Drakkahn Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Cumhuriyet Gazetesi'nin yazarlarına ulaşmak için paralı üye olmak gerekiyor. Bugün Lozan'ın 85. yıldönümü, ofise doğru gelirken Alev Coşkun'un yazısını okudum. Burada herkesin de okumasını istedim, oturdum yazdım. Kaynak olarak link veremyorum ama isteyenler 24 Temmuz Perşembe 2008 tarihli, bugünün Cumhuriyet Gazetesi'ni alıp kaynağa ulaşabilirler. Yazı biraz uzun, zaman ayırırda okur musunuz, yoksa kenara çekilip unutur musunuz sizin kararınız. Yazıyı gazetedeki şekliyle yazmaya çalıştım, önemli vurguları bold yapmaya çalıştım, editlersem tipografiden dolayı editlerim. Dün 2. Meşrutiyet’in yıldönümüydü, bugün Lozan Antlaşması’nın imza altına alınmasının 85. yıl dönümü. Bu tarihler Türk’ün uluslaşma tarihinin iki önemli günüdür. Lozan, son derece önemlidir, çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslar arası bir anlaşma ile kabul edilişidir. Lozan aslında Anadolu coğrafyasından Türkleri söküp atmak isteyen güçlerin ve bu girişimleri uluslar arası bir belgeye bağlayan, Sevr Antlaşması’nın yırtılıp atılmasının yıldönümüdür. Lozan’ı iyi anlayabilmek için Sevr’i anımsamak gerekir. Kısaca özetleyelim, Sevr’de ne isteniyordu: - Sevr Antlaşması’na göre Türkler Trakya, İstanbul, Ege Bölgesi, Marmara Bölgesi ve Doğu Anadolu’dan sürülüp atılıyordu; böylece Türklerin Konya, Ankara, Çankırı gibi illerin içinde bulunduğu bölgede, denize çıkışı olmayan ufak bir köylü devleti olarak kalması isteniyordu. Kuşkusuz bir süre sonra da tamamen bitirilmesi planlanmıştı. - Sevr Antlaşması ile Türklerin bin yıldır vatanı olan bu topraklar ellerinden alınıyor, Yunanlılara, Fransızlara, İngilizlere, İtalyanlara ve Ermenilere bölge bölge dağıtılıyordu. Ama Türkler, tarihlerinin en büyük imtihanlarından birisini Atatürk’ün önderliğinde bütün dünya önünde veriyordu. Bu mücadele sadece o dönemin en büyük devletlerine karşı değil, aynı zamanda kendi padişahına ve içerdeki satılmış işbirlikçilerine karşı da veriliyordu. Bu cehennemi andıran bir ölüm kalım mücadelesiydi. Ateş ve ihanet yaşanıyordu. Büyük şair Nazım Hikmet’in dediği gibi: “Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet, En azılı düvellerle (devletlerle) dövüşüyordu. Fakat dövüşüyordu. Köle olmamak için iki kat, İki kat soyulmamak için…” Ulusun 30 Ekim 1918’de Mondoros Ateşkesi ile başlayan kötü yazgısı tersine döndü, 9 Eylül 1922’de zaferle sonuçlanan Atatürk’ün önderliğindeki anti emperyalist savaşla değişti. Ama bu yetmezdi; askeri alanda kazanılan başarının Lozan’da diplomasi zaferi ile taçlandırılması gerekiyordu. Locan görüşmeleri 20 Kasım 1922 günü başlayacaktı. Her zaman olduğu gibi, o günün süper güçleri, çelişki yaratmak için Lozan Konferansı’na İstanbul ve Ankara hükümetlerini birlikte davet etmişlerdi. Osmanlı Sadrazamı Tevfik Paşa, milli mücadelede yayımlanan idam kararlarını, şeyhülislam fetvalarını, hilafet ordusu girişimlerini unutup, sanki Babıali ile Ankara arasında hiçbir çelişki yokmuş gibi Ankara’ta telgraf çekerek “Osmanlı devlet ve milletinin başına daha büyük zararlar gelmemesi için” Lozan Barış Konferansı’nda birlikte hareket etmeyi önerdi. Utanmazlığın bu kadarı da olamazdı… Mustafa Kemal, sadrazama “Türkiye Devleti, yalnız TBMM tarafından temsil olunur” diye yanıt verdi. Osmanlı sadrazamının başvurusu 30 Ekim 1922 günü TBMM oturumunda okunduğunda, tepkilerle karşılandı. Bu bunalımdan önemli sonuç almayı Atatürk sağladı ve 1 Kasım 1922’de TBMM kararıyla Osmanlı saltanatı kaldırıldı. İşte Lozan görüşmeleri bu çok önemli gelişme ile başlamıştır. Lozan’da bütün dünyaya “Biz artık yepyeni çağdaş bir devletiz” mesajı