunu yazdığı, kendi hayatından da kesitler taşıyan American Graffiti'yi yönetti. Sadece 780.000 dolar bütçe ile çekilen, 50 milyon dolar gişe yapan bu filmle Altın Küre ödülünü kazandı. En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo dahil olmak üzere 5 dalda Oscar'a aday oldu. Aynı yıl, Flash Gordon ve Maymunlar Cehennemi'nden etkilenerek, Yıldız Savaşları'nın senaryosunu yazmaya başladı. 1975'te bu film için gerekli olan görsel efektlerin yaratılacağı ILM (Industrial Light & Magic) şirketini kurdu. Star Wars projesi birkaç stüdyo tarafından reddedilse de sonunda Twentieth Century Fox tarafından kabul edildi. said: Yıldız Savaşları: Bölüm III - Sith'in İntikamı (film) - Star Wars Episode III: Revenge of the Sith (2005) Yıldız Savaşları: Bölüm II - Klonların Saldırısı (film) - Star Wars Episode II: Attack of the Clones (2002) Short Chaos 10 (2000) Yıldız Savaşları: Bölüm I - Gizli Tehlike (film) - Star Wars Episode I: The Phantom Menace (1999) Captivated '92: The Video Collection (1991) "Rush, Rush" videosu Yıldız Savaşları: Bölüm IV - Yeni Bir Umut (film) - Star Wars Episode IV: A New Hope (1977) American Graffiti (1973) THX 1138 (1971) THX 1138:4EB (1970) Making of 'The Rain People', The (1969) Filmmaker (1968) 6-18-67 (1967) Anyone Lived in a Pretty How Town (1967) Emperor, The (1967) 1:42:08: A Man and His Car (1966) Freiheit (1966) (as Lucas) Herbie (1966) Look at Life (1965) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
_bloodstone_ Mesaj tarihi: Ağustos 4, 2009 Paylaş Mesaj tarihi: Ağustos 4, 2009 Tim Burton 25.08.1958 tarihinde Kaliforniya'da doğan, küçük yaşlarını dış dünyadan soyutlanmış, iç dünyasında yaşayan asosyal bir çocuk olarak geçiren ve küçük yaştan beri çizimler yapan Timothy William Burton'un çizim konusundaki ilk başarısı 9. sınıftayken hazırladığı, çevre kirliliğine karşı düzenlenen bir yarışmada aldığı ödüldür.Çizdiği poster 1 yıl boyunca çöp kamyonları üzerinde sergilenmişti. Liseden sonra Kaliforniya Sanat Enstitüsünü bitiren Tim Burton, animatör olarak Disney'de ilk işine başladı. Disney'de çalışırken 1981 yılında "The Fox and the Hound" ve 1985 yılında "The Black Cauldron" animasyonlarının yapımında yer aldı. Aynı dönemde Disney, Tim Burton'A kendi animasyon filmini yapma fırsatı verdi.1982 yılında Vincent Price gibi olmak isteyen Vincent adında küçük bir çocuğun iç dünyasının anlatıldığıkısa animasyon çıktı ortaya. "Vincent" isimli kısa animasyoni ünlü korku filmleri oyuncusu Vincent Price tarafından seslendirildi ve birçok ödül kazandı. Bir çok eleştirmen ve yorumcu animasyondaki Vincent Malloy isimli çocuğun aslında Tim Burton'ın iç dünyasını yansıttığını söylemektedir. Tim Burton,şiirsel anlatımı ve gotik öğeleri ile insanların tüylerini diken diken eden başarılı bir yazıya imza atmış oldu. Tim Burton'ın filmlerinde, kendi iç dünyaları ve uyum sağlamaları gereken gerçek yaşam sıkışmış karakterler ön plandadır. Başroldeki karakterler normal insanlar tarafından anlaşılamayacak kadar farklı yapılara sahiptirler.Aynı durum Tim Burton için de geçerlidir. Yani Tim Burton,birçok başrol karakterini kendinden esinlenerek yaratmıştır. 1971 yılında hazırlanan "The Island of Doctor Agor" ve 1979 yılında hazırlanan "Stalk of the Celery" adındaki kısa animasyonlar başarı sağlamadığı için çok fazla adı geçmez. Bu nedenle birçok yerde "Vincent" Tim Burton'ın ilk animasyon filmi olarak gösterilir. "Vincent" animasyonu ile birçok ödül alan Tim Burton, sonraki yıllarda yönettiği "Luau" (1982) ve "Hansel ve Gretel" (1982) ile çok fazla başarı sağlayamadı. 1984'te "Frankweenie" isimli 30 dakikalık filmi hazırlayan Tim Burton, bu kısa filmden büyük başarı beklerken film çocuklar için uygun olmadığından dolayı yayınlanmadı fakat aktör Paul Reubens (Pee-Wee Herman olarak da bilinir) Tim'in başarısını farketti. Böylelikle Tim Burton, 1985'te ilk uzun metrajlı filmi olan "Pee Wee's Big Adventure" filmine yönetmen olarak imzasını attı.Pee-Wee isimli asi bir karakterin ve onun bisikletiyle yaşadığı maceraların anlatıldığı film sürpriz bir şekilde büyük bir başarı yakaladı ve Tim Burton'ın meşhur olmasında büyük bir rol oynadı. Sinema dünyasının iyi yönetmenleri arasında yerini alan Tim Burton'a bir sürü yeni film teklif edilmesine rağmen, o yeni bir şeyler yapmak istediği için hepsini reddetti.Kendi tarzına uygun, daha fantastik, daha korkunç, daha karanlıkbir filmin peşindeydi. 3 yıl boyunca karanlık düşüncelere daldı ve yeni karakterler yarattı.Bu 3 yıllık süre Tim Burton için başarılı ve ilham verici geçmiş olacak ki yarattığı Beetlejuice (beterböcek) karakteri ile büyük başarı yakaladı. Daha sonraları yakın dost olacakları Michael Keaton ile yaptıkları ilk film olan Beetlejuise,1988 yılında izleyicilerin karşısına çıktı ve büyük beğeni topladı. Biraz vahşi, fazla coşkulu, tam bir korku ustası olan Beetlejuise karakteri Burton'un başarısına başarı kattı. Tim Burton bu film ve bu fikirle kendi tarzını tüm dünyada benimsetmeye başladı. Beetlejuise filminin müziklerini de daha sonraları birçok kez birlikte çalışacakları yakın dostu Oscar ödüllü besteci Danny Elfman hazırladı ve bu müzikler yıllarca hafızalarında yer etti. Bu başarıları gören sinema devi Warner Bros, Tim Burton'a harika bir teklif sundu. O dönemin en çok okunan ve ve en popüler çizgi romanlarından biri olan yarasa adam Batman'ın ilk filmi için Burton'a teklif götürüldü. Zaten karanlık ve fantastik öğelere sahip olan Batman, tam Tim Burton'ın seveceği tarzda bir konsepte sahipti ve Burton teklifi geri çevirmedi. Michael Keaton'a bu sefer Hollywood 'un usta ismi Jack Nicholson eşlik etti bu filmde ve 80'lerin ünlü çizgi romanı, Burton ile ününü daha da arttırdı. Burton, büyük bir başarıya daha imza atmıştı. 1989'da Batman ile gelen bu büyük başarıdan sonra Tim Burton yeniden kendi yarattığı karakterlerine döndü ve 1990 yılında Edward Scissorhands(makas eller) filmini çekti. Bu filmde ileride birçok kez Tim Burton filmlerinde karşılaşacağımız Johnny Deep ile ilk kez çalıştı. Filmlerinin çoğunda olduğu gibi iç dünyası farklı, toplumdan soyutlanmış yalnız bir adamın duygusal ve komik hikayesine yer vermişti Tim Burton. Warner Bros, ilk filmi çok beğenmiş olacak ki ikinci Batman filmi olan "Batman Returns"(Batman Dönüyor) filmi için de teklif Tim Burton'a geldi. Aynı dönemde, Batman Dönüyor ile gişede yaşayacağı hüsranı mucizeye dönüştürecek bir fikir üzerinde de çalışmaya başlamıştı. 1993 yılında kendi yarattığı karakterlerle gotik bir dünyayı karşımıza sunan Burton, her zaman istediği korku öğelerine ve fantaziye bolca yer verebildiği animasyon filmini çekti. Nightmore Before Christmas (Noel Öncesi Kabusu) gişelerde sansasyon yaratmamasına rağmen şu anda oyncakları ve kıyafetleri en çok satılan filmlerden biri halini aldı. Balkabağı Kralı ve Cadılar Bayramı Efendisi Jack Skelington'ın kendi içinde yaşadığı karmaşayı konu alan bu animasyon filmin yönetmen koltuğunda Disney'in başarılı animatörü Henry Selick yer aldı.Besteci Danny Elfman'ın harika müzikleriyle bezeli Nightmare Before Christmas, hem dünyanın ilk uzun metrajlı stop-motion filmi olmasıyla hem de karakterleriyle bir kült oldu. 1994 yılında Burton, Johnny Deep ile yeni bir projeye başladı. Ed Wood filmi, Batman Returns gibi hüsrana uğramasına rağmen , yardımcı karakter Martin Landau bu filmle Oscar ödülüne sahip oldu. Kaliteli bir kadro ve yüksek bütçeyle yaratılan Mars Attacks! (Çılgın Marslılar!), oyuncularına rağmen çok başarılı olamadı. Tim Burton'ın karanlık havasının aksine gayet renkli bir filmdi.Eski uzaylı filmlerine göndermeler de bulunan filmde Jack Nicholson, Pierce Brosnan, Michael J. Fox gibi ünlüler oynamasına rağmen film çok tutmadı.Bunun üzerine 1999 yılında Tim Burton, yeniden karanlık dünyasına geri döndü ve bir korku filmi olan Sleepy Hollow'u çekti. Johnny Depp'in başrollerini oynadığı filmin başarısı kısa zamanda Mars Attacks! filminin başarısızlığını unutturdu. Finansal olarak da başarılı olan filmden sonra Tim Burton artık daha da rahattı. Artık kendi istediği fantastik yapımlara ağırlık verebilecekti. Bu arada, 1997 yılında "İstiridye Çocuğun Hüzünlü Ölümü ve Diğer Hikayeler" isimli kitabı piyasaya çıktı.Bu kitap tam onun istediği tarzdaydı ve iyi bir başarı yakaladı. 2001 yılında, daha önceleri çekilmiş olan bir bilimkurgu klasiği olan Maymunlar Gezegeni(Planet of the Apes) filmini yeniden sahnelemek için kolları sıvadı. Öncekinden daha başarılı bir çekim yapıldı ve hasılat da oldukça iyiydi. Belki de Tim Burton için filmin hasılatından çok filmin yapım aşamasında yaşadığı olay önemliydi. Tim Burton, şu anda halen eşi olan Helena Bonham Carter (halen birçok filminde seslendieme ve oyunculuk yapmaktadır) ile bu film çekimleri zamanında tanıştı. Burton, filmlerinde ve hayatında hep anlatmak istediği şeyleri kendine özgü bir biçimde şekillendirip, farklı bir bakış açısıyla anlatır.Tıpkı Big Fish (Büyük Balık) filminin başrol karakteri Ed Bloom gibi. Çocukluğundan beri masalları ve efsaneleri çok seven Tim Burton, Vincent karakteri gibi yine kendiyle bağdaştırdığı bir karakter yaratmıştır bu filmde. Harika bir baba-oğul yaşamının anlatıldığı film, önceki filmlerdeki korkudan uzak, gerçek hayata daha yakındır. Big Fish filmi ile birçok hayranını "Acaba Tim Burton artık eski fantastik ve gotik havasından çıkıp bu tip filmler mi çekecek?" korkusuyla yüzyüze bıraktı fakat Charlie and the Chocolate Factory (Charlie ve Çikolata Fabrikası) filminde verdiği gotik hava hayranlarının yüzünü güldürdü. 1971 yapımı bir çocuk filmi olan ve ismi o zamanlar Willy Wonka& The Chocolate Factory(Willy Wonka ve Çikolata Fabrikası) olan film Tim Burton'ın ellerinde yeniden doğdu. Roald Dahl'ın romanından beyazperdeye aktarılan bu filmde başrolü yine Tim Burton'ın yakın dostu olan Johnny Deep kaptı. Zaman zaman flashbacklerle(geri dönüş) renk katılan filmde gökyüzünü, fabrikanın bulunduğu kasaba yapısını, insanların yaşantısını görünce bir Tim Burton filmi olduğunu anlamamak mümkün deği. Koyu tonlara sahip gökyüzü, derme çatma düzenlenmiş bir kasaba,fakir köhne yaşam sürenlerin ve soyluluk taşıyan asillerin bir arada yaşadığı bir toplum, Burton'ın birçok filminde kullandığı en temel öğelerdir. Son olarak, 2005 yılı sonunda, ileride animasyon klasikleri arasında yerini alacak olan Corpse Bride (Ceset Gelin) filmi ile çıktı karşımıza büyük usta. Victor Van Dort ve Victoria Everglot isimli iki gencin evlilik çabaları sırasında yaşanan sürpriz olayları konu alan bu fantastik animasyon filmde karşımıza yine seslendirmeleriyle Johnny Deep ve Tim Burton'ın eşi Helena Bonham Carter çıkıyor. Yine istediği tarzda bir animasyon yaratan Tim Burton, bizi yeraltı dünyasının derinliklerine sokup oradaki yaşamla tanışmamızı sağlıyor. "Yaşam" demek ne kadar doğru olur bilinmez ama buna siz karar verin. David Thompson, önemli eseri "Yeni Biyografik Film Sözlüğü"nde Tim Burton'dan şu şekilde bahseder: "Her filminde yerinden yurdurdan olmuş, acayip bir çocuk, düşman bir dünyada ayakta kalmaya çalışır. Filmlerinde her şey kaçınılmaz yalnızlığın çarpıttığı bir dünyanın dışavurumudur. Yitik, incinmiş bir çocuk olmayı daha ne kadar sürdürecek?" Yitik, incinmiş bir çocuğun fantastik ve karanlık iç dünyası sizlere kucak açmış durumda. Peki ya siz sarılmak için neyi bekliyosunuz? (Bu yazı Gerekli Şeyler Dergisinin mart sayısında yayınlanmıştır) FİLMLERİ The Island of Doctor Agor(1971) Stalk Of The Celery Monster(1979) Doctor of Doom(1980) Vincent(1982) FrankenWeenie(1984) Pee-Wee'S Big Adventures(1985) Beetle Juice(1988) Batman(1989) Edward Scissorhands(1990) Batman Returns(1992) The Nightmare Before Christmas(1993) Ed Wood(1994) Mars Attacks!(1996) Sleepy Hollow(1999) Planet Of The Apes(2001) Big Fish(2003) Charlie And The Chocolate Factory Corpse Bridge(2005) Sweeney Todd(2007) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Kinkaudonau Mesaj tarihi: Ağustos 12, 2009 Paylaş Mesaj tarihi: Ağustos 12, 2009 ABD’de 1980’ler, gençlik sinemasının çıkış dönemi olarak dikkat çekerken John Hughes’un girişi türü, doruk noktasına ulaştırdı. Sinema tarihine baktığımızda, “Rebel without A Cause / Asi Gençlik” (1955) en önemli örnek olarak yer alırken, 1970’lerde bir canlanmaya girildiğine tanık olabiliyoruz. “American Graffiti” (George Lucas, 1973), “Last Picture Show” (Peter Bogdanovich, 1971), “Grease” (Randall Kleiser, 1978) gibi filmler bu çıkışın tohumlarını attılar. John Hughes’un sinema sahnesine geçişiyle ortaya çıkan ‘Brat Pack’ topluluğu ve gençliğin içinden gözlem yapma anlayışı 80’leri ‘gençlik filmlerinin altın çağı’ olarak pekiştirdi. John Hughes’un filmleri dışında, “St. Elmo’s Fire” (Joel Schumacher, 1985), “About Last Night” (Edward Zwick, 1989), “The Outsiders” (Francis Ford Coppola, 1983) da sekiz üyesi bulunan bu topluluğun 80’lerde yer aldığı filmlerden bazılarıydı. Emilio Estevez, Anthony Michael Hall, Rob Lowe, Andrew McCarthy, Demi Moore, Judd Nelson, Molly Ringwald ve Ally Sheedy, “Brat Pack”ın ana üyeleri olarak dikkat çektiler. Bu dönemde dört gençlik filminin yönetmen-senaristi olan Hughes, iki filmin de sadece senaristiliğini yaptı. Bu filmlerinde gençliğin 16 yaş portresini çıkarıp ergenlik sorunlarını yansıtan yönetmen, okul atmosferinin içindeki ayrılmayı da araştırıyordu. Bunun için de aynı dünyanın içinde farklı uçurumları perdeye taşıyordu. John Hughes’un temalarını kavramamız için ise “Breakfast Club”ı örnek film olarak kabul edebiliriz. ‘Brat Pack’ bireylerinin beşinin Molly Ringwald, Emilio Estevez, Anthony Michael Hall, Ally Sheedy ve Judd Nelson’ın rol aldığı film, okuldaki bölünmüşlüğü beş prototip karakter üzerinden anlatıyordu. Bunu yapmak için onları, bir cumartesi günü okulda kalma cezasına çarptırtıyordu Hughes. Böylece okul hayatlarında grupları izin vermediği için görüşmeyen bu ‘gençler’, bir anda arkadaş olma şansı yakalıyorlardı. Kendilerine atlet, beyin, basket kutusu, prenses ve suçlu takma adlarını takarak bu isimleriyle okulda var olduklarını söyleyip, kendi gruplarının ismini “Kahvaltı Kulübü” koyuyorlardı. Böylece okulun öncülleri olduklarını metaforik bir isimle itiraf etmiş oluyorlardı. Hughes, bu karakterlerin zıtlıklarından yola çıkarak öncelikle durum komedisi türünü benimserken, sonradan yazdığı diyaloglarla cinsellik, aile baskısı, gruplaşma, ergenlik gibi önemli konuları birinci ağzından sorguluyor, bir gözlem olanağı sunuyordu. Bunu yaparken de son derece dengeli bir görsellikle orta planları öne çıkarıyordu. Böyle bir genel tanımlamaya başvurduğu filminin ardına sıkışan üç gençlik filminde ise ergenlerin farklı durumlarını resmediyordu. Bunlardan “Sixteen Candles”, 16 yaşındaki bir kızın cinsellik ve erkek arkadaş sorunlarını resmederken Molly Ringwald’u önplana alıyordu. Böylece durum komedisi olmaktan çok romantik-komedi tonunda seyrediyordu. “Weird Science” ise 16 yaşında bir erkek çocuğun (Anthony Michael Hall) ilişkilere bakışını resmederken, cinsellik ve statü konularını fazlasıyla önplana taşıyarak farklı bir portre çiziyordu. Zira bir bilim deneyiyle güzel bir kadın yaratılmasıyla beraber oluşan bilimkurgu/fantastik tonu sayesinde durum komedisi yerini abartılı mizah öğelerine bırakıyordu. 4.filmi “Ferris Bueller’s Day Off ”la en iyi işlerinden birine imza atan yönetmen, ‘Brat Pack’ üyelerini filmin içine dahil etmiyor, Mathew Broderick’i başrole yerleştirip uçarı bir gençlik portresi çiziyordu. Bu sefer komedi için yararlandığı durum ise bir gün okula gitmemek için düzenli bir plan kuran baş karakterin hikayesine girmekti. Bu yolla yaratıcı ve ilginç anlara vakıf olan film, yönetmenin “Breakfast Club”dan sonra en iyi gözlem yaptığı eseri olarak dikkat çekiyordu. Artık kendi tekrarlamamak için ergenlik portreleri filmlerinden biraz sıyrılan yönetmen, bu dönemde Kendisi yazmasına karşın Howard Deutsch’un yönettiği iki projeye daha imza attı. Bunlar Molly Ringwald’un oynadığı “Pretty in Pink / Pembeli Güzel” (1986) ve Eric Stoltz’un rol aldığı “Some Kind of Wonderful / Harika Şeyler” (1987) idi. İki filmde de ilişki üçgeni üzerinden ‘kaybeden ana karakter’in duygularını yansıtan yönetmen yaş çıtasını biraz daha yukarı çıkarıyor, daha olgun ilişki düzenini yansıtıyordu. Bundan sonra ‘gençlik’ sahnesinden daha da uzaklaşan Hughes, durum komedisine yöneliyor ve 1987 yılında çektiği “Planes, Trains & Automobiles / Uçaklar, Trenler ve Otomobiller” ile John Candy ve Steve Martin’i içine yerleştirdiği bir zıtlıklar komedisi yaratıyordu. Bu seferki durum ise iki zıt insanın aynı arabada yol boyunca ilerlemesiydi. John Candy ile ikinci çalışmasını ise 1989’de “Uncle Buck / Buck Amca” ile verirken, 1988’de Kevin Bacon’lı bir evlilik komedisi olan “She’s Having a Baby / Bebeğimiz Olacak”a imza atıyordu. Ancak ilk dönemindeki başarısının uzağında seyrediyordu. Çünkü artık onun komedi anlayışı abartılara, salaklıklara ve ‘çocuk / aile filmi’ kavramına yaklaşıyordu. Zira 1991’de bir aile komedisi çektikten sonra bir daha yönetmenlik koltuğuna oturmadı. Ancak senarist olarak imza attığı işler arasında “Home Alone / Evde Tek Başına” (1990), “Beethoven” (1992), “Baby’s Day Out / Bebek Firarda” (1994), “101 Dalmatians / 101 Dalmaçyalı” (1996) gibi iyi iş yapan çocuk filmleri yer aldı. Yani ilk döneminde auteur kavramına yaklaşan yönetmen, günümüzde memur senarist konumuna gelerek, biraz da cebini sağlam tutma arayışına girişmiş oldu. Kendisi aynı zamanda ergen psikoloji ve gençlik sorunları hakkında çeşitli makaleler yazmış bir isimdir. Öte yandan Hollywood'un gizli ambargosunda olduğu söylenebilecek bir isimdi. ( Kevin Smith kendisi hakkında "tek yaptığım John Hughes filmlerinin küfürlülerini yapmaktır" der. ) Breakfast Club'un olası bir devam filmi için senaryo yazmış olduğu halde bu projesine yayıncı bulamadı. (Bu film, 2.5 saatten 97 dakikaya inerek gösterilebilmiş klasiğin yıllar sonrasında ne olduğunu ve gerçek finalini açığa çıkartabilecekti) Son yıllarında kendisi ile yapılmış röportaj sayısı son derece azdır. 6 Ağustos 2009'da bir sabah yürüyüşü sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etmiştir. Filmografi : http://www.sinemalar.com/filmleri/30856/John-Hughes/ Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Rikkie Mesaj tarihi: Nisan 22, 2010 Paylaş Mesaj tarihi: Nisan 22, 2010 bilmiyorum bu topice mesaj atmak doğru mu ama stanley kubrick altında o adamlar varken ilk postu asla haketmiyor :p Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
BabacumMostors Mesaj tarihi: Mayıs 3, 2010 Paylaş Mesaj tarihi: Mayıs 3, 2010 konu zaten dünyaca ünlü yönetmenler dünyanın en iyi yönetmenleri değil :P Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Glatheros Mesaj tarihi: Temmuz 3, 2010 Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 3, 2010 fefe nin kurasawanin bergmanin yanina kimleri koymussunuz ya... Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Elemriel Mesaj tarihi: Ağustos 9, 2010 Paylaş Mesaj tarihi: Ağustos 9, 2010 Orda bi David Lynch istermiş Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar