Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Paticik Geleneksel 2. Kısa Hikaye Yarışması Adayları


pekaziz

Öne çıkan mesajlar

Yarışmaya katılan hikayeler aşağıda gördüğünüz gibidir arkadaşlar. Bütün yarışmacılara sadece benim ve Lexius'un bildiği birer rumuz verdik ve oylama bu rumuzlara göre yapılacaktır. Hikayelerdeki yazım hataları, dilbilgisi bozuklukları yazara aittir.

Oylama açık olacaktır, yani burada mesaj atarak yapabilirsiniz.

Sizden isteğimiz kolaylık olması açısından aşağıdaki formata göre oylamaya katılmanızdır.

Paticik Geleneksel 2. Kısa Hikaye Yarışması Adaylarım:
1. Seni ben ellerin olasın diye mi sevdim
2. Ah bu şarkıların gözü kör olsun
3. Dert bende derman sende

Derecelendirme, en çok oyu alan ilk 3 hikaye tarafından oluşacaktır.

Herkese iyi okumalar ve oylamalar. :)

Lexius & pekaziz

Dipnot: Rumuzların seçiminde mp3 Deryası isimli siteden esinlenilmiştir. Tüm liste için tıklayın aşağı.


Unutulmaz Aşk Şarkıları

Arkadasimin askisin-NECO.
Arkadas-MELIKE DEMIRAG.
Ask dedigin laftir-SEMIHA YANKI.
Atesböcegim
Bu nasil dünya-MOGALLAR.
Deniz ve mehpat-DARIO MORENO.
Dilenci - ATILLA ATASOY
Gecelerim-DOGAN CANKU.
Havada bulut yok-ERTAN ANAPA.
Her yerde kar var.
Kördügüm-AYSUN KOCATEPE.
Küçük bir ask masali-SEZEN AKSU- ÖZDEMIR ERDOGAN.
Melenkoli-NÜKHET DURU.
Nerelerdeydin-AYLIN URGAL.
Potpori - Eski dostlar.
Samanyolu-BERKANT.
Sen mevsimler gibisin-SALIM DÜNDAR.
Seninle bir dakika-SEMIHA YANKI.
Sensiz sadet neyimis-ERSAN ERDURA.
Unutama Beni-ESMERAY.
Unutulur-BANU.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Son ders - Ateşböceğim

Son dersti.Zilin çalmasına dakikalar vardı ve insanlar çantalarını hazırlamaya başlamışlardı sınıftaki uğultuyla uyandım,süveterim alnımda iz bırakmış ve oldukça da terletmişti.Faruk yanıma gelip benden biraz borç para istedi.Halı sahaya gideceklermiş.Ben de vermeyeceğimi söyledim.Neden dedi,seni sevmiyorum dedim.Bunun üzerine Faruk biraz kırıldı ve arkadaşlık,insanlık ve sevgi üzerine uzun,yüksek sesli ve öfkeli bir konuşma yaptı.Konuşmanın başını dinledikten sonra eve giderken gevrek alayım ama yanında ayran almayayım annem dün Bim'e gitti meyve suyu almıştır 20 tanesi 3 milyon sonuçta diye düşündüm.Zira gerisini dinleyemedim.Faruk susunca bütün sınıf bize bakıyordu.Ben de boşluğa bakarak çok etkilenmiş ve üzülmüş gibi yaptım.Sonra fazla kaptırıp ağlamaya başladım sınıftan çıkıp tuvalete gittim.İki kişi tuvalette şakalışıp itişiyorlardı.Göz yaşları içerisinde ikisini ayırdım "Olm yapmayın laan şiddet çok kötü bir şey bence"dedim.Ayırdıklarımdan birisini mahalleden tanıyordum.Bana "Sen geçen mahalle maçında yenildikten sonra anamıza küfredip kaçmıştın"diye üzerime yürüdü.Yine kaçtım.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Murtezanın dramı - Kördüğüm

Birgün uzak diyarlarda miniminnacık bir serçe varmış. Erkekmiş bu serçe, adı da Murtezaymış. Bu serçe sabahları erkenden kalkıp böğüre böğüre ötermiş. Karnı acıkınca köy meydanındaki avluya bırakılan ekmekleri yermiş. Ağacına konar altından geçen köylülerin kafalarına zıçarmış. Öylede şerefsizmiş bu Murteza. Güvercinlerin yuvalarına gidermiş. Güvercinlerin anne babaları yokken güvercinlerle dalga geçermiş: "naber lan tıfıllar, hala ananızın kusmuğunu mu yiyosunuz lan" dermiş. Allah cezanı versin Murteza öylede şerefsizsin. En büyük eğlencesi dişi serçelere laf atmakmış: "yawrum, benim kuş seni görünce pır pır oldu heh heh heh". işte öyle kuş beyinli bir serçeymiş bu Murteza. Allahından bul Murteza!

Köyün yanındaki ağaçlığa yeni bir dişi serçe gelmiş. Adı Minicikmiş. Minicik öyle iyi, öyle iyi bir serçeymişki, cami yaptırmış yani o kadar. Minicik çokta karizmatik bi dişiymiş, ağaçlıktaki bütün serçeler ona hayran hayran bakarmış. Ötmeye başlayınca sankim bülbül geldi zannederlermiş. Bacakları uzun incecikmiş, gagası pırlanta gibi parlar, gözleri kartal gibi etkili bakarmış.

Neyse, Murteza daha Miniciği hiç görmemiş. Murteza birgün ağaçta yine gözlerini sımsıkı kapatıp bağıra çağıra öterken, hınzır kedinin ağaca çıktığını görmemiş. Muteza gözünü açıp bi gözüyle arkasına baktığında kedinin havaya kalkmış pençesini görmüş. Ve olan olmuş. İnen pençe murtezayı afedersiniz bok çuvalı gibi yere düşürmüş. Murteza yere düşerken "YANDIM ANAAEEYYYMMMM" diye haykırmış. Murtezanın sesini uzaklardan duyan Minicik, sese doğru uçmuş, birde ne görsün yardıma muhtaç bir serçe. Hemen dalışa geçmiş. Murteza'nın yosun kaplamış kalbi küt küt atıyormuş. Minicik ayaklarıyla kavradığı Murtezayı güç bela uzaktaki bir çatının bacasına götürmüş. Murteza Miniciği baştan aşağıya süzmüş küt küt atan kalbi bu sefer başka bir sebepten atıyormuş. Murteza hayatında ilk defa bir serçeye aşık olmuş. Taş gibiymiş Minicik. O göğüsler, o bacaklar, o gaga... Hormonlar tavan yapmış Murtezanın. Karanlık bacanın içine sadece azıcık bir güneş ışığı vuruyormuş ve bu da loş bir ortam yaratmış. Minicik, Murtezaya yakınlaşmış ve yaralı olan kanadına bakıyormuş o anda göz göze gelmişle. Murteza fırsat bu fırsat Miniciği öpmek istemiş. Bu sırada murteza geleceğini görmüş. Artık eline iyi bir serçe olabilmek için fırsat geçmiş. Mükemmel bir eş, bu eşten doğacak yavrular... Tam öpecekken Minicik konuşmuş: "Gurban heç tikkat etmiğirsen, puk çuvalı gibi düşdün gari, ganadın gırılmış kötüme benziğirsen" demiş. Murtezanın aşk ile yeniden atmaya başlayan kalbi pıt diye duruvermiş ve Murteza oracıkta ölmüş. Dünya bir şerefsiz serçeden daha kurtulmuş.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Zaman yolcuları - Samanyolu

Deneylerimizin 20. yilinda bunu yapmaya karar verdik. Fakat bu cok gizli olarak yapilacakti. Dunya'yi yeniden ayaga kaldirmak istemiyorduk.
Bu deney icin bizim zamanimizda degisime neden olmasi gereken bir olay yaratmamiz gerekiyordu. En basit olarak bos bir kagida yazi yazdiktan sonra yolcumuzu birkac dakika gecmise yollayip bu yaziyi silmesini saglamak ise yarayabilirdi.
Deneyin yapilmasi icin ilk zaman yolcumuz John Warden'i sectik. Aralarindaki en tecrubeli olani oydu. Artik 45 yasindaydi ve ters giden herhangi birseyde ne yapilacagini biliyordu. Gerci ne ters gidebilirdi ki? Sadece bes dakika geriye gidecekti.

John makinenin icinde yokoldugunda gozumuzu kagida dikip beklemeye basladik. Hicbir sey olmuyordu. Yazi hala oradaydi. Acaba bir aksilik mi olmustu? Kahretsin ne olabilirdi ki!?
Tam bu sirada laboratuarin telsizinden John'un heyecanli sesini duyduk: "Ise yaradi mi!!?? Yaziyi sildim ne goruyorsunuz rapor edin!". Yaziyi silmis miydi? Tekrar donup baktik. Yazi hala oradaydi. Kagit bir santim kipirdamamisti bile.
John laboratuara geri geldiginde olanlari konustuk. Bize tam bes dakika oncesine gittigini ve hatta benim arkamda belirip odumu kopardigini, onlara deneyi izah ettigini ve kagidi sildigini anlatti. Peki bu nasil olmustu?? Neden hicbirsey degismemisti. Ben John'u gorduysem bunu hatirlamaliydim ama hicbirsey hatirlamiyordum.
Korkutucu cevap, butun bildiklerimizi altust edecek, Dunya'nin -yoksa Dunyalarin mi demeliyim?- kaderini degistirecekti...
Laboratuar kapisinda kendimle karsilasana kadar sasirmanin ve korkunun ne oldugunu unutmustum. Sanirim altima bile kacirdim. Evet inanamiyordum ama kendimle konusup tartistim. Ve kendimi zaman makinesini ilk kez kullanarak bes dakika geriye yollayip bir fincan dolusu kahveyi yere doktum. Kendi zamanimda hicbirsey degismedi. Diger ben, geldigi kapidan tekrar gecerek kendi zamanina dondu ve boyle bir olayin olmadigini bildirdi. Butun hersey altust olmustu. Hicbirsey bilmiyorduk. 20 yillik deneylerde tarihi degistirecek hicbirsey yapmadigimizi saniyorduk cunku zamanimizda herhangi bir etkisini gormuyorduk. Isin aslini bu laboratuarda yuzlerce deney sonrasi sonunda anladik. Tarihte en ufak degisiklige sebep olan herhangi bir eylem yeni bir zaman boyutu yaratiyordu. Bu zaman boyutlari bizden tamamen bagimsizdi, bizim dunyamizda ortaya cikan kapilar haric. Alternatif dunyalar yaratmayi basarmistik...
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

İsimsiz (Cidden ismi yoktu) - Gecelerim

Kaki yürürken gölgesini seyrediyordu. Sonra dediki kendi kendine gölgem ne güzel. Küçükken gölgesinin kafasına basmaya çalıştığı zamanları hatırladı. Hareketsiz dikilir ve ani bir hareketle ileri doğru adımını atardı. Başarılı olmuşmuydu hatırlamıyordu. Gölgesinin kafasının ona baktığını düşündü bir an. Alaycı ve tahrik edici bir bakıştı bu. Basamazsınki basamazsınkiii der gibi. Adımlarının ritmi bozulmuştu. Ayağını yerden kaldırdığında ileri doğru atılıp gölgesinin kafasını ezmek için büyük bir istek duyuyordu ancak her defasında kendini frenleyip adımını inmesi gereken yere konduruyordu. Dışardan bakılınca marşı bozulmuş ve kalkmaya çalışan bir araba gibi yol alıyordu.

Başka şeyler düşünmeye çalıştı. İlerde bir kanalizasyon çukuru vardı. Kapağı dörtte birini kaplıyor çukurun geri kalan kısmı ise açıkta duruyordu. Çukura bir metre kala aniden durdu kaki ve bir iki adım geri gitti. Gölgesinin kafası kanalizasyon çukuruna düşmüştü. Haha bok kafalı seni dedi içinden. Senin yerin orası işte bok kafa. Rahatlamıştı.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Yolcu - Melankoli

Hava soğuk ve pusluydu. Yaşlı adam, köprünün kenarına oturmuş geçen insanları izliyordu. Dışarıdan bakıldığında, oldukça şirin bir yüzü vardı, kırış kırış yüzünün arkasında bir
gülümse hiç eksik olmuyordu; ama kıyafetleri perişan bir haldeydi. Parçalanmış bir pantolon ve yırtık bir tişört giyiyordu. Ona yavaşça yaklaştım. Yağmur yağmak üzereydi. “Merhaba amca, adın ne” diye sordum. Gülümseyerek bana doğru baktı ve “O veya bu, neyi değiştirir ki, benim ismim mi kalmış?” diye cevap verdi.
Çok şaşırmıştım, dilenci olmadığını biliyordum, sürekli olarak orada otururdu kendisine para verenleri terslerdi ve bu hareketi, hakaret Kabul ederdi. Yine de onu orada bırakmaya gönlüm razı olmadı. Onu, yağmurdan kurtarmak için bir şeyler söylemeye çalıştım;
-Gel, birlikte bir çorba içelim
Yaşlı adamın gülümsemesi bir an için yok oldu ve sonra tekrar gülümseyerek,
-Hayır, gelmeyeceğim. Üstelik karnım tok. Yoksa, beni şişmanlatmak mı istiyorsun?
-Aslında, senin yağmurda ıslanmanı istemedim.
Yaşlı adamın gözleri gülmeye başlamıştı
-Neden? Yağmurdan neden korkuyorsun? Çiçekleri ve ağaçları canlandıran o değil mi? Neden sana zarar versin?
Yaşlı adam devam etti;
-Yağmur, kaderini senin eline bırakır. Eğer, onu sever ve ona değer verirsen, yavru kedi gibi sana sürtünür. Eğer, ondan korkar ve onu sevmezsen, rüzgarla birleşip, sana yüzlerce iğne gibi çarpar. Gel, yanıma otur, sana yağmuru sevmeyi öğreteyim. Eğer, hâlâ ondan kaçmak istersen, bana kaçmayı öğretebilirsin.
Bu sözlerin ardından, hiçbir şey yapamadım.
Söyleyecek ne bir sözüm vardı, ne de gidecek bir yerim. Aklımdan sadece oturmak geçti ve yaşlı adamın yanına oturdum. Yağmurun başlamasını izledik. İlk damla düştüğünde, insanlar panik içinde kaçmaya başladılar, herkes bir yere koşuyordu. Yağmur arttıkça, insanlar daha da korkuyor, daha hızlı kaçıyordu. Yaşlı adam, bu görüntüleri gördükçe gülüyor, insanlar düşünce ise “Bak, yağmur nasıl da kızmış ona” diyerek
bana gösteriyordu. Yağmur yavaş yavaş dururken, rüzgarı daha da çok hissediyordum. Hava soğuktu; rüzgar ise beni üşütüyordu. Yaşlı adam bana baktı ve üşüdüğümü gördü. Gülümseyerek “İşte… işte yağmuru sevmemin nedeni” dedi.
Anlamamıştım;
-Nedeni üşümek mi?
-Tabii ki hayır, çorba içmek. Unuttun mu, birlikte çorba içecektik.
Çok şaşırmıştım, yaşlı adam şaşkınlığımın üstüne devam etti,
-Eğer, yağmurdan kaçıp çorbayı içseydik, sadece karnımız doyacaktı; ama artık çorba daha değerli; çünkü üşüdük ve o bizi ısıtacak. Üstelik sen de yağmurun değerini öğrendin. İnsanlar kaçarken ne kadar komikler değil mi?
Evet anlamında kafamı salladım. Ayağa kalkarken, düştüm ve pantolonum yırtıldı. Bunu gören yaşlı adam gülümsedi ve “Şimdi neden üstümün yırtık olduğunu biliyorsun” dedi. Yaşlı adamı, o günden sonra
bir daha görmedim. Artık yağmurdan kaçmıyorum, onunla birlikte yeryüzüne düşüyorum. Koşmak yerine yürüyorum ve gözyaşlarımı saklamasına izin veriyorum. Yaşlı adam, yağmuru çorba için sevmiyordu. Yağmur yağarken ağlıyordu, gözyaşlarını saklıyordu. Yaşlı adam gitmişti; çünkü biri, onun ağladığını biliyordu.
Bilmeyen insanların olduğu, yeni bir köprü bulmuştu kendine….
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Cebimde param yok - Ağlayamıyorum

Cebinde hiç parası kalmamıştı. Kız arkadaşı hastanede yatıyordu. Elektrik faturasını yatırmamıştı. Arkadaşına borcu vardı.

Pazar günü çıkmıştı yola, nasıl olsa ATM’den paramı çekerim diye düşünmüştü. Parayı çektikten sonra elektrik faturasını yatırır, arkadaşına uğrar borcunu verir, kız arkadaşına çiçek alır, hastaneye ziyarete giderim demişti içinden. Saate baktı henüz 8:30. En yakınındaki ATM’e gitti, servis dışı yazıyor. Önemli değil bir diğeri çok yakında. Ona gitti o da servis dışı. Önemli değil meydanda da vardı. Yürürken arkadaşının evinin önünden geçti. Eğer borcunu veremezse çok mahcup olacaktı. Saatine baktı 8:45 olmuştu. O sırada çiçekçinin önünden geçiyordu. Kız arkadaşı aklına geldi. Ya çiçeksiz gidersem diye geçirdi içinden. Meydanın biraz aşağısındaydı ATMler. Nihayet varmıştı. Ama bir terslik vardı… ATMlerin ikisi de servis dışıydı. Ama umursamadı, artık yapacak bir şey yoktu, nasıl olsa arkadaşları mesaideydi, birazdan düzelir yada yarında çekebilirdi parayı. Elektrik faturası 1 gün gecikse bir şey olmazdı. Arkadaşı bir gün daha bekleyebilirdi. Kız arkadaşı bu günlük çiçek alamayacaktı.

Hastanenin yolunu tuttu. Oda numarasını zaten biliyordu 3. kat 900 numaralı oda. Kapıyı çaldı, içeriden gelen ses üzerine odaya aktı. Saatine baktı, 9:30 olmuştu. hem gecikmişti hem de elinde çiçek yoktu. Özür diledi. Kız arkadaşı önemli olmadığını söyledi. Tam bu sırada telefonu çalıyordu. Telefonun ekranına baktı, şirketten arıyorlardı. “Kimse kusura bakmasın ama Pazar günü açamayacağım” dedi. Kızla sohbete dalmışlardı ki Telefon tekrar çaldı. Acaba önemli bir şey miydi? Saate baktı ve; “Pazar sabahın 10’unda ne istiyorlar benden?” diye geçirdi ve açtı;”Efendim?!”. “Abi nerdesin? Arıyorum açmıyorsun, mesaiye 1 saat geciktin! ATMlere bakan kimse yok burada, vardiyadaki diğer arkadaşlarını aradım, bu gün senin nöbetin olduğunu söyledi herkes, Ve ATMlerimiz ile ilgili deli gibi şikayet telefonları geliyor. Bir an önce gelip ATMlerdeki sorunu halletmezsen başımız yanacak!..

İşte bu anda unutulmuş mesainin başından aşağıya kaynar suların dökülmesiyle hatırlanması ne acıdır…
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Biraz açıklamaya çalışayım - Bu Nasıl Dünya

"Bir kafes bu,
4 tarafı parmaklıklarla çevrili bir kafes..

Bir zindan...
uzayın derinliğinden bile daha karanlık..

Bu zindanın en karanlık noktası, köşede değil, ortada bir yer.. Öyle sırtını dayayıp güvenle yaslanabileceğin bir duvar yok, sırtın boşlukta, demir parmaklıklara değer, her an biri arkanda olabilir. Arkanda kimse yok, bunu bilirsin ama daima o korku ruhunda yer alır.

Yalnızsın.. Tek sen varsın.. Koca bir yokluk.. Işık bile korkar oradan, gitmez.. Gidemez..

İşte sen oradasındır.. Tek başına.. Ne bir ses, ne bir ışık, ne bir canlı.. Başka bir kafes bile olmaz, taş zemin, sen ve senin kafesin..
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Uyku Hakkında - Arkadaş

İstemiyorum artık uyanmak! Uykuyu yaşamak istiyorum. Gerçek Dünya'dan kopmak. Yetmedi mi size de bu acınası "insan"ların yaşadığı Dünya'ya göz açmak her sabah? "İnsan aşılması gereken bir şeydir" diye buyurmamış mıydı zerdüşt? Dünya ise bunun aksini kanıtlamaya çalışıyor yüzyıllardır. Yüzyıllardır başarısız oluyor, bıkmıyor. Ben bıktım. Uyumak istiyorum, sonsuzluğa kadar uyumak. Rüyamda sadece erdemleri için yaşayan insanlar görmek istiyorum, doğru erdemler için yaşayan. Erdemler için savaşan, erdemler için barışan. Rüyamda bunları görmek istiyorum. Uyumak istiyorum, hep uyumak.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Kayıptan Sesler Korosu - Bitmeyen Çile

Günün batışı ile kalabalıklardan uzaklaşmış, aynı klişeleri yemin saymış iki tane çaresiz yer ediyor beynimde. Belki bir temizlik adıdır hayal. Her yere düşüşte en az sızlanan kahraman sayılıyor ve "hayal" adı verilen gerçeğin teorik kısmına adapte oluyor iki çaresiz.

Yan yana uzanmış aynı tavanın farklı çatlaklarında derman aramaktayız. Yorgan çenemize kadar gelmiş, çaresizlik paçalarımızdan boşalıyor. Gözlerimizi çok az kırpıyoruz, birbirimize hiç bakmadık, bakmıyoruz. Karanlık can sıkıntısı gibi bu gece. 18.03’te kalkan bir gemi ile ruhunu peşkeş çekiyorsun güneşin gittiği bir yere.

"Ne düşünüyorsun?" diye soruyorsun. Hayal gibi diyorum. Hayal gibi bu yaşadıklarımız. Sadece seni ben seslendirmiyorum. Gerçekmiş gibi konuşmaların. Yani rüyalarımdaki gibisin. Seni seslendirirken daha düzgün seçiyorum kelimeleri. Bense sürekli bir kekemeyi oynuyorum, âşık olan sefil adam misali. Ama bu yaptığım çoğu insan için delilik ibaresi olduğu için içten içe seslendiriyorum konuşmaları. İkinci yastığımın yerinde sen yatıyorsun. Adlarınız aynı ama senin boyun daha uzun. Ayrıca yastığım sen gibi kokmuyor. Konuştuğun zaman sesin yankı yapıyor. Ben seslendirince bu kadar gerçekçi değil işte. Yüzünde anlam veremediğim bir tebessüm var. Bir gidişin karşı konulmaz gururu kemirmiş içini sanki. Uyku ile harap etmek istemiyorum bu zamanı. Seni seyredebilirim mesela.

Kayıp giden gözler arasında yeminlerim sıkışıyor. Elim mahkûm sen yerine başka bir yastığa sarılmaya. Elini tuttuğumu hayal dahi edemiyorum. Bu bir temizlik ise demiştim, ellerimiz kirli kalıyor sevgilim.

Daha da gerçekçi olmaya başlıyor her şey. Sen yavaşça sokuluyorsun yanıma. Dışarıda büyük bir tipi var. Kar yağıyor usulca ve poyraz esiyor bu gece. Camdan dışarıya bakıyorum. Kar taneleri yere düşüyor, poyraz alıyor bir daha vuruyor yere, bir daha, bir daha ve bir daha... Poyraz gibi insafsızsın sanki. Camların arasından sızan rüzgâr sesi ninni gibi geliyor. Göz kapaklarının üzerine bir gidiş oturdu senin. Dalıyorsun adını dahi bilmediğin diyarlara.

Gece soğuk
Gece mavi
Gece titriyor

Sela sesi var. "Namaz" diyor imam, "uykudan hayırlıdır". Sen uyurken usulca terk ediyorum yatağı. Ama seni değil, sakın yanlış anlama. Dinliyorum ezanı ve dua ediyorum. Sen daha rahat uyu şimdi sevgilim.

Sabah uyandığımda yanımda olmadığını görüyorum fakat algılamam zaman alıyor. Apar topar gittiğin belli. Üstümü açık bırakmışsın ve annemin küçükken öğütlediği gibi "üstü açık yatarsan gece üzerine kar yağar." misali buz tutmuş her yanım. Gözlerim odayı talan ediyor bir iz, bir ışık bulmak için. Beyaz bir kâğıt var masada. "Sana karalamışt...” diyerek üstünde durmuyorum. Aslında gözlerim biraz Fransız kalıyor. Çünkü onlar aslında seni hiç görmediler. Bir fotoğraf karesinde gördüler belki ama mimiklerinle yüzünü hiç bağdaştıramadılar. Bu yüzden yaşla uğurlamıyorlar seni. Başka bir iz olmalı diyorum, sağı solu kolaçan ediyorum ve buluyorum mavi bir kâğıda gazete harflerinden bıraktığın "Hoşçakal" yazısını. Galiba yazanın kim olduğunu bulamamam için böyle bir yöntem seçtin. Harfleri yapıştırırken de eldiven takmışsın. Bu profesyonelliğin karşısında sessiz kalıyorum. Ama yüreğim öyle değil. O yüzünü gördü, mimiklerini gördü, gülüşünü gördü. Yüreğime ağır geliyor bu gidiş. O da haklı aslında "ölmek istiyorum" diye yakarışlarına bir tek o şahitti. O da haklı...

Katlayıp cüzdanıma koyuyorum delilini. Bir gün dönsen bile sana öğrettiğim gibi; "Aşk vida mı ki çıkarıp tekrar takasın?" diyeceğim.

Ve ben
Cebimde
Sol gözü kör
Bir gece ile
Sevmiş
Biri
Olarak
Kalacağım
Sadece
Sevmiş
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Daydreaming - Sensiz Saadet Neymiş

Rüzgarın ufak yaramazlıkları sayesinde tatlı tatlı dalgalanan çimler ayak parmaklarını gıdıklıyordu.
Gıdıklandıkça kıkırdıyor,kafasını çevirip "O"na bakıyordu.Göz kırpıyordu.
Kulagına fısıldadıgı hikaye hoşuna gidiyordu,fonda çalan müzik de.
Önünde uzanan,yeşilin kontrastları adlı tablo ise onu neredeyse cennette olduguna inandırabilirdi.Cennet hakkında hiç düşünmemişti.Ama eger öyle bir yer varsa,emindi ki kesinlikle buraya benzerdi.
Bir kelebek gelip burnuna kondu ve dakikalarca dans etti.Yeteri kadar dikkat çekemediğini sanıp uçup gitti.Hemen ardından peşine taktığı bir kaç kelebekle daha geri döndü ve birlikte dans etmeye başladılar.Çalan müziğin notaları gibiydiler.Kelebekler kanatlarını çırpıp yer degiştirdikçe,gözlerinin önünde oluşan renk çümbüşü onu büyülüyordu.Hikaye devam ediyordu.
Yaşadıklarının gerçek oldugundan emin olmak için ara ara kafasını çevirip O'na bakıyordu.Göz kırpıyordu.
Konuşmalarına gerek yoktu.Hikaye kendi kendini anlatıyordu sanki.Dudaklarından dökülen kelimelerden hoşuna gidenleri avucuna doldurup,hemen yanındaki çiçeklerin üzerine üfledi.Çiçekler yavaş yavaş bacaklarına dolanmaya başlıyor bir yandan da müziğe yeni notalar ekliyorlardı.Aralarından en cesaretli olanı,dudaklarına kadar ulaştı ve bir öpücük kondurdu.Sonra hepsi birden utandı,hemen eski yerlerine dönüp hayran hayran onları izlemeye devam ettiler.
Kalbine dokunuyordu.Atışlarını hızlandırıyor,yerinden çıkarıp kendi kalbinin yanına koyuyordu.Sonra ikisini de çıkarıp özgür bırakıyordu.El ele tutuşup yürüyorlardı hemen ardından.Kalpleri etraflarında dalgalar çizerek oyun oynuyolar,eşlik ediyorlardı.Ağaçlar dallarını sallayıp üzerlerine bir sürü minik yıldız yağdırıyordu.Diğerlerine göre biraz daha iri olanlarını yakalayıp,agızlarına atıyorlar,hemen ardından bulun deliklerinden balonlar üflemeye başlıyorlardı.Üfledikçe hafifleyip,havalandılar.Bulutlara çıkıp dans edip,sevişiyorlardı.
İstedikleri herşeyi sadece düşünmeleri yetiyordu.Konuşmalarına gerek yoktu,hikaye kendini anlatıyordu.Onlar da hikayeyi yaratıyordu.
Bu,onların dünyasıydı.Gizli,olağandışı ve sadece onlarındı.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Kırılma Noktası - Dilenci

“Senin ve senin oyunlarının canı cehenneme” diye bağırdı İlker sevgilisinin arkasından, kapıyı çarpıp çıkarken. Dikkat etmeden ayağına geçirdi ayakkabılarını, koşar adım uzaklaştı evden. Ev ile arasına yeterince mesafe koyduktan sonra bağladı ayakkabılarını. Kafasında o geceye dair bir plan vardı, büyük ihtimalle daha önce olduğu gibi olacak, sevgilisinden uzak, Tuğçe’ye yakın bir gece geçirecekti. Tuğçe. Bu ilişkisinden önce de hayatında olmuştu Tuğçe, muhtemelen bundan sonrakinde de olacaktı. Garip bir ilişkiydi onların ki. Yalnız yaşardı Tuğçe, iyi bir üniversitede akademisyenlik yapıyordu. Pek güzel olduğu söylenemezdi aslında, İlker’in bildiği kadarıyla hiç erkek arkadaşı olmamıştı. Galiba bu yüzden, kendisini eğitimine vermişti. Bir yerden telafi etmesi gerektiğini düşünüyordu çünkü. Bir şekilde kendisini iyi hissetmesini sağlayacak bir özelliğe sahip olması gerektiğini. Başkaları için bu muhteşem bir fizik, gıptayla bakılan kız arkadaşları olmuştu belki. Ama onun için öyle değildi, dersleri çok daha önemliydi. Ya da en azından o öyle olduğunu düşünüyordu. Birini de bulmuştu ama, fiziği de muhteşemdi bulduğu kişinin. Ancak İlker’in sadece fiziğini kullanabiliyordu Tuğçe. Geri kalanlar ona yasaklanmış bölgeydi. Gerçi İlker’de de fizik dışında pek bir şey bulması mümkün değildi. Belki de bu yüzden, kaderine razı oldu. Her seferinde, İlker’e kapısını açtı, derdini dinledi, bedenini sundu. İlker sorunlarından arınırken o da cinsel ihtiyaçlarını giderdi. Ertesi sabah yaptıkları takastan memnun iki tüccar gibi kendi yollarına gittiler.

Bir yandan da garip bir ses konuşup duruyordu İlker’in içinde, artık durması gerektiğini söyleyen. Haklıydı aslında o ses, yıllar boyunca kapısına dayanıp bir kez olsun itirazla karşılaşmamıştı İlker. Kızda, kendisinin uzun zaman önce kaybettiği o saflığın izlerini görüyordu, ve bildiği bir şey varsa o da kendisinin bu saflığı yok etmekte olduğuydu. Bu sefer gitmemeye karar verdi. Gördüğü ilk büfeye girdi, iki tane ucuz şarap kaptı kendine. Bir pislik olduğu kadar bir ayyaş olduğunu da düşündü. Oturduğu semtin en büyük niyetinden faydalanmaya karar verdi, sahil kenarına yürüdü. Saat çok geç değildi aslında ama o an itibariyle bankların hepsi ona hizmet ediyordu. İlk şişenin mantarını çıkardı, dikti kafasına. Düşünce yoktu o anda, sadece alkol. İlk şişeyi ikincisi takip etti, kafalar güzeldi. Cüzdanını kontrol etti, prezervatifi yanındaydı.

Kapısında patlayan yumrukların sesiyle irkildi Tuğçe. Çalıştığı masada uyuyakalmıştı, tek bildiği saatin oldukça geç olduğuydu. Kapıda kimin olduğunu ise tahmin edebiliyordu. Kapı deliğinden bakınca tahmininde yanılmadığının belirtisi olan bir iç çekiş koyuverdi. Kilidi çekip kapıyı açtı. Suratını inceleyen bir insan onun artık usandığını rahatlıkla söyleyebilirdi. Daha da dikkatle inceleyen birisi ise, bir yerlerde bir şefkat pırıltısının var olduğunu...”Yine mi sen İlker!” dedi. “Ne zamana kadar?”. İlker’in yüzündeki damarlar iyice belirginleşti, patlamaya hazır bir volkana benziyorlardı. “Ne demek ‘Yine mi sen!’. Muhtaçsın kızım sen bana, aklında tut bunu. Şimdi geç yatak odasına!”

Duraksadı Tuğçe. Aslında çok alışık olduğu bir sahneydi bu. Zaman zaman, daha “merhaba” demeden soymaya çalışırdı İlker onu. Bugün farklıydı. “Ben mi muhtacım sana? Bir kez olsun bile, aslında bana sığınıyor olabileceğini düşündün mü? Kendi ayakların üzerinde durmak yerine benim içime boşalttın bütün dertlerini, ve mutlu bir şekilde çıkıp gittin bu evden. Defol git şimdi, sürekli kaçtığın hayatla yüzleş. Sevgilinle konuş, acı çek, ve lütfen, büyü artık.” Kapıyı suratına kapattı.

Sahilde, bir başınaydı şimdi.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Paticik Geleneksel 2. Kısa Hikaye Yarışması Adaylarım:
1. Bitmeyen Çile
2. Arkadaş
3. Sensiz Saadet Neymiş


buna benzer organizasyonlar daha sık yapılırsa hem ilgi katılımı hem de yazılarda ki kalite gelişebilir diye düşünüyorum.
Yazı gönderen herkesi tebrik ediyorum.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Misafir
Bu konu yeni mesajlara artık kapalıdır.
×
×
  • Yeni Oluştur...