MaUWw Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 vakit ayırıp okuyan olursa diye....bnm yazdığım aynı zamanda bi internet dergisinde yayınlanmış olan yazı. çalan saatin, o insanın içine işleyen tiz sesiyle uyandım. bu sesin aceleci ve devamlılığını ara vermeden sürdüren hali, bir an için saati fırlatıp, bir şekilde yok etme isteğini uyandırdı içimde. her ne kadar o an istesem de, hafta sonu uykumu son bulduran, iğrenç cismi, fırlatmadım. sadece ellerimle, göz kapaklarımı aralamadan, görmeden, yoklayarak baş ucumdaki masanın üstünden yakaladım saati, arkasındaki çıkıntıyı öbür tarafa kaydırmamla telaşlı, gıcık bağırış, yerini mahmur bir sessizliğe bıraktı. nefret ettiğim, hep tekrarlanan, saatin gıcık bağırışıyla uyanma sorununu, bir daha yaşamayabilirdim, başka şekillerde uyanabilir ve hatta hiç uyanmayabilirdim. buna rağmen, saati hiç yok etmedim, hep kalkmam gereken zamana ayarladım, hep uyandım. istemediğim ama bilinçli olarak devam ettiğim bu duruma neden hiç son vermediğimi, niye bu eziyeti bile bile çektiğimi düşünmekse, sadece hayatı daha zor bir hale soktu. o an, tüm bu karmaşık düşüncelerden sıyrılıp, kafamı yastığıma gömüp uyumaya devam ederdim etmesine ama, bir saat sonra olmam gereken bir spor salonu, almam gereken maçlar vardı. gitmek istiyordum, kalkmak ızdırap verici de olsa, bana ait sıcacık bir yataktan... içimdeki hiperaktivite uyanmıştı bir kere. hafta içleri yetmiyormuş gibi, hafta sonları da erken kalmak, belki de yazın öğlen bire kadar uyanmayışlarımın bir cezasıydı bana, kim bilir belki de çok fena bir şey de değildi aslında... banyodan çıkıp, giyinmeye gittim. üzerime bir şeyler geçirdikten sonra, bu kez daha özenli bir şekilde bütün gün üzerimde neyle dolaşacağımı düşündüm. seçtiğim kıyafetleri çantama yerleştirdikten sonra, geç kalmamak için biraz da telaş ederek en rahat spor ayakkabılarımla, attım kendimi dışarı. şimdi bir şeylere binip, gitmem gereken yere, ulaşmam gerekiyordu. kadıköy’ün ısrarcı minibüslerinden birine bindim, şöföre parayı uzattım, aldı. oturacak yer olmadığı için ayakta durmaya başladım. inenlerin ardından boşalan yerler olsa da, oturmak içimden gelmedi. az sonra siyah fönlü saçlarıyla, siyah çorabıyla, siyah eteği, siyah mor çizgili tişörtü, yine siyah olan converse’i ve üstüne indirdiği siyah mor çizgili kısa çoraplarıyla bir kız minibüse bindi. boş olan bir yere oturdu. yüzünde sert bir ifade vardı. gözlerini sabitliyor soğuk soğuk bakıyordu. taktığı kulaklıklarından fışkıran müzik, çantasının içinde bilinmeyen bir merkezden geliyordu, ne dinlediği temel hatlarıyla belliydi. bol gümbürtülü, bir şekilde ritim tutmanı gerektirecek, uyandıracak, hareketlendirecek bir müzik. bu kız inadına gözlerini sabitlemiş sakin sakin ama bir yandan da sanki öfkeli öylece duruyordu. neyse işte. ya, insanlar neden bu kadar kasıyorlar kendilerini anlamıyorum, sabahın o saatinde. yani pazar pazar uyan, kalk giyin, çeki düzen ver kendine, makyajını yap, oo bir sürü işkence, hem de saat sekizde. başka derdiniz yok mu kardeşim, bir de o kadar ilgilen kendinle, sonra bunalım takıl, anlamıyorum valla. insan eğer mutsuzsa, depresifse, amaçsızsa, nasıl o kadar dönüştürebilir, giydirebilir ki kendini? e, peki değilse neden öyle donuk donuk bakar, gözlerinde neden görürsün mutsuzluğu, sıkılmışlığı, öfkeyi? beni ilgilendiriyor, çünkü çevreye yayılan negatif elektirik israfından başka bir şey değil bu... vardım sonunda, ulaştım, yapacağımı yaptım. yeterince yorulduktan sonra, giyinip çıktım. aklımdan geçen onlarca yiyeceğe engeldi zaman. saat daha on buçuk olduğundan, kahvaltı dışında ciddi yemekler beni bozardı. kahvaltı, biraz soluklanma vs... en sonunda yaptığım ara yolculuklardan sonra taksim’den kocamustafapaşa’ya giden bir otobüse bindim, boştu. en arka sıraya gittim oturdum. derin bir nefes aldım, yorgun, çok yorgundum, oysa kimileri için gün daha yeni başlıyor gibiydi; öylen on iki buçuk da olsa, ne de olsa pazardı. hava sıcaktı, yumuşaktı, buharlaşmıştı sanki, elle tutulur gibiydi, büyüleyiciydi. zaman kavramı, ölçüt olmaktan çıkmıştı sanki... insanlar otobüse bindiler, teker teker. çok ilgilenmedim