Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Aziz Nesin - Gol kralı biraz alıntı...


Feamer

Öne çıkan mesajlar

internet de bir şeyler ararken denk geldim:

said:
beş değil, on dakika bekledi. sonra dayanamayıp mutfağa gitti. madam anjel gözlüğünü takmış, gazetenin üstüne eğilmişti.

- ne yapıyorsunuz madam anjel?
- şimdik geloorum beyzadem... yemeği ateşe komuşum, ısınoor. gazatanın en kıyak yerinde kalmışım, bi çızık yer kalmış okuyacağım. duvar ahmet bey, hanı geçende bize gelmiş ise, onun macerasını yazoor, pek meraklı paşazadem... duvar ahmet cezalı olduğundan romanya'ya maça gidecek, yoksam gitmeyecek, işte onu yazoor...

madam anjel, meraklı haberi okuyup gazeteyi elinden bıraktı. sait'in yemeğini getirirken berrin hanım da sokaktan döndü. o sırada, sait gazetenin birinci sayfasına göz gezdiriyordu. ilginç bulduğu bir haber başlığını laf olsun diye onlara da söyledi:

- eğitim bakanıyla adalet bakanı yer değiştiriyormuş...
- yaniya n'oloor?
- eğitim bakanı adalet bakanı, adalet bakanı da eğitim bakanı oluyor.
- ben ağnamam beyzadem...

berrin hanım efendi de,

- sahi şimdi kim o bakanlar? - diye sordu.

bu soru üzerine sait derin düşünceye daldı. sevim, "bin kişiye 'duvar ahmet kimdir?' diye sorarsan belki binde bir kişi bilmez, gerisi bilir, oysa herhangi bir bakanı sorsan, belki, binde bir kişi ya bilir ya bilmez kim olduğunu" demişti. haklıydı. işte madam anjel, işte teyzesi ve işte kendisi... iki bakanın da adlarını bilmiyorlar, ama duvar ahmet'in kim olduğunu, ne yaptığını biliyorlardı.

madam anjel, gazetede okuduğu duvar ahmet'e değgin haberi, berrin hanıma söylemiş, bu yüzden iki yaşlı kadın tartışmaya girmişlerdi. berrin hanım, duvar ahmet'e verilen cezayı haklı bulduğu için romanya maçında oynatılmasını uygun görmüyordu. sait sarıoğlu buna pek şaştı:

- aman teyzeciğim yoksa siz de mi duvar ahmet'le ilgileniyorsunuz?
- aaa, niye ilgilenmeyecekmişim? a oğlum, sen bir matematiktir tutturmuşsun, dünyayı gözün görmüyor. ayol insan bu memlekette yaşar da, hiç duvar ahmet'i, biber osman'ı, yok efendim kova naci'yi, temiz aile kasabı turan'ı bilmez olur mu?
- bu yaştan sonra?
- ne varmış yaşımda?

sevim'in bir zaman kendisine sorduğu soruyu o da teyzesine sordu:

- peki siz hayatınızda hiç maça gittiniz mi?
- gideyim gitmeyeyim, bilmek zorundayım ben de herkes gibi, mecburum.
- mecbur musunuz? yani kanun mu var?
- kanundan da baskın... her sabah gazeteyi açar açmaz ille de onun adını, onun resmini görürsün. bir gün bakmazsın, iki gün aldırmazsın, üç gün okumazsın, sonunda ister istemez okursun. bir okur, iki okur, derken alışırsın a oğlum... bir bakarsın duvar ahmet minüsküs olmuş diye yazar gazetelerde, resimde ayağı gazeteden yüzüne fırlayacak gibi uzanmış...
- minüsküs mü?

sait, "minüsküs"ü, santrafor, hendbol filan gibi bir futbol terimi sanmıştı. madam anjel bu bilgisizliğe şaşıp söze karıştı:

- minüsküs nedir, bilmoorsun?

berrin hanımla madam anjel bu konuda yeni bir tartışmaya girmişler , sait de şaşkınlıkla onları dinliyordu, apışıp kalmıştı.

yemeğini yiyip köşkten çıktı. refik'e gitmek için bir taksiye bindi. yağmur başladı. taşıt bulamayan insanlar, duraklarda yağmur altında bekleşiyorlardı. sait, böyle durumlarda, taksiye bibaşına kurulmuş gitmekten utanırdı. şöföre,

- başka yolcu alabilirsiniz... -dedi

durakta durunca bekleşenler arabaya saldırdılar. sait'in yanına çocuklu bir kadınla bir yaşlı erkek, şöförün yanına da bir genç kızla bir yaşlı kadın bindi. yağmur altında bekleşmekten kurtulanlar, istanbullu töresine uyarak hemen eleştiriye, yergiye başladılar: bu ne biçim belediyeydi böyle? niçin yeterince taşıt çıkarmazlar da insanları bekletirler yağmurda? niçin, niçin...

sait'in yanında oturan yaşlı adam,
- kuzum, bu bizim belediye başkanı kimdir? - diye sordu.

şöför:
- geçinmeye gönlüm yok ki adını bileyim beybaba... - dedi.

şöförün yanındaki yaşlıca kadın,
- suç yalnız belediyenin mi? -dedi-, hani hükümet nerede? niçin yolları yapmazlar? bu işe hangi bakan karışır?

genç kız,

- ya içişleri ya bayındırlık bakanı, -dedi.
- kim bayındırlık bakanı?

hiç birinden cevap çıkmayınca yine yaşlı adam:

- şimdiki zamanın bakanlarını da bilmiyoruz, bakan gibi bakan değil ki hiçbiri... kadir mevlamdan başka kimsecikler bilmez onları...
- bilinmez beyim, ikide bir değişirler de ondan...

şöför arabanın radyosunu açmıştı. spiker, ajans haberleri sonunda haftaya oynayacak önemli futbol maçlarını bildiriyordu. böylece arabadakiler, belediyeden, politikadan futbola geçtiler. konuşmalarından şöförle yaşlı adamın, bir de kadının ancak on yaşında gösteren oğlunun tozkoporan'lı, öbürünün hacetbaba'lı olduğu anlaşıldı. sait bu konuşmaya katılmayınca yaşlı adam ona sordu:

- siz hangi takımı tutuyorsunuz?

sait ilk kez göğsünü gere gere,

- tozkoparan... - dedi.

şöför,

- yaşşa abi... - dedi.

iki büyük takımı tutmaları yüzünden yolcular sıkı bir tartışmaya girdiler. şöför, ballandıra ballandıra duvar ahmet'i övüyordu. ne demek? böyle bir futbolcuya ceza verilir mi yahu? yalnız tozkoparan'ın değil, milli takımın belkemiği...

yaşlıca kadın, hacetbabayı tuttuğu için,

- evet, iyi oyuncu ama, çok kırıcı, ayıcı... - dedi.

yaşlı adam:

- onu siz affetmişsiniz - dedi -, kırıcı değil, sert oyuncu...

şöför destekledi:

- futbolumuzun profesörü...

oğlan çocuğu,

- görün bakalım, romanya maçında siz onu... - dedi.

sait dayanamadı, çocuğa sordu:

- küçük sende mi tanıyorsun duvar ahmet'i?

çocuk böbürlendi:

- onu kim tanımaz ki... hani kerkenez sevimîn şeyi olan duvar ahmet, dii mi?

...

(bilgi yayınevi 1. basım, mayıs 1970, syf: 203, 204, 205, 206, 207)


said:
bir düşünceye daldı. bu maçların, insanlara boşalmaları, kızgınlıklarını kusmaları, söyleyemediklerini söylemeleri için, yardımı, yararı oluyordu. yoksa, yirmiiki delikanlının bir şişik meşini, karşılıklı iki delikten geçirmek yada geçirtmemek için çekişmelerinin ne kendi vücutlarına, ne de o yirmiiki delikanlının vücuduna bir yararı olmayacağını stadyumu doldurup taşıran top delisi bu onbinlerce kişi hiç bilmez, anlamaz olur muydu? yoksa, şu kamburun, şu çolağın, şu topalın, şu veremlinin, bir haftalık gündeliğini bir maç biletine veren şu işçinin, şu öksürüklünün burda işi neydi? spor için mi, kuvvetlenmek için mi dolduyorlardı stadyum denilen bu hastaneyi? gerçekte onlar boşalıp rahatlamayı gereksiniyorlardı. onların birisine, birilerine sövmeleri, bağırmaları gerekiyordu. ama kime, kimlere sövmeleri gerektiğini bilmediklerinden, bilseler de onlara sövmeleri olanaksız olduğundan, şu zavallılar umarsızlık içinde birbirlerine, hakeme, karşı takım oyuncularına sövüp bağırıp rahatlıyorlardı. halkta, birikmiş ve çıkış yolu bulamayan coşkuların, böylece tehlikesizce boşalmasıysa, yönetmenlerin, politikacıların işine geliyordu.

...

(bilgi yayınevi 1. basım, mayıs 1970, syf: 360, 361)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...