Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

lykurgos'tan castro'ya


Feamer

Öne çıkan mesajlar

azra erhat ın plutarkhos 'un lykurgos biyografisi çevirisine yazdığı ön söz,



ama önce bağzı notlar

said:
...onların gördüğü, aşırı bireyciliğin devleti anarşiye sürüklediğiydi. halk egemenliği adına atina halkının karıştırmadığı halt yoktu. keyfini ve günlük çıkarını yasa bilen demos, devlet işlerinin altını üstüne getirmiştir. aristophanes'in komedyalarına bir bakın: kişi kendi başına buyruk olarak hem yargı vermesini, hem yasa koymasını, hem aklına estiği zaman savaş, işine geldiği zaman barış yapma hakkını görür kendinde, özgürlüğüne hiçbir sınır tanımaz. bu tutum atina halkını demokrasinin tam karşıtı en koyu bir zorbalığın eline düşürmüştü.ister halktan, ister soylu sınıflardan yetişme olsunlar, demagoglar atinalıları boyuna aldatıp kendi çıkarlarına göre yönetmenin yolunu bulmuşlardı. demokrasi boş bir laf olmuştu atina'da, platon ve aristoteles de bunu görüyor ve bireycilikten toplumculuğa gitmekten başka yol olmadığını anlıyorlardı


----------------------------------

lykurgos'tan castro'ya

said:
"gençliği paradan tiksindireceğim" diyor fidel castro. neden söylüyor bu sözü? küba'da madenlerin her çeşidi var, toprak alabildiğine verimli, hayvancılık öylesine gelişmiş ki, 1970 yılında halka parasız süt dağıtılacaktır. yirminci yüzyıl ekonomisinin, içinde yüzdüğü para okyanusunda gemisini yürütebilir küba, istese. ama istemiyor işte. paraya sırtını dayadığı sürece, kapitalizm yolundan ayrılamayacağını, sosyalizmi gerçekleştiremeyeceğini biliyor da ondan istemiyor.

ne tuhaf! üç bin yıla yakın bir zaman önce, lykurgos diye bir adam aynı şeyi düşünmüş aşağı yukarı. toplum düzeninin içinde paranın zararlı olacağı düşüncesiyle, demirden öylesine ağır bir para bastırmış ki, ne taşınır, ne saklanır. kişiye hiçbir mülkiyet tanımayan, devlet çıkarını tek ülkü ve erek diye benimseyen bu toplum düzenine ne ad vermeli? vaktinden önce bir sosyalizm mi, bir komünizm mi? hem kim bu lykurgos, nerede ve ne zaman yaşamış? yaşamış mı gerçekten? onun hayatını anlatan plutarkhos da bilmiyor. lykurgos ya da isparta konusunda yazı yazmış, söz söylemiş, fıkra anlatmış ünlü ünsüz ne kadar tarihçi, coğrafyacı, filozof, hatip, şair ve bilgin varsa, hepsine başvuruyor da, gene alamıyor kendini yazısına şu sözlerle başlamaktan: "yasacı lykurgos hakkında su götürmez hiçbir gerçek söylenemez."
..

ama nedir bu isparta'nın çekiciliği? kölelik ekonomisi üstüne kurulu, ırkçılığa ve soyculuğa dayanan bir kışla düzeni değil mi? sömürücülüğü, insanı bir av hayvanı sayacak kadar ileri götüren, ırk ve soy temizliği gibi doğadışı bir yanıltı uğruna can ve canlılığı hiçe sayan, eğitim süsü altında gençliği bencilliğe, hırsızlığa, yalana dolana alıştıran bu ilkçağ ispartası, yirminci yüzyıl nasyonal sosyalizmin herrenvolk, hitlerjugend, rassenschande, gauleiter gibi, bizi insanlığımızdan tiksindiren, tüyler ürpertici terimlerini yansıtmıyor mu kulaklarımıza? nerde bunun insancası, ahlakça-sı? bunu mu beğenmiş platon'la aristoteles ve onlara papağanlık eden ksenophon'la plutarkhos? evet beğenmişler ve beğenmelerinin bir nedeni de var, onu anlamaya çalışalım.

tarihte birbirine karşıt iki politik varlık olarak nitelenen atina ile isparta, her ikisi de birer "polis"tir. şehir devleti diye çevirdiğimiz yunanca bu kavrama politikadan polis memuruna dek, insanlarca kurulmuş uygar toplum düzenleriyle ilgili ne kadar sözcük varsa hepsi girer. atina da, isparta da polis düzenini gerçekleştirmişler, ama ayrı ayrı yollardan: atina bir demokrasi, isparta bir oligarşidir. bu demektir ki atina'da demos, halk egemendir, isparta'yı "oligoi" yani bir azınlık yönetir. atina bir hukuk devletidir, yasaları yazılıdır ve halkın oy vererek seçtiği yöneticiler bu yasaları uygulamakla görevlidirler; oysa isparta savaş halini gözeterek kurulmuş bir askerlik düzenini sürdürmeye yarayan geleneksel yasalardan öteye gidememiştir. isparta tutucu ve toplumcu, atina ilerici ve bireycidir. isparta, kuruluşundan çöküşüne dek taşlaşmış toplum düzeninde hemen hemen hiçbir değişiklik yapamamış, atina'ysa yunan uygarlığının parlayıp söndüğü üç dört yüzyıllık süre içinde göçmenlikten emperyalizme kadar politik gelişme aşamalarının hepsini yaşamıştır. bu iki devlet arasındaki tek benzerlik, ekonomilerini kölelik sistemi, yani insanın insanı sömürmesi üstüne kurmuş olmalarında mıydı? ayrı ayrı yollardan aynı sonuca vardılar: ikisi de sömürücülüğü içerden dışarıya aktardılar, ikisi de artan ihtiyaçlarını karşılamak için başka ulusların üretici güçlerinden faydalanmak yoluna gidip savaşa başvurdular, sonunda da birbirlerini yiyip sömürenden sömürülen durumuna düştüler. ama olayların içinde yaşayan platon ve aristoteles bu kadarını göremezlerdi, bizim bile bu gerçeklere gözlerimiz yeni yeni açıldı. onların gördüğü, aşırı bireyciliğin devleti anarşiye sürüklediğiydi. halk egemenliği adına atina halkının karıştırmadığı halt yoktu. keyfini ve günlük çıkarını yasa bilen demos, devlet işlerinin altını üstüne getirmiştir. aristophanes'in komedyalarına bir bakın: kişi kendi başına buyruk olarak hem yargı vermesini, hem yasa koymasını, hem aklına estiği zaman savaş, işine geldiği zaman barış yapma hakkını görür kendinde, özgürlüğüne hiçbir sınır tanımaz. bu tutum atina halkını demokrasinin tam karşıtı en koyu bir zorbalığın eline düşürmüştü: ister halktan, ister soylu sınıflardan yetişme olsunlar, demagoglar atinalıları boyuna aldatıp kendi çıkarlarına göre yönetmenin yolunu bulmuşlardı. demokrasi boş bir laf olmuştu atina'da, platon ve aristoteles de bunu görüyor ve bireycilikten toplumculuğa gitmekten başka yol olmadığını anlıyorlardı. tek toplumcu düzen de isparta'nın düzeniydi ilkçağ yunanistanı'nda. isparta'yı bir örnek diye tartışıp incelemeleri işte bundan. plutarkhos için durum biraz değişiktir. yunanistan'ın bağımsızlığını yitirip roma imparatorluğu'nun yönetimi altına girmesiyle, politika günlük olaylar düzeyinden düşünce ve kavramlar düzeyine geçiyor. atina ve isparta'nın verileri kültür olmuştur artık, insanların seçerek benimseyecekleri insan değerleri haline gelmiştir. işte bu değerleri tartışmaktadır plutarkhos, tek başına ve yazılı olarak; çünkü politikanın sokaklarda tartışıldığı, meydanlarda yürütüldüğü çağ çoktan göçüp gitmiştir. bu çağın sona erdiğine yanmaz mı plutarkhos, yurdu bağımsızlığını niye yitirdi diye araştırmaz mı, yurdunu bir politik bütün olarak ortada tutacak sistemlerin ne olabileceğini inceleyip de, sesinde derin bir özlem ve haklı bir gururla ortaya sermez mi onları? ve hazıra konmuş, uygarlık ve kültür değerlerini tıka basa sömüren romalı efendilerine bir erdem dersi vermek değil midir asıl amacı?

plutarkhos'un lykurgos'unu bu ve buna benzer düşüncelerle okumalı sanırım. yoksa atina'ya yunan mucizesinin yaratıcısı, demokrasinin beşiği diyerek ayılıp bayılmak ne kadar yersizse, isparta ve isparta'nın kurduğu düzeni hitler almanyası'nın bir öntaslağı diye yerin dibine batırmak da o kadar saçmadır: giderek atina'yı da, isparta'yı da uygarlık değerlerinin hepsinden yoksun görüp, yalnız anadolu'yu yüceltmek aynı duygusal davranışın bir örneğidir. bu davranışta bir haksızlık gizlenmektedir. ve bu haksızlık sanıldığı gibi bilime ve tarihe karşı değil, insana karşı yönelmiştir. insanoğlu oldum olası birey olarak kişinin de, toplum olarak bütün insanların da denge içinde yaşayabilecekleri bir düzen aramış durmuştur. bu arayış gözlerini bilince açtığı günden başlar. çünkü bilince açıldığı gün mutluluğunu erek olarak karşısına diktiği gündür. o yoldan, bu yoldan, şu yoldan ereğe varayım diye çabalar durur. yolların hepsi birer denemedir, ereğe yaklaştırır elbet insanı; ama vardırır mı? platon da, aristoteles de, plutark-hos da denemelerini, araştırmalarını dile getirmiş insanlardır. üstün değerde insanlardır, çünkü kurulan düzenler geçicidir, logos (söz) ise kalıcı.

lykurgos yaşadı ya da yaşamadı, plutarkhos uydurdu ya da uydurmadı, ne çıkar bundan? çevirisini okuyacağınız yazıda insanlığın bir devlet denemesi anlatılıyor; bu denemede toprak, mal mülk, para, eğitim, ahlak, aile, savaş, yemek, içmek, sevişmek, sanat, şiir konusunda insanı belli ve çeşitli koşullar içinde dengeli ve mutlu kılmak için düşünceler ele alınmış, incelenmiş, eleştirilmiş. buna istersek bir sosyalizm denemesi diyebilir, istersek bir nazizm taslağı diyebiliriz, ister beğeniriz, ister beğenmeyiz. ama bu denemenin insancı değeri şuradan belli ki, aradan geçen binlerce yılın üstüne bir köprü kurup, kör lykurgos'la sakallı castro'yu birbirine bağlayabiliyoruz. insanı insan olarak aldık mı, denemelerinin ereğe giden yolda ne kadar ilerleyebildiğim gözle görür, tartar, biçer ve değer ölçülerine vurup eleştirebiliriz. bunu yapamadık mı, kitap okumak da, yazı yazmak da değerden düşer."
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...