verilmiştir. Lozan’a giden heyetin başkanlığına, Ulusal Savaş’ın Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü getirildi ve TBMM, Lozan’a giden heyete verdiği talimatta: - Sınır ve toprak konusunun kesin çözümünü, Türk topraklarında bir Ermeni devleti kuruluşunun reddedilmesini - Türk Boğazları’nın yabancı askerlerden temizlenerek tamamen Türklerin denetimine bırakılmasını; - Kapitülasyonların reddedilmesini, - Azınlık sorununun mübadele (karşılıklı göç) ile çözümlenmesini, - Türk yargısının tam olarak geçerliliğinin sağlanmasını istedi Lozan Konferansı’nda temel tartışma, ekonomik konularda yoğunlaştı. Batı dünyası kapitülasyonların sürdürülmesini istiyordu. Konferansta müthiş bir dayatma vardı, ancak bu dayatmaları kabul etmeyen İnönü ve Türk delegasyonu, Lozan görüşmelerini terk etti (14 Ocak 1923). Daha sonra tekrar toplanan konferansta Batı devletleri Türk taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Lozan’ın özü şudur: - Lozan ilk antiemperyalist savaşı yapan Türklerin varlığını tartışmasız kabul eden uluslar arası bir belgedir. - Anadolu’yu bölen Sevr Antlaşması yırtılıp atılmıştır. - Lozan, kapitülasyonları kaldırmış ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını kabul etmiştir. - Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun kale kapısıdır. Günümüzde Lozan’da elde edilen kazanımlar teker teker elimizden alınıyor. Büyük emeklerle gerçekleştirilen fabrikalar, limanlar, bankalar, sanayi kuruluşları, teker teker elden çıkarılıyor, babalar gibi satılıyor. Adeta kapitülasyonlar teker teker bizden geriye alınıyor. Türkiye 85 yılın en büyük borçlanmasıyla karşı karşıya bulunuyor. Lozan’dan 85 yıl sonraki Türkiye’de, günümüzde iç politikada büyük bir savaş yaşanıyor. Aslında savaş Sevr yandaşlarıyla Lozan yanlıları arasında gerçekleşiyor. Çok hukuklu toplum isteyenler var, Lozan Antlaşması’nın yarattığı “ulus bilincinin” törpülenmesini, hatta ortadan kaldırılmasını isteyenler var. Ulus bilinci yok edilip ümmet toplumuna dönüşüm isteniyor. Bölücüler, Osmanlıcılar, ümmetçiler, dönekler, liboşlar, şeriatçılar bir olmuşlar, Lozan’ı değil Sevr’i taçlandırıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin, anayasasının iki üç maddesinde belirtilen temel kuruluş ilkelerine karşı çıkılıyor. Bu ilkelere tam karşıt yayınlar yapılıyor, konuşmalar yapılıyor. Kendi kurtarıcısıyla ve kendi varlığının temel taşı olan uluslaşma süreciyle 85 yıl sonra hesaplaşmak amaçlıyla karşıt çalışmalar yapan hareketlere, dünyanın herhangi bir ülkesinde rastlamak çok güçtür. Lozan’ı tanımlayan birçok yapıt, birçok yazar vardır. Türk Ulusal Savaşı’na iyi gözle bakmayan İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, sonunda gerçekleri kabul etmek zorunda kalmıştır. Lozan’ı şöyle anlatıyor: “… (Lozan’da) … dünya, tarihte eşi olmayan bir olayla karşılaşmıştır. Yenilmiş, parçalanmış bir ulusun, bu harabe içinden ayağa kalkması ve dünyanın en büyük ulusları ile tam eşit koşullar içinde karşı karşıya gelmesi ve büyük savaşın galiplerini dize getirerek her istediğini kabul ettirmesi…” İşte, ulusal savaşa karşı olan Toynbee bile bunu kabul ediyor, ama bizim satışmışlar hala Lozan’a saldırıyor. Yazımızı Atatürk’ün Nutuk’taki bu konu ile ilgili yargısıyla bitirelim: “Bu anlaşma, Türk ulusuna yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın önlenmesini bildiren belgedir.”Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni kimse yıkamayacaktır. Laik, çağdaş ve aydınlık Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır… Bugün Lozan'ın 85. yıldönümü... Unutulan ve üstü örtülmeye çalışılan bir tarihi zaferin yıldönümü. Herkese kutlu olsun...
Quel-Thul Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 teşekkürler ugraşıp yazdıgın için, yorum yapmak istemiyorum üstüne, ban yemeyelim.
sir Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 liboşlar kadar başınıza taş düşsün e mi =) lozanı kullanıp bugünkü köhne fikirlere, modası geçmiş ideolojilere destek sağlamak, çok güzel çok başarılı. mesela Atatürk'ün kurduğu cumhuriyette bir anayasa mahkemesi yok. şu an niçin orası bir "kale" olarak veya "laikliğin bekçisi" olarak addediliyor? 1924teki anayasada "Atatürk milliyetçiliğine bağlı" gibi bir ifade de yok. hatta "dini İslam" ifadesi var 1924ten 1928e kadar, laiklik ilkesinin anayasaya girişi de 1937yi buluyo.. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Bu egemenliğin tek temsilcisi TBMM'dir. ibaresi var 1924 anayasasında. 60ta yapılan o "ilerici" darbeden sonra ne geliyo? bu egemenliğin tek temsilcisi TBMM olmaktan çıkıyo, anayasa mahkemesi, MGK, senato gibi kavramlar giriyo anayasaya..ve buralarda halk yerine kimlerin sözünün geçtiğini, halkın taleplerinin kimler tarafından görmezden gelindiğini hepimiz gayet iyi biliyoruz. mesela lozanda kıbrısın ingilizlere bırakılmasının niye üstü örtülüyo? şimdi nası hak iddia ediyoruz orda işgalci olarak? "bizim" diyoruz kıbrısa, "vermeyelim" diyoruz. ben de mesela "lozanda böyle yazıyo" diyip kıbrıstan çekilmemiz gerektiğini savunsam ne diyebilirsiniz? mesela Atatürk veya İnönü düşünememiş mi kıbrıs'ın jeostratejik önemini? hem de yıllar süren bir dünya savaşı ve üzerine yine yıllar süren bir kurtuluş savaşından sonra? "konjonktür" dersiniz muhtemelen. eh, biz de onu diyoruz zaten, dünya gelişti, değişti diyoruz, halk da değişti, gelişti..yeni anlaşmalar, yeni açılımlar gerek diyoruz. bu "ulusçuluk" ve bu "tektipleştirme" tutmadı diyoruz. bunu göremeyenler, toplumu ve dünyayı bugünkü haliyle okuyamayanlar, dünyaya eskimiş ve geçerliliğini yitirmiş bir ideolojinin gözünden bakanlar anca lozanı anarlar, anca 20li veya 30lu yılları "altın çağ" olarak sayarlar. neden mi? çok basit, çünkü Atatürk'ün mirası üzerine tutarlı, kapsayıcı ve barışçıl bir devlet sistemi inşa edememişlerdir. bu yetmezmiş gibi ne zaman halk bişeyleri değiştirme talebinde bulunsa, müdahalede bulunulmuştur. ve bu müdahale sonrası oturtulan hukuk sistemi de halkı boyunduruk altına almış, yasama yetkisini kısıtlamış, değişime, demokratikleşmeye, dünyaya entegrasyona mümkün mertebe engel olmaya çalışmıştır.
Romario Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Avrupada bir söz vardır, "Fransızların topraklarını almak kolay, Fransızları idare etmek zordur. Türkleri idare etmek kolay, topraklarını almak zordur." Nah işte tam da başımıza gelenler an itibariyle.
Drakkahn Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Konuyu açan Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Ya hala boş boş konuşuyosun, 85 yıl geçmiş sen bugün bunu hesabını nasıl yapabilirsinki? 1923'teki dünyaya bak, AB ülkelerinin önünde toplantıyı terk eden bir Türk delegasyonu var be, 45 yıldır tarih almaya çalışıyorsunuz, hala daha abuş abuş mesajlarla demogoji yaparak bişeyler elde etmeye çalışıyosunuz. 20 yaşında adamsın, 85 yaşındaki ülkenin anayasasının değişmez denilen ilkelerini değiştirmeyi istiyorsun. Bak tarihi oku anla diye yazdık ama nerde o kabiliyet. Hala bıdı bıdı bıdı, yok ben şöle derim size, yok ben böle derim size. Sen kalk o grup gibi AB ülkelerinin karşısında bir toplantıyı terk et, o zaman alıcam karşıma konuşucam seni ve senin gibileri. Kapısında yattınız, tarih alınca düğün dernekle karşıladınız, havai fişeklerle, davullarla havalanını donattınız. Ne oldu? İngilizler sömürgeci, Fransızlar, Almanlar, İspanyollar, İtalyanlar soykırımcı, hepsi zamanında gelip bu ülkeden pay almak istemedi mi? Şimdi kalkmış onların kurduğu birliğe üyelik için bir yerimizi yırtıyoruz. Sırbistan soykırımcısını yakalattı AB'ye girebilmek için. Sömürgeci ve ya Soykırımcı olman lazım o birliğe girmek için, o yüzden bizi almazlar. Ama siz yarın öbür gün oraya girmek için ermeni soykırımını dahi kabul edersiniz. Padişahta son demlerinde asker Atatürk için yakalatma emri çıkarmıştı, tarih tekerrüden ibaret diye boşuna dememişler, birlikte göreceğiz tekerrürü, her 40 senede bir aynı oyunları oynayarak, tekrar ederek geliyorsunuz başa ama olmayacak anlamadınız mı?
huun Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 parasını vermeyene yazılarını okutmak istememeleri senin için birşey ifade ediyor mu?
Drakkahn Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Konuyu açan Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 huun said: parasını vermeyene yazılarını okutmak istememeleri senin için birşey ifade ediyor mu? Parasını verdim ve aldım okudum. Bana güzel geldiği için ve Lozan'ın 85. yıldönümü nedeniyle de buraya yazdım. Burada 30 bilemedin 40 kişi parasız okudu, bedava dağıtılan gazeleri her gün 800.000 kişi okuyor(muş!) ne olur yani?
sg-1 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 huun said: parasını vermeyene yazılarını okutmak istememeleri senin için birşey ifade ediyor mu? Evet, cumhuriyet gazetesinin bir yerlerden desteklenmediğini, üretilen ürünün maliyetini karşılamak için okuyucudan kendilerine bir nevi ortak olmalarını istediklerini anlıyorum ben buradan. Bilmem doğru, bilmem yanlış.
sir Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 öyle deme ülker reklamları görüyoruz cumhuriyetin spor ekinde felan ;) yani bence bu eleştirilecek bişey değil de, siz ne dersiniz bilemem. drakkahn nefret dolu salyaların foruma akmış, yazı görünmüyo, istersen daha mantıklı bi şekilde tekrar yaz..
BloodyBeast Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 ya ben hep yanlış yere post atıyorum post kasıyorum sancaklar. gören mod silebilir mi bunu
Drakkahn Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Konuyu açan Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 sir said: drakkahn nefret dolu salyaların foruma akmış, yazı görünmüyo, istersen daha mantıklı bi şekilde tekrar yaz.. Sen ve senin gibide düşünen beyinlerden nefret ediyorum napabilirimki. Yazı gayet görünüyor, üstünde salya falan yok, belkide göz yaşlarındır o? QQ more!
SturmVogel Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 sir: Drak gayet normal ve uygarca yazmış. Hata sende üzgünüm
Burax Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 MasterHapLo said: bana hep ilginc gelmistir avrupanin cekilip yunanlilari ortaya surmesi. onlari basariyla yendik ve vatani koruduk zamaninda ama o kadar kotu bir durumdayken neden vaz gectiler? ve kafama takilan sorulardan biri de neden inonu yollandi lozandaki gorusmelere o donem ataturk e bir suikast olmasindan mi cekiniliyordu? eee cevabını vermişin sorunun :) +yazı güzel okumamız lazım ah keşke tarihimiz daha iyi anlatılsa...
Flameoffear Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Ulusçuluk tutmamış mı? Sirden incilere devam. Merakla takipçiniz.
Grange Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 sir said: liboşlar kadar başınıza taş düşsün e mi =) lozanı kullanıp bugünkü köhne fikirlere, modası geçmiş ideolojilere destek sağlamak, çok güzel çok başarılı. Modası geçmiş ideoloji kemalizm mi oluyor? Köhne fikir ulus devleti tam bağımzılıgı savunmak mı oluyor? Süper demokratlık kendi kendinize yarattığınız bir tiranın her yaptığını savunmak ise önceki iki sorunun cevabıda evettir. Ayrıca şunuda belirtmek istiyorum Türk siyasi hayatı sürekli bir değişim içinde olmuştur.Meclis hukumeti sisteminden kabine sistemine geçiş.Güçler ayrılığı ilkesinin kabulu vs.Bunlar halk egemenliğini güçlendirme çabalarıdır.Tabi darbe zamanlarında yapılan antidemokratik yaklaşımlarda vardır.Fakat anayasa mahkemesini halk iradesine karşı görmeni anlayamıyorum.
Öne çıkan mesajlar