Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Lenin vs Stalin


Penthesilea

Öne çıkan mesajlar

Sovyet ordularının ön saflarında savaşmış insanların ölmesi Stalin'in mi suçu? Sovyetler birliği tarihin gördüğü en büyük ikinci işgalci gücün saldırısına uğradı ve geri püskürttü. Onun dışında kimi kast ettiğini ben anlamadım? Gulag'ı diyorsan orada ki sayı 40-60 bin arasıdır. Ukrayna kıtlığını diyorsan pekaziz gerekli açıklamayı yapmış.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

ombakkombak said:
Sovyet ordularının ön saflarında savaşmış insanların ölmesi Stalin'in mi suçu? Sovyetler birliği tarihin gördüğü en büyük ikinci işgalci gücün saldırısına uğradı ve geri püskürttü. Onun dışında kimi kast ettiğini ben anlamadım?


Kastettiğim şey, Sovyet orduları Berlin'e girdiği ilk gün en ön saflarda bile olan Ahıska Türkleri'nin daha vatanlarına dönmeden ailelerinin sağa sola dağıtılmasıdır. Bu mu Stalin rejiminin onlara teşekkürüydü?
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Sovyetler döneminde devreye konulan ölüm kampları konusunun Türkler bağlamında ele alınışının nedeni bu konunun, zamanında birçok kişinin canını yakmış olmasına karşın eskiden olduğu gibi günümüzde de ele pek alınmadığından kaynaklanmaktadır. Bu konunun Türkiye'deki en önemli araştırmacılarının başında ulu Türk bilginlerinden Necip Hablemitoğlu (1954-2002)'nun adı gelmektedir. Hablemitoğlu tarafından (Yeni Hayat dergisi Genel Yayın Yönetmeni Av. Hanifi Altaş’ın (2004: 7-10) verdiği bilgiye göre henüz 19 yaşındayken kaleme alınan) neredeyse bir tez kadar düzenli bir biçimde hazırlanan "Sovyet Rusya'da Devlet Terörü" adlı çalışması bu bağlamda son derece titiz bir araştırmanın sonucu elde edilen bilgi hazinesi olması nedeniyle bir baş kaynak olarak gösterilebilir. Bunun yanı sıra, zamanında bu korkunç kıyım makinesinin dişlilerine düşen insanların hatıratları da bu konuda ışık tutucu olmaktadır. Özellikle Türk halklarının içerisinde eski adıyla Rusya Türkleri - ki bu ad eskiden; Rusya, Orta Asya ve Kafkasya Türklerini kapsamaktaydı - ile Anadolu Türkleri açısından yukarıda anılan konunun tarihin tozlanmış raflarına konulup unutulmasına izin vermeyip belleklerde saklanmasına yönelik işlenmesinde büyük bir yarar vardır. Çünkü, dünü bilmemek ya da unutmak gelecekte aynı gelişmelerle yüz yüze gelme olasılığını ortadan kaldırmaz. Oysa ki, geçmiş bilgisi gelecekte benzer durumların ortaya çıkmaması için ya za benzer durumların ortaya çıktığında gerekli önlemlerin çok daha etkili alınmasına yarayabilir. Bunun yanı sıra geçmişteki acı sayfaları bilmek, kanı ve zihni itibariyle kendini Türk hisseden, kabul eden ve en önemlisi de Türk olan bütün Türklerin en önemli görevlerindendir.

Burada ek bilgi olarak Sovyet Rusya’da insanların Komünistler tarafından SSCB’nin içerisinde köle, daha doğrusu evcil hayvan gibi ölümüne sömürüldüğü ölüm kampları düzeni konusundaki gerçeklerin, dünya çapında tanınan Rus yazar Aleksandr Soljenitsın’ın “Arhipelag GULAG” (GULAG* Takımadaları) adlı kitabından bütün çıplaklığıyla öğrenilebileceğini belirtmek gerekir (Altaş 2004: 7-11). Soljenitsin’den çok önce, sözde eşit ve hür yaşanacağı kardeş bir dünya kurma iddiasıyla ülke yönetimini ele alan Rusya Komünist Partisi tarafından uygulanan kıyım sistemi konusunda bir çalışma yürütüp 1938’de yayımlayan ve bu yüzden İspanya’nın Katalonya bölgesi başkenti Barcelona şehrinde Sovyet ajanlarınca öldürülen Mark Rhein’in adının da burada anılması lazım (Habemitoğlu 1973: 11-14). Burada, önce Sibirya’da Yenisey Nehrinin orta havzasında bulunan Krasnoyarsk (Hakas Türkçesinde Hızıl Çar, yani, Kızıl Yar/Kıyı - TBD), ardından da Kazakistan’daki Semipalatinsk (Kazak Türkçesinde Semey - TBD)’taki esir kamplarında 1915’ten 1920’ye dek altı yıl süren esirlik hayatıyla ilgili anılarını paylaşan ve Sibirya ile Orta Asya bölgelerinde bulunan esir kampları konusunda oldukça ayrıntılı bilgiler veren Tuğgeneral Ziya Yergök’ün (Önal 2005: 5-10) adının da anılması gerek. Z. Yergök’ün yaşadıkları aslında Anadolu’dan bile Türklerin Sibirya’nın derinliklerine kadar sürüldüğünü ve oralarda esir hayatı sürdürdüklerini en iyi biçimde anlatmaktadır. Ayrıca, bu Komünist sistemin suçsuz kurbanlarının ad olarak tespit edilmesine yönelik olarak devlet arşivlerde bütün Rusya çapında çalışmalar, bu doğrultudaki bütün bilgileriyle kitle iletişim araçları ve internet aracılığıyla kamuoyuyla paylaşan “Memorial” adlı sivil toplum kuruluşu tarafından yürütülmektedir.

Yukarıda sayılan nedenlerden ötürü Sovyet Birliğinin tarihinde yer alan acı olayları tanımak Sovyetler döneminde ulaşılan başarılarının karşılığında ödenen insan hayatı türünden bedelin ne denli ağır ve korkunç olduğunu idrak edebilmenin yolunda olmazsa olmazlardandır. Bunlar bilindikçe Sovyetlerdeki sanayi ve alt yapı alanındaki "sözde mucizelerin" altında yatan sistemin de bilinmesi ve farkında olunması kaçınılmazdır. Aksi halde, komünist ya da sosyalist görüşlü insanlar o sözde mucizeleri överken, bunların bedelinin ne olduğu konusunda bir fikir sahibi olmadan söylev sahibi kimseler oldukları veya olacakları tartışılmaz bir biçimde açıktır. Bu doğruları yansız bir biçimde araştırıp çözümledikten sonra cesurca açıklayan ve Türk okurlarını Sovyet Komünist Rusya’nın pek bilinmeyen ve gizli tutulması için propaganda bağlamında olağanüstü bir biçimde gayret ve mali kaynağın sarf edildiği karanlık yüzüne doğru gerçekçi bir yolculuğa çıkaran Dr. Hablemitoğlu insanlığa ve genç Türk kuşaklarına çok büyük hizmet götürmüştür.

Yukarıda sözü edilen korkunç sistemin adı da Necip Hablemitoğlu'nun çok doğru tabiriyle "ölüm kampları" idi. Bu sistemden yüzlerce, binlerce, yüz binlerce ve hatta milyonlarca değil, on milyonlarca insan geçmiştir. Bu insanların içerisinde çok sayıda Türk yer alarak Sovyetlerdeki Komünist ölüm makinesinin zulmüne maruz kalmıştır. Ölüm kamplarına dayalı Sovyet ekonomisi ve bu düzeninin her türlü yoldan sürmesini sağlamaya çalışan Sovyet Birliği Komünist Partisi münhasır bir biçiminde yönetimi elinde bulunduran rejimde (Hablemitoğlu 2004: 17) yaşanan bu yıkım ve soykırım Rusya Türklerini ve Rusya topraklarına tutsak olarak düşen Anadolu Türklerinin hayatlarına bir ateş olarak düşmüş ve yakmıştır.

Bu ölüm-kalım cehenneminden geçip hayatta kalabilen Türklerin maruz kaldıkları insanlık dışı zulümleri anlatmaları, bu konuda araştırma yapanların gizli kalmış ya da geniş kitlelere ulaştırılamamış bilgileri su yüzüne çıkarmaları Türk tarihinin geçmişteki gerçeklerle yüzleşebilmesi bakımından çok büyük önem taşımaktadır.

Sonuç olarak bu bilgiler doğrultusunda günümüzdeki Türk dünyası gençliği ataları ve atalarının yaşamak durumunda olduğu sistemle ilgili bütün gerçekleri öğrenebilmekte, öğrenebilmelidir.

Yine bu bilgiler doğrultusunda, ülkeyi ve bu ülkenin içinde yaşayan halkları ölüm kampları ağıyla sarmalamış bulunan Sovyet Komünizminin bir antitezi olan Çarlık Rusya'dakine benzer bir biçimde "halkların sürgün yeri" olarak kullandığı Sibirya bölgesinde yer alan ölüm kamplarıyla, buralara düşen Türklerin anıları bağlamında, öğrenebileceğimiz ve öğrenmemiz gereken çok şeyin olduğu inancındayım.

Özelde Sibirya ve Genelde Rusya’daki Ölüm Kamplarıyla Hapishanelerin Kısa Tarihçesi

Sovyetler coğrafyasının iklim açısından en sert, yüzölçümü bakımından en geniş ve nüfus yoğunluğu yönünden en düşük orana sahip bir bölgesi olan Sibirya'da dönemin rejimince çok sayıda hapishane ve kampın kurulmuş olması aslında çok da şaşılacak bir durum değildir. Neden mi? Çünkü az önce sayılan bütün etkenlerin, sözde enternasyonalizm fikrini her fırsatta hem ulusal hem de dünya düzleminde savunmasına karşın resmi dili Rusça olan (ve çeşitli etnisitelere mensup insanların Çarlık tarihi dahil olmak üzere "Ata yurdu tarihi" adı altında büyük oranda Rus tarihinden ibaret bulunan resmi bir tarih okumak zorunda olduğu) Sovyet devletin hapishaneler ağının ağırlığının Sibirya'ya doğru kaydırılmasına yol açan kararların alınmasında etkili olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte bu konuda Hablemitoğlu’nun görüşü de çok önemli bilgi niteliğindedir. Ona (Hablemitoğlu 2004: 17) göre, 1552’de Kazan şehrini işgal eden Rürik soyundan gelen Rusya Çarı Korkunç İvan (1531-1584) döneminden itibaren sürgün yeri olarak kullanılmaya başlanan Sibirya bölgesinin ölüm kampları için seçilmesinin altında yatan nedenlerin arasında bu bölgede bulunan zengin yer altı ve üstü kaynaklarını kapitalizmin gelişebilmesi adına işleme gayretinin ve bunun gerçekleşebilmesinin de doğrudan ölüm kamplarının kurulması ve zaman içerisinde artış göstermesine ilişkin ciddi bir gereksinimin yattığını yadsımak olanaksızdır. Ayrıca, Sibirya’ya bu sistem dahilinde çalıştırılmak üzere sürülen Rus insanları aynı zamanda Sibirya yerlisi olan halkların karşısında Rusya devletine etnik olarak Rus asıllı beşeri unsurların artması ve kim yerlerde üstünlük sağlaması yönünden de ciddi bir kolaylık sağlamaktaydı (Hablemitoğlu 2004: 17).

Biri sürgün öbürü ise devlet lehine köle gibi ağır işlerde çalıştırılmak (katorga sistemi) için sürülme gibi iki ana çeşide ayrılan sürgün yeri olan ve en korkunç hapishaneler diyarı Sibirya bu yöndeki gelişmeyi Deli Petro döneminde kazanmıştır (Hablemitoğlu 2004: 18).

1917’de ihtilalin gerçekleştiği ve Komünizmin ta 1930’lara kadar uygulanmadığını savunan Hablemitoğlu’na (2004: 22-27) göre Rusya’da bu dönemde, Lenin’in 1920’lerin başında uygulamaya koyduğu köylülerin mahsulleri konusunda ciddi serbestiler getiren NEP (Yeni Ekonomi Politikası) siyaseti dahil olmak üzere 1928’e dek “liberalizm karışımı Komünizm” uygulanmıştır.

Avrupa’da modern anlamda Hitler’den çok önce toplama kampların kurucusu olarak kabul edilen Vladimir İlyiç Ulyanov (Lenin)*’un başkanlığındaki ülke yönetimiyle kan dönme konusunda Hitler’i bile geride gölgede bırakan İyosif Vissarionoviç Stalin (gerçek soyadı Djugaşvili/Cugaşvili - TBD)’in iktidarının bir dönemini kapsayan 1917-1928 yılları dönemi içerisinde genç Sovyet devleti ne sanayi ne de tarım alanında ciddi başarı performansını sergileyemediği gibi ülkenin içindeki sosyo-ekonomik sorunları çözebilmiş değildi. En önemlisi de, böylece, Sovyetlerdeki Komünistler dünyadaki başka devrimci güçlere örnek teşkil edebilecek bir şey sunamamış oldu.

Komünist Rusya’da ilk mecburi çalışma kampları 1917 Sosyalist Devriminin ardından bir-iki yıl içerisinde Arhangelsk bölgesinde yer alan Holmogorı’da kurulmuştur. Çarlık rejiminden Rus Komünistleri tarafından bir toplumsal miras olarak devir alınan katorga sisteminin tatbik edilişine başlandığı tarih ise 1923 yılıdır. Hatta Komünist Rusya’da kampların artış dinamiğini göstermek gerekirse şöyle sayılar örnek olarak gösterilebilir: 1922’de inşası süren yalnızca 2 kamp varken, 1927’de bu sayı 50, üç yıl sonra da 1930’da Komünistlerce inşa edilen kamp sayısına 90 yeni kamp eklenmiş ve “Sovyet proletaryasının hizmetine sunulmuştur” (Hablemitoğlu 2004: 35).

Islah kurumları konusundaki istatistik üzerine daha farklı görüşler de mevcuttur. Sovyet iktidarına karşı olan ya da karşı oldukları düşünülen gerçek ve hayali (ki yüzde doksan dokuzu herhalde hayali idi) düşmanlarının emek kavramının uygulanışı yoluyla değiştirilmesini ve hızlı bir biçimde kurulması planlanan Sosyalizm’in lehine tutum ve tavırlar kazanmalarına baskı boyutunda ağırlık veren SSCB ülkesinde 1923 yılının ortasında; toplama kampı, ıslah evi, hapishane, tarımda çalıştırılmak üzere zorla ikamet edilmesini öngören köyler, mahkum evleri gibi ıslah kurumlarının toplam sayısı 700’ü geçmişti. Buralarda yaklaşık 140 bin kişi bulunmaktaydı. 1936’da STON

[1] (ston, Rusçada “çığlık” demektir - TBD) adını alan meşhur SLON
[2] (slon, Rusçada “fil” demektir - TBD) Temmuz 1923’te kurulmuştur (İstoriya Oteçestva 1994: 110).
Esasen, Komünist Rusya’da kampların mantar gibi çoğalmasını tetikleyen neden ise, 1926 yılının son baharında VTsİK
[3]’in suçluların artık konvoy bulundurulmadan cezalarının çekmesi gerektiğini öngören bir kanun hükmünde kararnamesinin kabul edilmesidir. Daha önceki dönemlerden farklı olarak o yıllarda sömürgeci rejimin kötü bir mirası olan hapishanelerin tamamen ortadan kaldırılıp yerine, suçluların serbestçe çalışabileceği ve böylece Sovyet Sosyalist toplumuna yeniden tam yetkin ve sağlıklı birer üye olarak geri kazandırılabileceği kamplar sisteminin kurulması düşüncesi yaygınlık kazanmıştır. Yani, bütün suçluların bu kamplarda çalıştırıldığında kişiliklerinde olumlu yöne doğru değişimler meydana geleceğinden bunların Sovyet Rusya’nın birer dürüst yurttaşı olabileceği düşüncesi, mecburi çalışma kamplar ağının ülke çapında hızlı bir biçimde yayılmasına ciddi bir ivme kazandırmıştır (Zemskov 1997: 54).
Oysa ki, Ekim 1917’de meydana gelen Sosyalist Devrim amaçlarının baş köşesine şiddet ve zulmü ortadan kaldırılmayı koymuştu. Örneğin V.Lenin (PSS: 122) “... ülkümüzde insanlara karşı yönelik zulme yer yoktur...”, “...Bütün gelişme toplumun belirli kesiminin öteki kesimi üzerindeki zorbalığa dayalı hakimiyetinin ortadan kaldırılmasına götürmekte”. Bu güzel niyet ifadesi olan sözler, ne yazık ki, uygulamada kendi yansımasını bulamamış, milyonlarca suçsuz insanın hayatının yakılmasına yol açmıştır. Nitekim, Sosyalist Devrim’in hemen ardından 05 Eylül 1918’de Halk Komiserleri Konseyi (SovNarKom/SNK)’nin meşhur “Kızıl Terör” kanun hükmünde kararnamesi yayınlanmıştır. Bu ararnameye göre Beyaz Ordu örgütlerine, darbe girişimi ve ayaklanmalara karışan herkesin kurşuna dizilmesine izin verilmekte ve Sovyet Cumhuriyeti’nin toplama kamplarına tıkanması suretiyle sınıf düşmanlarından temizlenmesini emretmekteydi (Soljenitsın 1991: 13). Yani, az önce sözü edilen insanlıkdışı uygulamaların hayata geçirilmesine başlanması ve Sovyet toplumunun her kesimini de alacak şekilde genişletilmesine uygun hukuksal alt yapının ne olduğu konusunda böylece fikir sahibi olunabilir.

Peki hızla sayısı artırılan bu ölüm kamplarının içine sokulan nüfusun artış dinamiği nasıldır acaba? Bu alanda da çok iyi bir araştırma yapan Hablemitoğlu (2004: 35), elde ettiği bilgilere dayanarak şu rakamları vermiştir: 1928-1930 yılları arasında yaklaşık 663 bin mahkumun bulunduğu bu sistemde 1931-1932 yılları arasındaki dönemde mahkum sayısı 2 milyon olmuş, ardından 1933-1935 yıllarında da bu sayı 5 milyona yükselmiştir.

Mecburi Çalışma ve Islah Etme Kampları olan GULAG cehennemine mahkumlar bütün SSCB coğrafyasından sevk edilmektedir. Bu sevkıyatın yoğunluğuna ilişkin bir fikir edinmek için toplam 88917 kişinin kamplara çalıştırılmak üzere gönderildiği Ekim-Aralık 1934 tarihinin yalnızca verilmesinin yeterli olacağı (Zemskov 1997: 58) kanısındayım. Bütün bunların doğal sonucu olarak ülke çapında çok derin korku duygusunun yayılması vuku bulmuş; insanlar aile içerisinde bile artık konuşmak, görüşlerini paylaşmaktan çekinir duruma gelmiştir. “Opyat dvadtsat pyat” (yine yirmi beş), “Kak dal bı yemu dvadtsat pyat, budet znat kak dedu derzat” (dedeye karşı karkılşmanın ne demek olduğunu bilmesi için ders vermek niyetinde ona yirmi beş çakardım) gibi deyimlerin Sovyetlerin içinde insanların konuşmalarında yaygınlık kazanması Lenin ve Stalin dönemlerine rast gelmekte ve günümüz Rusçasında bu deyimlerin varlığının devam etmesi o korkunç günlerin bir anısı ve mirasıdır. Neden mi? Çünkü o dönemlerde hüküm giymek ve ölüm kapmlarına düşmek o kadar kolaydır ki insanların suçsuz oldukları halde uydurma suçlamalarla 10, 20, 25 yıllığına mahkum edilmesi çok yaygın bir uygulamaydı (Svanizde 2006).

Bu rakamlar aslında, ölüm kampları sürecinin daha başlangıcındaki sayısal dinamikleri yansıtan göstergeler olmasına rağmen bizlere, sürekli Batı’da işçinin sömürüldüğü edebiyatına başvuran Komünistlerin aslında kendilerinin de işçi ve köylüyü yaşam hakkı dahil olmak üzere bütün haklardan mahrum edilen birer köle konumuna getirerek hiç bir karşılık vermeden ölümüne dek sömürdüğünü gösterebilme konusunda ikna edici ve dehşet verici bilgilerdir.

İşte sanayide büyük atılımlar öngören Birinci Beş Yıllık Plan’ın uygulanışına böyle bir ortamda girilmiştir. Doğal olarak ciddi yatırımlar isteyen bu atılımların gerçekleştirilebilmesi için büyük insan gücüne gereksinim duyulması kaçınılmazdı. Ortaya çıkacağı kaçınılmaz olan bu sorunun çözümü konusunda parlak Rus Komünist zekalar, onlarca milyon insanın hayatına paha olacak Ölüm Kampları olarak tanımlanabilecek Mecburi Çalışma Kampları sistemini, Çarlık dönemindeki eski adıyla Katorga sistemini devreye konulmasına ön ayak oldular.

Bu arada kırsal kesimlerde zorla yapılan Kolektifleştirme sonucu yaygın kıtlıklar patlak vermiş, bunun sonucunda milyonlarca insan ölmüştür. Sözgelimi, 1926’da 31 milyonluk bir nüfusa sahip Ukrayna 1939’a gelindiğinde nüfusunun artacağı yerde beş milyon kişi azalmıştır. Kazak Türklerinden bu dönemdeki uygulamalar yüzünden 1,5 milyon kişi ölmüştür. Türkistan bölgesinde ise toplam 3 milyon hayat sönmüştür bu dönemde (Hablemitoğlu 2004: 29-30).

Sovyet Komünist Rejimince Sibirya’da Kurulan Ölüm Kampları ve Kurbanları
Sibirya’da kurulan ve tam hız çalışan ölüm kamplarına sevkıyat Sovyet zamanında II. Dünya Savaşı öncesi dönemde olduğu gibi savaş yıllarında ve savaşın bittiği yıllarda da devam etmiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonunda bu bölgedeki zorla çalıştırılma kamplarına milyonlarca yeni mahkumla doldurulmuştur. Sevk olunan bu mahkumların içinde hem Sovyetlerin içinde yaşayanlar hem de yurtdışında yaşayan Rus ya da Sovyet yurttaşları yer almıştır. Çeşitli yollardan kandırılarak ve zor kullanılarak bu insanlar hayvan nakliyatı için kullanılan katır vagonlarda insanlık dışı koşullarda Sibirya’nın derinliklerine ölümüne gönderilmekteydi. Kızıl Ordu saflarında Nazi Almanlara karşı cephede savaşıp tutsak düştükten sonra Alman toplama kamplarına düştükten sonra oralardan kurtulan ve ülkesine sevinçle dönen milyonlarca Sovyet askeri de az önce anlatılan akıbete maruz kalmış, sınırlarda karşılanıp doğrudan ölüm kamplarına yollanmaktaydı.

1917 devriminden ve daha sonraki Sovyet yıllarındaki uygulamalardan kaçan ya da sınır dışı edilen yüz binlerce insan Batıya yerleşmişti. 1945’te Sovyetlerin II. Dünya Savaşından galip çıkması, Sovyet Komünist rejimini nefretle izleyen bu insanlar üzerinde büyük çapta etki yaratmış, bu insanlar aileleriyle birlikte Sovyet propagandalarına kanarak SSCB’ye yönelmiştir. Ancak, bunların da neredeyse tümü Komünist yönetimce ezilerek ölüm kamplarına sürülmüştür. Bu sürülen insanların içinde eşleri konumunda Batı Avrupa kökenli olan bir çok insan da kocalarının ya da hanımlarının yanında bilerek ya da farkında olmadan bu ölüm yolculuğuna gitmiştir (Svanidze 2006).
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

ombakkombak said:
Ölen milyonlarca kişi Ahıska Türkleri miymiş? Yine anlamadım ben. Milyonlarca kişi demedin mi sen? Ahıska Türklerinin hepsi ölse sayısı milyon etmez.


Ölenler sadece Ahıska'lılar demiyorum ki... Türk olsun olmasın, milyonlarca insan öldü, sürgüne uğrayıp dört bir yana dağılanlar da az değil.

Yine sürgün kurbanı Kırım Türkleri'nden yaşadıkları yerde nükleer deneme yapılan Kazaklara, yaşadıkları yer planlı şekilde çölleştirilen Türkmenlere kadar çoğu şeyi görmezden gelmek istemediğiniz sürece görebilirsiniz. Önemli olan nereden baktığınız, yoksa "olmadı bööle bişi" demek kolay.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 2 hafta sonra ...
Allah aşkına şurada Stalin denilen "soysuzun" - kusura bakmayın ama benim gözümden bundan başka birşey değildir - yaptığı katliamlari savunmayın... Tamam adamın ideolojisini savunun fikirlerine sahip çıkın ama şununda farkına varın adam resmen ülkeyi baştan sona katletti. Biri demiş Ukrayna tahil vermedi diye o Ukrayna'daki tahilların hepsine el koyan orduydu. Çiftçilere yiyecek tek birşey bile bırakmadılar hepsinin açlıktan, hastalıktan ölmesine izin verdiler. Milyonlarca insan ölmüşken kurduğu ülke de savunduğu ideoloji de umrumda değil.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

-Wissy said:
Soysuz demiyoruz biz burda kimseye ki insanlar da bize demesin.
Ayrica seviyeli, saygin bir tartisma ortamimiz var.



Wissy orada farkettiysen tırnak içine aldım ve özür diledim. Stalin'in benim gözümde bir katildir hatta daha beteridir demek istedim bu yüzden de biraz duygusallığa kaçan o sözü sarfettim eğer alındıysan yada uygun görmediysen yine de özür dilerim. Amacım buranın seviyesini düşürmek değildi.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 8 ay sonra ...
Ben upliyorum izninizle basligi cunku zamaninda biri bana ozel mesaj atip paperi yollamami rica etmisti ben de bulamadigimdan yollayamamistim (mezun oldugum icin sabancidaki web alanim yattara oldu)

buyrun efendim yeni link: http://cs.brown.edu/~ilke/leninvsstalin.pdf

NLP'ye guvenip Ingilizce klavyeyle yazdigim ve sonra Turkce ozel harf koyan bi programdan gecirdigim, sonra da sonuclari gorup vazgecip eski haline getirdigim icin, arada gozumden kacan yerler olmus sacma sapan imla hatalari var, kusura bakmayiniz.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 3 ay sonra ...
" Sovyet Rusya, her zaman bir grup entellektuel oncunun, kendilerini isci haklarini gozetmekle
sorumlu tuttugu bir devlet olmustur, asla Marksizm’in gerektirdigi gibi, isci sinifinin, kendi
haklarini korumak icin yonetimde oldugu bir devlet halini almamistir. "

Yanlış olmuş. Rusya'daki süreç 1900'lerin başlarındaki işçi ayaklanmalarıyla başlıyor. Bolşevik Devrimi zamanlarında da askerlerle işçiler hep yanyana saf tutuyorlar. Aç tüm ansiklopedilerde, dönemi anlatan kitaplarda yazar bu. Bu talihsiz cümle yerine "bir grup entelektüel, işçi sınıfı hareketine lokomotif olmuştur" denebilirdi.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

"Buna gore, eger bir insan rusvet almak veya vermekten sucluysa ve bu islemi belirli ayricaliklarini korumak veya kazanmak amaciyla yapiyorsa, en acimasiz ve kaba
bicimde zorunlu iscilikle hukum giymelidir ve tum malvarligina el konulmalidir.1 2 3 Kisacasi, Sovyet devletinin ilk gunlerinden baslayarak, insanlar ne yaptiklari icin degil, kim olduklari icin hukum giymislerdir."

Rüşvet verenler hüküm giydi demişsin sonra da ne yaptıkları için değil kim oldukları için hüküm giymişlerdir demişsin, çok mantıksız. Ayrıca zorunlu işçilik ve malvarlığına el konulması da F tiplerinin E tiplerinin yanında saltanat bence.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

entellektüeller evlerinde otuurp votkalarını içip fikir atarken ortaya işçilerle birlikte könür çıkarmayı falan düşünmüşler mi peki hiç?

"lan biz bu devrimi yapalım, söz bırakacaz bu entel kuntel işleri" diye taahhütte bulunanları var mı aralarında.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 6 ay sonra ...
SturmVogel said:

Gulag Takımadaları romanından said:
stalin bir konuşma yapıyor biryerde.
konuşmanın bitmesiyle birlikte bir alkış tufanı kopuyor.
alkışlar kesilmiyor.
kesilmiyor çünkü kimse alkışı ilk bırakan olmak istemiyor
o biçim tırsıyolar yani.
sonra yaşlı bir adam dayanamıyor, elleri yoruluyor, kesiyor alkışı.
ertesi gün adam infaz ediliyor.


ADFGSHDGHSGHHSGYRSUGDSFHASGFSDGFSG
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Zaten Soljinetsinde bir CIA ajanı, o romanıda Sibiryada yazmamış, CIA yazıp postalamış, o da kendi yazmış gibi toplama kampında basmış.

Vay hain CIA ajanı vay.
Stalini nasıl kötüler.. Altıüstü 10-20milyoncuk insanı öldürmüş, Hitlere bile fark basmış olabilir, ama oda CIA komplosu..

Hatta matrixte yaşıyoz lan.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...