Bone Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 http://www.turkmusikisi.com/timucin_cevikoglu/muzik_elestirileri_uzerine.htm TAKVİMDEN BİR YAPRAK ULUNAY 22 Aralık 1954 Milliyet Gazetesi PAZAR KONSERİ VE MÛSİKÎ EDEBİYATI Mevlânâ ihtifali dolayısıyla yaptığım Konya seyahati beni Pazar günkü konseri radyodan dinlemeğe mecbur etti. Münir Nûreddin, konservatuar kürsüsüne geldiğinden beri klâsik kısımlar fasıl an’anesine daha ziyade sâdık kalıyor. Pişrevinden saz semâisine kadar bütün eserler, temenni edilen şekilde icrâ ediliyor. Nitekim Ferahfezâ faslı da, klâsik Türk mûsikîsine yakışan seyri, edâsı ile pek güzel icrâ edildi. Arada Necati Tokyay’ın, iptidâsından sonuna kadar bir sanat hârikası olan taksimi de bu gül demetinin – Pertev Paşa’nın dediği gibi – bir “gül-i zîbâ” sı addedilebilir. Münir Nûreddin’in en kuvvetli tarafı eserin hüviyetine sâdık kalmak şartiyle icrâsını güzelleştirmesidir. Geçenlerde, radyoda yeni tenebbüt eden (yeşerip-yetişen, -adeta bir bitki gibi yerden çıkıp- büyüyen) okuyuculardan birini Alâeddin Yavaşça’yı dinledim. Mâlum olduğu üzere bu nevnihâller (yeni yetişenler) pek kısa bir zamanda Türk mûsikîsinin yektâzı (tek başına mücâdele edeni) oluvermişlerdir. Bir iki şarkıdan sonra hemen kendi besteledikleri eserleri de halka arz ederek yalnız okuyucu değil, bestekâr olduklarını da anlatmak fırsatını fevtetmezler (kaçırmazlar). Mûsikîye hakkıyla vâkıf olmadan yapılan eserler, ister istemez aşirementûnidir (onuncu sınıftır?). Ama radyo, ucu bucağı bulunmayan bir cündî (er, sipâhî-ata binen asker-) meydanıdır. Orada küheylan eser de koşturulur, sütçü beygiri de... Böyle besteler rağbet (iyi) veya abes (boş, faydasız) notu verilmek sûretiyle hükmünü izhâr eden (kararını açığa vuran) halkın tenkîdine (eleştirisine) kalmıştır. Fakat bu yeni beylerin eslâfın (geçmişlerin) eserlerine karşı gösterdikleri lâubâlîlik (dikkatsizlik, saygısızlık, senli-benli tavır) tahammül mülkünü yıkacak kadar tahripkâr oluyor. Bu gencin de Dede’nin “Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü” rastını lîme lîme eylediğini görünce hiddetten bir tarafıma inmesin diye düğmeyi çevirmeğe mecbûr oldum. Yâhu! İsmâil Dedeler, Dellâlzâdeler, Zekâî Dedeler, Şâkir Ağalar, Hacı Ârif Beyler, sizler hiç vâris bırakmadınız mı? Hazînelerinizi yağma ediyorlar... Meded! Bizde mûsikî edebiyatla beraber gider. Bu nevhevesler (yeni hevesliler) edebiyat değil, doğru dürüst Türkçe’yi bilmiyorlar. Büyük bestekârlardan Nikoğos Ağa, mûsikî tahsil eylemek üzere Dellâlzâde’ye gitmiş. Dellâlzâde: “Sen, demiş, Türk edebiyatını bilmezsen bestekâr olamazsın.” Nikoğos Ağa, üstâdın elini öpmüş, çıkmış, doğru Bursa’ya Ahmet Vefik Paşa’ya gitmiş. Paşadan üç sene edebiyat tahsil etmiş. Ondan sonra Dellâlzâde’ye gelmiş, o da memnûniyetle bu sanat âşığını yetiştirmiş. Nikoğos’un eserlerinde en ufak bir Ermeni lehçesi yoktur.O zaman bestekâr böyle yetişirmiş. Bizim sanatkârlara daha güftelerde liyezonu (hece bağlamayı) öğretemedim. Muallâ Yakar, usûle muvafık okumasına rağmen, solosunda “âşık...oldum” diyor. Şunu “âşı...koldum” şeklinde okuyamıyor. Âşık oldum yavrucağım gözüne Hak saklasın göz değmesin özüne Mısraında da, “gözünü, yüzünü, özünü” birbirine karıştırmakta bir mahzur görmüyor. Mûsikî edebiyatında güftenin kendine mahsus telâffuzu vardır. Meselâ eski esrelerde “itmek” yerine “etmek” masdarı kullanılırsa eserin içine edilir. “ Ey büt-i nevedâ, olmuşam müptelâ” dır. Bunu “olmuşum” demek için câhil olmak lâzımdır. “Bülbülem bir güle” yörük semâîsi “bülbülüm” diye okunmaz. Hacı Ârif Bey’in “Gurbet ilde beni sevdâzede-i vuslat edip, gezdiren firkat ile sarsar-ı aşkın yelidir.” mısraını “serseri aşkın yelidir” yapmışlar. “Sarsar”ın şiddetli rüzgâr olduğunu bilmiyorlar, öğrenmek de istemiyorlar. Mustafa Kovancı solosunda muvaffak olamadı. Akord, bolâhenkten bir perde pes olduğu için sesine uymadı. Yörük semâîde “Lûtfeyle aman...” ile başlayan terennümü ırak perdesinden başlaması lâzımken eviç perdesi ile başladı ve kararda tize çıkmak mecbûriyetinde kaldı. Üçüncü kısım pek güzel oldu. Bilhassa Şehnâz Divan enfes okundu. Konservatuarda “mûsikî edebiyatı”na ehemmiyet vermek îcâb eder. Heves edenler olsa hasbeten lillah (Allah rızâsı için) okuturdum. İlimde buhûl (cimrilik) yoktur. İşte levh (üzerine yazı yazılacak zemîn), işte kalem, işte kütüb (kitaplar), işte fuhûl (büyük âlim, bir konuyu emsâllerinden iyi bilen kişi). Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Bone Mesaj tarihi: Şubat 6, 2008 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Şubat 6, 2008 Türk Sanat Müziği'yle ilgilenen yoktur gerçi gençler arasında ama, sonuçta bizim müziğimiz olduğu için okursunuz diye koyayım dedim. Beğenilen bir yazı. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar