SturmVogel Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 Güneş Sistemi büyük ölçüde keşfedilse de dış güneş sistemi uyduları hala bir gizem olmayı sürdürüyor. Örneğin Titan gibi dış güneş sistemi uydularında basit yaşama ev sahipliği yapabilecek türden bir atmosferin varlığı bu tür gizemlerden sadece biri. Buna benzer şekilde dış güneş sistemindeki astreoid kuşakları hala tam keşfedilmiş değil. Bu ve benzeri yapılar iç güneş sisteminde rastlanmayan türden anomaliler içeriyorlar. -------------- HYPERION Hyperion kaotik dönüs yapan (ekseni etrafindaki dönüsü çok küçük etkiler nedeniyle önceden belirlenemeyen) bir uydudur.En uzun çapi 370 km olup bu büyüklükte bir uydunun normalde yuvarlak olmasi beklenir. Fakat onun ekseni Saturn' ün merkezinden 45° kaçiktir. Tüm bunlar Hyperion' a bir gökcisminin astronomik olarak yakin bir zamanda çarpmis olmasi ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Bu çarpma sirasinda Hyperion' un kütlesinin üçte ikisini kaybetmis oldugu sanilmaktadir. Normalde uydular bu tip çarpmalar sonucu yörüngelerine saçilan maddelerin çogunu geri toplarlar. Ancak Hyperion' un Titan gibi dev bir uyduya çok yakin olmak gibi bir sanssizligi vardir. Bu yüzden dagilan parçalarin çok büyük bir kismini Titan çok az bir kismini de Rhea toplamistir. Hyperion'un acayip kraterlerinin dibinde ne var? Bunu kimse bilmiyor. Cevabın bulunmasına yardımcı olmak için, şu anda Satürn'ün yörüngesinde olan robot uzay aracı Cassini, 2005 yılının sonlarında sünger desenli uydunun yanından geçerek, daha önce hiç görülmemiş ölçüde detaylı bir görüntü aldı. Suni renklendirmeyle yukarıda sunulan bu görüntü, genel olarak garip bir yüzeye sahip, tuhaf kraterlerle kaplı, görülmeye değer bir dünyayı gözler önüne sermektedir. Renklerdeki hafif ton farkları, büyük bir ihtimalle yüzey bileşimindeki farlılıkları yansıtmaktadır. Çoğu kraterin dibinde, özellikleri bilinmeyen koyu renkli bir malzeme yer almaktadır. Resimde görülen parlak kısımların yakından incelenmesi, koyu renkli malzemenin bazı yerlerde sadece onlarca metre kalınlığında olabileceğini göstermektedir. Hyperion yaklaşık 250 kilometre genişliktedir ve kendi etrafında karmaşık bir düzende dönmektedir. Uydunun yoğunluğu o kadar düşüktür ki; iç kısmında büyük bir mağaralar sistemine sahip olabilir. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Sintisyzer Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 bi "hyperion koş anneni .kiyolar" denmedigi kalmıs garibime, kaotik eksen, buyuk uydulara yakın yorunge, 45 derece kacık yorunge, parcalanmis kutle, dusuk ozkutle, delik desik yuzey. garibim benim Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
DoruK Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 karıncalar gezenegeni! Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
SturmVogel Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 TITAN renklendirilmiş resimde Titan temsili resimde Titan'dan görünüş Satürn’ün en büyük uydusu (Bir benzetme yapmak gerekirse Merkür gezegeninden bile daha büyük) Titan’ın keşfi 1655’e kadar gider. O yılın Mart’ında Hollandalı tanınmış fizikçi ve gökbilimci Christian Huygens, yeni tasarlayarak yaptırdığı çok uzun odaklı ve zamanının en ileri optik teknolojilerini içeren teleskopunu Satürn’ çevirdiğinde, gezegene eşlik eden küçük bir ‘yıldızı’ hemen farketti. Takip eden gözlemlerle, gözalıcı güzellikteki gezegene eşlik eden bu uydusunun adını koydu, yörüngesini belirledi, parlaklığını ve yaklaşık kütlesini hesapladı.Takip eden 300 yıl boyunca onun hakkında bildiklerimiz bunlardan ibaretti. 1940’larda bir başka Hollandalı gökbilimci, Gerard Kuiper, tüm gezegenler ve uydularının yansıttıkları ışığın renk-ayrışımlı (spektral) incelemesine başlamıştı. Titan’dan yansıyan ışıkta, metan gazı CH4’ün soğurma bantlarını gördü. Aynı gaz, Jüpiter ve Satürn’ün ışığında da kolayca farkediliyordu. Kuiper bize Titan hakkında diğer çok önemli bir bilgiyi getirdi: Bu ayın bir atmosferi olmalıydı! Aslında, dev gezegenlerin büyük boyutlu aylarının atmosfere sahip olabilecekleri, ondan 20 yıl kadar önce, Sir James Jeans’ın kuramsal çalışmaları yla öngörülmüştü. Jeans, o sırada, gezegenlerin sahip oldukları atmosferlerin, hangi koşullarda gezegenlerinden kaçabileceğini hesaplamaya çalıştıyordu. Kolayca farkına vardı ki, bir gezegenin sahip olduğu gaz zarfını Güneş Sistemi’nin yaşamı boyunca tutabilmesi için, yeteri büyüklükte yoğunlaşmış (katı ve sıvı) kütleye ve ve çarpışan gaz moleküllerinin kaçış hızlarına erişmesini engelleyecek düşük sıcaklıklara sahip olmalıydı. Hidrojen (H ve H2) ve helyum (He) gibi düşük molekül ağırlıklarına sahip gazlar çok düşük sıcaklıklarda bile kaçış hızına ulaşabildiklerinden, kolayca gezegeni terkedebiliyorlardı. Metan gibi ağırca ve çok düşük sıcaklıklarda yoğunlaşan gazlar, Titan durumundaki gök cisimleri için uygun atmosfer malzemesi oluşturuyordu. Jüpiter ve Satürn’ün aksine, Titan atmosferinde H ve He beklenmiyordu. Ancak, yeryüzündeki en büyük teleskoplar bile, bu 1 milyar km ötedeki gök cismi için fazla şey gösteremiyorlardı. 1980’e ulaştığımızda bile, Titan atmosferi hakkındaki bilgilerimiz ve tahminlerimiz çok belirsizdi. Örneğin, yüzeydeki atmosfer basıncı hakkındaki modellere göre bu değer, yeryüzü basıncının 50’de biri de, 20 katı da olabilirdi! Neyse ki yardım 3 yıldır yoldaydı! Voyager 1 (Gezgin 1) adlı gezegenlerarası uzay aracı, Kasım 1980’de Titan’ın 4000 km yakınından geçecek bir yörünge üzerindeydi. Bu, yeryüzü gözlem uydularının yüksekliklerinden pek de farklı bir uzaklık değildi. Araç üzerindeki tüm gözlem ve kayıt sistemleri işe koyuldu. Birkaç gün içinde, Titan hakkındaki bilgilerimiz tümüyle yenilendi. Voyager’dan gelen verilerin bir bölümü hâlâ inceleniyor ve Hubble Uzay Teleskopu (HST) ve diğer büyük teleskoplarla yapılacak gözlem tekliflerinde temel argümanlar olarak kullanılıyor. Yağmurlar sıvı metan sağanağı halinde yağıyor. Yoğun zehirli atmosfer, güneşi perdeleyip gökyüzünü sonsuza dek tan vaktinin renklerine boyuyor. Sıcaklık –her türlü yaşam formu için ölümcül tehlike anlamına gelebilecek bir düzeyde- sıfırın altında 179ºC. Ve puslu atmosferin dışında devasa büyüklükte görünen halkalı gezegen Satürn asılı duruyor. Ama yine de burası, yani Satürn'ün en büyük uydusu Titan, ürkütücü bir biçimde dünyamıza benziyor. Hawaii Üniversitesi Astronomi Enstitüsü'nden Tobias Owen, "Titan, Peter Pan'ın Düşler Ülkesi" diyor. "Dünya benzeri bir gezegene dönüşebilmek için her türlü madde ve elemente sahip, ama hiçbir zaman gelişme olanağı bulamamış." Yoğun atmosferi, hidrokarbon sisiyle kaplı. Ender yaşanan metan musonları hızla, Titan'ın alçak tepelerinde derin kanallar açan ve geniş çamur düzlüklerine akan nehirler oluşturuyor. Dünya'da olduğu gibi Titan'da da yer hareketleri ile yarı erimiş su ve amonyaktan oluşan lav benzeri bir karışım püskürten yavaş ve soğuk bir tür volkanizma olabilir. Hepsinden ilginci de, Titan'ın hafif rüzgârlarının organik moleküller açısından zengin karışımlar taşıması. Owen ve gezegenbilimci meslektaşları, Titan'ı zihinlerinde canlandırmaya alışkın. Artık uzaktan kumanda aracılığıyla da olsa onu ziyaret edebiliyorlar. Geçtiğimiz iki buçuk yıl boyunca, Cassini adlı uzay aracı Satürn'ün uydu ve halkalarıyla sıkı fıkı oldu ve gözlerini bu dev gezegene dikti. Titan'la, zamanda geriye doğru yapılan bir yolculuk niteliğindeki bir buluşma, gerçek bir dönüm noktasıdır. İç bölümlerindeki egzotik metalik hidrojenden, halkalarındaki milyonlarca küçük taş parçasına; buzdan bir küreyi andıran Phoebe'den, gayzerler barındıran Enceladus'a -farklı sıcaklıklara ve karakteristik özelliklere sahip uydularına- kadar Satürn 4,6 milyar yıl önce Güneş Sistemi'nin nasıl meydana geldiği ve yaşamın nasıl ortaya çıktığına ilişkin ipuçları barındırıyor. NASA Ames Araştırma Merkezi'nden gezegenbilimci Jeff Cuzzi, "Satürn ve maiyetindekiler, Güneş Sistemi'nin yapısı ve evrim hakkında -büyük ölçekte- ilk elden bilgi veriyor" diyor. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
SturmVogel Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 EUROPA Berlin Uzay Enstitüsü'ndeki bilim adamları, Europa uydusunda dev bir okyanusun bulunduğunu tahmin ediyorlar. "Ancak okyanusun derinliğini şimdilik bilmiyoruz" diyor, Gerhard Neukum. "Galileo" verilerini değerlendiren Amerikalı jeologlar, 15 km kalınlığındaki buz tabakasının altında 100 km derinliğinde bir denizin bulunduğunu hesaplamışlar. Pasifik okyanusunun derinliği ise sadece 11 km. Eğer Amerikalı araştırmacıların hesapları doğruysa, Europa'da Dünya'dakinden iki misli daha fazla su bulunmakta. İnanılır gibi değil, ama Europa'nın yüzeyinden alınan fotoğraflarda, tıpkı Arktiktekine benzer hareketli buzul tabakaları görülmekte. Asteroitlere ait düşme izleri, Ay'dakine oranla çok daha az. Kraterlerin sayıları ve biçimleri, aslında buz tabakasının sadece birkaç milyon yıldan beri geliştiğini gösteriyor, yani sonuçta Europa tamamen donmuş olamaz. Peki ama böyle bir şey mümkün olabilir mi? Neredeyse hiç Güneş ışını almayan Jüpiter uydularında, en yüksek sıcaklık -130 derecedeyken, hâlâ donmamış su bulunabilir mi? "Bu durum ilk başlarda bizi de çok şaşırtmıştı" diyor, Neukum. "Fakat daha sonra Jüpiter'in Dünya'dan 300 misli daha ağır olduğunu hatırladık. Yoğun gaz içerikli gezegen, uydularını muazzam bir gelgit gücüyle yoğurduğundan, bunların içlerinde kinetik ısı oluşur." Jüpiter uydusundaki buz tabakasının kilometrelerce derinliğinde, böylece pekala güney denizinin sıcaklığında bir deniz olduğu düşünülebilir. Ne var ki, Europa uydusunun tümü karanlık. Fakat basit organizmalar güneş ışığı görmeden de yaşayabiliyorlar. Örneğin, yeryüzündeki okyanusların hiç ışık almayan derinliklerinde, metrelerce uzunlukta spirografisler, yengeçler ve dev midyeler dolaşmakta. Bu yüzden bazı bilim adamları, Europa'da canlıların varlığına inanıyorlar. Araştırmacılar 2003 yılında Europa'nın yörüngesine, radarlarla uydunun her yanını aydınlatacak bir aygıt yerleştirmeyi düşünüyorlar. Pasadena (Kaliforniya) NASA Gezegen Araştırma Merkezi'ndeki bilim adamlarının Europa ile ilgili projeleri daha ilginç. Uydunun yüzeyine gönderilecek bir uzay sondası, adeta bir torpido görevini yerine getirecek. Nükleer enerjiyle çalışan sondanın ucunda bulunan "Cryobot" (delici kapsül), kilometrelerce karanlıktaki buz tabakasını eritecek. Kalın buz tabakasının delinmesiyle birlikte, delici kapsül, "Hydrobot" olarak adlandırılan denizaltı robotunu, buz tabakasının altındaki "denize" fırlatacak. Ve proje başarıya ulaşırsa, "Hydrobot" kilometrelerce derinlikte gözlemlerini sürdürebilecek. NASA araştırmacıları projeyi önce Antarktik'te deneyecekler. Güney kutup istasyonu Wostok'un 4 km altında, yüz bin yıdlır dış dünyadan kopmuş olarak varlığını sürdüren dev bir göl keşfetmişler. Rus bilim adamları ilk denemede buzun içinde yabancı mikroplara rastlamışlardı. Biyolog Karl Stetter yaptığı uzun incelemeler sonucunda, bazı organizmaların yalnızca dondurucu sıcaklıklarda değil, kaynaçlarda, çok sıcak petrol kaynaklarında ve yanardağ ağızlarında da, tamamen havasız ve ışıksız yaşayabildiklerini tespit etti. "Böylece, yavaş yavaş, yaşamın düşündüğümüzden çok daha çeşitli ortamlara uyum sağlayabileceğini anlamaya başladık" diyor, astrobiyolog Frank Drake. Europa’nın yüzeyle bağlantılı okyanus modeli, yaşam için gerekli her şeyi sağlayabilecek fiziksel ayarlara sahip olabileceğini gösteriyor. Ancak okyanusun yüzeyden kalın bir buz tabakasıyla izole edilmiş olması da yaşam için daha az konuksever bir ortam yaratabilir. Bu durumda ekosistem, oksijen ve güneş ışığından izole edilmiş olur. Günlük olarak açılıp kapanan buzdaki aktif bir çatlağın birine bakarsak temelde donma noktasının hemen üzerinde sıvı su vardır . Suda, Europa’nın içi ve dışından kaynaklarından maddeler bulunur. Örneğin kuyruklu yıldız kaynaklı maddeler: Bunlar arkalarında görülebilir turuncu kahverengi doğrusal çatlaklar ve kaotik erime boyunca izler bırakırlar. Europa’nın buz yüzeyi, Jüpiter’in manyetosferinden kaynaklanan yüklü taneciklerle bombalanmıştır ve bu tanecikler buzun içine karışmıştır. Kuyruklu yıldız kaynaklı maddeler ise yüzeye inerek organik ve diğer maddelerle yüzeyde tortu oluşturur. Yüzeyin birkaç santim içindeki organizmalar, Güneş’in mor ötesi ışınımı yüzünden ölür. Ancak yeterli güneş ışığı da fotosentez olayının gerçekleşmesini sağlayacak biçimde yüzeyden birkaç metre aşağıya gidebilir. Böyle bir çatlağın her gün açılıp kapanmasıyla (Dünyadaki gel-git bölgelerindeki gibi) göreli olarak sıcak su yukarı ve aşağıya hareket eder. Böyle uygun bölgelerin de zengin bir yaşamsal ekolojiyi destekleyebileceği düşünülebilir. Olası bitkiler güneş ışığından dolayı yüzeye yakın yerleşmiş olabilirler. Diğer organizmalar çatlakların duvarlarını kapamış ve günlük akışı engelliyordur. Bazıları, altlarındaki buzun erimesiyle serbest kalmış, öbürleri ise hala günlük akışla okyanustan yüzeye basitçe hareket ediyorlardır. Özel alanlar varlıklarını sürdürdükçe, organizmaların rahat, güvenli ve refah içinde olmaları olasıdır. Fakat dönüşten dolayı uzun vadede değişiklik, uyum sağlama ve hareket kabiliyetine neden olabilir. Bu mücadeleler daha karmaşık ve farklı yaşam biçimlerinde olan evrende önemli gereksinmelerdir. Eğer Europa’da yaşam var olmuşsa, şu anda da olma olasılığı yüksektir ve halen gelişmektedir. Europa’nın yüzeyinin gençliği bize, fiziksel süreç ve Europa’da yaşama potansiyel olarak izin veren koşulların, Güneş Sistemi yaşının son %1 lik döneminde yani son 45 milyon yıldır etkin olduğunu gösteriyor. Üstelik, Europa’da bir biyosfer olabilir ve bu okyanusun derinlikleriyle yüzeyin birkaç santimetre üstü arasında genişlemiş olabilir. Yer dışı yaşam belki de daha önce düşünüldüğünden daha gerçek olabilir. Buzu kilometrelerce delmemize ihtiyaç olmadan, organizmaları yüzeyde veya yüzey yakınında görebiliriz. Europa’nın steril olduğu kanıtlansa bile, karmaşık jeofiziksel süreç takımı ve onların jeolojik ve dinamik olayları ile olan eşsiz ilişkileri Europa’yı Güneş Sistemi’ndeki en aktif ve heyecan verici cisimlerden biri yapmaya devam edecektir. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Cuce Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 ne guzel be Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Ardeth Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Şubat 5, 2008 titanda yaşarım ki ben Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Farinal Mesaj tarihi: Şubat 6, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Şubat 6, 2008 titan temsili resminde her an bir jip çıkacakmış gibi duruyor böle dağları yararak falan Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
SturmVogel Mesaj tarihi: Temmuz 10, 2008 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 10, 2008 PHOBOS 1877'de Hall tarafından bulunmuş, 1971'de Mariner 9, 1977'de Viking 1 ve 1988'de ise Phobos uzay araçları tarafından fotografları çekilmiştir. Phobos, eşzamanlı yörünge yarıçapından daha alçak bir yörüngede olduğundan Mars yüzeyindeki bir gözlemci için günde aşağı yukarı iki kez doğup batar. Yüzeye o kadar yakındır ki yüzeydeki bazı yerler için her zaman ufkun altında kalır. (Eşzamanlı yörünge yarı çapı : bir uydunun gezegenin etrafında gezegenin kendi etrafında dönüş süresi kadar bir zamanda döneceği yüksekliği ifade eder. Böyle bir uydu yüzeydeki gözlemci için her zaman aynı noktadadır. Dünyada, iletişim uydularında olduğu gibi) Bir zamanlar asteroid olduğu, ancak Mars'ın kütleçekimine yakalanarak gezegenin girdiği sanılmaktadır. Eşzamanlı yörünge yarıçapının altında olduğundan, gelgit kuvvetleri (Dünya ile Ay arasında olduğunun tersine) yörüngesini alçaltmaktadır. Yaklaşık 50 milyon yıl içinde Mars'a düşecek, ya da parçalanarak Mars çevresinde bir halka oluşturacaktır. Muhtemelen Phobos ve Deimos, C tipi asteroidler gibi karbondan zengin kaya oluşumlarıdır, ancak düşük yoğunlukları sadece kayadan oluşmadıklarının, buz ve kaya karışımı olduklarını gösterir. Her ikisi de yoğun olarak kraterlerle kaplıdır. Mars Global Surveyor aracının gönderdiği en son resimlerden yüzeyinin 1 m kalınlıkta ince bir tozla (regolith) kaplı olduğu anlaşılmıştır. Sovyet aracı "Phobos 2" birkaç Phobos resmi gönderebilmiş , uydudan zayıf fakat sürekli bir gaz çıkışı saptamış, ancak gazın tabiatı anlaşılamadan araçla iletişim kopmuştur. Olası tahminlerden birisi su barındırmasıdır. Phobos ve Deimos'un Mars çekimine kapılmış asteroidler olduğu inacı bir hayli yaygındır, ana asteroid kuşağından değil de Güneş sistemi dışından gelmiş oldukları gibi spekülasyonlar mevcuttur. Phobos'la ilgili açıklanamamış bir çok olay vardır... Bunlardan biri, uzaktan yapılan ölçümlerde uydunun ısı dağılımının anormal derecede dengesiz olduğunun keşfedilmesidir. Bir diğer konu, her iki uyduda da görülen enlemesine, pürüzsüz çizgilerdir. buna, şu ana kadar Phobos ve Deimos'u incelemek maksadıyla gönderilen ikisi rus, biri amerikan yapımı uydulardan bir daha haber alınamaması (hatta bir rus uydusunun phobos'a varmasına çok az kala kontrolden çıkması) işin içinde başka iş olduğunu düşünen kişilerin hayal gücünü zorlamış, sayısız ufo teorisi üretilmesine sebebiyet vermiştir. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Bleda2 Mesaj tarihi: Temmuz 11, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 11, 2008 wikipediadan 1e1 senmi çevirdin sturm Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
SturmVogel Mesaj tarihi: Temmuz 11, 2008 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 11, 2008 Üniversitelerin astronomi sayfalarından ve wiki'den alıntı yapıyorum. Kafadan yazıp da sallamak istemedim. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
fmea Mesaj tarihi: Temmuz 11, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 11, 2008 titana bayrak dikip almak lazım.dünyadaki enerji bitince en yakın kaynak orası :P Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
SturmVogel Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 24, 2008 2008’de Mars’ın yörüngesini kesmesi beklenen 50 metre çapındaki bir asteroitin tahmini yörüngesi NASA astronomları tarafından saptandı. Gökbilimcilerin gözlemlerinden elde edilen veriler ve NASA’nın NEO (Yer’e Yakın Cisimler-Near Earth Object) ofisinde yapılan analizler gösteriyor ki, bu cisim 2008 sonlarında Mars’ın 48000 km yakınından geçebilir. Don Yeomans (NEO/JPL) şöyle söylüyor: “2007 WD5 asteroiti şu anda, yaklaşık olarak Dünya ile Mars arasındaki mesafenin yarısında, ve saatte yaklaşık 45000 km hızla aradaki mesafeyi kapatıyor. Önümüzdeki beş hafta içinde, gözlemlerimizden daha fazla bilgi toplamayı umuyoruz. Böylece 2007 WD5’in yörüngesi hakkında daha fazla bilgi elde edebiliriz.” NASA’nın Dünya’ya yakın geçiş yapan asteroitleri ve kuyrukluyıldızları izlediği gözlem programı olan NEO (The Near Earth Object), “Uzay muhafızı” olarak da adlandırılıyor, gezegenimize çarpma riski olabilecek nesneleri saptayarak onların yörüngelerini belirliyor. 2007 WD5 ismi verilen asteroit NASA tarafından desteklenen CSS (Catalina Sky Survey) kapsamında kullanılan 1.5 m çapındaki teleskopla, 20 Kasım 2007 tarihinde keşfedildi. Kitt Peak Ulusal Gözlemevi’nde (KPNO) yürütülen, Arizona’da Spacewatch projesi ile New Mexico’da Magdalena Ridge Gözlemevi’nde yapılan diğer gözlemlerden varılan sonuç, bu asteroitin Dünya için bir tehlike oluşturmadığıydı, ama Mars için bir tehlike olabilirdi. (2007 WD5, keşfinden önce 1 Kasım’da Dünya’nın 7.5 milyon km yakınından geçmişti). Bu durumda asteroit ilginç bir durumda gözleniyor; hem Yer’e Yakın Cisimler sınıfına dahil oluyor, hem de yörüngesi Mars’ınki ile kesişiyor. Güncel veriler ışığında 2007 WD’nin yörüngesi tam olarak saptanamasa da, asteroitin Mars’a çarpma olasılığı 1/75 olarak hesaplanıyor. Eğer bu düşük olasılık gerçekleşirse, asteroit, Opportunity’nin kuzeyinde 800 km genişliğindeki bir hat boyunca herhangi bir noktaya düşecek. Mars’ta yaklaşık her 100 yılda bir böyle çarpışmaların olduğunu tahmin ediyoruz.” diyor Steve Chesley (JPL) ve şöyle devam ediyor: “2007 WD5 30 Ocak’ta saatte yaklaşık 45000 km hızla Mars’a çarparsa, 1 km genişliğinde bir krater oluşturabilir.” Bu büyüklük, Opportunity’nin şu sıralar üzerinde araştırma yaptığı kraterin büyüklüğüne çok yakın. Böyle bir olay gerçekleşirse 3 megatonluk TNT’nin patlamasına eşdeğer bir enerji açığa çıkabilir. Bilim insanları bu büyüklükte bir enerjinin 1908′de Sibirya Tunguska’da meydana gelen olayda da açığa çıktığını düşünüyorlar. Burada meydana gelen olayda, nesne yere ulaşmadan önce Dünya’nın kalın atmosferinde parçalara ayrılmıştı. Göktaşı, hiç bir insanın yaşamadığı bir ormanın üzerinde, havada bir patlamaya yol açmış ve sonuçta krater oluşmamıştı. NASA ve diğer gözlemciler 2007 WD5′in izlediği yolu gözlemeye devam edecekler ve elde edilecek yeni verilerle, asteroitin yörüngesini daha hassas olarak saptayabilecekler. Dergi yayına girmeden birkaç gün önce NASA tarafından 2007 WD5 asteroiti hakkında bir açıklama yapıldı. Açıklamaya göre, asteroitin Mars’a çarpma olasılığı 3 kat artarak, 1/75’ten 1/25’e yükselmiş. Son hesaplamalara göre, yukarıda bahsettiğimiz belirsizlik bölgesi 600 km genişliğinde ve 400.000 km uzunluğunda çok dar bir elips olarak belirlendi. Bu belirsizlik bölgesi Mars ile kesiştiği için, çarpışma hâlâ muhtemel. Buna karşın, gökbilimciler, yapılacak diğer gözlemlerden elde edilecek verilerin belirsizlik bölgesini daraltacağını ve çarpışmanın olasılık dışında kalacağını tahmin ediyorlar. Eğer düşük olasılık gerçekleşir de, asteroit Mars’a çarparsa, bu olay 2008 sonlarında gerçekleşecek. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
fede Mesaj tarihi: Temmuz 25, 2008 Paylaş Mesaj tarihi: Temmuz 25, 2008 uzayda yalnız değiliz Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Kinkaudonau Mesaj tarihi: Aralık 21, 2009 Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 21, 2009 NASA'nın ilk "deniz" seferi Titan'a yapılıyor Titan'ın en kuzeyindeki sıvı metan havzası Ligeia Mare'ye gemi indirilmesi önerisi hayata geçirilebilirse, Dünya'nın ötesinde bir gezegenin denizden ilk keşfi olacak. 400 bin kilometrekarelik bu sıvı azot kütlesinin boyutları Hazar Denizi’yle eşdeğer. Bu göle indirilecek bir gemi sayesinde, gölün incelenmesi amaçlanıyor. Öneriyi yapacak ekibin başında yer alan Proxemy Research adlı kuruluştan Dr. Ellen Stofan, bunun gerçekten insanın hayalini zorlayan bir durum olduğunu belirterek, "İnsanın Dünya'yı keşif hikayesi seyrüsefer ve deniz yoluyla oldu, şimdi dünya dışı bir denizden ilk kez bunu yapabilmemiz, çoğu insan için akıllara durgunluk verici olabilir" dedi. University College London'ın da onursal profesörü olan Dr. Stofan, bu fikrin dünyanın en geniş çaplı yer bilim toplantısı olan American Geophysical Union'ın (AGU) güz toplantılarında gündeme geldiğini belirtti. Titan Mare Explorer (TiME) adı verilen ve NASA'ya sunulacak 425 milyon dolar tutarındaki projenin uzay aracı, ASRG adı verilen yeni motor sistemiyle çalışıyor. 2016'da fırlatılması öngörülen aracın, Dünya ve Jüpiter'in çekim güçlerini kullanarak hızlandıktan sonra 2023'te Titan'a inmesi planlanıyor. Satürn'ün yörüngesindeki Cassini uzay aracının gönderdiği görüntüler de yüzeyindeki nehirlerle beslenen büyük gölleriyle Titan'ın Dünya'ya benzer sıra dışı bir yer olduğunu ispat ediyor. Cassini'nin gönderdiği Titan'ın çok sayıda büyük göl biçimli havzalarla sıvının varlığını doğrulayan son fotoğrafla, ilk kez bir başka gök cisminin yüzeyindeki bir sıvının güneş ışınlarını yansıtmasını görüntülenmiş oldu. NASA'nın Pasadena'daki Jet Motorları Laboratuvarından Cassini projesinde görevli bilimadamı Bob Pappalardo, bu görüntünün Titan'ın kalın atmosferi, göllerle dolu yüzeyi ve başka dünyaya aitliği konusunda veri dolu olduğunu söyledi. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Red Mesaj tarihi: Aralık 22, 2009 Paylaş Mesaj tarihi: Aralık 22, 2009 ben ölmeden ögrenelim artık ne var ne yok.görmek istiyorum herşeyi :) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar