Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

!!!...ALLAH c.c BİR MUCİZESİDİR BU...!!! (mutlaka izle)


vaniLLe

Öne çıkan mesajlar

said:

O’na göre sayma sayıları içinde en mükemmel sayı 1’dir.Çünkü kendi kendi var olan,başka bir sayıya ihtiyacı olmayan,kendi ayakları üzerinde durabilen,aciz olmayan bir rakamdır.Fakat diğer sayılar 1’in toplamına ihtiyacı vardır.2, iki olabilmesi için 1+1’in toplamına muhtaçtır.2 zaten 1+1’in açılımı olduğuna göre her sayı 1’e muhtaçtır,kendi kendine var değildir.Çünkü tek ve bir olmak güzeldir,değerlidir.İnsanın zihninde de tek olmak ideali vardır,evrende teklik mükemmelliktir.Örn:Eşsiz ve benzersiz tek bir mücevher değerlidir.Ama ikinci benzeri çıkınca değeri azalacağına göre tek olmak güzelliktir,yüceliktir.

1

1 + 1 =2

(1+1) 2 + 1 =3

(1+1+1) 3 + 1 =4

‘ + ‘ = ‘

‘ + ‘ = ‘


:::::::::::
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Ya Rabbi, her zerrede Senin imzan var. Her varlık, beni Allah yarattı diye sinyal
veriyor. Seni ispat etmekten haya ederim fakat mecbur oldum, affet Rabbim…
Kardeşim Aysel! Allah’a iki tip insan inanır: Ya aptal, ya en akıllı!.. İkisinin ortası dediğimiz
tipler, inkar etmeyi marifet zanneder.

“Mikrobu keşfeden (Pastör), keşfinin açtığı harikalar
karşısında Allah’a inanır. Fakat o keşfi (Pastör’den) öğrenen yarım adam: “Mikrobun
keşfedildiği asırda hiç gizliye inanılır mı?” diye Allah’ı inkara kalkar. Bakın nereden gelen
nereye gidiyor” (18) Hemen şunu da söyleyeyim ki, dindarlık insanlığın fıtratında vardır.
Asrımızda, pozitif ve sosyal ilimlerin çeşitli dallarında mütehassıs olan alimler, din hissinin
insanoğlunda fıtrî olduğuna kanidirler. Çocukta iki yaşından itibaren din hissi teşekkül
etmeye başlar. Üç ile beş yaş arasındaki çocuk, hiçbir telkin sözkonusu olmaksızın,
sebebiyet prensibini anlamakta, kendisiyle kendisinden başkalarını ayırdetmekte ve hatta,
“Beni, kuşları, oyuncaklarımı kim yaptı?” gibi sorular sormaktadır. İnsanda, kendisinden
yüce bir varlığa karşı bir özlem bulunduğundan şüphe edemeyiz. Güzel ahlâk, vakar, şeref,
cömertlik, fazilet inkardan değil, hep bu yüce varlığın mevcudiyetinden doğar.
(18) İman ve İslâm Atlası – N. Fazıl Kısakürek.
Fıtrî olarak insanın içinden gelen Allah’a yakarış hissi, O’ndan yardım dileme ihtiyacı ve
O’na yaklaşma arzusu dindarlığın insanda yaratılıştan mevcut olduğunu gösterir. Şu da bir
gerçek ki, ister inansın, ister inanmasın her fert, büyük bir acıyla, dayanılmaz bir felaketle
karşılaştığı zaman, başka bir deyişle, insan; kibir, inat ve gafletden sıyrılıp selîm olan aslî
yaratılışıyla başbaşa kalma fırsatını bulunca başka şeye değil, sadece tek olan Allah’a
yalvarır. O’ndan kurtuluş, yardım ister (19).
Bu girişten sonra sorunuza birkaç tane cevap vereceğim. Yalnız, okurken basit bir roman
gibi okumayıp, düşünerek okumanızı da tavsiye etmek isterim.
A) Bu âlem, maddeden yaratılmıştır. Yani evvelce yok iken sonradan meydana gelmiştir.
Bunu bütün dünya alimleri de kabul etmektedir. Evvelce yok iken sonradan yaratılan
herşey -akıl ölçülerine göre- bir yaratıcının varlığına muhtaçtır…
Öyle ise, bu âlem de sonradan yaratıldığına göre, o da bir yaratana muhtaçtır. Bu yaratıcı
da Allah Teala’dır.
B) Herhangi bir şeyi, meselâ, bir masayı ele alalım; masa elbette kendi kendine masa
haline gelmiş değil.
İlk önce küçük bir ağaçtı, sonra ağaç büyüdü. Büyürken ağacın, güneşe, suya, gıdaya
ihtiyacı olduğunu unutmamak lazım. Daha sonra bir insan tarafından kesildi. Ağaç, araba
ile hızarın yanına getirildi. Hızarda kesildi,biçildi, ölçüleri alındı. Çivileri çakılarak bir
masa haline getirildi. Şimdi, en basit bir masa kendi kendine oluşamazken şu kâinat
masası, hem de üzerinde binbir çeşit yiyecek ve canlılar ile donatılmış olduğu halde, kendi
kendine oluşur mu? Buna hangi akıl “Olur” der.
(19) En’âm: 40-41.
Harikalar diyarı gökyüzünü ele alalım. Ve Rabbimiz’in bir ayeti ile başlayalım:
“Gökleri, yedi kat üzerinde yaratan O’dur. Rahman’ın bu yaratmasında bir düzensizlik
bulamazsın. Gözünü çevir bir bak, bir aksaklık görebilir misin?” (20)
Önce güneş sisteminden başlayalım: Yaşamakta olduğumuz dünya ile birlikte güneşin
çevresinde dönen dokuz gezegenin teşkil ettiği sisteme güneş sistemi diyoruz. Bu sistem
kâinatın, yeni tabirle evrenin küçük bir parçasını teşkil ediyor. Güneşin gezegenleri sıra ile
şöyledir: Merkür, Venüs, Dünya, Mars (Merih), Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüton.
Bunlardan sadece güneşi ve gezegenlerinden dünyayı biraz anlatacağım:
GÜNEŞ: Kendi adıyla anılan sistemin beyni ve çekirdeği hükmündedir. Küre şeklinde
olup, çapı 1.4 milyon, dünyaya uzaklığı ise 150 milyon kilometredir. Saniyede dünyayı 7.5
kere dolaşan ışık, bize 8.5 dakikada gelebilmektedir. Saatte 1000 km. hızla giden bir uçak
bugün yola çıkmış olsa, güneşe ancak onyedi yıl sonra varabilir. Aslında bu kâinatın
büyüklüğü yanında gözde büyütülecek bir mesafe değildir.
Güneş de tıpkı dünya gibi kendi mihveri etrafında döner ve bir devrini 25.5 günde
tamamlar. Çekim gücü ise, yer çekimine nazaran 27 kat daha fazladır. Bu orana göre,
dünyada 70 kg. gelen bir adam, Güneş’te 1890 kg. gelecektir. İlmî tespitlere göre, güneş,
alev halinde patlayan gaz kümelerinden meydana gelmiş olup yüzeyindeki sıcaklık 5670 santigrat
derecedir.İngiliz astronomu Eddington’un yaptığı hesaplara göre merkezdeki ortalama sıcaklık 35
milyon santigrat derecedir.
(20) Mülk: 3.
Bu sıcaklıkta katı bir gök cismi bulunamayacağından Güneş’in kütlesi gaz halindedir.
Güneş, dünya kurulalıdan beri aynı hızla radyasyon neşretmektedir ve bu yüzden günde
360 milyar ton kütle kaybına uğramaktadır. Güneş radyasyonu, güneş için enerji kaybı
olduğu aşikar olmasına ve enerjinin korunumu prensibinin de enerjinin yoktan var
olamayacağını kabul etmesine göre, bu kadar uzun zamandan beri devam eden müthiş bir
enerji sarfı için elbette bir kaynak aramak icabeder. Böyle bir kaynak nerededir? Güneşin
bugünkü radyasyonuna bakarak diyebiliriz ki, bu enerji Güneş dışında bir istasyondan
temin edilse bu istasyonun saniyede bir milyar tonlarla ifade edilen bir miktarda kömür
yakması icabederdi. Böyle bir istasyon mevcut değildir. Boş bir okyanustaki bir gemi gibi
seyreden Güneş, sarfettiği enerji için kendi yağıyla kavrulmaya mecburdur. Güneşi,
kömürünü kendi taşıyan bir cisim ve sarfetiği ışık ve ısı enerjisinin bu kömürden hasıl
olduğunu farz etmiş olsak, bu kömürün birkaç bin senede kül ve cüruha inkılab etmesi
icabeder-
Görüldüğü gibi, Güneş var olduğundan beri büyük bir enerji kaybına maruz kalmasına
rağmen bu güne kadar sönmemiştir. Demekki, bunu söndürmeyen bir kuvvet ve her an
onu besleyen ilahi bir kaynak var. İlmin bile izahtan aciz kaldığı böylesine harikulade bir
olayı kör bir tesadüfe yahut iradesiz bir tabiata bağlamak mümkün müdür? Yalnız ısı ve
ışık kaynağı olarak değil, hayatımızınve kainat nizamının mihveri durumunda bulunan ve
ilmin zirveye çıktığı çağımızda bile mahiyeti tam olarak bilinemeyen, tepemizde, kocaman
bir ampul hükmündeki güneşin mevcudiyeti, Allah’ın varlığına, sonsuz kudretine kat’i bir
delil değil de nedir?
(21) Allah ve Modern ilim – A. Nevfel.
Güneşin mutlak sahibi olan Allah (c.c), Kur’an-ı Kerim’inde ondan şöyle bahseder:
“Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu ancak Kadîr ve Alîm olan Allah’ın
kanunudur” (22). Eğer Güneş şimdiki halinden biraz yeryüzüne yaklaşsa yeryüzü yanar,
kavrulur, böylece yeryüzünde hayat olmazdı. Yine Güneş biraz yeryüzünden uzaklaşsa
bütün sular buz tutar, soğuktan her taraf donar, böylece yine yeryüzünde hayat dururdu.
Ve canlı diye bir şey kalmazdı. Şimdi, Aysel kardeşim iyi düşün; basit bir masa kendi
kendine var olamaz da, bu anlamış olduğun Güneş kendi kendine nasıl Var olabilir?
Elbette var olamaz. Öyle ise, bu muazzam Güneş’i yaratan bir şuurlu varlık vardır. O da
Allah’tır. Şimdi, bu muazzam Güneş kendi kendine var olmuştur veya tabiat yaratmıştır
diyenlerde akıl var mıdır? Elbette yoktur.
DÜNYA: İlk önce dünya hakkında Rabbimiz’in birkaç ayetini okuyalım. Cenab-ı Hakk
şöyle buyuruyor: “Göklerin ve yerin ve onlarda bulunanların hükümranlığı Allah’ındır.”
(23) “Göklerin ve yerlerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde
akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır.” (24) “Allah O’dur ki, gökleri ve yeri altı günde
yarattı. Sonra arşa istiva etti, saltanatını kurdu. Sizin O’ndan başka hiçbir yardımcınız
yoktur. “(25)
(22) Yasin: 38.
(23) Maide: 120.
(24) Âl-i Imran: 190.
(25) Secde: 4.

Dünyanın yaşı kesin olarak bilinmemektedir. Doğrusunu ancak Allah (c.c) bilir. Şairin biri
şöyle demiş: “Dünya, ilk ve son sayfaları yırtılmış bir kitap gibidir. Ne önünü, ne de sonunu
okuyabiliyoruz.” Bununla beraber dünyanın yaşı hakkında tahminler, 300 milyon ile 5.5
milyar yıl arasında değişmektedir. Dünya, Güneşe 150 milyon km.’dir. Ekvator çevresi 40
bin, ekvator yarı çapı 6373 km.dir. Yüzölçümü, 510 milyon km2′dir. Yerin hacmi, 1,08.1012
km2, ağırlığı ise 6.1021 tondur. Basıklık oranı, 1/297 dir. Ölçülere göre çok büyük fakat
kâinat içinde mikroskobik yeri dahi olmayan Dünyamız, Güneş etrafındaki bir milyar km.
uzunluğundaki yörüngesinde saatte 108 bin km. hızla dönmektedir. Aynı zamanda kendi
mihveri etrafında 24 saatte bir devir yaparak gece ve gündüzleri meydana getirmektedir.
Mihveri etrafındaki sürati ise, 1666 km/saattir. Demek oluyor ki, insanlar bir günde Dünya
mihveri erafında dönerken 40 bin km.lik yol katediyorlar. Bir yılda da saatte 108 bin
kilometre hızla takriben bir milyar kilometrelik bir feza seyahati yapmış oluyorlar.
Muhakkak ki, insanlar bu baş döndürücü seyahatin farkında bile değildirler. Çünkü
herşeyde ilahi bir denge mevcuttur. Şu dönmekte olan dünya aniden duruverse acaba neler
olur?
Araba aniden durunca herkes nasıl öne fırlıyorsa, Dünyanın durmasıyla birlikte herşey
yerinden fırlayacak, belki dağlarla denizler yarış ederken hepsi bir kül yığını gibi
savrulacak. Meselâ, yine Güneş’e yakın olan gezegenler, hızlı döndüklerine göre, böylece
Güneş’in çekimiyle dengede kalıp, bulundukları yeri koruduklarına göre, Dünyamızın
güneş etrafında dönüşü biraz yavaşlarsa, o nisbette Güneş’e yaklaşacak ve yanacaktık.
Hızlansa uzaklaşacaktık ve donacaktık. Öyle bir noktada bulundurulmuşuz
ki, Dünyanın Güneş’e olan uzaklığı, mevcut canlıların yaşama sebeplerinden
sadece biridir. Diğer gezegenlerde dünyadaki hayata benzer bir hayatın olmamasının
sebebi budur. Aynı şartlar aynı sonucu doğuracağından, dünyadaki şartlar diğer
gezegenlerde olmadığı için, Dünyadakine benzer bir hayatta oralarda yoktur. Öyle ise,
hayatın ne olduğunu, canları ve canlılardaki evrimi (tekamülü) incelemeden evvel,
Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığını kim tayin etmiş? Dünyayı kim tartmış? Ona kim bu şekli
vermiş? Sonra Dünya’nın hem kendi ekseni etrafında, hem de Güneşin etrafında dönüşü
var ki, bunlara ilk hareketi veren kim? Bu hareketin devamını sağlayan kim?
Dünya, Allah (c.c) tarafından bizlere bir mekan olarak bahsedildiği için, fizyolojik,
biyolojik, anatomik yapımıza göre bazı imkanlar ve uygun şartlar hazırlanmıştır. Gece,
gündüz, mevsimlerin oluşumu, atmosferin terkibi, meteorolojik olaylar, bitkiler, hayvanlar,
daha nice nimetler ve imkanlar, işte bu hikmete mebni halkedilmiş ve emrimize musahhar
kılınmıştır. Dünya dönmeseydi ve mihverinden 23 derecelik bir sapma ile yörüngesinde
seyretmese idi, ne gece, ne gündüz, ne de mevsimler meydana gelecekti. Neticede, durgun,
sönük, nimetsiz ve lezzetsiz bir alem olacaktı. Teneffüs ettiğimiz havanın içindeki oksijen,
hidrojen, azot, argon, su buharı ve karbondioksit dengesi bozulmuş olsaydı, canlıların
yaşaması imkansız hale gelirdi.
Öyle ise şimdi sana soruyorum Aysel Kardeş: Nasıl bir masa kendi kendine var olmuyor,
onun bir ustası olduğunu söylüyoruz, öyle de şu birazcık anlatmış olduğum dünyamız
kendi kendine yar olabilir mi? Elbette Dünya kendi kendine var olmayıp, onu yoktan var
eden bir ustası vardır. O da Allah (c.c)’dır. Değil mi Aysel Kardeşim?
Sen de inanıyor, sen de Allah’ın sanatına hayran kalıyorsun değil mi?… Misallere devam
edelim…
GEÇELİM ATOMA: Çevremize baktığımız zaman, canlı, cansız, sayısız varlıklarla
karşılaşırız. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler canlı; diğer yandan taş, demir, kömür, toprak gibi
şeyler de cansızdır. Canlılarda, can veya ruh dediğimiz bir kuvvet vardır. Buna mukabil
cansızlarda gizli bir enerji mevcuttur. Buradan ‘canlılarda aynı mahiyette bir enerji yoktur
anlamı çıkarmamalıdır. Canlıları, hücre yapısından, beslenme ve solunum yapma gibi
hususiyetleri sebebiyle tefrik ettiğimizden dolayı, onlar için, önceden bir enerjiden ziyade,
hayatiyet söz konusudur. Ruhun bedenden çıkmasıyla insan ölür, cansız bir varlık halini
alır ama gizli enerjisinden hiçbir şey kaybetmez. Çürüyen ceset toprak olur, ona karışır. Bu
noktada toprakla ceset arasında fark yoktur.(26-a) İkisinde de karbon, hidrojen, oksijen,
azot, kükürt, demir vs. gibi atomlar vardır. Atomlar ise, canlı, cansız ne varsa bütün
varlıkların bilinen en küçük parçasıdır. Ve hepsi büyük birer enerji deposudur. (Meselâ, bir
kuruş büyüklüğündeki bir bakır parçasının atomlarındaki mevcut kudret elli bin tonluk bir
gemiye birkaç defa devr-i alem seyahati yaptırabilir. Bir kahve kaşığı kömür tozunun
atomlarında beş milyonluk bir şehrin en soğuk aylarda bir haftalık ısıtma ihtiyacını
karşılayacak enerji vardır. (26) Bir gram Radyum atomunun enerjisi 3.000 ton kömürün
enerjisine denktir. (27) Bu enerjinin dinamosu ise, çekirdek ve etrafında dönen
elektronlardır. Elektronlar durmadan hareket ettiğine göre, şu elimizde tuttuğumuz kalem,
gözümü, ze taktığımız gözlük, sırtımıza giydiğimiz ceket, taşlar da hareketlidir. Çünkü,
onların da en küçük parçası atomdur. Öyleyse, her şeyde bir hareketin olduğunu
söyleyebiliriz.
(26-a) İnsanın topraktan yaratıldığını gösteren ilmî bir işaret.
(26) Anarşi: Kainat Nizamı Anarşiyi Reddeder – Zeki Ünal.
(27) Allah ve Modern İlim – Abdürrezzak Mevfel.
Atom, Güneş sistemine çok benzer. Adeta onun küçük bir benzeridir. Atom çekirdiğini
Güneş kabul edersek, etrafında dönen elektronlar da gezegen hükmündedir. Fakat, atom,
Güneş sistemine göre kıyaslanamayacak derecede küçüktür. Meselâ, Güneş’in çapı, 1.4
milyon kilometre iken atom ancak milimetrenin on milyonda biri kadardır. En küçük
gezegen Plüton’un çapı, 6.000 kilometre olduğu halde elektronun çapı, atom çapının ancak
yüz binde biri kadardır. Gezegenlerin en süratlisi Merkür’dür. Hızı, saniyede 47
kilometredir. Halbuki, elektronların sürati, saniyede 300 bin kilometredir. Atomun
çekirdeğinde, artı yüklü protonlarla, hiçbir elektrik yükü taşımayan nötronlar vardır.
Elektronlar ise, eksi elektrik yüklüdür. Elektronlarla çekirdek arasındaki mesafe o kadar
büyüktür ki, kendi cüsselerine göre ay ile dünya arasındaki mesafe kadardır. (28)
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

Misafir
Bu konu yeni mesajlara artık kapalıdır.
×
×
  • Yeni Oluştur...