Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Kurtuluş savaşı hakkında son dönemde söylenenlerin gerçekliği?


dusuncelihayvan

Öne çıkan mesajlar

hamsilipilav said:

Biz "müslümanlar 21.yüzyıla yakışmıyor" dedik diye 1 ay banlanırız ama Atatürk'e hakaretten suç işleyen adamlar banlanmaz.

(Artık bende QQ & report takılcam)

tarih kitaplarında yazan okullarda ders olarak okutulan bir şey hakaret mi oluyor?

ben buna cevap veremediyorum o halde trololo mu yoksa?

heykelini diktirmiş
kunapark sahibiymiş
yat almış.
harbiye nazırı olmak istemiş

hakaretlere bak ahaha. hadi sen tarih bilmiyorsun gölge etme bari.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

throine said:

"nutella yerim" said:

3 o heykeller hangi tarihten sonra yapıldı bak bi,50lerden önce adamın fotosu parada bile yoktu ne diyon amk


off off resmen cehalet akıyor.

ilk heykeli 1926'da sarayburnu'na dikildi sonrası malum mantar gibi geldi.

yav said:

abi adam fetoyla ilgili bişi dememiş
bi hata yok mu senin postunda sence de

cevap veremeyeceği post gelmiştir. lol




iyi de atatürk heykeli dikilmedi demedim ki ? okuman var mı ? olmadı okudugunu anlamıyorsun sanırım ?



1938 e kadar mantar gibi cogalan heykel falan yok,gotunden element uydurma
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

"nutella yerim" said:


iyi de atatürk heykeli dikilmedi demedim ki ? okuman var mı ? olmadı okudugunu anlamıyorsun sanırım ?

1938 e kadar mantar gibi cogalan heykel falan yok,gotunden element uydurma


Eyvaaah. İnkar başladı.

1926'dan başlayarak Atatürk kendi heykelini dikti her tarafa, olmuş bir şeyi inkar etme bence.

Onun yerine yukarıdaki mantıklı arkadaş gibi "Diktiyse dikti, ne var bunda?" desen daha tutarlı ve mantıklı olur. Kimse de bir şey diyemez.

Kemalistliği de biz mi öğretecez artık. =)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

türk tarih kurumuna göre ölene kadar yapılan şunlar

sarayburnu atatürk heykeli (1925) - heinrich krippel
konya atatürk anıtı (1926) - heinrich krippel
ankara ulus'taki atatürk heykeli (1927) - heinrich krippel
ankara etnoğrafya müzesi atatürk anıtı (1927) - pietro canonica
ankara sıhhiye zafer anıtı (1927) - pietro canonica
istanbul taksim cumhuriyet anıtı (1928) - pietro canonica
bursa atatürk anıtı (1931) - nejat sirel ve mahir tomruk
samsun atatürk onur anıtı (1932) - heinrich krippel
izmir atatürk anıtı (1932) - pietro canonica
afyonkarahisar zafer anıtı (1935) - heinrich krippel
ankara güven anıtı (1935) - anton hanak ve josef thorak
ankara sümerbank içindeki oturan atatürk heykeli (1938) - heinrich krippel




diger binlercesinden bi 100 tane sayın da aydınlanalım kör cahil olarak.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

"nutella yerim" said:

türk tarih kurumuna göre ölene kadar yapılan şunlar

sarayburnu atatürk heykeli (1925) - heinrich krippel
konya atatürk anıtı (1926) - heinrich krippel
ankara ulus'taki atatürk heykeli (1927) - heinrich krippel
ankara etnoğrafya müzesi atatürk anıtı (1927) - pietro canonica
ankara sıhhiye zafer anıtı (1927) - pietro canonica
istanbul taksim cumhuriyet anıtı (1928) - pietro canonica
bursa atatürk anıtı (1931) - nejat sirel ve mahir tomruk
samsun atatürk onur anıtı (1932) - heinrich krippel
izmir atatürk anıtı (1932) - pietro canonica
afyonkarahisar zafer anıtı (1935) - heinrich krippel
ankara güven anıtı (1935) - anton hanak ve josef thorak
ankara sümerbank içindeki oturan atatürk heykeli (1938) - heinrich krippel




diger binlercesinden bi 100 tane sayın da aydınlanalım kör cahil olarak.

ahaha okulları ve devlet dairelerini unuttun hacı. :D
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

bilgisi olmadan fikri olan arkadaşlara da aylin tekiner in atatürk heykelleri kitabını öneriyorum


kitapla ilgili bir röportaj için


yazı

İlkini Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel yonttu, Sarayburnu’na koydu. Sonra her okula, her meydana, her parka, her iş yerine, hatta her eve (ben içinde Atatürk büstü olan ev gördüm) bir Atatürk büstü, anıtı koyulmaya başlandı, bir dünya rekoruna ulaşıldı. Atatürk heykelleri şimdi de kitap oldu. Genç heykeltıraş Aylin Tekiner, Atatürk Heykelleri adlı kitabıyla bir ülkenin heykel tarihini Atatürk heykelleri üzerinden okuyor. Tekiner’le Osmanlı’nın heykel ‘miras’ından, 12 Eylül’ün anıt zihniyetine, ‘bir tampon olarak Atatürk heykeli’nden akademinin bu konudaki tutumuna uzanan bir çizgide Türkiye’nin anıt tarihini konuştuk...

Atatürk heykelleri üzerine çalışma fikri kişisel bir deneyiminizden doğmuş. Daha öncesinde de, mesela bir heykel öğrencisiyken, bu konu üzerine düşünür müydünüz? Kendi deneyiminiz ne kadar etkili oldu böyle bir çalışma yapmanızda?
Öğrenciliğim sırasında piyasaya anıt üreten birkaç atölyede çıraklık yaptım. Bu, her açıdan önemli bir deneyimdi. Çünkü bu kadar figüratif ‘anıt’ üreten bir ülkenin heykel bölümlerinde genel olarak bir anıtın krit erlerini ancak teorik bir sığlıkta öğrenebilirsiniz. Teknik bilgi ve uygulamanın yanı sıra bir anıtı anıt yapan özelliklerin ne olduğunu, daha doğrusu ne olmaması gerektiğini ne yazık ki ancak piyasada öğreniyorsunuz. Hocaların yapmış olduğu anıt uygulamalarının da öğreticilikten hayli uzak olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’de bugün vakıf üniversiteleriyle birlikte ellinin üzerinde güzel sanatlar fakültesi mevcut ve bu fakülteler her yıl yüzlerce mezun veriyor. Mezun olan genç sanatçı adaylarıysa genel olarak istihdamlarını anıt piyasasına girerek sağlıyor. Dediğim gibi ben henüz öğrencilik yıllarımdayken anıt piyasasına nasıl tutunulduğunu gözlemleme şansı buldum. O döneme dair hatırladığım ve beni bu konuyu düşündürmeye iten başlıca olay çıraklık yaptığım heykel atölyesine dönemin Güzel Sanatlar Genel Müdürü’nün gelip faşizan bir mantıkla tasarıma dair atölye sahibine direktiflerde bulunması oldu. Daha can sıkıcı olan ise atölye sahibinin bu zat karşısında el pençe divan durması ve tasarımını istekler doğrultusunda değiştirmesiydi. Türkiye’de anıt piyasasını oluşturan ana hatlardan biri TSK, diğeri ise belediye, valilik ve kaymakamlıkları doğrudan yönlendiren Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’dür. Hatta TSK da genel olarak genel müdürlük referanslı heykeltıraşlarla çalışır. Dolayısıyla Türkiye’de anıt üreterek hayatını idame ettirmek isteyen ve tercihini bu yönde kullanan bir heykeltıraşın anıt piyasasını elinde tutan bu kurumla bir şekilde dirsek temasında olması şart. Bunu öğrencilik yıllarında görmeyi ‘şans’ olarak kabul ediyorum.

“Günümüzde tabiri caizse mafyalaşan bir anıt piyasasına hizmette kusur etmeyen birtakım ‘anıtçı’lar mevcut” diyorsunuz. Kimdir bu anıtçılar, mevcut duruma ‘katkıları’ nedir?
Anıt piyasasındaki sözünü ettiğim işleyiş elbette bu anıtçıları da zamanla belli etik değerlerden uzaklaştırdı. Bu kişiler, çeşitliliğin ve kamusal alana nefes aldıracak yeni anıt uygulamalarının önünü açacak olan anıt yarışmalarının hayata geçirilmesinin önünde farkında olmadıkları ölçüde bir engel teşkil ediyorlar. Çoğaltma kalıplardan yüzlerce üretilen tek tip anıtlarla devletin anıt ihtiyacına cevap veriyorlar. Ancak toplumun estetik muhayyilesini sarsan ve toplumu bir kült estetiğine boğan zihniyet bu aymazlıkla bu üretimi teşvik ettiği sürece tıpkı 1800’lerin Fransası’nda olduğu gibi toplumda heykel yılgınlığı/bıkkınlığı da diyebileceğimiz ‘statuophobia’nın gerçekleşmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu çalışmayı yaparken Türkiye’nin anıt envanterini de çıkarmaya çalıştım ve bu süreçte gördüm ki kamusal alanı kuşatan anıtların iyimser bir tahminle yüzde yetmişi çoğaltma anıtlardan oluşuyor. Ve bu pasta neredeyse üç kişi tarafından paylaşılıyor. Ancak gerek kitabımda gerekse burada reçetenin sadece heykeltıraşlara kesmenin devletin, siyasal iktidarın ve zaman zaman sivil toplum kuruluşlarının anıt üretme refleksini anlamada sığ bir yaklaşım olduğunu vurgulamak isterim. Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Aynı kalıptan yüzlerce üreten anıtçılara sorduğunuzda Atatürkçü olduklarını ve buradan yola çıkarak ülkenin daha fazla Atatürk anıtına ihtiyacı olduğu savına dayanarak kendi çoğalma anıt üretimlerine bir meşruiyet kazandırmaya çalışırlar. Bir kenti ya da toplumsal bir ülküyü tanımlayan ve ülkenin tarihini daha anıtsal nitelikte ve çapta eserlerle kalıcı kılmak yerine, ellerindeki ürünü daha fazla nereye pazarlayacaklarının peşine düşen bu kişileri bir hayli popülist ve kurnaz buluyorum. Atatürk imgesinin her daim yeniden üretiminden nemalanan siyaset arenası ile bu anıtçılar birbirinden beslemeye devam ediyorlar. 12 Eylül Atatürkçülüğüyle katmerlenen Atatürk kültünün anıtlar üzerinden nasıl bir toplumsal tahakküme ve estetik kirliliğe dönüştüğünün tartışılması gerektiği kanaatindeyim. Atatürk anıtlarının her yerde olma fikrinin nüvesi 12 Eylül zihniyetidir. Artık toplumun deneyimleyebileceği ve yaşam alanı içerisinde olan anıtlar, 80’lerde yoğun bir biçimde devlet kurumlarının tanımlayıcı nesnelerine dönüştüler. Bir de benzinlik-sosyal tesis, holding girişleri ya da STK binaları gibi absürd yeni anıt alanları yaratıldı. Dünyada pek çok örneğini gördüğümüz estetik doygunluğa ulaşmış lider anıtları var ve bu anıtlar kentlerin en güzel meydanlarında ya da parkında yerlerini almışlar. Türkiye’nin yanı sıra dünyanın da en önemli liderlerinden olan Atatürk’ün anıtlarının nicelikten niteliğe doğru bir geçişe ihtiyacı var. Bu anıt çılgınlığına ve ayıplara son verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Dönem olarak ayırırsak erken Cumhuriyet dönemi, 46’dan 80’e kadar ve 80 sonrası olmak üzere, bu dönemlerde Atatürk heykelleri politikasının genel özellikleri, belirgin farklılıkları nelerdi?
Bu konu farklı açılardan irdelenmeli. Öncelikle dönemin şartları içersindeki Atatürk imgesinin üretilme biçimi son derece önemli bir belirleyen. Nutuk’un okunduğu tarih 1927 Atatürk imgesinde önemli bir hat iken Atatürk’ün aktif siyasetten çekildiği dönemde yaratılan Atatürk kültü bir başka imgeyi yaratır. 1938 başka bir dalgalanmaya işaret eder. Ya da 1970’lerde sol-Kemalizmin yarattığı Mustafa Kemal imgesi ve tabii ki tortuları hâlâ topluma nefes aldırmayan 12 Eylül Atatürkçülüğü. Dolayısıyla Türkiye’de bir Atatürk anıtından imgeyi kavramak ve dönemin politik özelliklerini okumak ülkenin heykel politikasını saptamaktan daha kolaydır. Çünkü Türkiye’de sürekliliği olan bir sanat politikasından söz etmek mümkün değil. İlk Atatürk anıtı 1926’ya tarihlenir ve İstanbul Sarayburnu’ndadır. İlk anıtlar yabancı heykeltıraşlara yaptırılmış ve anıtsal propaganda hızlı bir biçimde hayata geçirilmiştir. Tek parti döneminde yapılan anıtların birçoğu mevcut anıt birikimimiz içersinde özgünlüğünü ve belli bir özeni taşıyor. Bu döneme kültür sanat alanı Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülmekteydi. Yaptırılacak olan anıtların bir kısmı yarışma bir kısmı da sipariş usulü yaptırılırdı. Ancak her koşulda anıt düzenleme kurulları oluşturulur ve anıtın yapılacağı ilin eşrafından da maddi destek alınarak bu anıtlar yaptırılır ve süreç denetlenirdi. Elbette bu anıt yaptırma kurulları belli bir sanat formasyonu almış kişilerden oluşmuyordu ancak, bütçe sıkıntısı yaşayan yeni kurulmuş bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı sorumluluğuyla bu anıtları denetliyorlardı. Bu hassasiyetleri ve özeni ellerinden geldiği düzeyde dönemin heykeltıraşlarının da taşıdığını düşünüyorum. 1950’lere gelindiğinde ise heykeltıraşlar dünya sanatının asgari düzeyde de olsa gerektirdiği özgünlükte bir sanat alanına ve piyasaya ulaşamadıkları ve figüratif anıtla yapmak zorunda kaldıkları için devlet patronajını yaşamışlar ve zamanla anıt alanı sığlaşmıştır. Atatürk anıtları parklardan ve meydanlardan ziyade yavaş yavaş devlet kurumlarının önüne yerleştirilmeye başlandı. Anıt talebinde geçmiş döneme göre bir artış gözlenmiştir. Hatta 27 Mayıs sürecinin ardından Milliyet gazetesi bir kampanya başlatmış, Atatürk anıtı olmayan her ile bir Atatürk heykeli göndermeyi hedeflemiş ve yapılan konkur sonrasında seçilen Atatürk heykelleri Van, Tunceli, Bingöl, Bitlis, Muş, Mardin, Uşak ve Giresun’a gönderilmiştir. Bana kalırsa bu kampanyayı yaratan zihniyet hâlâ üzerinde düşünülmesi gereken ve irdelenmeye muhtaç bir konu olarak yerini koruyor. 1970’lerde ise Cumhuriyet’in 50. Yılı nedeniyle İstanbul’da bir anıt yarışması düzenlenmiş ve ilk defa sanatçılar konu olarak bağımsız tutulmuşlardır. Ve ilk defa bu ülkenin heykel sanatçıları heykelin sadece Atatürk heykeli olmadığını topluma gösterme fırsatı bulmuştur. Ancak İstanbul’un farklı park ve bahçelerine konan bu eserlerin birçoğu bugün toplumsal aynı zamanda da siyasal vandalizme maruz kaldılar. 1980’e gelindiğindeyse cuntacılar ‘Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılı’ sebebinden nemalana nemalana ülkeyi üç yıl içinde Atatürk anıtına boğdular. En büyük Atatürkçünün kendileri olduğunu ve bunun gereğinin de öncelikle anıtlarının dikilmesi olduğunu iddia eden bu zihniyet aslında Atatürk anıtları üzerinden topluma devletin her yerde olduğunu gösterdi. O günlerden günümüze gelen süreç de o günlerden miras elbette. Kalitesiz malzemeden üretilmiş tek tip ya da çoğaltma anıt üretmeye ve ürettirmeye devam eden Atatürkçüler olduğu sürece yüce Türk milletinin sırtı yere gelmez!

Anıtın temsille ilişkisi önemli bir özellik. Atatürk heykellerinde bu özellik korunmuş mudur genel olarak? Ve hatta bu durum zaman zaman abartılmış mıdır? Mesela Berlin’de bulunan Marx ve Engels anıtında Engels Marx’dan daha uzun boylu olduğu için, Marx oturtulmuştur, kısa olduğu belli olmasın diye. Atatürk heykelleri için de var mı böyle hikâyeler?
Atatürk heykellerinin tamamında bu temsil sorunu az çok var aslında. Ama bazı örnekler bir bütün olarak düzgün, derli toplu işler olduğu için temsil sorunu göze batmıyor, tersine örnekler ise gerçekten birer hilkat garibesi. Ancak bu konuyla ilişkin toplumda benim ilgimi çeken asıl şey insanların, Atatürk’ü temsil eden bir aktörün Atatürk’e ne kadar benzeyip benzemediği kaygısını her gün belki de önünden geçtiği heykele karşı bir kez dahi taşımamış olması. Ancak işte burada toplumun bir Atatürk heykelini ‘kutsal devlet’ ile özdeşleştirdiği ortaya çıkıyor. Yani bir filmde benzerlik meselesini gayet rahat bir şekilde tartışırken aynı kişi, ona yıllarca dayatılan estetik nitelikten yoksun Atatürk anıtına karşı söz söyleme hakkını kendinde görmüyor ya da bu anıtları zamanla bir alanın demirbaş malzemesi olarak algılayıp boş vermeye alıştırılıyor. Kitapta yoğun yer verdiğim anıtlardan biri Ankara Güven Anıtı (1934-1935) diğeri de Afyon Utku Anıtı’dır (1937). Her iki anıt da Nazi estetiğinin etkisi altında olan anıt örnekleridir. Ve her ikisinde de Atatürk faşizan tavırlar içinde betimlenmiştir. Güven Anıtı’nda yanındaki figürlere göre çok daha heybetli betimlenen Atatürk, Afyon Utku Anıtı’nda düşmanı ayakları altında ezen Herkül gibidir.

Türkiye’nin anıt deneyiminin batıdan oldukça farklı olduğunu söylüyorsunuz. Nedir bu farklılıklar?
Öncelikle Anadolu heykelin anavatanı olmasına karşın yüzyıllar süren tasvir yasağıyla birlikte heykel ciddi bir kesintiye uğramış ve yüzyıllar sonra Türkiye Cumhuriyeti’yle birlikte bu toplum heykel fikrine yeniden alışmaya başlamıştır. Gerek resim sanatında gerek heykel sanatında figüratif dilin tercih edilmesinde didaktik amaç güdülürken bu yönde dönemin Avrupası’nda hâlâ etkisi süren akademik anlayıştan yararlanılmış. Aslına bakılırsa bu anlayış Osmanlı’dan devralınmıştır. Tanzimat döneminde açılan Sanayi-i Nefise-i Şahane’nin (Güzel Sanatlar Akademisi) heykel eğitiminde temel aldığı akademik anlayış, Cumhuriyet kuşağınca da devam ettirilmiş. Hemen her sanatsal alanda (resim, heykel, müzik, sahne sanatları) olduğu gibi anıt alanında da başlangıçta batı kaynaklı resmi norm ve standartların oluşturulduğu gözleniyor. Batı’nın kuruluş birikimi (15-16.yüzyıl) ve zamana yayılan süreçlerde deneyimlediği heykel sanatının kabulleri sorgulanmaksızın 19. yüzyılın sonlarında devralınan akademik anlayış Cumhuriyet Türkiyesi’nce de sürdürülmüş. Ancak sözü edilen akademik anlayış Cumhuriyet dönemine kadar heykeltıraşlar tarafından hiçbir anıt üzerinde deneyimlenemediği ve bir anıt geleneğine dönüşemediği için Cumhuriyet’in görevlendirdiği bu ilk Türk heykel sanatçılarınca yapılan anıtların, yeni-kurucu bir değişim sürecinin izlerini ve geçiş sorunlarını büyük ölçüde yansıttığı görülüyor. Özellikle, Batı’ya sanat eğitimi için gönderilen sanatçılar, hakim ekollerin biçim dillerinin Türkiye’ye ‘ithal’ edilmesinde kilit rol üstlenmişler. Ancak bu sanatçıların kişisel heykel uygulamaları dışında, resmi makamlarla birlikte gerçekleştirdikleri anıtlardaki hakim biçimsel ögeler, çağdaşı akımlar içinde somutlaşamadığı gibi akademik öğretinin çizgilerini de yeteri düzeyde yansıtamaz. Bu durum, sanatın tarihi gelişim çizgisinde arkaik-klasik-barok aşamalarını deneyimlemeksizin herhangi bir akıma dahil olmanın geçiş sancıları/sorunları olarak görülmeli.

Dünyadaki diğer liderlerin anıtlarıyla kıyaslandığında Atatürk anıt sayısı fazla mı?
Rekor bizde ve ne yazık ki binin üzerindeki Atatürk anıtı içinde nitelikli olanların sayısı bir hayli düşük.

Sultanbeyli’de 28 Şubat’ın rövanşı
Kitabın ‘Rövanş’ olarak Atatürk Anıtı (Sultanbeyli örneği) ve Atatürk sembolizmi’ adlı bölümünde Atatürk heykellerinin aslında siyasetçilerin güncel politik çekişmelerine de konu olduğunu görüyoruz. Bu tabii derin bir ardalana sahip bir konu ancak 28 Şubat sürecinde Atatürk heykelleri üzerinden yürütülen tartışmaların genel özellikleri nelerdi?
1990’lı yıllardan itibaren Neo-kemalist kesimin, İslami hareketin kendini görünür kılmasına karşı tepkiler geliştirdiğine tanık oluyoruz. Ya bu çizgideki bürokratlar ve askeriye, kamusal alana yeni Atatürk anıtları yaptı ya da öncelikle Atatürk anıtları olmak üzere pek çok Atatürk simgesini İslamcılara oy veren yeni gecekondu mahallelerine taşıdı. 1992 yılında ilçe olan Sultanbeyli de bilindiği gibi Refah Partisi’nin, kırsal bölgeden alınan göçle tabanını güçlendirdiği bir bölge. 28 Şubat arifesinde gelişen din merkezli siyasal bunalımın ve bu ortamda belirginleşen laik/anti-laik kutuplaşmasının ana göstergelerinden olan Sultanbeyli Atatürk Anıtı’nın önemi büyük. 28 Şubat öncesinde, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı tavırlar sergiledikleri ve resmi törenlere katılmadıkları gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı’nın irticai faaliyetler soruşturması kapsamında incelemeye alınan Refah Partili belediye başkanlarından biri de Sultanbeyli Belediye Başkanı müftü Ali Nabi Koçak’. Hazırlanan raporda, 2. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu’nun ısrarlarına rağmen Koçak’ın ilçeye Atatürk anıtı yaptırmadığı, ücretsiz yaptırılacağı belirtildiğindeyse ısrarla yer göstermediği, ardından Silahçıoğlu’nun yaptırdığı Atatürk anıtını, ‘yer değiştirme’ bahanesiyle yıktırmak istediği vurgulanıyor. Sultanbeyli’de tek bir Atatürk büstü dahi olmadığı gerekçesiyle Ali Nabi Koçak’la gerginlik yaşayan Doğu Silahçıoğlu, 10 Kasım 1996 tarihinde belediyeden habersiz, Fatih Bulvarı’na askeri kıyafetli, kaidesinde “Vatan sana minnettardır”, “Cumhuriyetin bekçileriyiz” yazan bir Atatürk anıtı diktirmiş ve askerlere anıtın başında yirmi dört saat nöbet tutturuyor. Bu arada aynı yıl, Doğu Silahçıoğlu’nun girişimiyle Fatih Bulvarı’nın ismi de Atatürk Bulvarı olarak değiştirilmiş ve 2000’li yıllarda eski isme geri dönülmüş. Kamuoyunda ve basında büyük tartışmalara neden olan anıtın dikilmesi, laik kesim tarafından olumlu yönde değerlendirilip gerekçelendirilirken, Refah Partisi kanadında bu anıt, bir güç gösterisi olarak nitelendiriliyor.
Hatırlarsınız belki, 1983 yılında yapılan Samsun’daki İlkadım Anıtı’nda Devlet Başkanı Kenan Evren’in ‘muzır’ olduğu gerekçesiyle kaldırttığı çıplak kadın ve erkek figürünü 2000 yılında yeniden yerine yerleştiren ve yine önlem olarak emniyet güçlerine anıtın başında yirmi dört saat nöbet tutturan aynı Doğu Silahçıoğlu’nun, 12 Eylül’ün cunta estetiğine mündemiç bir asker Atatürk anıtını Sultanbeyli’ye yerleştirmesi oldukça ironik. Bu anıt bulvara aynı yıl yapılan sivil kıyafetli Atatürk anıtının kaidesine; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ifadesinin yazılması, yeniden üretilen Atatürk imgesine ve bu imgenin araçsallaşmasına işaret ediyor. Sultanbeyli’ye yerleştirilen iki anıtın altına yazılan her iki ifade de anıtları yaptıran farklı iktidar odaklarının birbirlerine karşı kendilerini anlatmada kullandıkları sözcelere dönüşmüş. Hatta sadece bu iki anıtın kaidesine yazılan bu iki ifade üzerinden bile 28 Şubat’ın rövanşını okumak mümkün. Millet iradesine yapılan vurgu Demokrat Parti’nin ve devamında merkez sağın ve özellikle de AKP’nin temel argümanı olmuştur. Radikal İslami söylemin yerini görece ılımlı bir söyleme bıraktığı Türkiye’de, Atatürk’e ait bu vecizenin iktidar tarafından orduya karşı kullanıldığı ve bu yolla toplumun büyük bir kesimince kabul gören ve desteklenen İslamcı yapılanmaya Atatürk üzerinden bir meşruiyet zemini yaratılmaya çalışıldığı söylenebilir. Yani, siyasi partilerin ideolojileri heykel sanatının gelişiminde belirleyicidir. Farklı ideolojik yapılanmaların tek tip anıt anlayışını sürdürmeleri ise ne yazık ki toplumun kültürel/estetik gelişimini doğrudan etkiliyor.

Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

throine said:

"nutella yerim" said:

türk tarih kurumuna göre ölene kadar yapılan şunlar

sarayburnu atatürk heykeli (1925) - heinrich krippel
konya atatürk anıtı (1926) - heinrich krippel
ankara ulus'taki atatürk heykeli (1927) - heinrich krippel
ankara etnoğrafya müzesi atatürk anıtı (1927) - pietro canonica
ankara sıhhiye zafer anıtı (1927) - pietro canonica
istanbul taksim cumhuriyet anıtı (1928) - pietro canonica
bursa atatürk anıtı (1931) - nejat sirel ve mahir tomruk
samsun atatürk onur anıtı (1932) - heinrich krippel
izmir atatürk anıtı (1932) - pietro canonica
afyonkarahisar zafer anıtı (1935) - heinrich krippel
ankara güven anıtı (1935) - anton hanak ve josef thorak
ankara sümerbank içindeki oturan atatürk heykeli (1938) - heinrich krippel




diger binlercesinden bi 100 tane sayın da aydınlanalım kör cahil olarak.

ahaha okulları ve devlet dairelerini unuttun hacı. :D




devlet dairelerine heykel mi dikildi ? 1938 e kadar hangi devlet dairesinde vardı mesela ?
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

ha bide cahiller icin yaziyim, savaronanin alinmasi olayi tamamen bir yaristir

adolfta savaronayi cok istiyordu, ataturkte cok istiyordu ki "o adama kaptiricagimiza gidip batiralim daha iyi" dedigi rivayeti vardir, ha ulusalcilar "hitler ataturke saygi duydugu ve ckeindigi icin yati birakti" derler, yabancilar ozellikle mason cemaati ile ic ice olan cadwalader ailesinin yati adolfa kaptirmak istemedigini soyler

dedikodu ne olursa olsun o donem almanya ile turkiye yati alabilmek icin resmen sidik yarisi yapmistir, birinci dunya savasindan yenik cikan ve milliyetciligin ve kendine sayginin giderek yukseldigi bu iki ulkeninde savarona gibi bir prestij urunu icin birbiri ile yarismasi aslinda ole cok buyuk bi tesaduf diil

ha ataturke gelirsek, bok atmadan once biraz hakikatleri bilin yeter, hani ataturk anlamasi kolay bi adam degil nereye cekersen uzuyor, hele ideoloji isin icine girince bin farkli yalan ucusuyor ancak tek gercek var

ataturk seyh sait isyanindan sonra ulkeye ve hayata kusmustur, kucuklugunden beri inandigi tek idealin pesinden giden bir adam cok sevdigi ve kendi kafasindanki imaj uzerinden yeniden sekillendirmek istedigi bu halkin kendisini anlamamasina, onun kafasinda yatan planlara uymak yerine hala batil geleneklere bagli kalmalarina cok icerlenmistir

seyh sait isyanindan sonra zaten kendini iyice ceker, cankayada eli kolu bagli olmaktan bunalmistir, yarattigi dikensiz gul bahcesinde cikan yaban otlarini her gun budamaktan bunalmistir, aile hayatida olmadigindan yapayanliz kalmis birde ustune kafasida yavas yavas yorulup onu yari yolda birakmaya basladiginda tutarsiz, acelece dusunmeden alinmis sagliksiz birsuru karar vermistir bu donemde

ister nefret edin ister tanri statusunde tutun bir insan oldugunu unutmayin, kendiniz cok mukemmel ve kusursuzsunuz sankide baskalarini boyle metalastirip elestiriyorsunuz derler adama
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

throine said:

hamsilipilav said:

Biz "müslümanlar 21.yüzyıla yakışmıyor" dedik diye 1 ay banlanırız ama Atatürk'e hakaretten suç işleyen adamlar banlanmaz.

(Artık bende QQ & report takılcam)

tarih kitaplarında yazan okullarda ders olarak okutulan bir şey hakaret mi oluyor?

ben buna cevap veremediyorum o halde trololo mu yoksa?

heykelini diktirmiş
kunapark sahibiymiş
yat almış.
harbiye nazırı olmak istemiş

hakaretlere bak ahaha. hadi sen tarih bilmiyorsun gölge etme bari.


neleri tartistigini gosterdigin iyi oldu.

ayrica yat almadi. tukuruklerini de sil.

kullugu koleligi hak eden insanlara secmeyi secilmeyi demokrasiyi asilamaya calismasi en buyuk hatasi ataturkun.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

"nutella yerim" said:

throine said:

Montagnard said:

Siz wikipedia linkindeki görmediğiniz bir kitabın, okumadığınız bir sayfasına belge diyorsunuz.

hf boys

Tam da tipik Paticik üyesi profilini anlatmışsın.
Okumadıkları, adını bile ilk defa duydukları şeyler eğer kendi ezberlerine uyuyorsa getirir önlerine koyarlar.

Neymiş yedi düvelle savaşmışlar, düzenli ordu olarak Atatürk'ün karşısına çıkmazmışlar.

Düzmece tarihle bugüne gelmişler.

Adamın İstanbul Hükümeti'nde Harbiye Nazırı olmak için nasıl çırpındığını unuturlar. Hükümet'e giremeyince de ona söz verenlere Nutuk'ta nasıl giydirdiğini de bilmezler.

1Hayatı boyunca asker maaşı ile geçinen bir adamın iktidarı eline geçirdikten sonra servetinin nasıl bir anda katlanıp da türkiyenin en zengin adamı olduğunu da hiç sorgulamazlar. Lunapark işletmecisi ulu önderler her ülkeye nasip olmaz ne de olsa. lol

Savaştan çıkmış halkın ekmeği karneyle aldığı ülkenin sağlık bakanlığına eşit bir parayla gider dünyanın en lüks yatını yaptırır.

3Neden bir ülkedeki heykellerin %99'u tek bir adama ait olur bunu da oturp bir gün olsun sorgulamışlığı yoktur.

2Irkçı olmadığını söyleyip aynı zamanda da damarlarında dolaşan asil kanda bir kudret olduğundan bahsederler.

Kuzey Kore'de doğmuş olsalardı bu kafayla bu sefer Ulu Önder Kim Jon-il'in peşinden giderlerdi. Arada fark yok ne de olsa ilkokuldan beri onlara da aynısını öğretiyorlar.

Sonra gelir wiki linkleriyle adını ilk defa duyduğu kitaplarla bu zihniyeti canla başla savunur ne de olsa ilkokuldan beri bunu öğütlemişler.


Özetiniz bu sizin.




1 kaç parası vardı mesela ? hangi işler için kullandı bu parayı


2 embesil misin ? hangi ülkenin marşında/siyasi politik söylemlerinde bu tarz ifadeler yok,aç bak amerikan marşında ne yazıyor,aç bak fransızlar kendilerine nasıl marş yapmış


3 o heykeller hangi tarihten sonra yapıldı bak bi,50lerden önce adamın fotosu parada bile yoktu ne diyon amk





şurda 1938 den önce heykeli yoktu dedigimi mi cıkardın ?
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

=)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

kanki mi oldunuz
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

throine said:

"nutella yerim" said:
devlet dairelerine heykel mi dikildi ? 1938 e kadar hangi devlet dairesinde vardı mesela ?

hepsinde tabiki.


yok ole bisi, bi tarafindan uydurma

inonu tarafindan kendi rejimini mesrulastirmak icin yapilmis bir hamledir o her develt dairesine bir ataturk heykeli hareketi, alti okda zaten bu donemde meta olmsutur

resim vardir ancak her dairede, zaten II. mahmud doneminden beri olan bir gelenektir bu, devlet dairelerine asilir padisahlarin resmi

su anda dunyanin pek cok ulkesinde devlet baskanlarinin resimlerini develt dairelerine asmak modasi vardir, reagan mesala bunun bokunu cikartmistir hani adolf bile o kadar resim astirtmamis

turkiyede ataturkten sonra inonu ataturk resimleri yanina kendi resimlerinide astirtmis, sonra demokrat parti doneminde inonu resimleri celal bayar resimleri ile degistirilmistir, 60 ihtilalinden sonra ise para ve resim oalrak birtek ataturkun kullanilacagi kabul edilmis, devlet dairelerine devlet baskani resimlerini asma gelenegi bitmistir
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

şu andaki atatürk heykellerinin bir çoğu da 12 eylül den sonra yapıldı onu da ekleyeyim.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Marty said:

kullugu koleligi hak eden insanlara secmeyi secilmeyi demokrasiyi asilamaya calismasi en buyuk hatasi ataturkun.

hatırlattığın iyi oldu "seçme şeçilme hakkı" vermiş ama nedense ülkede bir kere bile seçim yapıp meşruiyetini sınamamış.

seçme seçilme hakkı veriyorsun ama seçim yapmıyorsun? tam ihtiyacımız olan şey bu. teşekkürler bu halk hep bu anı beklemişti.
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Misafir
Bu konu yeni mesajlara artık kapalıdır.
×
×
  • Yeni Oluştur...