Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

güneş dil teorisi M.KEMAL ATATÜRK


kkk_87

Öne çıkan mesajlar

Arkadaslar ya ben son zamanlarda bu konuya acayip takıldım ve tartışmak istiyorum.Sizce M.Kemal bu teoriyi ortaya atmakla ne amaçlamıştır?sonucu ne olmuştur?izlenilen yol ne kadar adaletlidir?lütfen bilenlerin değerli bilgilerine ihtiyacım var.saygılar[signature][hline]
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

bildiğim kadarıyla, neredeyse herşeyin kökeninin türkler ve türkçe olduğunu iddia eder. mesela amazon kelimesi "amma uzun"'dan amazon olmuştur, niagara "ne yaygara"'dan gelmiştir gibi. ortaokulda tarih ve türkçe hocam doğruluğuna yürekten inanarak anlattığında da komik gelmişti, şimdi de öyle geliyo.

ekşi'de ise şöyle ilginç bişey var: "atatürk'ün başlattığı bir proje değildir. atatürk "türk kültürünü ve tarihini araştırın, tarihimizdeki ihtişamlı şeyleri ortaya çıkartın" demiştir. yardımcıları da "hım şöyle külliyetli bişey yapalım paşa da sevinsin" diye ata ata güneş dil teorisi'ni ortaya atmışlardır. atatürk bunu görünce "böyle saçma şey olmaz, gidin adam gibi bir araştırma yapın" diyerek projeyi uzaklaştırmış, lakin kendisinden sonra bir dönemde proje hortlatılarak üzerinde "çalışılmaya" devam edilmiştir..."
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Tamamen fasarya ve kafatası milliyetçilerinin pek sevdiği bir konudur.
Benzer bir durum Türk Tarih Kurumu'nun ilk çıkardığı tarih kitabında sümerlilerden hititlere herkesi Türk olarak göstermesinde de yaşanmıştır. Bu yapılanların bir kısmı "Efendim Cumhuriyet'in ilk yıllarında millete gaz vermek, manen yüceltmek, vs vs" için yapılmıştır diye savunulur, fakat günümüzde dahi içeriği boş olan bu kitapları kaynak diye savunarak tezler üretenler mevcuttur.

Güneş dili de duyduğun üzere Atatürk tarafından kabul edilmeyen ama bu "Dünya Türk olsun" şeklindeki görüşe sarılmış insanların çıkardığı bir teoridir. Yoksa Niagara'ya "Ne bu yaygara" demek saçmalıktır, "otobüs" kelimesini nasıl açıklayalım o zaman? (Aslen üstü buz dan gelir, o zamanlar otobüslerin üstü açıkmış esinti yapıyormuş, hede hödö, gördüğünüz gibi saçma oluyor)

Saygılarımla,[signature][hline]Working for the weekend...
Tüm Metalciler bir gün Led Zeppelini tadacaktır.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Bu konuyu başka bir yöne kaydırmak istiyorum.

Bilim adamları insanlığın kökü hakkında yaptığı araştırmalar halen teorilerle sınırlı. İnsanın ortya çıktığı çıktığı yerin Asya ya da Afrika olduğu söylenmekte. İşin trajik kısmı devletlerin politikalarını etkileyeceği düşüncesiyle bilim adımlarına baskı yapıldığı tahmin edilmekte.

Bilim dergileri insanın Afrikadan Asyaya, karadenizin kuzeyinden Avrupaya geçtiğini haritalarla gösterir. Fakat insanın evrim teorisine gelince işler karma karışık olur. Bilim adamları bu sorunu giderebilmek için insanların yaşadığı coğrafyadaki geleneklerine, kullandıkları dil öbeklerine ve kafatası özelliklerinin göre ayırmışlar.

Dil öbeği en geniş coğrafya Türklerin kullandığı Ural-Altay dil öbeği. Rusyanın doğusu-güneyi, Kuzey Kutbu, Çin'in kuzeyi-batısı, Moğolistan'ın doğusu, Hindistan'ın kuzeyi, batısı Hazar denizi. Türkler için geldikleri yer bariz bir şekilde Asya olduğu belli. Avrupa devletlerinde bu konuyu açmak her zaman kavgaya sevbep olmuştur. En bilinen katogori bütün Avrupanın Celt kökenli olduğudur. Celtlerin nerden geldiği ise açık değil. Celt gelenekleri ve yaşayışları Asyalılarla aynı fakat ortak bağ ya bilinmiyo ya da açıklanmıyor.

Amerikalı yerliler için kafkasyalı kafatası, şaman inanışı, göçebe hayat biçimi Eskimo ve Kuzeydoğu Asyada yaşayan Şaman halklarına benzetiliyor.

Gen izi sürme ise yeni bir yöntem. Bu yönteme göre Afrikadan Hindistan'ın güneyine ordanda Avusturalya yerlilerine ulaşılabildi. En ilginç açıklama Afrikada yaşayan en eski kabilelerden birini ziyarete gidilir. Bilim adamı ilk bakışta burdaki insanları çekik gözlü, çıkık elmacık kemikli bu halkı Moğollara benzetmesi. Bence burdan çıkılacak sonuç kafatasına aldanmamak ya da insanlığı Asyadan Afrikaya gittiğini teorisini kurmak önemli. Aslında bu mesele tam bir muamma.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

  • 1 ay sonra ...

Güneş dil teorisini reddeden ve buna yok diyenler! Aşağıya bakın diyeceğiniz birşey yok



Atatürk, Fransız safiri ile yaptığı bir konuşmada Türkçenin de Fransızca lisanı kadar nüanslı bir dil olduğunu izah eder. Fakat bu izahatı verirken diksiyonerlerimizin kifayetsizliği dikkatini çeker. Bunun üzerine o vakte kadar gayet yavaş ve kendi hâlinde çalışan dil cemiyeti ile alâkadar olur. Dil faaliyeti böylece başlar. Ben bu başlangıçta yoktum. Atatürk, bir gün beni çağırtıp dedi ki:

- Sen Fransızca hocasısın, soracağım suale cevap ver. Dedi.

Rönesans’tan sonra meydana çıkan Fransız şairlerini ve kullandıkları dili kimse anlamamıştı. Sonra bunlar romantikler zamanında tekrar neşredildikleri zaman herkes anlamıştır. Bunun sebebini izah et. Bu dil devrimini nasıl oldu?

Atatürk, bu gibi suallerin cevaplarını önceden hazırlar ve sonra sorar, istediği cevapları alıncaya kadar da sorguya devam ederdi:

- Fransız dilinin inkişaf ve yerleşmesini Fransız tiyatrosu yapmıştır. Dedim.

Atatürk:

- Bravo, dedi.


Ve bana üç piyes mevzuu verdi. Bu piyeslerden BAY ÖNDER, kendi hayat ve fikirlerini sembolik olarak anlatacaktı. Diğer TAŞ BEBEK ve BİR ÜLKÜ YOLU isimli iki piyes de yine sembolik mevzulu idiler. Bunları verdiği direktiflere göre hazırlayarak Afet Hanımefendiye takdim ettim.

Atatürk bunları ikişer defa tashih ettikten sonra oynatılmalarını emretti. Derhal emir verdi. Bir müzik festivali yapılması hazırlıklarına başlandı. Bay Önder’in müziklerini Necil Kâzım’a, Taş Bebeği Adnan’a ve Ülkü Yolunu Ulvi Cemal’e havale ettiler.

Bu müzik festivali bin bir amille muvaffak olamadı.

Atatürk:

- “Bu piyeslerin dillerini biraz daha açıklayalım. Müzik eşliğinde oynatalım.” Dedi.

Bir akşam bu iş için Çankaya’ya çağırıldım. Fakat, o akşam bütün dille alâkalı kimseler orada idi. Atatürk, hariciyeden yazılmış bir tezkereyi okudu. Ve sonra hazır bulunanlara bunları izah ettirmeye kalktı. Metni tam manası ile bir uydurukça idi. Herkes başka bir şekilde anlıyordu. Atatürk, çok üzülmüştü:

- Dil işi böyle çıkmaza girdi. Şimdi ne yapacağız? Diye sordu.

Dil kurumu’nun mühim ekrânından bir zat da:

- Nasıl emrederseniz öyle yaparız. Deyince Atatürk bir bomba gibi infilâk etti:
- “E.. E.. ğe bak, nasıl emrederseniz diyor” diye haykırdı.
- “Bu iş benim emrimle olur mu? Ben size bu dili nüanslandırmak için çare sordum. Bana geyiğin kırk türlü adı olduğunu söylediniz. Ne dedinizse yaptım. Şimdi iş çıkmaza girince nasıl emrederseniz diyorsunuz. İş benim emrimle olsaydı ben bu milletten yeni bir dil öğrenmesini isterdim.

Bu milletin bana itimadı öyledir ki onu bile kabul ederdi… Şimdi beni millete rezil ettikten sonra; Nasıl emrederseniz diyorsunuz. Defolun!..”

Vakit, sabaha yaklaşıyordu. Hasan Reşit Tankut ve bir iki kişiden başka herkes döndü. Atatürk bahçeye çıktı. Bir söğüt dalı kopararak onunla meşgul olmaya başladı. Nihayet:

- “Bana zekî iki talebe bulun.” Emrini verdi.

Gazi Terbiye Enstitüsü’nden iki talebe geldi.

Atatürk, her kelimenin Türkçe olacağını anlatan “Güneş dil teorisini” onlara benimseterek ilân etti.

Şimdi, yolunuz dil kurumuna düşerse orada bir tunç plâka üzerinde bu söğüt dalını saklanmış bulursunuz.

Aradan zaman geçti. Artık her kelime Türkçedir diyen “Güneş Dil teorisi” etrafında bir hayli espri yapılıyordu. Bunlar Atatürk’ün kulağına gitmiş olacak ki, bir gün bana bu teoriyi öğrenip öğrenmediğimi sordu. Ben kekeleyince:

- “Senin kadar benim de aklım var. Mesele nereden kelime alınırsa alınsın bu dili zenginleştirmektedir. Anladın mı?” dedi. Ve yürüyüp gitti.

Atatürk’ün dil devriminin en hareketli günleri yaşanıyordu. Çankaya’daki köşkte hemen her akşam dilci mütehassıslar toplanıyordu. Atatürk sofrasının bulunduğu salona bir de kara tahta koydurtmuştu. Gece sabahlara kadar bu mevzular üzerinde münakaşalar yapılıyor, kararlar veriliyordu. Bazen saçları ağarmış rica sınıfına girmiş bir zatın bile bu kara tahtanın önüne kalktığı, imtihana girmiş bir lise öğrencisi gibi ter döktüğü oluyordu.

Bir akşam yine sofrada toplanıldı. Atatürk, o akşam her vaktinden başka görünüyordu. Onu iyi tanıyanlar yine bir hadisenin arifesinde olduğumuzu hissetmekte gecikmiyorlardı. Hemen bütün dilciler ve dilbazlar sofraya çağırılmışlardı. Birisi eksikti. Hasta imiş: Yaver Naşide. Atatürk, yeniden emir verdi. Eğer ayakta durabilecek hâlde ise gelmesi için telefon ettirdi.

Herkes yeni hamlenin ne olacağını merak ediyordu. Nihayet beklenen zat da geldi. Atatürk elinde tuttuğu bir kâğıdı okudu.

Bu Hariciye Vekâletinden yazımlı bir kâğıttı. Başından onsuna kadar, yeni kelimelere doldurulmuştu. İçinde bir hayli de uydurulmuş yeni kelime vardı.

Sofrada kimse kâğıtta yazılanlardan bir şey anlayamamıştı…

Atatürk, kâğıdı sıra ile yanın

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...