hiç biriyle, sadece alnımı dayanım cama, dinlediğim müzikle uzaklaşmak istedim o an ordan. uzaklaştım. aldım başımı gittim, bir süreliğine, keyfim yerine geldi. hemen varmak istemedim, geç kalmış da olsam gideceğim yere; hemen varmak istemedim. havanın yoğunluğu içinde, bir yerlere koşuştururken, bir durak gibi, uyumak, soyutlanmak gibi, iyi geldi oturmak... henüz tarlabaşı’ndan geçiyorduk. sağa doğru bakıyordum, camın ardından insanlara. yine ne çoklardı... garip insanlar... her insan garip... bölge bölge farklı insanlar... yine de acayip cosmopolitti geçtiğim yerler... dağınık olsun, öyle gözüksün diye değil de, gerçekten dağınık ve pek iyi görünmeyen sarı, siyah karışımı toplanmış saçları, net olmasa da gördüğüm kadarıyla, kirli beyaz, kalın topuklu ayakkabıları, boyu kısa, rengi koyu tükenmez kalem mavisinde, dar, paçaları kısacık yırtmaçlı pantolonu, üstünde pantolonla hemen hemen aynı renkte kot ceketiyle, sırtı dönük, yüzü silik, kollarını başından bir hışım aşağı çeken, bağırdığı görülen, tepinen bir kadın. elinde beyaz bir çanta beyoğlu’nun derinlikli dar sokaklarına doğru, merdivenleri atlayarak dalan bir adam, bir genç. duymuyordum ama, görüyordum. kadının nasıl bağırdığını, duyuyormuş gibi biliyordum. bir gürültü vardı, ağlamaklı bir kadın silüeti, derken, biz, şaşkın simitçiyi gördük en son, sonra hızla geçtik, kadını, hırsızı, simitçiyi, durakta bekleyenleri. otobüsün içinde bir karmaşa yaşandı aniden, önde bir grup başı bağlı hanım teyze vardı. onlar telaşla konuşmaya başladılar, şöför ve kapının yanında oturan biletçinin bile bu muhabbete katıldığını gördüm. gözlüklü bir teyze, zıplayarak giden otobüse aldırmadan kalktı yerinden, minik ve çabuk adımlarla, bana doğru geldi. sonra otobüsün arka camından merakla parmak uçlarına kalkarak bakmaya çalıştı. avusturalya çöllerindeki, mirketlere benzettim onu o an. aceleci, meraklı, tetikte... sonra yine minik ve çabuk adımlarla diğer hanım teyzelerin yanına döndü. artık daha fazla atraksiyona tahammülüm kalmamıştı, gözlerimi kapadım biraz. eğer müzik dinlemiyor olsaydım ne kadar sıkıcı olurdu, daha fazla orda olurdum, daha fazla o otobüsün içinde, daha fazla kargaşa, daha fazla kalabalık, daha gerçek, daha... neyse ki değildim, eğer olsaydım bu kadar da dikkat edemezdim zaten, bir çok şeye. varmam gereken yere yakınlaştık, o sırada yine yeni insanlar bindi otobüse. küçük bir kız bindi, bir da baba. kız babasına benziyordu, bir küçük çanta ve “arçelik” yazan yıpranmış bir küçük telli not defteri taşıyordu, babası bıyıklı siyah saçlı bir adamdı sanırım. kız gülümsüyordu, babası onu önüne aldı elinden tuttu, yanıma oturttu. kendi oturabilecek kadar büyüktü kız, çok küçük değildi, ama babası ona kibarlık yaptı, o oturduktan sonra oturdu yanına. siyah kısa topuklu, klasik okul ayakkabısı cinsinden ayakkabıları vardı kızın, önleri soyulmuş, grileşmişti. gülümsüyordu sürekli, babası da gülümsüyordu. bence baba kız bir yerlere gidiyorlardı, bu onlar için önemli bir geziydi, özellikle kız için... insanlar gün içinde, en iyi nerede gözlenir? toplu taşıma araçlarında. adamın ellerini görüm, elleri... siyah kıllı, kalın parmaklı, tırnakları pis, kötü oldum nedense... adam kızını öptü, kız güldü, adam bir daha öptü, kız yine güldü. omzunu, kanatları altına almış gibi güven vererek sıktı kızın, kız güldü. adam yüzünü elledi kızın, konuşuyorlardı, duymuyordum. adamın elini tuttu kız, o pis ellerini, adam güldü, kız güldü. eskimiş de olsa ayakkabıları, küçük de gelse montu, kapanmasa da düğmeleri, “aç değil, açıkta değil”lerdi. dünyalarındaydılar, mutluydular, kendi bakışları, kendi görüşleri, kendilerine göre onlar gayet iyi... kız adamın elini tuttu, öptü, o pis elini. ona göre pis falan da değildi belki... inmem gerekti indim otobüsten, zaten artık çok daralmıştım, bir taksiye bindim, geç kaldım ama yine de sonuçta gittim. yolda neden herşeye bu kadar takıldığımı düşünürken, o an boş vermek geldi içimden, boşverdim. yine karışmıştı her şey... elleri, elleri... herkesin kendi iyisi, kendi kötüsü, kendi zengini, kendi fakiri, güzeli, çirkini... kuzguna yavrusu... belki... düşündüğüm zaman, iyice karıştı kafam, hayat ne başka... peki ya acaba, benim ellerim kimlere göre pisti? Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
sir Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 hiç bu tarz yazamıyorum ya nası yapıyosunuz şunu..detaylı detaylı, bi paragraf boyunca çalar saat duydum valla :)) bu da bi yetenek olsa gerek, bravo doğrusu. biçim başarılı. içerik daha da başarılı. doğru yerde doğru sorular sorulmuş, çok güzel betimlemelerle desteklemişsin..oldukça insani, rahat bir bakış açın var hayata dair. bu belki bulunması daha da zor bişey. tebrikler. bu arada "cosmopolitti" italyanca gibi olmuş :p Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
MaUWw Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 :)) hiç okunucağını düşünmüyordum. teşekkür ederim. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
MaUWw Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 bu arada bence bu tarz yazabilirsin, sadece görme, gördüğünü hatırlama ve yazarken de kendini kaptırma meselesi. özellikle betimleme bi şeyler yazarken çok eğleniyorum çünkü kendime göre yeni bi yaşam çiziyorum. yeni bi masa, yeni bi saat, otobüs, kadın, adam... Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
sir Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 benim için yazı daha kopuk, daha hayali, ruhani bişey olmalı, yani dışarda gördüklerimle değil de içerde düşündüklerim, hissettiklerim veya gördüklerimle uğraşmaya çalışıyorum. eheh büyük edebiyatçı lafı gibi oldu ama..yazdıklarımı okursan anlarsın sanırım, sir diye arayınca çıkıyor (şimdi reklamlar) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
MaUWw Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 dışarıyı kullanarak içeriyi anlatmak, yani hani merdivenler diye bir şiir var. ya yazarı dilimin ucunda. ah hayırlayamıyorum! neyse.. gördüğümüz şeyler ztn çoğu zaman o anki halimize göre şekil alıyor. iilla aynen resmetmeye gerek yok....yazdıklarını genelde okuyordum ztn. aloorasıneresi'yi çok beğenmiştim. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
sir Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 ahmet haşim :) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
MaUWw Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 ahmet haşim, evtt!! bu arada bi kere karalama defterine bi şy yazmıştım. bi anda yazdığım için hiç kurallara uymamıştım ve kafama göre bi sürü kısaltma yapmıştım.. sen de onu okuyup bi gzl azarlamalarda bulunmuştun:d onun için eğer farkındaysanız diğer her yerde 'hala' kafama göre yazarken "karalama defteri"nde birer kural uyucu oluyorum=) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
sir Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 işte severim de döverim de :p kırdıysam kusura bakma valla, ama bazen öyle bi yerde bi garip kelime veya kısaltma oluyo ki, yazıdan da yazardan da soğuyorum, sinirleniyorum.. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
MaUWw Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 yok cnm kırılmadım tabi, haklı bi durum. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
beybin Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 beğendimmm!! sonu oldukça çarpıcı.önce baştan savma gözattım , baktım brezilya dizilerine benzemiyor pek - bu dizileri kaçıncı bölümden başlamış olsan seyretmeye yine de bir şey kaçırmazsın - başladım okumaya ,beğendim de.insan betimlemeleri güzel.canlandı gözümde.bir de sonu..mmm..evett.. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
MaUWw Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 6, 2006 saoll. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Deniz Mesaj tarihi: Mart 7, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 7, 2006 ya okurken bı sure sora sıkıldım acıkcası.fazla guncel geldı acıkcası."e bunları ben zaten bılıorum" seklınde.ılgımı cekmedı acıkcası. sadece baba kız muhabbetı ıyı.sadece burayı yazsan vermek ıstedıgını dırek verırsın.okuyucu da sıkılmaz. ayrıca hangı net sıtesı bu? Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
MaUWw Mesaj tarihi: Mart 7, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 7, 2006 bence baba kız muhabbetinden çok önce bi sürü başka şey var. ayrıca hepsi ona giden bi yol. tutup "bu gün ben bunu gördüm" şeklinde bi yazı yazsaydım da bu kadar gerçek olmazdı. siteyi boşver, adım soyadım, biyografim vs. her şeyim var söllemek istemem şimdi. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Deniz Mesaj tarihi: Mart 8, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 8, 2006 okudum da yazdıgımı 2 3 kere ardarda acıkcası demısım:):):) ya tek bı yazıdan zaten yanı anlısılır da belkı bu yazdıgından daha ıyılerı vardır bılemıcem. bır de genelde degısık seylerı begenırım.baba-kız muhabbetını okuyunca ve " ellerım kıme gore pis"gıbı bır sorunsal atınca sasırdım.hosuma gıttı.diger olayların da ıcıne sasırtıcı bıseyler koysan daa guzel olurdu. sadece bır yorum. [ Mesaj 08 Mart 2006, Çarşamba - 09:50 tarihinde, Deniz tarafından güncellenmiştir ] Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
MaUWw Mesaj tarihi: Mart 8, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 8, 2006 saol saol..bu yazı bi gün işte..ölle bi gün, h.sonumdan bi gün.. diğer yazılarımı okumak isteyebiliceğne de sevindim...çok "açıkcası" kullandığnı fark etmen gzll:) başlangıçta birileri okusun diye yazmadığımdan, biiraz fazla kişisel olabilir. daa çok aklımdakilerden yazarak kurtulmak istedim. çünkü bn her sabah düşünüorm "bu neden çalıo, istemediğm halde" die...bunun gbi ayrıntılar iştee. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Giovanni Mesaj tarihi: Mart 9, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 9, 2006 Edebi açıdan giriş bölümü gerçekten rezalet :) ama geri kalanı gerçekten bir şaheser olmuş çok hoşuma gitti. Giriş bölümü üzerinde biraz daha çalışmalısın bence bu yazıyı böyle bırakma adam et. Ayrıca "öylen" değil öğlen olacak. Bi de "atraksiyon" kelimesi edebi akışa çok ters kaçmış bence çok sırıtmış "converse" de aynı şekilde. "Converse marka" şeklinde kullanırsan bence o sırıtmayı biraz daha yumuşatabilirsin. saygılar :) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Giovanni Mesaj tarihi: Mart 9, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 9, 2006 Daha doğrusu giriş bölümünde, ileride çok etkin olan, anlatımda duruluk, anlaşılırlık ve sürükleyicilikten eser yok. Anlatılmak istenenler iç içe geçmiş, bir kargaşa söz konusu. Uzun cümlelerden şimdilik kaçınbence tıpkı yazının ilerleyen kısımlarında yaptığın gibi. Kendini geliştirdikçe anlaşılır uzun cümleler kurabildiğin zaman bunu yap :) naçizane fikirlerim :) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
MaUWw Mesaj tarihi: Mart 9, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 9, 2006 ah! gerçekten sağol. bi yerleri edebi bulman bile gzl. günlük yazısı gibi bi yazı aslında:) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Quibble Mesaj tarihi: Mart 10, 2006 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 10, 2006 giris yeterince akici olmasada yazinin devamina, gunun devamina hazirladi beni acikcasi..Yaziyi genel olarak begendim, guzel bir sonu var. Yanliz sanki virgulu biraz fazla ve gereksiz yerlerde kullanmissin gibi geldi bana, gerci bende pek beceremem imla kurallarini duzgun kullanmayi ve belki bana yanlis geldi :) dur ben bidaha okuyayim yazini, cok begendim.. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
MaUWw Mesaj tarihi: Mart 10, 2006 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Mart 10, 2006 :) saol. gerçekten çok mutluyum. bu soruyla ne sorduğumu, o an nassı baktığımı okuyanlara anlatabildiğim için... [ Mesaj 10 Mart 2006, Cuma - 14:45 tarihinde, MaUWw tarafından güncellenmiştir ] Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
kermit Mesaj tarihi: Mart 9, 2010 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 9, 2010 tldr Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
kermit Mesaj tarihi: Mart 9, 2010 Paylaş Mesaj tarihi: Mart 9, 2010 Giovanni said: Edebi açıdan giriş bölümü gerçekten rezalet :) ama geri kalanı gerçekten bir şaheser olmuş çok hoşuma gitti. kapısız ev ev değildir dostum. giriş kötü olduktan sonra çıkışı süper olsa ne yararki. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar