Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Yeni


Öne çıkan mesajlar

Mesaj tarihi:
Geçmiş, geleceğin önüne geçerse zayıflatır, çok arkasında durursa yalnızlaştırır, eşit giderse güçlendirirmiş. Tek bir cümlenin beyinde dönüp dönüp kendini paragraf sanması ne garip. Oysaki sadece bir sonu var. Döndükçe kelimeler cümle, virgüller nokta sanıyor kendini. Yazık ki, kandırabiliyordu beni de genelde.

Bu sefer değil. Bu sefer...

Beklemedim biramın sonunu, uzaklaştım her gecemi sabaha katan bardan. Özlemişim ay ışığının yolumu aydınlatmasını. Güneşe nazaran daha loş daha bi güzel. Mi? Kestiremiyorum tam, neyse. İşine yetişmeye çalışan insanlara kıpkırmızı, yarı sarhoş gözlerle bakmak yerine, ıssızlığın keyfini çıkarıyordum. Sokağı geceden biraz olsun kurtarması için dizilmiş lambalara bakarken salak salak uçuşan böcekleri farkettim. Bi adını öğrenemedim şunların kaç yazdır.

"Işık böceği"? I ıh olmadı.

"Lamba böceği"? Humm güzelleştirilebilinir:

"Sokak lambası böceği". Aa oldu yahu. Eski bir varlığa yeni bir ad koymak hoşuma gitti. Gülümsedim. Yıllar o kadar ilerlemişti ki hatırlamıyorum en son yeni bir şey yaptığım zamanı. Çoktandır:

Zayıflıyorum.

Yoluma devam ederken böcekler aklımdaydı. Geçmişlerini hatırlıyorlar mı? Yaptıkları hataları hatırlayıp dikkat ediyorlar mı, kaybettiklerini unutabiliyorlar mı? Gerçeğe dönünce farkettim ki tek kaybettiği şey yumurtadan çıkmasını sağlayan böcek, öğrendiği de sadece "ışığa çok yaklaşma!". Diğer "sokak lambası böcekleriyle" de tek muhabbeti "lan olum geçen bi ışık gördüm na bu kadar, şimdi gösteremiyorum da sen anla" olacaktır herhalde. Bu kadar basit yaşamak mı? Yok yahu yaşadığım şekli güzel. Böyle düşünüyorum ama... Ama aynı anda:

Zayıflıyorum.

Asfalt arkamdan gelirken; keşke, barda, o birayı bitirip yenisini isteseydim gibi bi düşünce aklımı aldı. Paragraf olmaya bir saniye kala yıktım o zehir cümleyi. Bu hepsinden farklı bir geceydi. En azından ben öyle umuyordum. Üç senede üçer üçer yaşlanmak ne kötüymüş yahu, 29 şubatta doğsaymışım keşke; dört senede bir yaş, mis. Neyse, işte bu yüzden farklı olmalıydı o gece, artık günler yıllara teker teker karışmalıydı. Üç fazla. Üçler katlandıkça daha çok...

Zayıflıyorum.

Evin ters tarafında olduğum için -mekandaki tek barı en uzağa yapmak zorundalardı- üşendim. Yazla beraber gelen sesi de çekesim yok. Merkeze girişte solda kalan sahilin ışıklarını görünce zaten ev fikrinden vazgeçtim. İlerleyip girdim sahile. Biraz tedirgin bakındım zira jandarma karakolu çok yakındı. Ama? Ben, her biramla geldiğimde yanımda bitiveren jandarlamaların ayak izlerini görmüyorum? Lan?. Sırıtışım daha gebeş olmamıştı herhalde hiç. Bu gece o gece değil dedim kendi kendime, şeytanı kucakladım. Koşa koşa ilk açık büfeden bi efes kaptım. Sahile vardığımda soluklarımın hızı beni bile korkuttu ama önemli değil. Birayı bi çırpıda açıp ağzıma götürdüm. O anda isteğim sadece birayı içmekti ama ben istemeden yüzüm denize döndü, gözlerim gördü.

Öylesine bir silüet. Garip hareket ediyor.

Biramı sahilin ufak çakıllı zeminine saplayıp ilerledim. Yaklaştıkça hatları belirginleşti, erkek değildi. Daha da yaklaşınca garip hareketlerin "taş kaydırma" olduğunu anladım. Beni farketmeyeceğini düşündüğüm uzaklıktan seyretmeye başladım. Hep üç sektiriyordu, sonra üfleyip yeni bir yassı taş arıyordu. Biramın ısınmasına ramak kalınca uyandım ufak tiyatromdan, yere baktım. Yassı taşlar ışıkta daha çok parlar, hemen farkettim. Pürüssüzdü. Avına atlayan kaplan gibi atıldım taşa. Yanına sırtlan gibi tırsak ilerleyip -sürüde değildim- durdum. Yavaş yavaş döndü, beklediğimden de yavaş. Gülümsedi. Ben de gülümseyip taşı uzattım.

"Sen at" dedi.

Durdum bir an... Hiç de beceremem ki. Neyse artık napalım. Gülümsememi korurken başımla onayladım. Profosyonel taş sektiricileri gibi pozisyon aldım - yani böyle bi spor olsa güzel olurdu -.

Fırlattım.

Bir... İki... Üç...

Dört...

Ben bu kadar çok sektiğine şaşırırken o çoktan bana dönmüştü.

"Kazandık"

Dönüp gitti, anlamadım. Veya anlamamıştım o an. Ben de yürümeye başladım birama doğru düşünerek ama neyse önemli değil. Vardığımda elimle kontrol ettim soğukluğunu arpanın, soğuktu.

Oturup bağdaş kurdum, denize baktım. Dalgalar mı diyim, yakamoz mu diyim, sesler mi diyim bilmediğim bir şey yüzünden anladım işte.

Birayı yerçekimine atar yaparak kaldırmak yerine taşlara daha çok gömdüm. Yaptığım harekete ben bile şaşırsam da bu benim yeni bulduğum bir adaya gömdüğüm bayraktı. Ertesi gün kimse içilmemiş biranın neden orda olduğunu anlamayacaktı ama o benim bayrağımdı. Bu benim keşfettiğim bir adaya diktiğim bayraktı. Amerikayı bulsam bu kadar mutlu olmazdım, humm tabi olmazdım da...

Bu benim yeni adamdı. Bu yeni bir adamdı. Gülümsedim tekrar.

Bu gece o gece.

Yanımda duran bira ısınadursun kollarımı kendime yastık yaparak ensemin hemen üstüne yerleştirdim. Tepeye bakarken huzur benimdi yıllardan sonra.

Zayıflamıyordum artık ama güçleniyor muydum? Humm bu konu o an için önemsizdi.

Yıldızları bu kadar parlak görmemiştim daha önce, ama, daha önemlisi kafamı biraz eğince ilk defa gördüğüm bir şeyle karşılaştım:

Sokak lambası böcekleri.
×
×
  • Yeni Oluştur...