Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Stanley Kubrick Stanley Kubrick, 1928 New York doğumlu yönetmen ve fotoğrafçı. Kusursuz film anlayışı ve teknik detaylara verdiği önemle tanındı. Filmlerinde insanların karanlık yönlerinianlattı. New York doğumlu olan sanatçı çocukluk yıllarında zeki olmasına karşın akademik hayatında başarılı olamamıştı. 12 yaşına bastığında babası Jack Kubrick tarafından, Pasedena, Kaliforniya'da yaşayan dayısının yanına gönderildi. Burada bir yıl kaldıktan sonra Bronx'a döndüğünde okuldaki başarısı artmıştı. Ailesi bir hobi kazanması amacıyla onu satranca yönlendirdi. Kısa zamanda satranç hayatının önemli bir parçası oldu ve büyük başarılar elde etti. Gelecek yıllarda filmlerinde satranç temasını sık sık kullanacaktı. Babası ona ilk fotoğraf makinesini 13. yaş gününde armağan etti. Kubrick fotoğrafçılık ile bu sayede tanıştı. New York'da birçok fotoğraf çekti. "Look" adlı dergiye ilk fotoğrafının sattığında daha 17 yaşındaydı. Bu olaydan sonra fotoğrafçılık kariyeri hızla ilerlemeye devam etti. New York'da bir fotoğrafçının yanında stajyer olarak iş buldu. Burada kısa bir süre çalıştıktan sonra daha önce fotoğraflarının yayınlandığı "Look" dergisinden iş teklifi aldı. Bu dönemde üniversite eğitimi almak istedi ancak notlarının çok düşük olmasından dolayı hiçbir üniversiteye kabul edilmeyince Colombia Üniversitesi'nde derslere misafir öğrenci olarak girdi. "Look" dergisinde çalışırken arkadaşı Alexander Singer ile ilk film projesini hazırladı. 1950 yılında Day of the Fight'ın çekimleri başladı. Çekimler devam ederken birçok da kısa filme imza attı. Çektiği kısa filmlerden bir tanesi çocukluğunda tanıştığı ve sevdiği satrançla ilgiliydi ancak Central Park'da süren çekimler zorluklar nedeniyle tamamlanamadı. Bundan sonra Kaliforniya'da bir süre beraber yaşadığı amcası ile birlikte "Fear and Desire" (1953) adlı kısa filmi çekti. Ancak bu filmden hiçbir zaman memnun kalmadı ve daha sonraki yıllarda bu filmi anmak bile istemediğini belirtmişti. Bu dönemdeki yoğun çalışmaları evliliğini olumsuz yönde etkilemeye başlamıştı. Lise yıllarında tanıştığı eşi ile ilgisizlikten dolayı araları açıldı. Tüm bunlar olurken Stanley Kubrick sinemaya olan tutkusunu keşfetmiş ve yoğun bir şekilde kendisini sinemaya vermişti. "Killer's Kiss" (1955) ve "The Killing" (1956) bu dönemde çektiği ilk uzun metrajlı filmleri oldu. Bu filmler ile Hollywood'da tanındı ve ardından illk önemli filmi "Path's of Glory"(1957) adlı filmi yönetti. Bu filmde beraber çalıştığı Kirk Dougles ile daha sonra "Spartacus" (1960)'da da birlikte çalıştı. Ancak Spartacus'un çekimleri sırasında zorluklarla karşılaşıyordu. Yapım şirketi Kubrick'in fikirlerini çok uç noktalarda buluyordu. Bu şeklide çalışamayacağını anlayan Kubrick görüntü yönetmeni Russel Metty ile anlaşarak hiçbir şeye karışmamasını ve herşeyi ona bırakmasını istedi. Bu filmde kullandığı teknikler ile gelecekteki tarzını belirlemiş oldu. 1961 yılına gelindiğinde "One-Eyed Jacks" adlı yeni projesinde Marlon Brando ile anlaşmazlıklar yaşayınca filmi yarıda bıraktı. Bu sırada ikinci evliliği de son bulmuştu. İdealistik filmlerini çekebilmek amacıyla İngiltere'ye gitti ve burada ile birlikte "Lolita" (1962) adlı filmi çekti. Bu filmden hemen sonra konusu kara mizah olan ilk ve tek filmi "Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb" (1964) adlı filmi yönetti. Bu film onun için büyük bir riskti çünkü filmin konusu olan nükleer bomba, komedi unsuru olmaktan çok uzaktı. Başta senaryoyu hazırlarken daha dram içerikli olmasına karşın, çekim esnasında yeni fikirler geliştirerek filme değişik bir boyut kattı. Bu ülkede bulduğu finansal ve tekniksel rahatlık onu yeni arayışlara yöneltti. Deneysel olarak birkaç proje üretti. 1968 yılında Artur C. Clarke'ın ünlü eseri "2001: A Space Odyssey" (1968)'i sinemaya uyarladı. Filmde en çok sevdiği müzik eseri olarak belittiği Strauss'un "Thus Spoke Zaratustra" adlı eserini kullandı. Bu film ile bilim-kurgu sinemasının yolunu açtı. Ardından "A Clockwork Orange" (1971) ve "Barry Lyndon" (1975) adlı filmleri geldi. Barry Lydon'ı çekerken setteki sert mizacı ve oyunculara ara verdirmeden uzun çekimler yapması efsanevi zor yönetmen sıfatını almasına neden oldu. Bu filmlerden sonra korku filmlerinin popüler olmasıyla Stephan King'in ünlü romanı "The Shining" (1980)'i sinemaya uyarladı. Filmin setindeki sert davranışları birçok oyuncunun ve çalışanın sıkıntılı anlar yaşamasına neden oldu. Stephan King bu uyarlamayı beğenmediğini belirtti. Ancak kullandığı ayna tekniği ile korku sinemasına değişik bir boyut katarak filmin bir kült olmasını sağladı. 7 yıl uzun bir aradan sonra 1987 yılında "Full Metal Jacket"(1987) ile sinamaya dönüş yaptı. Bu uzun dönemde evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştu. 1990 yılında Brian Aldiss ile birlikte "AI: Artificial Intelligence" adlı bir film projesine başladı. Ancak projenin çok yavaş ilerlemesi ve teknolojinin yetersizliği yüzünden bu projeyi erteledi. "AI : Artifical Intelligence" adlı proje sürerken bir yandan da hayalini kurduğu "Eyes Wide Shut" (1999)'ın fikirleri ortaya çıktı. Bu filmde evli iki oyuncu olan Tom Cruse ve Nikole Kidman ile çalıştı. Filmin hazırlık aşaması uzun ve sancılı geçti. Bu filmde mutlak mükemmellik peşindeydi. Filmin gösterime girmesinden kısa bir süre sonra 7 Mart 1999 tarihinde uykusunda vefat etti. Psikolojiye ve edebiyata meraklı olan Kubrick geriye 48 yılda çekilmiş 16 adet film bıraktı. Filmlerinde kullandığı simgesellik ve deneysel bakış açısıyla günümüzdeki birçok yönetmene ilham vermiştir. Kubrick çekimlerde herşeyi kontrol ederdi. Işık, kamera açıları, set tasarımı, makyaj, kostüm ve montaj gibi konularda çok titizdi. Bu da, sahnelerin birçok defa çekilmesini gerektiriyor ve çok uzun çekim sürelerini beraberinde getiriyordu.Oyunculuk konusunda kendini hiç sıkıntıya sokmaz, oyunculara çok az karışırdı. Bir zamanlar "Oyuncu seçimi yönetmenliğin yüzde 75'idir" demişti. Kubrick'in 13 filmi tarihsel savaş konularından, gelecekte geçen uzay araştırmalarına kadar birçok konuda olmasına rağmen hepsinin ortak teması bir kişinin kendini genel kurallardan arındırması ve toplumun dışına çıkmasıdır. Ayrıca insanlıktan uzaklaşma ve yabancılaşma da Kubrick filmlerinde görülen temalardan bazılarıdır. Spartacus'ün yapımı sırasında, başroldeki yıldızın aynı zamanda filmin yapımcısı olduğu büyük bir stüdyo filmi yapmak Kubrick'i o kadar sıkıntıya soktu ki, bir daha tüm kontrolün kendi elinde olmadığı bir filmde çalışmayacağına dair yemin etti. Bir sonraki filminin Marlon Brando'nun oynadığı One-Eyed Jacks filmi olması bekleniyordu. Kubrick, yaptığı görüşmeler sonunda filmi yönetmekten vazgeçti ve Brando filmi kendisi yönetti. Lolita'nın çekimleri hem sansür sorunları hem de Kubrick'in Hollywood'a karşı olan kızgınlığı yüzünden İngiltere'de yapıldı. Daha sonra bir çok filmini burada çekti. Bunlara Vietnam savaşını konu alan Full Metal Jacket filmi de dahil. İrlanda'da Barry Lyndon filminin çekimleri devam ederken, Kubrick IRA'nın kendisini hedef gösterdiği yönünde raporlar aldı. Filmde birçok İngiliz aktör oynuyordu ve filmde çalışanların arabalarında İngiliz plakaları bulunuyordu. Çekimler hemen ülke dışına taşındı. Yönetmen arkasında tamamlayamadığı bazı projeler bıraktı. Bunlardan en önemlisi bilim-kurguya dönüş yapacağı A.I (Artificial Intelligence) adlı filmdi. Bilim-Kurgu yazarı Brian Aldiss'in romanından uyarlamayı düşündüğü film, 5 yaşında olan ve kendisinin bir android olduğunu bilmeyen android bir çocuğun hikayesiydi. Film, buzulların erimesiyle sular altında kalan New York'ta geçecekti. Kubrick ilk önce animasyonla çekimleri gerçekleştirmek istemiş daha sonra bilgisayar efektleri oluşturması için Industrial Lıght and Magic şirketi ile anlaşmıştı. Eyes Wide Shut filminin çekimleri için proje beklemeye alınmıştı.Filmleri -Eyes Wide Shut(1999) -Full Metal Jacket(1987) -The Shining (1980) -Barry Lyndon (1975) -A Clockwork Orange(1971) -2001: A Space Odyssey (1968) -Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964) -Lolita (1962) -Spartacus (1960) -Paths of Glory (1957) -The Killing (1956) -Killer's Kiss (1955) -The Seafarers (1953) -Fear and Desire (1953) -Day of the Fight (1951) -Flying Padre (1951) Ayrıca Stanley Kubrick'in çekmek istediği ama çeşitli nedenlerle çekemediği 3 filmi vardır; Napoleon Kubrick kariyerindeki en iddiali proje olarak görülüyordu.Napoleon Boneparte'nin hayatını anlatacak filme 186 sayfalık bir senaryo yazmış hatta Jack Nicholson'la Napoleon'u oynasın diye anlaşılmıştı.Ama Full Metal Jacket'in gösterime girmesi ve Kubrick'in başaramayacağını düşünmesi üzerine filmden vazgeçilmiştir."Üç saatlik bir filmle,bu işin hakkını verebileceğimi sanmıyorum" diyerek projeyi rafa kaldırmıştır.The Aryan Papers Yahudi soykırımı ile ilgili bir film olacaktı.Oğluyla Nazi'lerden kaçan bir annenin hikayesini anlatacak olan filmde başrolde Uma Thurman ve Julie Roberts isimleri geçiyordu ama herşey hazırlanmış olmasına rağmen çekimler iptal edildi.Bunun sebebi olaraksa Platoon'un Full Metal Jacket'e yaptığını,Schindler's List'inde Aryan Papers'a yapmasından korkmuştu ve vazgeçmişti. Blue Movies Pornografik öğelerin bol olduğu bir film çekmeyi düşünen Kubrick hazırlıklara başlamıştı.Filmi Terry Southern'in romanından uyarlanması kararlaştırılmıştı ama karısı romanı inceledikten sonra " Böyle bir film çekersen kafanı kırarım " dediği için Kubrick vazgeçmiştir grinning smiley Ayrıca Kubrick'in arşivinden çıkarılan bir başka film olan Lunatic At Large adlı film içinde yapımcılar çalışmaya başladı. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 David Fincher 28 Ağustos 1962 yılında Colorado'da dünyaya gelen Fincher, Marin County, Kalifornia'da büyüdü. Henüz 20'li yaşlarına gelmeden Oregon'a taşındı ve lise eğitimini burada tamamladı.Butch Cassidy and the Sundance Kid' adlı filmden etkilenen Fincher, 8 yaşında kamerasını eline aldı. 1980 yılında Industrial Light and Magic adlı firmada kendine iş bulan yönetmen burada 'Return of the Jedi'nın kadrosuna girmeyi başardı.1984 yılına kadar bu işte George Lucas'in yanında çalıştı. Sonrasında bu firmadan ayrılarak The Beat of the Live Drum adlı belgeseli çekti. Sonrasında Nike, Pepsi, Converse ve Levi's gibi markaların tanıtım filmlerini çekti ve müzik klipleri çekmenin bir şeyler denemek için daha iyi bir platform olduğunu anladı. Aralarında Madonna, George Michael, Aerosmith, Paula Abdul, Rolling Stones, Nine Inch Nails ve A Perfect Circle gibi dünyaca ünlü isimlere klipler çekti. Bir çok klip yönetmeni gibi Fincher da, bir süre sonra sinemaya geçti. İlk yönetmenlik deneyiminde en pahalı film olarak kabul edilen Alien 3 ile ilk çıkışını yaptı. Ne yazık ki, Fincher bu deneyimden pek de memnun kalmadı. Senaryo bitmeden set kurduran ve yapımı bir kabusa çeviren 20th Century Fox ile zor zamanlar geçirdi. Bu filmiyle özel efektler dalında Oscar'a aday gösterilmesine rağmen, eleştirmenlerden ve seyircilerden olumlu eleştiriler alamadı. Ünlü yönetmen, hayalkırıklığına uğramış ve bunalmış bir şekilde, reklam ve klip dünyasına geri döndü ve Rolling Stone'un Love Is Strong klibiyle Grammy kazandı. Sonra, iki dedektifin, cinayetlerini 7 ölümcül günahtan ilham alarak gerçekleştiren bir seri katilin peşine düşmelerini konu alan Se7en' adlı filmi çekti. Bu film ile dünya çapında 300 milyon doların üzerinde hasılat yapan Fincher, ünlü yönetmenler arasına girmeyi başardı.Ardından, 1997 yılında karanlık-macera filmi The Game'i çekti. 1999 yılında Amerika'da gişe hasılatında hayalkırıklığı yaratan ve tepkiler alan ancak sonrasında eleştirmenler ve seyirciler tarafından oldukça beğenilen; Chuck Palahniuk'un aynı adlı eserinden uyarlanan Fight Club'ı çekti. Bu başarıları 2002 yılında Panic Room adlı gerilim filmi takip etti. Gişede başarılı bir hasılat yapmasına rağmen bu film, Fight Club,Se7en ve The Game kadar iyi karşılanmadı. Çağdaş sinemanın büyüleyici görsel stilisti olarak kabul edilen Fincher, 8 yaşındayken 8 mm lik kamerasıyla deneysel çalışmalara başladığında, büyüdüğünde bir yönetmen olacağını biliyordu. Halen sinema alanında büyük bütçeli film projelerine sahip olan ünlü yönetmen 2007 ve 2008 yılında sırasıyla vizyona girecek olan Zodiac ve The Curious Case of Benjamin Button üzerinde çalışıyor.Filmleri 1 - Alien 3 (1992) 2 - Se7en (1995) 3 - The Game (1997) 4 - Fight Club (1999) 5 - Panic Room (2002) 6 - Zodiac (2007) 7 - Benjamin Button (2008) -Fincher;Madonna, George Michael, Mark Knopfler, Aerosmith ,Rolling Stones , Nine Inch Nails, the Wallflowers ve A Perfect Circle gibi şarkıcı müzik gruplarının kliplerinin yönetmenliğini de yaptı. -David Fincher'in en iyi filmi olarak gösterilen Dövüş Kulübü ABD'de 37,030,102 $, uluslararası olarak 63,823,651 $ hasılat ile toplam kazancı 100,853,753 $'a ulaşmıştır. Film ABD'de gösterime girdiği hafta 11,035,485 $ gelir elde etmiştir.Se7en ise ABD'de 100,125,643 $, uluslararası olarak 227,186,216 $ hasılat ile toplam kazancı 327,311,859 $'a ulaşmıştır. Film ABD'de gösterime girdiği ilk hafta 13,949,807 $ gelir elde etmiştir. - Se7en en iyi kurgu dalında 1996'da Oscar ödülüne aday olmuştur. Kevin Spacey'in ismi kötü adam anlaşılmasın diye afişlere konmamıştır. - Se7en sürekli yağmur yağan bir şehir, küf rengi tonlar, karanlık mekanlarda çekilen sahneleri yaratıcı sahneleri ile Fincher'a ömrü boyunca kaybetmeyeceği Altın bir koltuk vermiştir. -Alien 3 filmi yerden yere vurulunca doğal olarak günah keçisi Fincher olmuştu.Geleceği olmayan,başarısız bir kişi olarak yorumlanmış,uzun metrajı terk etmesi önerilmişti.Buna rağmen Alien 3'teki yönetmenlik başarısını fark eden yapımcıların yardımıyla Se7en'in yolu açılmıştır. -David Fincher Mission Imposible 3 ve The Black Dahlia filmleri için anlaşmalar yapmış ama sonra bunlardan vazgeçmiştir.Ayrıca Arthur C Clarke'in romanından uyarlamak istediği Rendezvous with Rama'yi çekmek istemiş ama sonra arada çıkan anlaşmazlıklar yüzünden vazgeçilmiştir Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Alfred Hitchcock Gerilim filmlerinin ustası olan Alfred Hitchcock, 13 Ağustos 1899'da Leytonstone, İngiltere'de doğdu. 1919 yılında film yapımına başlayan Hitchcock'un babası kümes hayvanları ticaretiyle uğraşırdı. Hitchcock, Londra'daki Ignatius Collage adlı Cizvit okulunda öğrenim gördü. Ardından da Londra Universitesi'nde mühendislik eğitimi aldı. Sinema hayatına ilk adımını, 1920 yılında Famous Player Lasky adlı Amerikan şirketinin Londra şubesinde sessiz filmlerin ara yazı tasarımlarını yaparak attı. 1922 yılında çektiği ilk filmi tamamlanmadı. Bunun ardından 1923 yılında ilk kısa filmini çekti, Always Tell Your Husband. Ancak kendini ilk gösterdiği, tüm Hitchcock özelliklerini taşıyan filmi The Lodger'ı 1926 yılında çekti. 1929 yılına kadar çektiği sessiz filmlerinde çeşitli efektler kullanarak seyircilerini etkilemeyi başaran Hitchcock, ilk sesli İngiliz filmi olan Blackmail'ı 1929 yılında izleyicilerine sundu. 1934 yılından itibren yaptığı filmleriyle ününü dünya çapına yayan Hithcock, 1939 yılında İngiltere'den ayrıldı ve Hollywood'a yerleşti. Hollywood'daki ilk filmi Rebecca ile 1940 yılında "En iyi film" dalında Oscar'ı kazandı. 1946 yılında çektiği Notorious adlı filmi Hithcock'un o dönemine ait en etkili filmdi. 1948 yılında çekilen, sahneler arası geçişlerin ustaca yapıldığı film olan The Rope, Hitchcock'un ilk renkli filmiydi. North by Northwest ve Psycho geç dönem filmlerinin en ünlüleri olmakla birlikte, Psycho filminde banyodaki kadının bıçaklanma sahnesi hafızalara kazındı. John Russell Taylor'ın "Hitch: The Life and Times of Alfred Hitchcock" (1978; Hitch: Alfred Hitchcock'ın Yaşamı ve Dönemi) ile Fransız sinemacı François Truffaut'un Hitchcock'la yaptığı bir söyleşiyi kaleme aldığı Le Cinema Selon Hitchcock (1966; Hitchcock, 1987) adlı eserleri Hithcock'un ününün pekişmesinde büyük rol oynadı. 19 Nisan 1980'de Los Angeles, Amerika'da sinema dünyasına ve hayata veda eden Alfred Hitchcock, gerilim filmlerine mizahi anlar da kattı. Kaçakların çan kulesinde saklandığı vakit çanın çalması, katilin düğmesinin düşmesi... Her filminde kendisine de mutlaka bir gözükme şansı veren Hitchcock (dükkanın kapısının önünde bekleyen adam, meydanda yürüyen adam gibi) sinema hayatı boyunca birçok ödüle layık görüldü.Ödüllerin yanı sıra 1980 yılında Kraliçe II. Elizabeth tarafından 'sir' ünvanına layık görülmüştür.Filmleri Family Plot 1976 Frenzy 1972 Topaz 1969 Torn Curtain 1966 Marnie 1964 The Birds (Kuşlar) 1963 Psycho (Sapık) 1960 North by Northwest 1959 Vertigo 1958 The Wrong Man 1957 The Man Who Knew Too Much (Çok Şey Bilen Adam) 1956 The Trouble with Harry 1956 To Catch a Thief 1955 Rear Window (Arka Pencere) 1954 Dial M for Murder 1954 I Confess 1952 Strangers on a Train 1951 Stage Fright 1949 Under Capricorn 1949 Rope 1948 The Paradine Case 1947 Notorious 1946 Spellbound 1945 Concentration -Tamamlanmamış- 1945 Bon Voyage 1944 Lifeboat 1944 Aventure Malagache 1944 Shadow of a Doubt 1943 Saboteur 1942 Suspicion 1941 Mr and Mrs Smith 1941 Foreign Correspondent 1940 Rebecca 1940 Jamaica Inn 1939 The Lady Vanishes 1938 Young and Innocent 1937 Sabotage 1936 The Secret Agent 1936 The Thirty-Nine Steps 1935 The Man Who Knew Too Much 1934 Waltzes from Vienna 1933 Lord Camber's Ladies 1932 Number Seventeen 1932 Rich and Strange 1932 The Skin Game 1931 Mary/Sir John Grieft Ein! 1930 An Elastic Affair -Kısa Film- 1930 Murder 1930 Elstree Calling 1930 Juno and the Paycock 1930 Blackmail 1929 The Manxman 1928 Champagne 1928 The Farmer's Wife 1928 The Ring 1927 Easy Virtue 1927 Downhill 1927 The Lodger 1926 The Mountain Eagle 1926 The Pleasure Garden 1925 Always Tell Your Husband -Kısa Film- 1923 Number Thirteen -Tamamlanmamış- 1922 -Hitchcock kameramaniyla "butun gece boyunca bu kameraya zincirli kalamazsin" şeklinde iddiaya girip zavallı adamı zincirlemeden once gizlice kahvesine mushil ilaci karıştımak,kendi öz kızını bir dönme dolaba bindirip donme dolap en tepedeyken durdurtup saatlerce orda bırakmak gibi hastalıklı bir mizah anlayışına sahipti... -Günümüzde sürekli kullanılan ve olmazsa olmaz olarak tabir edilen yaklaşık 40 çekim tekniğini ilk defa Alfred Hitchock ortaya çıkarmıştır. -Hitchock sürekli kendi filmlerinde oynarken bazı filmlerinde ise kendini gazete,pano vs. reklamlarında ürün tanıtırken göstermiştir.Halk bunu öyle benimsemiştir ki gerçekte var olmayan o ürünleri şipariş etmeye çalışmıştır. -Hitchcock mühendislik eğitimi almıştır. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Martin Scorcese Martin Scorsese;Sicilya kökenli işçi sınıfı bir ailenin ikinci çocuğu olarak 17 Ekim 1942'de dünyaya gelen yönetmenin çocukluğu Manhattan'ın "Küçük İtalya" olarak bilinen mahallesinde geçti. Bu çevrede geçen gençlik yılları, kendisine kariyeriyle ilgili oldukça ilham verdi ve o yıllarda keşfettiği New York, ileride çekeceği filmlere iyi birer dekor zemini sundu. Küçük yaşında "astım" hastalığından muzdarip olan Scorsese, bu yıllarda sinemaya ilgi duymaya başladı. 1960 yılında New York Üniversitesi sinema bölümüne girdi ve önce 1964 yılında mezun oldu, sonra, 1966 yılında yüksek lisansını aldı. Bu yıllarda, "What A Nice Girl Like You Doing In A Place Like This?" (1963) ve "It's Not Just You, Murray!" (1964) gibi kısa filmler çekti. Kendisinin en ünlü kısa filmi ise, 1967 yılında çektiği "The Big Shave" idi. Bu film, kendisini durmadan traş eden ve sonunda kendi, boğazını kesen bir adam hakkındaydı ve bu eserinde Scorsese, Amerika'nın Vietnam'a müdahalesini işlemişti. 1967'de ayrıca , okul arkadaşlarından, sonraki yıllarda da beraber çalışacağı, Harvey Keitel ile, siyah-beyaz, "Who's That Knocking At My Door" adlı filmi çekti. Bu film aynı zamanda, sonradan çekmiş olduğu "Mean Streets)'in habercisiydi. Henüz tamamen ortaya çıkmamış olmasına rağmen, "Scorsese Stili" ortadaydı : New York Italyan-Amerikan sokak-hayatı tadı, süratli kurgu, derlenmiş rock tarzı film müziği ve sorunlu erkek başkahraman. Scorsese, 1970'li yıllarda o dönemin önemli sinemacılarından, Francis Ford Coppola, Brian De Palma, George Lucas ve Steven Spielberg ile yakınlık kurdu. Bir çok projede birlikte çalışacağı Robert De Niro'yu Scorsese'ye tanıştıran De Palma oldu. 1972 yılında Scorsese, Coppola, James Cameron ve John Sayles'ın kariyerlerini kurmalarında yardımcı olan yapımcı Roger Corman için "Boxcar Bertha" adlı filmi yaptı. Küçük bir iş olarak görünse de , De Niro ile yaptığı ilk film olan "Mean Streets"'i çekmeden önce , bu film Scorsese'e hızlı ve ucuz yoldan film yapmayı öğretti. 1974'te aktris Ellen Burstyn , "Alice Doesn't Live Here Anymore" filmi için Scorsese'i seçti ve bu filmdeki performansıyla en iyi kadın oyuncu dalında Akademi Ödülünü almayı başardı. 1976 yılında, en başarılı filmlerinden biri olan "Taxi Driver"'ı Robert De Niro, Judie Foster ve Harvey Keitel gibi bir kadroyla çekti. Aynı yıl Palme d'Or ödülünü aldı ve birden fazla Oscar'a aday oldu. Bu başarının ardından Scorsese, ilk büyük bütçeli filmine soyundu: "New York, New York". Beklediği başarıyı gösteremeyen bu filmin ardından Scorsese bunalıma girdi ve bu dönemde ciddi bir kokain bağımlılığı yaşadı. Bu sıralarda bir kaç belgesel tarzı eserler çeken Scorsese'in zaten hassas olan sağlığı, bu hızlı yaşamla birlikte iyice hasar gördü. Bir çoklarına göre, Robert De Niro, kendisinin en iyi filmi olarak görülen "Raging Bull"u çekmeye ikna ederek Scorsese'i kokainden kurtarmayı başardı.İngiltere'nin prestijli dergisi "Sight and Sound" tarafından 1980lerin en iyi filmi seçilem bu yapım, Scorsese'e -en iyi yönetmen dalı da dahil olmak üzere- 8 Oscar adaylığını da beraberinde getirdi. En iyi aktör dalında De Niro Oscar'ı almayı başarırken en iyi yönetmen ödülü, o yıl, "Ordinary People" ile Robert Redford'un oldu. 1983 yılında, De Niro'yla 5. ortak yapımı olan "The King of Comedy"yi çekti. Son çalışmalarındaki dışavurumsal tavır bu eserde, yer yer sürrealizme kadar gitti. Gişede çok iş yapamayan bu film, gösterime girdikten sonraki yıllarda olumlu eleştiriler kazandı. Aynı yıl, yönetmen, uzun soluklu kişisel çalışması olan, 1951, Nikos Kazantzakis kitabından uyarlama; "The Last Temptation of Christ" projesine başladı. Scorsese, 1988 yılında, senaryosunu Paul Schrader'ın kaleme aldığı bu projeyle geri döndü ve yine en iyi yönetmen dalında Oscar'a aday oldu ve yine eli boş döndü. 1990lara gelince, Scorsese başarılı sinema kariyerine Goodfellas (1990),Cape Fear (1991) ;The Age of Innocence (1993) ;Casino (1995) ;Bringing Out the Dead (1999) gibi filmlerle devam etti. 2000li yıllarda çıkardığı Gangs of New York ve The Aviator adlı filmleriyle ses getirdi. Leonardo Di Caprio ile çalışmalarını sürdüren ünlü yönetmen, 2006 yılında The Departed filmini tamamladı. Halen yakın gelecekte piyasaya sürülmesi beklenen projeler üzerinde çalışan Scorsese, büyük bütçeli filmler yapmaya devam ediyor.Filmleri 2002 Gangs of Newyork 1999 Bringing Out the Dead 1999 Il dolce cinema 1997 Kundun 1995 Casino 1993 The Age of Innocence 1991 Cape Fear 1990 GoodFellas 1990 Made in Milan 1989 New York Stories 1988 The Last Temptation of Christ 1987 Bad 1986 The Color of Money 1985 1985 After Hours 1983 The King of Comedy 1980 Raging Bull 1980 The Last Waltz 1978 American Boy: A Profile of: Steven Prince 1977 New York, New York 1976 Taxi Driver 1974 Alice Doesn't Live Here Anymore 1974 Italianamerican 1973 Badge 373 1973 Mean Streets 1972 Boxcar Bertha 1970 Street Scenes 1968 Who's That Knocking at My Door? 1967 The Big Shave 1964 It's Not Just You, Murray 1963 What's Nice Girl Like You Doing in a Place Like This? 1959 Vesuvius VI -Robert De Niro ile 8 projede birlikte olmuştur ve favori oyuncusudur. -Sinematografik mimarisinin yanı sıra, temel dramatik arayışları olan Hıristiyanlık, suç, adalet ve şiddet unsurlarını işleyen hikaye ve karekterleri ile başarılı olmuş italyan kökenli konular işliyor. -Toplamda 5 evlilik yapmıştır. -80'li yıllarda ciddi bir biçimde kokain bağımlılığına yakalanan Scorsese'nin uyuşturucuyu bırakmasındaki en büyük desteği Robert De Niro vermiştir. -Sinema eleştirmenleri tarafından 80'lerin en iyi filmi olarak kabul edilen Racing Bull,8 dalda Oscar'a aday gösterildi,en iyi yönetmen dışında tüm Oscarları toplamıştır bu film - New York Üniversitesi'nden Sinema dalında master derecesi vardır ve burda birçok öğrenci filmi yapmıştır. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Brian De Palma 11 Eylül 1940 tarihinde New Jersey'de dünyaya gelen Brian De Palma, sinema eğitimi görmüş insanların oluşturduğu Yeni Hollywood jenerasyonunun öncüsü olarak tanındı. Zamanının yönetmenleri arasında; Paul Schrader, Martin Scorsese, John Milius, George Lucas, Francis Ford Coppola ve Steven Spielberg vardı. 1970li ve 1980li yıllarda devamlı olarak Jennifer Salt, Amy Irving, Nancy Allen (1979dan 1983'e kadar eşi), William Finley, Charles Durning ve Gerrit Graham gibi oyuncularla çalıştı. Çocukluğunu Philadelphia'da geçiren ünlü yönetmenin babası bir cerrahtı. Colombia Üniversitesinde öğrenciyken Citizen Kane ve Vertigo adlı filmlerden etkilenerek sinemaya olan ilgisi arttı. 1960ların sonuna doğru Sarah Lawrence College'a geçerek alanını tiyatro olarak değiştirdi. Bu dönemlerde Jean Luc Godard, Michelangelo Antonioni, Andy Warhol ve Alfred Hitchcock'tan oldukça etkilendi. 1967 yılında içinde Hitchcock'a göndermelerin de bulunduğu gerilim filmi Murder A la Mod'u çekti. Robert De Niro'yu keşfetmesiyle beraber ilk uzun metrajlı filmi olan The Wedding Party'yi çekti (1969). Bu filmin ardından, pek çok belgesel ve kısa filme imza attı. Sonraki yıllarda Hollywood'un dikkatini çekmeyi başaran ünlü yönetmen,yine de ilk başarısını Sisters' adlı bağımsız yapımıyla kazanırken, tarzı ve üslubuyla en iyi yönetmenler arasına girebileceğini gösterdi. Sonrasında çektiği Phantom of the Paradise ile 1975 Avoriaz Film Festivalinde büyük ödüle layık görüldü. Sissy Spacek ile Piper Laurie'ye Oscar adaylığını getiren Carrie adlı filmiyle dünya çapında üne kavuştu. Günümüzde çekilen filmlere halen referans konusu olan bu film özellikle son sahnesiyle akılda kalmayı başardı. Kullandığı teknikte genelde Hitchcock'un izinden giden ünlü yönetmen, eserlerinde röntgencilik, gözetleme, çoklu kişilik ve şiddet unsurlarını irdeledi.Filmleri -Murder a la Mod (1968) -Greetings (1968) -The Wedding Party (1969) -Hi, Mom! (1970) -Sisters (1973) -Phantom of the Paradise (1974) -Obsession(1976) -Carrie(1976) -Dressed to Kill (1980) -Blow Out (1981) -Scarface (1983) -Wise Guys (1986) -The Untouchables(1987) -Mission Impossible(1996) -Femme Fatale& (2002) -Black Dahlia (2006) -Sinema tarihinin en büyük yönetmenlerinden biri olan Palma'nin festivallerden aldığı en prestijli ödülü Berlin film festivalinden Greetings adlı filmi ile aldığı Gümüş ayı ödülüdür. (kariyeri boyunca sadece 4 kişisel ödül alabilmiştir) -Ünlü kült filmi The Untouchables (Dokunulmazlar)'a devam filmi için çalışmaya başlayan De Palma , film ismini de The Untouchables: Capone Rising olarak düşünüyor.Tahmini vizyon tarihi 2008... -Filmlerinde tarihi kişilere ve kült Hollywood filmlerine sürekli göndermeler yapar. -Sinema tarihinde Robert De Niro'yu keşfeden yönetmen olarak altın bir sayfaya sahip olmuştur Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Francis Ford Coppola Francis Ford Coppola, 7 Nisan 1939 yılında; İtalyan göçmeni ailenin ortanca çocuğu olarak Michigan'da dünyaya geldi. Erken yaşta geçirdiği çocuk felci hastalığı nedeniyle, dışarı çıkmak yerine çocukluğunu, evde kendi hazırladığı kuklalarla gösteriler hazırlayarak geçirdi. 10 yaşındayken, babasının 8mm'lik kamerasıyla filmler çekmeye başladı. University of California'da sinema okumadan önce, Hofstra University'de tiyatro eğitimi aldı. Sayısız kısa film çekti. California Üniversitesi Film Departmanındayken, sonradan en ünlü yapıtlarından Apocalypse Now adlı filminde müziklerini kullanacağı, Jim Morrison ile tanıştı. 1960lı yılların başında, Roger Corman ile düşük bütçeli filmler çekerek ve senaryolar yazarak, profesyonel sinema kariyerine başladı. Dikkate değer ilk sinema filmi, Corman için yaptığı;Dementia idi. Yaptığı filmler arasında kendisine en çok ünü getiren, The Godfather serisi oldu. Ailesinden bir kaç ismi de bu üçlemeye dahil eden Coppola, büyük bir başarıya imza attı ve sinemadaki kariyerini sağlamlaştırmış oldu. Godfather'nin ardından çektiği Apocalypse Now adlı filmi de büyük ilgi gören yönetmen bu filmin ardından : Ormandaydık, kalabalıktık, oldukça fazla paraya ve malzemeye ulaşabiliyorduk ve yavaş yavaş, çıldırdık " şeklinde yaptığı açıklamayla, çekimler esnasında yaşadıkları psikolojik sıkıntıyı anlattı. Francis Coppola'nın ünlü bir besteci ve müzisyen olan babası, oğluna bir çok film müziği yaptı. Coppola'nın 1986 yılında bir sürat motoru kazasında hayatını kaybeden büyük oğlu Gian-Carlo Coppola da yaşamını yitirmeden önce sinema kariyerinin ilk basamaklarındaydı. Ünlü yönetmenin diğer oğlu Roman Coppola da film yapımcısı ve klip yönetmeni olarak babasının izini sürdürmekte.Filmleri Kinsey (2005) Sleepy Hollow (1999) The Rainmaker (1997) Jack (1996) My Family, Mi Familia (1995) Mary Shelley's Frankenstein(1994) The Secret Garden (1993) Bram Stoker's Dracula (1992) Baba Bölüm III (The Godfather: Part III) (1990) Tucker: The Man and His Dream (1988) Gardens of Stone (1987) Peggy Sue Got Married (1986) Captain Eo (1986) The Cotton Club (1984) Siyam Balığı (Rumble Fish) (1983) The Outsiders (1983) One from the Heart (1982) Apocalypse Now (1979) Baba Bölüm II (The Godfather, Part II) (1974) The Conversation (1974) Baba (The Godfather) (1972) The Rain People (1969) Finian's Rainbow (1968) You're a Big Boy Now (1966) Dementia 13 (1963) The Terror (1963) - En iyi yönetmen dahil (Godfather 2) 5 Oscar ödülü bulunmaktadır. -Apocalyps Now filminin çekimlerinde 3 kez intihara kalkışmıştır.Filmin çekimleri yağmur ormanlarında zor şartlarda yapılmış,2 sene sürmüştür. - İlk filmini 10 yaşındayken 8mm'lik kamera ile çekmiştir.Çocukluğunda zamanının büyük kısmını kukla şovları izleyerek geçirirdi. - Ünlü aktör Nicholas Cage ile kuzendir. - Kızı Soffie Coppola'da babasının peşinden bir kaç film çekmiştir,2004 yılında En iyi Senaryo dalında Oscar'ı kazanmıştır.Ayrıca En İyi Yönetmen ödülüne aday olan 3. kadın yönetmendir.Yine de babasının gölgesinde kalmıştır ve ağır eleştiriler almıştır. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Steven Spielberg Steven Allan Spielberg (d. 18 Aralık 1946, Cincinnati, Ohio), Amerikalı sinema yönetmeni. 1975'te yönettiği Jaws filmiyle tanındı. Yaşayan en önemli yönetmenlerden kabul edilir. Sinemanın dahi çocuğu olarak bilinen Steven Spielberg bugüne kadar dünyada en çok ses getiren ve hasılat rekorları kıran filmlerin birçoğuna imzasını attı. Genel olarak filmleri bolca görsel ve işitsel efektlerle güçlendirilmiş geniş bir hayal gücü anlatımına sahip olduğu gözleniyor. E.T, Jurassic Park, Indiana Jones, Hook filmleri bu anlatıma örnektir. Bunların yanı sıra "Schindler'in Listesi" ve "Güneş İmparatorluğu" gibi insanlığın çektiği acı ve ıstırapları konu alan filmleri sinema tarihinin unutulmayanları arasına girmiştir . Spielberg filmlerinde kullandığı efektlerle kendi alanında bir çığır açmış ve hayal ürünü nesneleri gerçeğe yakın mükemmellikte canlandırarak tüm dünyayı hayretler içerisinde bırakmıştır. Ayrıca çocukların ve büyüklerin severek izlediği birçok çizgi filme de imzasını atmıştır.Filmleri 2005: Munich 2005: War of the Worlds 2004: The Terminal 2002: Catch Me If You Can / Sıkıysa Yakala 2002: Minority Report / Azınlık Raporu 2001: A.I. / Yapay Zeka 1999: The Unfinished Journey / Bitmemiş Yolculuk 1998: Saving Private Ryan / Er Ryan'ı Kurtarmak 1997: Amistad 1997: The Lost World: Jurassic Park 2 1993: Schindler's List / Schindler'in Listesi 1993: Jurassic Park 1991: Hook / Kanca 1989: Always / Daima 1989: Indiana Jones and the Last Crusade 1987: Empire of the Sun / Güneş İmparatorluğu 1985: The Color Purple 1984: Indiana Jones and the Temple of Doom 1983: Twilight Zone: The Movie 1982: E.T. the Extra-Terrestrial 1982: Poltergeist 1981: Raiders of the Lost Ark / Kamçılı Adam 1979: 1941 1977: Close Encounters of the Third Kind / Üçüncü Türden Yakınlaşmalar 1975: Jaws 1974: The Sugarland Express 1968: Amblin 1967: Slipstream 1964: Firelight 1961: Battle Squad 1961: Escape to Nowhere 1959: The Last Gun -USC sinema okuluna iki kere başvurdu ancak ikisinde de kabul edilmedi. Bunun üzerine Kaliforniya Üniversitesi'ne girdi -Filmlerinde baba karakterlerini genellikle sorumsuz, ilgisiz olarak tasvir eder, örneğin, "E.T. the Extra- Terrestrial " (1982) filmi -Filmlerlerinde genellikle çocuların bazı tehlikelerle karşı karşıya oldukları gösterir. Örneğin, The Color Purple (1985), Empire of the Sun (1987), Saving Private Ryan (1998) filmleri,ayrınca filmlerinde sürekli 2. Dünya Savaşı hakkında bilgi verir. -Hollywood'un en zengin iki kişisinden biridir,Dreamworks Stüdyo'nun büyük ortaklarındandır ve Drew Barrymore'in vaftiz babasıdır. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Ridley Scott 30 Kasım 1937 'de İngiltere'nin South Shields Tyne and Wear şehrinde dünyaya geldi. Çocukluk yılları Londra'da eçen Scott'ın babası ve büyük erkek kardeşi askerdi. Bu yüzden yönetmen, o dönemlerde babasını tanıma fırsatını hiç ulamadı. Galler bölgesinde ve Almanya'da bulunduktan sonra, ikinci dünya savaşının ardından ailece Londra'ya döndüler. 1954 yılında West Hartlepool Koleji'ne kaydoldu. 1958'de dizayn bölümünü bitirdiği okuldan mezun oldu. 1960-1962yılları arasında London's Royal College of Art'ta grafik tasarımı üzerine master yaptı. Okul için hazırladığı ve aynı zamanda ilk kısa filmi olan, siyah beyaz olarak çektiği Boy and Bicycle'da erkek kardeşi ve babası rol aldı. 1963'te, BBC'de set tasarımcısı olarak staj görmeye başladı. Uzun süreler eğitim alıp çalıştığı BBC'den ayrıldığında, kanal için yönetmiş olduğu bir çok dizi ve TV showu bulunuyordu. 1968'te reklam sektöründe çalışmak istediğine karar verip, kendi reklam ajansı olan "Ridley Scott Associates"ı kurdu ve Alan Parker'la çalışmaya başladı. 10 sene boyunca toplam 2000 reklam filminin yönetmenliğini yaptıktan sonra 1977 yılında ilk uzun metrajlı filmi "The Duellists"i çekti. Film, Cannes Film Festivali'nde "En İyi İlk Film" dalında Jüri Ödülü'nün sahibi oldu. 1979'da geniş kitlelerce tanınmasını sağlayan "Alien" filmi için kamera arkasına geçti. Korku ve bilimkurgu türünde başarılı bir çıkış yakalayan film, yönetmenin 3 yıl sonra çekeceği 1982 tarihli Blade Runner filmi için iyi bir temel oluşturdu. Philip K. Dick'in romanından sinemaya uyarladığı, Harrison Ford'un başrolde oynadığı film, kült filmler kategorisine girmek için tüm malzemelere, tekniğe ve anlatıma sahipti ve başarısı Sam Amca'nın ülkesinde de yankılarını buldu. 1985'te Legend, 1987'de Someone to Watch Over Me ve 1989'da Black Rain filmlerini yönettikten sonra, 1991'de özellikle Amerika'da geniş yankılar uyandıran oskarlı filmi "Thelma & Louise"i çekti. Yönetmenin filmografisinde önemli bir yere sahip olan bu yol filmi, dolaylı bir sistem eleştirisi içeriyor, 2 sıradan kadının, hayatlarına sahip çıkma mücadelesini toplumsal bir eksende ele alıyordu. Thelma & Louise'den sonra yönetmen 1992'de 1492: Conquest of Paradise, 1996'da White Squall ve 1997'de G.I. Jane filmlerini yönetti. 2000 yılına damgasını vuracak ve ona tam beş dalda oskar kazandıracak Gladiator filminin başarısı da adı kadar görkemli ve destansı oldu. Ardından 2001 yıllarında ard arda çektiği Black Hawk Down(Kara Şahin Düştü) ve Hannibal filmleri geldi. Bu iki film de Gladiator'ün büyük başarısına gölge düşürmeyen, iddalı yapımlardı. Gişe başarıları ve film eleştirileri açısından son 3 filmine bakıldığında, Ridley Scott kariyerinin doruğundaydı. Black Hawk Down 2 dalda oskar aldı ve Hannibal, film festivallerinin o yıl içinde en çok ödül verdiği filmlerden biri oldu. Yönetmen 2003 yılında, Nicholas Cage'in oyunculuğunun ön plana çıktığı ve senaryosuyla adından ilgiyle söz ettiren Matchstick Men'i çekti. Scott'ın epik filmlerdeki benzersiz stilini yansıttığı bir diğer filmi Kingdom of Heaven'ı(Cennet Krallığı) 2005'te çekildi. Haçlılarla ilgili olan filmiyle ilgili radikal İslam kanadından tehditler alan yönetmen ve ekibi, filmin çekimleri süresince Fas hükümeti tarafından gönderilen askerlerce korundular. Yönetmen 2006yılında, daha önce Gladiator'de beraber çalıştığı oyuncu Russell Crowe'la son filmi A Good Year için bir araya geldi. Peter Mayle'in best-seller romanından sinemaya uyarladığı filmin müzikleri, Marc Stretenfield tarafından yazıldı. Ridley Scott, halen başrollerini Denzel Washington ve Russell Crowe'un paylaştığı post prodüksiyon aşamasında olan ve 2007'de vizyona girecek olan yeni filmi American Gangster'in çekimlerini gerçekleştirmektedirFilmleri -American Gangster (2007) -A Good Year (2006) -All the Invisible Children (2005) -Kingdom of Heaven (2005) -Matchstick Men (2003) -Black Hawk Down (2001) -Hannibal (2001) -Gladiator (2000) -G.I. Jane (1997) -White Squall (1996) -1492: Conquest of Paradise (1992) -Thelma & Louise (1991) -Black Rain (1989/I) -Someone to Watch Over Me (1987) -Legend (1985) -Blade Runner (1982) -Alien (1979) -The Duellists (1977) - Boy and Bicycle (1965) -10 yılda 2500'e yakın reklam filmi çekerek Guinness Rekorlar kitabina girmiştir. -Kendisi gibi yapımcı ve yönetmen Tony Scott'un abisidir. -Tony Scott , Spy Game'i ; Ridley Scott'ta Black Hawk Down'u 2000 yılında ölen annesine adamıştır. -3 kez Oscar'a aday olmuş ama hiç kazanamamıştır.1999 yılında Gladiator ile en iyi yönetmen ödülünü Steven Soderbergh'e kaptırınca resmen akademiye küsmüştür. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Robert Rodriguez 20 Haziran 1968 tarihinde, San Antonio, Texas'ta dünyaya gelen Robert Rodriguez, çok küçük yaşlarda eline geçen bir kamerayla başladığı sinema macerasına, University of Texas'ta okuduğu yıllarda çektiği kısa filmlerle devam etti. 1990 sonbaharında bir film yarışmasında aldığı başarıyla üniversitenin film programına girmeye hak kazandı. Burada, ödüllü 16 mm'lik kısa filmi, "Bedhead"'i çekti. Bu film ile gördüğü ilginin de etkisiyle Rodriguez, sinema alanında kariyer yapmaya karar vererek, John Woo filmlerinden esinlenip, aksiyon bir film olan "El Mariachi"yi ispanyolca olarak çekti(1992). Sundance Film Festivalinde seyirci ödülü kazanan bu film, aslında düşük bütçeli, video piyasasını hedef almıştı ancak Columbia Pictures'ın dikkatini çekmeyi başardı. Bu film ve 1990lı yılların bağımsız sinema hareketindeki önemli taşlardan biri gözüyle bakılan "Rebel Without a Crew" adlı kitabıyla yönetmen, bir çok insanı "bütçesiz" film yapmaya teşvik etti. Başrolünü Antonio Banderas'ın oynadığı "El Mariachi"nin devamı niteliğinde, bir sonraki filmi "Desperado" ile Salma Hayek'i Amerikan seyircisiyle tanıştıran Rodriguez, sonrasında, Quentin Tarantino'nun senaryosunu Robert Kurtzman ile birlikte yazdığı, "From Dusk Till Dawn" 'u ve ardından Kevin Williamson ile gençlik-korku bilim-kurgusu "The Faculty"'yi çekti. 2001 yılında, ilk 100,000,000 Amerikan Dolarını, sonradan üçlemeye dönüşen "Spy Kids" ile kazanan Rodriguez'in üçüncü "mariachi" filmi 2003 yılının sonlarına doğru çıktı : "Once Upon a Time in Mexico". Rodriguez, 2005 yılında, "Frank Miller Sin City" çizgi romanlarından uyarlanan, bir sahnesini Tarantino'nun yönettiği "Sin City" adlı filmi çekti. Gişede başarılı olan bu filmin iki adet devam filmi de 2007 yılından sonra gösterime girecek. Kendi filmlerini yönetmesinin, senaryosunu yazmasının ve yapımını üstlenmesinin yanında bir çok filminde, editör, görüntü yönetmeni, görsel efekt danışmanı, besteci ve ses editörü gibi görevleri de üstlenen ünlü yönetmenin "tek kişilik film ekibi" adlı bir lakabı var.Filmleri Grindhouse (2007) ("Planet Terror" bölümü) -Quentin Tarantino's Death Proof (USA: poster title) -Robert Rodriguez's Planet Terror (USA: poster title) The Adventures of Sharkboy and Lavagirl 3-D (2005) Sin City (2005) Once Upon a Time in Mexico (2003) Spy Kids 3-D: Game Over (2003) Spy Kids 2: Island of Lost Dreams (2002) Spy Kids (2001) The Faculty (1998) From Dusk Till Dawn (1996) Four Rooms (1995) ("The Misbehavers" bölümü) Desperado (1995) Mariachi, El (1992) Bedhead (1991) -İlk filmi olarak sayılan ve Sundance Film Festivali'nden jüri özel ödülü alıp,ona Hollywood kapılarını açan El Marichi adlı filmini sadece 7000 dolar gibi bir bütçeyle çekti.Rodriguez parayı denkleştirebilmek için bilim araştırmalarına deneklik bile etmiştir. -Quentin Tarantino ile birbirlerine kardeş kadar yakınlardır. -Çok iyi bir müzizyendir. -Oscar'a hiç aday gösterilmemiş olmasına rağmen Dünya genelindeki Cannes dahil büyük festivallerden toplamış olduğu 18 ödülü vardır. -Filmlerini izleyenler hep "o parayla bende çekerim" demiştir.Herkes Rodriguez'in aşırı derece para harcayıp filmleri çektiğini söyler ama iş farklıdır. -1995 yılında Batman Forever ve Golden Eye gibi 100 milyon dolar civari bütçesi olan filmleri geride bırakmış olan Desperado'nun bütçesi sadece 7 milyon dolardır Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Akira Kurosawa İmparator olarak tanınan Akira Kurosawa dördü kız, dördü erkek olan 8 kardeşin en küçüğü olarak 1910 yılındaTokyo'da doğdu. Babası bir ortaokulda müdürdü ve samuray savaşları üzerine araştırmalar yapıyordu.. (Bu Kurosawa'nın birçok filminde neden sürekli "samuray etiği" temasını işlediğini de açıklıyor). Film piyasasına 1936'da senaryo yazarı olarak girdi. Bu sırada ressam olarak kendini kabul ettirme savaşı veren bir gençti. (Bu yeteneğinden ötürü her filminin senaryo aşamasında "story-board"ını çizdi.) İlk filmini 1943 yılında çekti ancak Sugata Sanshiro adındaki film savaş döneminin sansür kurallarına takıldı. Film bir erkeğin ihanetini anlatıyordu, bu da dönemin Japonya'sında kabul edilir bir olgu değildi. 1944'de The Most Beautiful filmini yönetti, bir yıl sonrasında da filmin kadın başrol oyuncusu olan Kayo Kato ile evlendi. İlk çıkışını 1950'de yönettiği Rashomon'la yaptı. Film 1951'deki Venedik Film Festivali'nde Büyük Ödülü aldı. 1952'de de En İyi Yabancı Film Oskarını alan Rashomon, adını dünyaya duyurduğu ilk film oldu. Daha sonra başrolde karizmatik aktör Toshiro Mifune'un oynadığı bir dizi film çekti. Bunlar arasında en ünlüleri Seven Samurai, Throne of Blood ve Yojimbo'dur (Bu filmde yalnız bir samurayı oynayan Mifune, Spagetti Westernlerinin büyük yönetmeni Sergio Leone'ye de esin kaynağı olmuştur) Aynı şekilde yine Toshiro Mifune'nin başrolde olduğu The Hidden Fortress de (1958) George Lucas'a Star Wars'u yapmasında önemli bir esin kaynağı oldu. Çok az iş çıkardığı 1960'la 70 arası Kurosawa intihara teşebbüs etti. Ölümden dönen yönetmen daha sonra Ruslarla yapılan bir ortak filme imza attı: Dersu Uzala (1974). 1980'de de hayranı olan Francis Coppola ve George Lucas'ın yardımlarıyla epik bir samuray filmi olan Kagemusha'yı (1980) yönetti. (Film Cannes Film Festivali'nde büyük ödülü All That Jazz'la paylaştı). 1985'de yaptığı ikinci Shakespeare adaptasyonu olan Ran'ı çekti. Sonrasında son derece kişisel bir film olan Dreams (1990), Rhapsody in August (1991) ve Madadayo'yu (1993) yönetti. Büyük usta 6 Eylük 1990'da hayata veda etti.Filmleri 1993: Madadayo / Not Yet 1991: Hachigatsu no kyoshikyoku / Rhapsody in August 1990: Yume /Dreams 1985: Ran 1980: Kagemusha 1974: Dersu Uzala 1970: Dodesukaden / Clickety-Clack 1965: Akahige / Red Beard 1963: Tengoku to jigoku / High and Low 1962: Sanjuro 1961: Yojimbo / the Bodyguard 1960: Warui yatsu hodo yoku nemuru / The Bad Sleep Well 1958: Kakushi toride no san akunin / Three Bad Men in a Hidden Fortress 1957: Donzoko / The Lower Depths 1957: Kumonosu jo / Macbeth 1955: Ikimono no kiroku / I Live in Fear 1954: Shichinin no samurai / The Seven Samurai / Yedi Samuray 1952: Ikiru / Living 1951: Hakuchi / The Idiot 1950: Rashomon / In the Woods 1950: Shubun / Scandal 1949: Nora inu / Stray Dog 1949: Shizukanaru ketto / The Quiet Duel 1948: Yoidore tenshi / Drunken Angel 1947: Subarashiki nichiyobi / Wonderful Sunday 1946: Waga seishun ni kuinashi / No Regrets for My Youth 1946: Asu o tsukuru hitobito /Those Who Make Tomorrow 1945: Tora no o wo fumu otokotachi / Walkers on the Tiger's Tail 1945: Zoku Sugata Sanshiro / Sanshiro Sugata Part Two 1944: Ichiban utsukushiku / The Most Beautiful 1943: Sugata Sanshiro / Sanshiro Sugata 1941: Uma -Star Wars'in fikir babalarındandır -Akira Kurosawa'nın Türkçe'ye çevrilmiş, Kurbağa Yağı Satıcısı adlı AFA yayınevinden basılmış bir kitabı bulunur. -Dersu Uzala adlı Rus-Japon ortak filmi 1976 yılında en iyi yabancı film Oscar'ını aldı. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Andrei Tarkovsky 4 Nisan 1932 tarihinde, şu anda Beyaz Rusya sınırları içindeki Ivanono'nun Zavraje bölgesinde doğdu. Sergei Eisenstein'den sonra adı en çok duyulan Rus sinemacılardan biri olan Andrei Tarkovsky ( Ünlü şair Arseniy Tarkovsky'nin oğlu ), VGIK Sovyet Film Okulu'na girmeden önce müzik ve Arapça eğitimi aldı. VGIK'te saygın yönetmen Mikhail Romm'un öğrencisi oldu. Romm öğrencilerini bireysel yeneteklerini geliştirmek yolunda teşvik eden bir entelektüeldi. Tarkovsky uluslararası sinema arenasında, ilk uzun metrajlı yapımı olan Ivanovo detstvo (İvan'ın Çocukluğu - 1962) ile dikkatleri üzerine çekti ve Venedik Film Festivali`nde büyük ödül kazandı. On iki yaşında bir casusun hikayesini anlatan bu ödüllü film, ikinci yapımı için otoritelerde büyük bir beklenti oluşturdu. İkinci filmi Andrei Rublyov (Andrey Rublev - 1969 ), 1971 yılına kadar Sovyet yetkililerce yasaklanmış olarak kaldı. Cannes Film Festivali dahilinde, ödül almaması için kasıtlı olarak festivalin son günü sabah saat 4:00'de gösterilmesine rağmen bir ödül kazanmayı başardı. 1972 yılında gelen, ünlü bilim kurgu yazarı Stanislav Lem'in aynı adlı romanından uyarlanan Solyaris (Solaris), Stanley Kubrick'in 2001: Bir Uzay Destanına Sovyetlerin cevabı olarak görüldü ancak Tarkovsky bunu hiçbir zaman kabul etmedi. Solaris gezegeninin yörüngesindeki bir uzay istasyonunda yaşanan doğaüstü olayların ve insanların hayalleri ve vicdan muhasebeleri üzerine derin bir gerilim-bilim kurgu filmi olan Solaris, diğer yapıtlarına göre daha rahat bir şekilde seyirciyle buluştu ancak 1975 yılında çektiği Zerkalo ( Ayna ) ile tekrar Resmi Engellere takıldı. Tarkovsky'nin kendi çocukluğundan kalma bazı anıları ile, kırklı yaşların sonundaki bir adamın çocukluğu, annesi ve savaş ile ilgili anılarında Sovyet halkına farklı bir bakış açısı sunan bu film yine pek çok resmi otorite tarafından yasaklanması gereken bir film olarak görüldü. Bir sonraki film Stalker (İz Sürücü - 1979), ilk versiyonun bir laboratuar kazası ile ile yok olmasından sonra, çok düşük bir bütçe ile yeniden çekilmek zorunda kaldı. Tarkovsky sinemasının belirgin özelliklerinden olan ağır ve uzun planların, özenli kompozisyonların, derin anlamlar içeren diyalogların en güzel şekilde kullanıldığı bu filmi takip eden ve resmi makamların izni ile İtalya'da çekilen Nostalghia (Nostalji - 1983) Andrei Tarkovsky'nin sıla özlemini dışa vurduğu ve sürgünde çevirdiği ilk filmidir. Son filmi Offret (Kurban - 1986)'in çekimlerini İsveç'te, Ingmar Bergman'ın ekibi ile tamamladı. Aynı sene Cannes Film Festivali'nde tam dört ödül alarak festivale damgasını vurdu. 28 Aralık 1986 tarihinde, Paris'te akciğer kanseri sebebiyle hayata veda etti. 1990 yılında "sinema sanatına olağanüstü katkısı, evrensel insani değerleri ve hümanist düşünceleri olumlayan yenilikçi filmleri" nedeniyle Tarkovsky'ye Lenin Ödülü verildi. Her ne kadar Tarkovsky'nin kendi mektuplarında, ya da yakın çevresinin tanıklığında Tarkovsky Sovyet ideolojisinin bir "kurbanı" olarak görülse de, bu durumun Glasnost'un yarattığı politik atmosferle ilgisi olduğu da düşünülebilir[1]. Her ne kadar sistem tarafından kendisine ayrıcalık verilmemişse de, Alexander Askodlov ya da Kira Muratova gibi filmleri yasaklanan yönetmenler gibi baskı görmemiş, ya da Sergei Parazdhanov gibi yargılanıp, hapsedilmemiştir. 1970'lerdeki işsizlik zamanında bile filmler planlamaya, senaryo yazmaya ve hatta 1977'de Hamlet'i sahneye koymaya fırsat bulmuştur. Johnson ve Petrie[2] Tarkovsky'nin günlüğündeki bir tutarsızlıktan söz ederler. Roma'da bulunduğu dönemde günlüğüne yazdığı kimi sayfalarda Tarkovsky gerek Mosfilm stüdyolarındaki, gerekse de genel olarak Goskino'daki bürokratlardan yakınır, film çekiminin bütün adımlarının ne kadar güç olduğundan bahseder, filmlerinin festivallere yeterince gönderilmediğinden ve özellikle de Zerkalo ve Stalker'in Cannes'da resmi olarak engellenmesini acı bulduğunu bildirir. Bununla birlikte yine Tarkovsky'nin günlüğünde Fransa'ya, birçok kere İtalya'ya, İsviçre'ye, İsveç'e ve başka ülkelere genellikle festivallere katılmak üzere yaptığı ve genellikle parti çizgisindeki yönetmenler için mümkün olan gezilerden bahsedilir. Aynı sıralarda Paradzhanov hapistedir. Filmleri Andrey Rublev hariç tamamlandıktan çok kısa bir süre sonra gösterime girmiştir. Filmleri Tarkovsky'nin dilediği gibi birçok festivalde yer alamadıysa da, Tarkovsky'nin günlüğünde belirttiği üzere, 1980 Mart ayı itibariyle 26 tane ödül kazanmıştır. Johnson ve Petrie bu çelişkiyi yorumlarken bazı yazarların iddia ettiği gibi Tarkovsky'nin "Goskino'nun gözdesi" olmadığını vurgularlar. Bununla birlikte ulaştığı uluslararası başarının ister istemez yönetim tarafından bir saygı görmesine yol açtığını ve bu uluslararası ünün, yönetmenin sorunlarını popülerleştirmekte yardımcı olduğunu belirtirler.Filmleri 1. Kurban Offret - Sacrificatio (1986) 2. Tempo di viaggio (1983) 3. Nostalji - Nostalghia (1983) 4. İz Sürücü - Stalker (1979) 5. Ayna - Zerkalo (1975) 6. Solaris - Solyaris (1972) 7. Andrey Rublev - Andrei Rublyov (1969) 8. İvan'ın Çocukluğu - Ivanovo Detstvo (1962) 9. Silindir ve Keman - Katok i Skripka (1960) 10. Bugün Kimse İşten Çıkarılmayacak - Segodnya uvolneniya ne budet (1959) [10] 11. Konsantre - Kontsentrat (1958) 12. Katiller - Ubijtsi (1958) -Andrei Tarkovsky benim kendi en iyiler listemde en üstlerdedir.Nedeni basit,bir çok zorluğa,siyasi engele rağmen sanat eseri diye tabir edilebilecek filmlere imza atmıştır. Çektiği filmler festivallere gönderildiği halde gösterilmemiş,çoğu filmi yasaklanmış bir düşünce adamı diye nitelendirebiliriz. -Yüksek bütçe ile 1 yılda tamamladığı ilk STALKER,banyo sırasında laboratuvarda teknisyen hatası sonucu yandığı söylenir.Ama setteki herkese göre bu kasten yapılmış bir şeydir.Çünkü STALKER dönemin Rusya'sına göre çok ağır ve düşündürücü bir filmdir.Siyasi engeller yeterli olmayınca böyle bir şey yapılması ön görülmüştür. Bu olaydan sonra sinemayı bırakan Tarkovsky kendi ekibindeki arkadaşlarının ve bazı yapımcıların tekrar teşviği ile yeniden sinemaya başlamıştır.Ama stüdyolar eskisi kadar para vermemiş,filmi ikiye bölmüş ve tüm parayı ikinci bölüme vereceklerini söylemiştirler. STALKER iki bölümdür ve yaklaşık 1 saat süren ilk bölümünü Tarkovsky tamamen kendi imkanlarıyla çekmiştir.İşin garip yani kendi imkanları ile çektiği bu bölüm görsel bakımdan günümüzde bilgisayarla zar zor yapılan ışıklandırma vs. gibi efektlerin kendileri tarafından o zamanlarda yapılmasıdır.Ekip neredeyse tamamen parasız olmalarına rağmen birçok defa pahalı sayabileceğimiz şekilde çekimler yapmışlardır.2 saat civarında süren ikinci bölümde ise "BÖLGE" tanıtılmış ve insanlık üzerine hiç sıkılmadan dinleyebileceğiniz olağanüstü tartışmalara konu olmuştur. - Mühürlenmiş Zaman adlı bir kitabı bulunmaktadır. -Tarkovsky'nin hayatı boyunca yapamadığı için üzüldüğü en önemli şey ise bir Shakespeare uyarlamasını filme çekecek imkanları bulamamasıdır. -Tiyatro yönetmenliği ile işe başlayıp,sinemaya geçmiştir. -Geçtiğimiz haftalarda kaybettiğimiz usta yönetmen Ingmar Bergman,Tarkovsky'i bu çağın en önemli yönetmeni ilan etmiştir. -Babası Arseniy Tarkovsky'nin etkisiyle de edebiyatla çok ilgilenmiş,aynı zamanda müthiş bir edebi birikime sahip bir insandı. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Abbas Kiarostami İran sinemasının ve çağdaş Dünya sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri,İran yeni dalgasının öncülerinden olmuş,pek çok genç yönetmeni etkilemiş olan yönetmendir.İran sinemasının belgeselcilik geleneği,basit ve minimalist anlatımı Kiorastami'nin filmlerinde de görülür.Altin Palmiye'yi kazanan ilk İran'li yönetmendir.70'li yıllardan beri 40'dan fazla filmde görev almış,günümüzde hala sinemayla ilgilenmektedir. 1940 yılında Tahran'da doğan Kiarostami'nin ilk sanatsal tecrubesi onun gençliğinde başlamış olduğu resimdir.18 yaşında yaptığı bir resim ile Tahran Güzel Sanatlar Üniversitesi'ni kazanmıştır ve evi terk ederek bu okula başlamıştır.Okulda bir taraftan resim teknikleri ve grafiksel tasarım üzerine çalışmalarına devam ederken bir taraftanda para kazanmak için trafik polisliği yapıyordu.Bir ressam,tasarımcı ve çizer olan Kiarostami 1960'larda reklamcılık dalında çalışmalar vermeye başlamıştı.1962'den 1966 yılına kadar İran devlet televizyonu için yaklaşık 150 reklam filminde çalışmıştır.1960'lı yılların sonlarına doğru filmler için jenerikler hazırlamaya başladı. Abbas,1969 yılında Pervin Gholi ile evlendi ve 1982 yılında boşandı,bu süreç içerisinde 2 erkek çocukları oldu.1978 yılında doğan ikinci çocuğu Bahman,kendini babası gibi sinemaya adamıştır ve 15 yaşında Journey to the Land of the Traveller adında bir belgesel çekmiştir. Abbas Kiarostami 1979 İran İslam Devrimi'nden sonra İran'da kalan az sayıda sinema yönetmeninden biriydi.Devrimden sonra sinema yönetmenleri dahil onlarca sanat adamı Batı ülkelerine göç ederken,o ülkesinde kalmıştır.Bu kararı ona göre hayatı boyunca verdiği en önemli karardır.İran'da kalarak ulusal kimliğini koruduğunu ve bununda bir film yapımcısı olarak onun kişisel yeteneğini güçlendirdiğini defalarca belirtmiştir. 2000 yılında San Francisco Film Festival'i ödül töreninde Kiarostami,İran'a ait sinemanın gelişiminde oynadığı rol sebebi ile Akira Kurosawa Özel Ödülü'ne layık görülmüştür.Filmler -Certified Copy (Roonevesht barabar asl ast) 2008 -To Each His Cinema (Chacun son cinéma ou Ce petit coup au coeur quand la lumière s'éteint et que le film commence) 2007 - Kojast jaye residan (2007) - Roads of Kiarostami (2006) - Tickets (2005) - 10 on Ten (2004) - Five Dedicated to Ozu (2003) - Ten (2002) - ABC Africa (2001) - The Wind Will Carry Us (Bad ma ra khahad bord) (1999) - A Taste of Cherry (Ta'm e guilass) (1997) - Lumière and Company (Lumière et compagnie) (1995) - À propos de Nice, la suite (1995) - Under the Olive Trees (Zire darakhatan zeyton) (1994) - Life, and Nothing More (Zendegi va digar hich) (1991) - Nema-ye Nazdik (1990) - Homework (Mashgh-e Shab) (1989) - Where Is the Friend's Home? (Khane-ye doust kodjast?) (1987) - Avaliha (1984) -Dandan Dard (1983) -Hamshahri (1983) -Hamsarayan (1982) -Be Tartib ya Bedoun-e Tartib (1981) - Behdasht-e Dandan (1980) -Ghazieh-e Shekl-e Aval, Ghazieh-e Shekl-e Dou Wom (1979) -Rah Hal-e Yek (1978) -Az Oghat-e Faraghat-e Khod Chegouneh Estefadeh Konim? (1977) -Bozorgdasht-e mo'Allem (1977) - The Report ( Gozaresh ) (1977) - Lebassi Baraye Arossi (1976) - The Colours (Rangha) (1976) -Dow Rahehal Baraye yek Massaleh (1975) -Man ham Mitoumam (1975) - The Traveller (Mossafer) (1974) -Tadjrebeh (1973) - Zang-e Tafrih (1972) -Nan va Koutcheh (1970) -40 üzerinde filmi vardır. -Bugün İran'daki tüm genç yönetmenlerin neredeyse hepsi Abbas Kiarostami'nin yanında yetişmiştir. -Hiç çıkarmadığı güneş gözlüğü üzerinde her zaman yorum yapmaktan kaçınır,yaptığında ise kapalı cümleler kullanır.Bazı insanlar gözlüğüyle duygusal bir bağının olduğunu iddia ederler. -Rüzgar Bizi Taşıyacak ve Kirazın Tadı adlı filmleriyle iki kez Cannes'da ödül kazanmıştır. -Çok iyi bir ressam ve yazardır. -Ten adlı filmi tamamen bir otomobil içinde geçmektedir. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Emir Kusturica 24 Kasım 1954 yılında Bosna-Hersek'in Saraybosna kentinde doğdu.Avrupa sinemasının en büyük temsilcilerinden,Balkan kültürünü Dünya'ya tanıtan en büyük isimlerden biridir.Neredeyse çektiği tüm filmler Cannes,Venedik gibi uluslar arası festivallerde gösterilmiş ve ödül almıştır. Müslüman Bosnalı olmasına rağmen ailesinin kökeni Ortadoks Slavlıktan gelmekteydi.Babası Murat'ta birçok Yugoslav gibi komunistti ve Bosna-Herkes İstihbarat'ında çalışıyordu.Öğrencilik yıllarında pek tasvip edilmeyen,serseri diye niteleyebileceğimiz bir arkadaş kitlesin sahipti ve ailesi onu bu kitleden uzak tutabilmek adına ailesi onu Prag'daki Dünyaca ünlü sinema okulu FAMU'ya gönderdi.1978 yılında okulu iyi bir derece ile bitirdikten sonra Yugoslavya'da televizyon programlarında çalışmaya başladı. 1978 yılında "Nejeste Dolaze", aynı yıl "Guernica" ve 1979'da ise "Bife Titanik" adlı televizyon filmlerini çekti.1981 yılında "Do You Remember Dolly Bell?" adlı filmi yaptıktan sonra şansı açıldı ve tanınan bir kişi oldu. Aynı yıl Venice Film Festivali'nde bu filmi ile ödül aldı. 1981'den 1988 yılına kadar Saraybosna'da "Academy of Performing Arts"da ders verdi. Bir yandan da "Open Stage Obala"da sanat yönetmenliği yapıyordu. Filmlerini kendi dilinde yapmayı tercih ediyordu ancak uluslararası başarılar kazandıktan sonra İngilizce filmler de yapmaya başladı. 1985 yılında politik göndermeler içeren ikinci filmi "When Father Was Away on Business" adlı filmi çekti. Bu film ile Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye Ödülü kazandı. Üçüncü filmi, 1989 yılında yine kendi dilinde çevirdiği,çingenelerin yaşamını anlatan Çingeneler Zamanı ise Kusturica'nın uluslararası ününe ün kattı ve ona Cannes Şenliği en iyi yönetmen ödülünü kazandırdı. Kusturica daha sonra, yanına değişmez görüntü yönetmeni Vilco Filac'ı ve bestecisi Goran Bregovic'i de alarak Amerika'ya gitti.1993 yılında Johnyy Depp, Jerry Lewis, Faye Dunaway ve Lili Taylor'un oynadığı "Arizona Dream" adlı filmi çekti. Orjinal dili ingilizce olan ilk filmiydi. Hayaller ve gerçekler arasındaki gidiş gelişlerin fantastik bir kurguyla anlatıldığı film Kustirica'nin büyük bir festivalden ödül almadan döndüğü ilk filmdi.Yine de 1993 Berlin Film Festivali'nde Gümüş Ayı'yı ve Özel Jüri Ödülü'nü almayı başardı.Bu çok özel film, çevrildiği ülke Amerika'da gösterime bile giremezken, Avrupa'da büyük ilgi gördü ve geniş bir seyirci kitlesine ulaşabildi. 1995 yılında onu üne kavuşturan filmlerden biri olan "The Underground" adlı filmi çekti. Cannes'da ikinci Altın Palmiye'yi bu film sayesinde aldı. Aynı filmin televizyon versiyonu olan "Bila Jednom Jedna Zemlja" adlı televizyon serisini çekti. 1998 yılına gelindiğinde "Black Cat, White Cat" adlı filmi yönetti. Bu film ile de Venedik Film Festivali'nde "Gümüş Ayı" ödülünü almaya hak kazandı.1988 yılında Colombia Üniversitesi'nde sinema dersleri vermeye başladı. Çağımızın en büyük görüntü yaratıcılarından biri, hatta kendi kuşağı içinde birincisi olan Kusturica, sinemasal görüntü denen ve artık en iyi, en etkili örneklerinin geçmişte kaldığı düşünülen bir alanda, son derece zengin ve etkileyici bir görsellik yaratarak büyük başarı kazandı. Genellikle çingenelerin yaşamını konu alan filmlerinde hiçbir oyunculuk deneyimi olmayan çingenelere önemli roller vermesiyle de ilgi çekti. Onların renkli yaşamını ve özgürlüğünü filmlerine büyük bir başarıyla, bazen traji-komik olaylarla yansıttı. Kusturica, yalnızca filmleriyle değil ilginç eylemleriyle de gündeme geldi. Ünlü yönetmen, 1993 yılında Sırbistan'ın aşırı milliyetçi lideri Vojislav Seselj'i düelloya davet etti - Belgrad'ın merkezinde, güneşin tam tepede olduğu saatte, Seselj'in seçtiği bir silahla. Seselj, Kusturica'nın bu davetini "bir sanatçının ölümüne neden olmakla suçlanmak istemediği için" reddetti. Kusturica, 1995 yılında da Belgrad Uluslararası Film Festivali'nde Yeni Sırbistan Hakları Hareketinin lideri Nebojsa Pajkic'i yumruklayarak yere devirdi. 2004 yılına kadar yeni bir çalışması olmayan Kusturica, aynı yıl "Life Is A Miracle" adlı filmi ile sinemaya döndü. Cannes Film Festivali'nde ödül alan bu film 1992 yılında Bosna'da hayatın çeşitli yönlerini anlatıyordu.Filmleri -Dolly Bell'i Hatırlıyor musun? 1981 -Babam İş Gezisinde, 1985 -Çingeneler Zamanı, 1989 -Arizona Dream (Arizona Rüyası, 1993) -Underground (Yeraltı 1995) -Black Cat White Cat (Kara Kedi Ak Kedi, 1998) -Super 8 Stories (Süper 8 Öyküleri, 2001) -Life is a Miracle (Hayat bir Mucizedir, 2004) -Unicef tarafından Yugoslavya Elçisi ilan edilmiştir -Çingeneler Zamanı'ndan sonra neredeyse tüm filmlerinde Goran Bregovic ile çalışmıştır ve çok yakın arkadaşlardır. Ayrıca benim duyduğum bir söylenti vardı,birçok insan bunu konuşuyor ve doğrudur diyor. Yugoslavya'da iç savaş çıktığında Goran Bregovic ile birlikte resmen Türkiye'ye iltica başvurusu yapmış,kendi ülkelerinde çalışamadıklarını belirtmiş ve Türkiye'de çalışmalarına devam etmek istemişlerdir.Fakat bu istekleri Türk Sinema Endustrisinin engellemeleri sayesinde kabul edilmemiştir ve ikisi gidip Amerika'da Arizona Dream'i çekmişlerdir,bizim sinemacılar vay anasını demişlerdir.Böyle bir ülkeyiz işte Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Quentin Tarantino Quentin Jerome Tarantino 27 Mart 1963 yılında Knoxville, Tennessee'de doğdu. Babası İtalyan asıllı aktör ve müzisyen Tony Tarantino, annesi de yarı İrlandalı yarı Çeroki (Cheerokee) kızılderilisi olan Connie McHugh'tır. Quentin'in doğumundan kısa süre sonra annesi, müzisyen Curt Zastoupil ile evlenmiştir. Daha sonraları Quentin üvey babasıyla çok güçlü bağlar kurmuştur. 1971 yılında aile Los Angeles'in South Bay bölgesindeki El Segundo'ya taşındı. Tarantino buradaki Hawthorne Hıristiyan Okulu'na devam etti. Onaltı yaşında Harbor City, Kaliforniya'daki Narbonne Lisesi'nden ayrılarak oyunculuk öğrenmek için James Best tiyatro grubuna katıldı. 1984 yılında Manhattan Beach'teki tanınmış Video Archives adlı video kaset dükkanında kasiyer olarak çalışmaya başladı. Burada çalışırken tanıştığı Roger Avary ile daha sonraları birlikte çalışacaktı. Aktörlük üzerine Beverly Hills'teki Allen Garfield'in Actor's Shelter 'ında çalışmaya devam etse de daha çok senaristliğe yoğunlaştı. 1993'de gösterime giren True Romance 'in satışıyla dikkatleri topladı. Bir Hollywood partisinde tanıştığı Lawrence Bender Tarantino'yu bir film yazması konusunda cesaretlendirdi. Sonuç olarak ortaya son akımları takip eden, oldukça nükteli, kana bulanmış bir soygun filmi olan Rezervuar Köpekleri çıktı. Bu film Tarantino'nun sonraki filmlerinin tarzının da öncüsü olacaktı. Senaryoyu okuyan yönetmen Monte Hellman Live Entertainment 'ın filme para yatırmasını sağladığı gibi Tarantino'nun yönetmenliğine de yardımcı oldu. Lawrence Bender ile aynı kursa giden eşinden projeyi öğrenen Harvey Keitel de senaryoyu okuduktan sonra hem filmde rol aldı, hem de yapımcılığı üstlendi. Rezervuar Köpekleri 'nin başarısından sonra Hollywood yapımcıları Tarantino'ya Speed ve Men in Black gibi filmlerin de dahil olduğu bir dizi proje sundu. Tarantino ise Ucuz Roman (Pulp Fiction) senaryosu üzerinde çalışmak için Amsterdam'a gitti. Film 1994 Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ödülünü kazandı. Steven Soderbergh'in Altın Palmiye ödüllü Seks, video ve yalanlar ve Michael Moore'un Roger and Me filmleriyle birlikte bağımsız sinema endüstrisine yeni bir soluk getiren bu film, bağımsız filmlerin de gişe başarısı kazanabileceğini gösterdi. Ucuz Roman 'dan sonra, Allison Anders, Alexandre Rockwell ve Robert Rodriguez ile ortaklaşa yapılan Dört Oda (Four Rooms) 'un dördüncü öyküsünü ve Alfred Hitchcock Presents 'te Steve McQueen'in rol aldığı öykünün yeniden çekimi olan The Man from Hollywood 'u yönetti. Sonraki filmi, akıl hocası Elmore Leonard'ın Rum Punch adlı romanından uyarladığı Jackie Brown 'dır. Siyah sömürü sineması (Blaxploitation) sinema tarzına atıfta bulunan bu filmde, 1970'lerde bu tarz filmlerin yıldızlarından olan Pam Grier de rol almıştır. Daha sonra Inglorious Bastards adlı bir savaş filmi yapmayı planladı ancak bu projeyi Kill Bill filmini yazıp yönetmek için erteledi. Kill Bill Vol.1 ve Vol.2 adıyla iki ayrı film olarak gösterime girmiştir. Bu film Wuxia (Çin dövüş sanatları filmi), Japon sineması, Spaghetti Westernler ve İtalyan korku filmi ya da giallo tarzının geleneksel tarzlarını harmanlayan stilize bir intikam filmidir. Filmin üzerine kurulduğu ana karakter, Pulp Fiction çekilirken Uma Thurman ve Tarantino tarafından kurgulanan Gelindir. 2004 yılında Tarantino Cannes Film Festivalinde jüri başkanlığını üstlendi. Kill Bill yarışma adayları arasında değildi ancak final gecesinde üç saati aşkın orijinal versiyonuyla gösterildi. Altın Palmiye ödülü Tarantino'nun Oldboy üzerindeki ısrarına karşın Michael Moore'un Fahrenheit 9/11 adlı filmine verildi. 2005 yılındaki neo-noir film Sin City'de Clive Owen ve Benicio Del Toro arasındaki arabalı sahneyi yönetmesi nedeniyle "Özel Konuk Yönetmen" olarak onurlandırıldı. 24 Şubat 2005'te CSI dizisinin sezon finalini yöneteceği açıklandı. 19 Mayıs'ta yayınlanan iki saatlik Grave Danger isimli bölüm reyting rekorları kırdı. Jimmy Kimmel Live'ın bir bölümünü de yönetti. 2005 yılında Robert Rodriguez ile ortak yöneteceğini açıkladığı Grind House film projesi üzerine çalıştığını duyurdu ve çektiler.Film genel olarak çok sevildi ve gişede iyi bir hasılat elde etti. Bundan sonra da büyük ihtimalle bir İtalyan II. Dünya Savaşı filmi olan Inglorious Bastards 'ın yeniden çekimine başlayacağını ancak önce senaryo üzerinde çalışması gerektiğinden yakın zamanda gösterime girmesinin pek olası olmadığını duyurdu. Jimi Hendrix'in bir biyografisini yönetmek için anlaşma yaptığı da söylenmektedir. Tarantino, Rezervuar Köpekleri ve Ucuz Roman 'da "nigger" (zenci) sözcüğü gibi ırkçı hitapları kullanması nedeniyle özellikle Amerikalı siyahi yönetmen Spike Lee ve birçok kişi tarafından eleştirilmiştir. Variety dergisinin yaptığı bir söyleşide Lee şöyle söylemiştir: "Ben bu sözcüğe karşı değilim... ve kullanırım da ama bu sözcük Quentin'in aklını çelmiş. Ne istiyor ki? Kendisinin fahri siyah ilan edilmesini mi?".Tarantino, siyah izleyici kitlesinin, "Siyah sömürü sineması"ndan (Blaxploitation) etkilenen filmlerinden hoşnut olduğunu ifade ederek eleştirilerin bir bölümünden kurtulmaya çalışmıştır. Hakikaten de Jackie Brown esas olarak siyahi izleyici için yapılmış bir filmdir. Tarantino'nun filmleri, diyalogları, parçalanmış kronolojik akışı ve pop kültür takıntılarıyla ünlüdür. Sıklıkla şiddet sahneleri içerir ve Rezervuar Köpekleri, Ucuz Roman ile Kill Bill gibi ana filmlerinde bol bol etrafa sıçrayan ve oluk oluk akan kan görüntüleri bulunur. Yine de insanları etkileyen bu sahnelerin yarattığı gerilim ve rahatsızlık değil şiddetin günlük hayat içinde yer alması ve şiddet üzerine yapılan kara mizahtır. Tarantino filmlerinde reklam yapmamak için ürün koymamasıyla da tanınır. Bu nedenle bir ürünün kullanılmasının gerekli olduğu durumlarda ya hayalî markalar yaratmış ya da artık kullanımdan kalkmış markaları kullanmıştır.(Red Apple sigaraları vs.)Filmleri -My Best Friend's Birthday (1987) -Rezervuar Köpekleri (Reservoir Dogs) (1992) -Ucuz Roman (Pulp Fiction) (1994) -ER (1995) 1. Sezon; 24. Bölüm: "Motherhood" -Dört Oda (Four Rooms) ("The Man from Hollywood" kısmı) (1995) -Jackie Brown (1997) -Kill Bill (Vol. 1 (2003) ve Vol. 2 (2004)) -Sin City (2005) (Konuk yönetmen) -CSI: Crime Scene Investigation (2005) '"Grave Danger: Vols. I & II" (Konuk yönetmen) -Grind House ("Death Proof" kısmı) (2007) -"Ayak fetişi" olduğu filmleriyle kanıtlanmıştır smiling smiley -Kült filmlere ve televizyon dizilerine atıflarda bulunmayı çok sever ve genellikle bu filmlerden bir şey kullanır.Müzikleri olsun,sahne parodileri olsun... -Filmlerinin çoğunda üç ya da daha fazla karakter aynı anda birbirlerine silah doğrultur. -Filmleriyle yıldızı sönmüş birçok aktör ve aktrisin yeniden parlamasını sağlamıştır.John Travolta,Uma Thurman,Micheal Madsen,Kurt Russell bunlara en büyük örnektir. -Başlıca karakterlerin sigara içmesi Tarantino'nun filmlerinde oldukça sık tekrarlanan bir özelliktir, Kill Bill serisindeki The Bride buna oldukça önemli bir istisnadır. -My Best Friends Birthday adlı ilk filmini hiç bi zaman bitiremedi,bu yüzden resmi olarak çektiği 5 filmi vardır. -15 yaşındayken bir K Mart'tan Elmore Leonard'in The Switch adlı romanını yürütürken yakalandı.Onu eve teslim eden polis memuru ilk suçu olduğu için sadece uyarmakla yetindi.Tarantino daha sonra dükkana gidip aynı kitabı yeniden yürüttü. -Dünyanin en büyük Grindhouse filmleri arşivine sahip olduğunu iddia etmektedir. -Robert Rodriguez ile birbirlerine kardeş kadar yakınlardır ve 1995 yılından beri yaptıkları tüm projelerde mutlaka birbiriyle fikir alışverişinde bulunmuş,eksikliklerini tamamlamışlar,birbirlerinin filmlerine konuk yönetmen olarak katılmışlardır. -Evinde 30 kişilik bir mini sineması bulunmakta ve düzenlediği sinema partileri ile Dünya Sinemasından bir çok ünlü ismi bir araya getirmektedir. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Krzysztof Kieslowski Krzysztof Kieslowsk 27 Haziran 1941'de Polonya'nin Varşova kentinde doğmuş,13 Mart 1996'da yine Varşova'da hayata veda etmiş olan sinemacı,yönetmen ve senaryo yazarı büyük bir dehadır. Küçüklüğünde itfaiyeci olmak isteyen Kieslowski gençliğinde Polonya'nin en ünlü ve büyük film akademisi olan Lodz Ulusak Film Okulu'na iki kez başvurmuş,ikisinde de red edilmiştir.Bunun üzerine birkaç yıl resimle uğraştıktan sonra tekrar başvurmuş ve bu sefer okula girebilmiştir.Yönetmen ilk olarak belgesel filmler yapmaya yöneilmiştir.İlk belgeselleri,kent sakinlerini,işçileri ve askerleri konu ediniyordu.Polonya televizyonları için yaptığı "İşçiler '71" adlı belgesel film ancak sansürlenerek televizyonlarda gösterilebilmiştir.Daha sonra çevirdiği "Özgeçmiş" adlı filmden dolayı,kendisi otoriteyi eleştirdiği söylemesine karşın meslektaşlarınca hükümetle işbirliği yaptığı için eleştirilmiştir. 1981 yılında çektiği "İstasyon" adlı belgesel filmin önemli bir davada kanıt olarak gösterilmesinden sonra belgeselciliği bıraktığını açıklamıştır. 1996 yılındaki ölümüne değin, çok sayıda konulu filme imza atmıştır. Filmleri, çok değişik konuları ele alıyor gibi gözükse de her filmde aslında temel olan felsefedir. Kieslowski filmlerle kimiz, neden burdayız kader var mıdır gibi temel sorular sorar. Etik sorunlar, bireylerin değişik nedenlerle günlük yaşamlarında karşılaştıkları sorunlar, iletişimsizlik, politika ve hatta müzik Kieslowski'nin filmlerinin konuları arasında sayılabilir. Kieslowski politik olmayan filmlerinde arka planda eylem görüntüleri kullanmış, müzik temalı filmlerinde sessizlikten kaçınmamıştır. Hakkındaki belgeselde ( I'm so so ) müzik-sesssizlik ve görüntü seçimindeki tercihlerini ayrıntılarıyla açıklar. Neden sinema yapıyorsun sorusunun yanıtını da verir: 'Başka bir iş bilmediğim için' 'Evime gidip sigara içeceğim' diyerek Üç renk üçlemesinden sonra sinemayı bıraktığını açıklayan yönetmen sonradan Cennet, Cehennem ve Araf üçlemesini çekmeye karar verse de ömrü vefa etmez. Kieslowski 13 Mart 1996'da kalp krizi geçirmiş ve ardından alındığı açık kalp ameliyatı sırasında yaşamını yitirmiştir. Araf'ı Jerzy Stuhr (2000), Cennet'i Tom Tykwer (2002), Cehennem'i Danis Tanovic (2005) yönetmiştir. Kieslowski, yalnızca Polonya sinemasının değil, dünyanın en nitelikli yönetmenlerinden biridir. Gerek ışığı kullanımı, gerek müziğin dramatik yapıya uygulanışı gerekse karakterlerinin psikolojisini ele almaktaki ustalığı onu benzersiz kılmaktadır. 1988'den sonraki film senaryolarını Krzysztof Piesiewicz ile beraber yazan Kieslowski'nin Üç Renk (Mavi, Beyaz ve Kırmızı) üçlemesi, Veronika'nın İkili Yaşamı, Aşk Hakkında Kısa Bir Film, Öldürüm Hakkında Kısa Bir Film, Kör Talih gibi uzun metraj filmleri ve 10 bölümlük TV dizisi olarak yaptığı ve 10 Emir'i yorumladığı Dekologlar en bilinen çalışmalarıdır. Üç Renk (Mavi, Beyaz ve Kırmızı) üçlemesinin yanı sıra, Veronika'nın İkili Yaşamı filmi ikili yaşamları, felsefe üzerinden ele alarak irdeleyen, meafizik ögeleri içinde barındıran bir eserdir. Renklerin kullanımı (özellikle yeşil)ile ele alındığında benzersiz bir sanat şaheseri olarak ortaya çıkan bu filmler, ancak Dostoyevski, Klimt gibi sanatçılarla bir tutulabilecek bir psikolojik derinliği görüntü diline uygulayarak ele alması bakımından benzersizdir.Filmleri -Personel (1975) -Camera Buff (1979) -Kör Talih (Blind Chance) (1981) -Sonu Yok (No End) (1984) (ilk siyasal filmi) -Dekalog (1988), (on kısa film) -Véronique'in İkili Yaşamı (La double vie de Véronique) (1990) -Üç Renk: Mavi (1993) -Üç Renk: Beyaz (1994) -Üç Renk: Kırmızı (1994) -Lodz Sinema Okuluna girmekte ki aşırı isteğinin sebebi ise bu okulda çalışan bir akrabasının olmasıydı.Yaptığı ilk iki başvurusu kabul edilmemiş,3. başvurusunda ise en son sıradan okula girebilmiştir. -Ülkesinde zorunlu askerlik hizmeti yapmak için çağırıldığında şizofren olduğunu iddia etmiş ve incelemeyi yapan ekibe de bunu yutturmuş,askerlikten resmi olarak men edilmiştir. -Ailesinin özel durumları nedeniyle 14 yaşına kadar tam 40 kez taşınmıştır. -Lodz'da Roman Polanski,Jerzy Skolimowski ve Krzysztof Zanussi ile birlikte ders görmüşlerdir. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Ingmar Bergmann Tam ismi Ernest Ingmar Bergman olan yönetmen,bir Protestan papazın oğlu olarak 14 Temmuz 1918 yılında İsveç Uppsala'da doğmuştur.Hayatı boyunca birçok evlilik yapmıştır.Modern sinemanın en büyük temsilcilerinden biri olarak gösterilen Bergman günümüzdeki bir çok sinemacıya adeta rehber olmuştur.Bergman 2005 yılında Time dergisi tarafından yaşayan en büyük yönetmen olarak nitelendirilmiştir.9 defa en iyi yönetmen Oscar'ına adat gösterilen Bergman'ın eserleri,1960,1961 ve 1983 yıllarında en iyi yabancı film Oscar'ı ödülünün sahibi oldu. Genel olarak gerçek dünyadan ve toplumsal sorunlardan uzak, melankolik ve kapalı bir sinema yapmakla eleştirilir.Fimlerinin çoğunda tüm karakterler sanat çevreleri içine yerleştirilmiştir.Hemen hemen tüm filmlerinde kadınlardan ve kadın haklarından yanadır,filmlerinde tavrını daima kadınlardan yana koyar.Filmlerinde papazları bir "sorun" olarak işler."Aşkımızın Üstüne Yağmur Yağıyordu","Yedinci Mühür" gibi filmlerinde papazlar açıkça itici karakterlerdir."Bir Aşk Dersi","Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri" filmlerinde ise mizahi bir şekilde eleştirilirler. Stockholm Üniversitesi Tarih ve Edebiyat Fakültesi'nde eğitimini sürdürürken tiyatroyla ilgilenmeye başlayan Bergman,Eğitimini tamanladıktan sonra tiyatro yönetmenliğine başladı.Sahneye 100'ün üzerinde oyun koyan ve 11 tiyatro oyunu,bir o kadar da radyo oyunu yazan Bergman,sinemaya yönetmen Alf SjöBerg'in isteği üzerine ona bir senaryo yazarak başladı. Ingmar Bergman'in sinemaya başladığı ilk dönemlerde İkinci Dünya Savaşı'ndan yeni çıkmış,intihar oranlarında ve dinsel bağlılıkta büyük sarsıntıların olduğu bir İsveç söz konusuydu.Bergman'ın çektiği ilk filmlerde bu duruma paralel olarak ilerlemektedir.Yalnızlık,varoluş,psikolojik sorunlar genel olarak işlediği konulardır.Bu tür kara düşüncelerin doruk noktası "Zindan" adlı filmidir. 50'li yıllara geldiğimizde Bergman'ın bu karanlık filmlerinin yerine aşk,sevgi,ayrılık temaları daha ağırlık basar.Kadınlara yönelik eğilimi bu zamanlarda tavan yapar.Filmlerinde en iyi roller kadınlara verilir,ayrıcalıklar tanınır,her şekilde kadınlar galip gelir ve erkekler alaya alınır,aşağılanır. İlerleyen dönemlerinde ise yakın planların hayranlık verici bir biçimde kullanıldığı yeni bir üçleme ortaya çıkar(Persona,Kurtların Saati,Utanç).Bu filmler ile Bergman'in parçalama tekniklerini daha fazla kullandığı görülür.Persona'da seyirciye projeksiyon aletinin varlığı hatırlatılır.Filmin başlangıcında büyükten küçüğe doğru ilerleyen sayıların sırayla "Başla" kelimesinin izleyişini gösterir.Film en can alıcı noktalarında Bergman,filmin koptuğunu,kaydığı izlemini yaratır.Projektörün gürültüsü ses bandının müziğini bastırır.Kurtların Saati filminde ise filmin adı hiç beklenmedik bir anda görüntüye gelir.Ayim'de ise film dokuz parçaya ayrılmıştır.Bir Tutku'nun oyuncuları,görüşme sorularına cevap vermek ve yorumlarıkları kişiler hakkında kişisel görüşlerini belirtmek üzere oyunun akışını anında keserler.Öte yandan son filmlerinde Bergman,bilinçsiz güdülenmelere bağlı sorunlara giderek daha fazla eğilecektir . Ünlü yönetmenin Avrupa'da ve Dünya'da tanınması ise 1950'lı yıllara dayanır.1956 Cannes Film Festivali'nde gösterilen bir Bir Yaz Gecesi Gülümsemeleri filmi otoriteleri ikiye böldü,olay yarattı.Jüri,çok iyi diğer filmlerinde varlığı nedeniyle bu filme özgü bir "ödül yaratmak"(Şiirsel Hiciv Ödülü) zorunda kaldı.Böylece Bergman,bu 18. filmiyle birlikte bir anda keşfedildi.Bergman'in daha sonra çıkan bütün filmleri Avrupa sinemalarını sarstı.1957 Cannes Film Festivali'nde gösterilen baş yapıtı Yedinci Mühür,bu sarsıntının katlanarak artmasında etkili olmuştur. Bu tarihlerden önce Bergman'in sadece Monika adlı filmi biliniyordu.Çünkü zaten o tarihlerde İsveç sineması denince akla sadece erotik filmler geliyordu.Monika 1952'de çekildiğinde,1958-1960 yıllarında Fransız Yeni Dalgası ile birlikte meydana çıkan değişiklikleri o yıllarda önceliyordu. 70'li yıllar Bergman'ın Avrupa'da bir efsane haline geldiği yıllardır.Çığlıklar ve Fısıltılar,Temas,Sihirli Flüt,Yüz Yüze gibi filmlerle ününü daha da ileriye taşıyan Bergman diğer ülkelerdeki yönetmenlerle de yakın arkadaşlıklar kurmaya başladı.Bu arkadaşlıkların en önemlisi ise Tarkovsky ile arasında olan dostluktur.Her fırsatta birbirlerinden etkilendiklerini dile getiren bu iki usta yönetmen birbirlerine her şekilde destek olmuş ve birbirlerine büyük hayranlık beslemişlerdir.Bergman Tarkovsky'nin Andre Rublev'inden çok etkilendiğini,Tarkovsky ise onun Yedinci Mühür ve Yaban Çilekleri adlı filminden çok etkilendiğini ifade etmiştir.Ama Tarkovsky'nin Sovyet Rusya'dan sürülmesi üzerine bir araya gelme,görüşme şansları oluştuğunda ikisi de biraz hayal kırıklığına uğrama korkusuyla da görüşmemeyi tercih etmişlerdir.Yine de Tarkovsky 1986'da ölene kadar sık sık görüşmüşlerdir ve dostluklarını devam ettirmişlerdir. Ayrıca 1975 yılında mali polisin gelip sahibi olduğu tiyatroyu basması ve gelir bildirimleri ile ilgili olarak Bergman'ı sertçe sorgulaması üzerine ülkesine küsen sanatçı, 1976 yılında Almanya'nın Münih kentine taşınır. Böylece gönüllü sürgünlük dönemi başlar. Usta yönetmen Ingmar Bergman 30 Temmuz 2007'de sabahın erken saatlerinde,İsveç'teki Farö adasında bulunan evinde 89 yaşında ölmüştür.Kızı Eva Bergman babasının uykusunda öldüğünü söylemiştir.Filmleri -Saraband (2003) (TV) -Bildmakarna (2000) (TV) -Larmar och gör sig till (1997) (TV) -Backanterna (1993) (TV) -Markisinnan de Sade (1992) (TV) -Två saliga, De (1986) (TV) -Dokument Fanny och Alexander (1986) ...The Making of 'Fanny and Alexander' -Efter repetitionen (1984) (TV) ...After the Rehearsal -Karins ansikte (1984) ...Karin's Face -Hustruskolan (1983) (TV) -Fanny och Alexander (1982) ...Fanny and Alexander -Aus dem Leben der Marionetten (1980) ...From the Life of the Marionettes -Fårö-dokument 1979 (1979) (TV) ...Faro Document 1979 -Höstsonaten (1978) ...Autumn Sonata -The Serpent's Egg (1977) -Ansikte mot ansikte (1976) ...Face to Face -Misantropen (1974) (TV) ...The Misanthrope -Scener ur ett äktenskap (1973) ...Scenes from a Marriage -Viskningar och rop (1972) ...Cries and Whispers -Beröringen (1971) ...The Touch -Fårödokument 1969 (1970) (TV) ...Faro Document -Passion, En (1969) ...A Passion -Riten (1969) (TV) ...The Ritual -Skammen (1968) ...Shame -Vargtimmen (1968) ...Hour of the Wolf -Stimulantia (1967) -Persona (1966) -Don Juan (1965) (TV) -För att inte tala om alla dessa kvinnor (1964) ...Now About These Women -Tystnaden (1963) ... The Silence -Drömspel, Ett (1963) (TV) ...A Dream Play -Nattvardsgästerna (1962) ...Winter Light -Såsom i en spegel (1961) ...Through a Glass Darkly -Djävulens öga (1960) ... The Devil's Eye -Jungfrukällan (1960) ...The Virgin Spring -Oväder (1960) (TV) ...The Storm -Ansiktet (1958) ...The Magician -Rabies (1958) (TV) -Nära livet (1958) ...Brink of Life -Venetianskan (1958) (TV) ...The Venetian -Smultronstället (1957) ...Wild Strawberries -Herr Sleeman kommer (1957) (TV) ...Mr. Sleeman Is Coming -Sjunde inseglet, Det (1957) ...The Seventh Seal -Bakomfilm smultronstället (1957) -Sommarnattens leende (1955) ...Smiles of a Summer Night -Kvinnodröm (1955) ...Dreams -Lektion i kärlek, En (1954) ...A Lesson in Love -Gycklarnas afton (1953) ...The Naked Night -Sommaren med Monika (1953) ...Monika, the Story of a Bad Girl -Kvinnors väntan (1952) ...Secrets of Women -Sommarlek (1951) ...Summerplay -Sånt händer inte här (1950) ...High Tension -Till glädje (1950) ...To Joy -Törst (1949) ...Thirst -Fängelse (1949) ...Prison -Hamnstad (1948) ...Port of Call -Musik i mörker (1948) ...Music Is My Future -Skepp till India land (1947) ...A Ship Bound for India -Det regnar på vår kärlek (1946) ... aka It Rains on Our Love -Kris (1946) -"Yaşlanmak bir dağa tırmanmaya benzer.Çıktıkça yorgunluğunuz artar,nefesiniz daralır,ama görüş açınız genişler" -Ingmar Bergman -Genel olarak tüm filmlerinde aynı oyuncularla çalışmıştır.Hatta filmlerin sıralamasına baktığımızda bazı oyuncuların yaşlandığı,bazılarının ise yaşlanmalarından ötürü yerini başka oyunculara bıraktığı görülür. -Saraband adlı son filmini dijital kameralar ile çekmiş ve filmin 35mm'e aktarımı sırasında meydana gelen sorunlar yüzünden,bu filmin sinemalarda gösterilmesine izin vermemiştir. -Uçaktan korktuğu için birçok festivalde kazandığı ödüllerini almaya gidememiştir.Hatta Cannes'da aldığı onur ödülünü almaya iş arkadaşlarını yollamıştır. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Michelangelo Antonioni Michelangelo Antonioni 29 Eylül 1912 yılında İtalya'nin Kuzey Doğusundaki Ferrara'da doğmuştur.Bolonya Üniversitesi'nde ekonomi eğitimi gören Antonioni,1930'lar çeşitli dergilerde yazmaya başlamıştır.Özellikle bu yıllarda İtalyan komedilerini çok sert dille eleştirmesi,dikkatların üzerine çevrilmesine neden oldu. Daha sonra İtalyan ulusak sinema okulu olan Centro Sperimentale'ye yazılan Antonioni,kısa süre içinde senaryo yazarlığına başladı.Robert Rosselini gibi yönetmenlerle çalışmaya başlayan Antonioni,zamanla yönetmenliğe ilgi duymaya başladı. İlk yönetmenlik deneyimini 1950 yılında "Cronoca di un Amore" (Bir Aşkın Güncesi) adlı filmde yaşayan yönetmen,adını ancak 1960 yılında çevirdiği,Cannes Film Festivalinde Jüri özel ödülünü alan " L'avventura " (Macera) adlı filmi ile uluslararası sinema çevresine duyurabilmiştir.Bu 10 yıllık süre içerisinde yaklaşık 20 filme imza atmıştır. Çağdaş İtalyan sinemasının uluslararası ün kazanmış yönetmenlerinden olan Antonioni, siyasetten de kaçınmamış bir sanatçıydı. Antonioni, kendi bakışıyla, 'çağdaş toplumun duygusal bakımdan kısırlaştırılmışlığını' araştırdığı filmleriyle, dünya çapında isim yaptı. 1966 yılında çevirdiği,ilk İngilizce filmi olan Blow Up adlı filmi,sinema tarihinin başyapıtlarından olarak gösterilmektedir.Blow Up,Cannes Film Festivalinde kazandığı Altın Palmiye ödülünün yanı sıra 2 dalda Oscar'a aday gösterilmiş,yönetmeni kült statüsüne yükseltmiştir. 1985 yılında felç geçiren Antonioni,herşeye rağmen kamera gerisinde çalışmaya devam etmiştşir."Film çevirmek benim için yaşamak demek" sözleriyle sinemaya olan aşkını belirten Antonioni'nin son filmi "The Dangerous Thread of Things" büyük ilgi görmüştür. 1995 yılında sinemaya yaptığı katkılardan dolayı Akademi Özel Ödülü'nü alan Antonioni 1995 yılında Antonioni'ye, sinemaya katkılarından dolayı özel Akademi Ödülü verilmişti. Adeta sözleşmişcesine meslektaşı usta Ingmar Bergman'la aynı gün,yani 30 Temmuz 2007'de hayata veda etmiştir.Filmleri -Eros (2004) (segment "The Dangerous Thread of Things"winking smiley -Sguardo di Michelangelo, Lo (2004) ...The Gaze of Michelangelo -Sicilia (1997) -Al di là delle nuvole (1995) ... Beyond the Clouds -Noto, Mandorli, Vulcano, Stromboli, Carnevale (1993) -12 registi per 12 città (1989) -Kumbha Mela (1989) -Inserto girato a Lisca Bianca (1984) -Ritorno a Lisca Bianca (1983) ...Inserto girato a Lisca Bianca -Identificazione di una donna (1982) ...Identification of a Woman -Mistero di Oberwald, Il (1981) ...The Mystery of Oberwald -Professione: reporter (1975) ...The Passenger -Chung Kuo - Cina (1972) ... aka China -Zabriskie Point (1970) -Blowup (1966) -Tre volti, I (1965) (segment "Il provino"winking smiley ...The Three Faces -Deserto rosso, Il (1964) ...The Red Desert - Eclisse (1962) -Notte, La (1961) -Avventura, L' (1960) ...The Adventure (UK) -Nel segno di Roma (1959) (uncredited) ...Sign of Rome -Grido, Il (1957) ...The Cry -Amiche, Le (1955) ...The Girlfriends -Amore in città, L' (1953) (segment "Tentato suicido"winking smiley ...Love in the City -Vinti, I (1953) ...Youth and Perversion -Signora senza camelie, La (1953) ... aka The Lady Without Camelias -Cronaca di un amore (1950) ...Story of a Love Affair -Funivia del faloria, La (1950) ...The Funicular of Mount Faloria -Villa dei mostri, La (1950) ...The Villa of Monsters -Amorosa menzogna, L' (1949) ...Lies of Love (USA) -Bomarzo (1949) -Ragazze in bianco (1949) -Sette canne, un vestito (1949) ...Seven Reeds, One Suit (USA) -Superstizione (1949) ... aka Superstition -N.U. (1948) -Oltre l'oblio (1948) -Roma-Montevideo (1948) -Gente del Po (1943) ...People of the Po Valley -1960'lerin İtalyan gençliğini en sert biçimde eleştirdiği için,o dönem ülkesinde onu sevenler ve sevmeyenler olarak iki karşıt gruplaşma yaşanmıştı. -Sinema benim hayatım direk hayatının sonuna kadar sinema sektörü için uğraşmış,geçirdiği felce rağmen genç sinemacılara elinden geldiğince destek çıkmıştır. -Resmi olarak Ingmar Bergman'la aynı gün ölmüştür,Avrupa'da üst üste gelen bu iki ölüm yüzünden,bir çok ülkede yas ilan edilmiştir. -Aynı zamanda çok iyi bir makale yazarıdır. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Federico Fellini Federico Fellini, 20 Ocak 1920'de daha sonra filmlerinde sıkça kullanacağı Rimini'de doğdu. Çocukluğu ve gençliğinin büyük bir bölümü burada geçti. 2. Dünya Savaşı'ndan önce sessiz bir sahil kasabası olan Rimini, savaşın ardından bombardımanların ağır yıkımı altında kalmış ve harap bir duruma gelmişti. Savaştan sonra birçok yönetmen şehri filmlerinde mekan olarak kullandı ancak sadece Fellini filmlerinde mekana mecazi bir anlam yükleyerek kullandı. Çocukluğunda resme ilgi duymuştu. Din okullarında okuduğu dönem öğrencilik hayatının en zor dönemleriydi. Daha sonraki yıllarda sanatını da en çok etkileyen olgulardan biri olan sirkler, palyaçolar ve çadır tiyatroları çocukluk yıllarının tutkularıydı. Gençliği İtalya'da faşizmin en yüksek olduğu zamana rastlamıştı. Birçok meslekle uğraştı. Bunlar arasında polislik, gazetecilik ve çizgi roman ressamlığı da vardı. Film yönetmenliğinin yanı sıra radyo şovları ve ünlü aktör Aldo Fabrizi için mini skeçler de yazıyordu. Arada karikatür niteliğinde karakalem çizimler de yapmaktaydı. Her ne kadar yönetmenliği ile üne kavuşsa da tanınmasını sağlayan ilk çalışması bir film afişiydi. Mussolini'nin faşist rejimi sırasında avangard tarzını açık bir dille ortaya koyabiliryordu. İlk senaryolarını Alleanza Cinematografica Italiana'da bulunduğu sürede yazmıştı. Bu şirkette çalışırken Roberto Rossellini ve Ingrid Bergman ile tanıştı. Daha sonra birçok Rossellini filminin senaryosunu yazdı. 1944 yılında Mussolini'nin düşüşünden sonra Roma'da çizimlerini satmak için bir dükkan açtı. Dükkanın adı "The Funny Face Shop" idi. İlham aldığı kaynak olarak hep Goethe'yi gösterirdi. 1943 yılında oyuncu Giulietta Masina ile evlendi. Aynı oyuncu ile filmlerinde de çalıştı. Ama en çok tercih ettiği oyuncular arasında Marcello Mastroianni, Alberto Sordi ve Anita Ekberg bulunuyordu. 1950 yılına gelindiğinde ilk filmi "Luci Del Varieta"yı Alberto Lattuada ile birlikte yönetti. Filmin senaryosu kendine aitti. Ardından tek başına çektiği "Lo Sceicco Bianco"(1952) geldi. Başrolünde Alberto Sordi ve Brunella Bovo'nun yer aldığı filmin senaryosunu ünlü yönetmen Michelangelo Antonioni ile beraber yazmıştı. Bu film ile tarzını ortaya koyan Fellini, çekimler sırasında daha sonra filmlerinin müziklerini yapacak Nino Rota ile tanıştı. Bu ikisinin de kariyeri için bir dönüm noktasıydı. Bu filmin ardından "La Strada"(1954), "Il Bidone"(1955) ve "Le Notti di Cabiria"(1957) geldi. 1960 yılına gelindiğinde en çok yankı uyandıran filmi "La Dolce Vita"yı çekti. Başrollerinde Marcello Mastroianni ve Anita Ekberg'in yeraldığı filmde, genç bir gazetecinin zengin ve sosyetik insanlar arasında yaşadıkları anlatılmaktaydı. Yozlaşan sosyeteye ve entellektüel çevreye göndermeler içeren film ile dikkatleri üstüne topladı. Oscar'a 4 dalda aday olan film, tek bir ödül alabildi. Ardından 1963 yılında "8½", 1969'da "Satyricon", 1972'de "Roma" ve 1973 yılında "Amarcord" geldi. "8½"da bir yönetmenin iç ve dış dünyasını harmanlayıp onun hayatına dair bir hikaye anlattı. "Satyricon" adlı filminde Roma İmparatorluğu'nun çöküş dönemine farklı bir açıdan yaklaştı. "Amarcord"da ise mizaha ağırlık vererek kendi çocukluğunu resmetti. Ardarda gelen bu başarılı filmler bir anda Fellini'nin ustalar arasına girmesine neden oldu. Filmlerinin bir bütünün parçaları olduğunu söylüyordu ve bu bütün birleştirilince kendi hayatı ortaya çıkıyordu. Işık, mekan, insanlardan oluşan kusursuz dünyalar yaratma çabasında olduğunu belirtmiştir. Her ne kadar yeni gerçekçilik akımının içinde yer alsada daha sonra fantezi dünyaları ile ilgili filmler yapmayı tercih etmiştir. Filmleri üzerinde detaylı çalışmayı seven Fellini, filmin her aşamasını kendi yönetiyordu. Eğitim hayatı pek de iyi geçmemiş, liseyi "Amarcord" adlı filminin çekimleri sırasında dışarıdan bitirmişti. 1993 yılında Oscar Onur Ödülü'nü aldıktan kısa bir süre sonra 31 Ekim 1993'de kalp krizi sonucu hayata veda etti.Filmleri -1952 - Lo sceicco bianco -1953 - I vitelloni -1954 - La Strada -1955 - Il bidone -1957 - Le notti de Cabiria -1959 - La dolce vita (Tatlı Hayat) -1962 - Boccacio 70 -1963 - 8½ -1965 - Giulietta degli spiriti -1969 - Satyricon -1970 - I clowns -1972 - Roma -1973 - Amarcord -1976 - Il casanova di Federico Fellini -1978 - Prova d'orchestra -1980 - La città delle donne -1984 - E la nave va -1986 - Ginger e Fred -1987 - Intervista -1990 - La voce della luna -On yaşındayken evden kaçıp bir sirke girdi. -Başarılı sinema kariyeri boyunca dört kez En iyi Yabancı Film Oscar'ını aldı. -Fellini : Şu devrim dedikleri şey bir gerçekleşse de gerçek sorunlarla uğraşabilsek. Muhabir : gerçek sorunlar? Fellini : Kadınlar! -Oynattığı figuranlar gerçek hayatlarında hangi mesleği yapıyorsa,filmlerde de o meslekleri yapmışlardır.Yani bir berber rolündeki adam gerçek hayatta da berberlik yapmaktadır. -Kendisiyle yapılan bir roportajda,filmlerinin aslında ufak birer biyografik parça olduğunu,hepsinin birleştirildiği takdirde kendi hayatını temsil ettiğini söylemiştir. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Roman Polanski Roman Polanski, aykırı filmleri ile dikkatleri üzerine çekmiş, yalın sinema diliyle başarılı birçok filme imze atmış Polonya asıllı yönetmendir. "En İyi Yönetmen Oscarı" dahil bir çok Oscar ve ödül almıştır. 18 Ağustos 1933'de Fransa'da doğdu. Annesi Polonyalı bir Yahudi, babası Rus göçmeni olan ailesi ile birlikte üç yaşındayken Krakov'a taşındılar. 1940 yılında 2. Dünya Savaşı nedeniyle şehrin Almanlar tarafından işgal edilmesiyle Yahudi gettosu oluşturuldu ve ailesi toplama kampına alındı. Polanski babasının yardımlarıyla kaçmayı başardı. Farklı Katolik ailelerin yanında kaldı. 1945 yılında babası kurtulmayı başardı ancak annesi Auschwitz'de öldü. Babasının tekrar evlenmesi üzerine evden ayrıldı. Babası onu teknik okula gönderdi ama Polanski okulu bırakıp sinema okuluna gitmeye karar verdi. Aynı zamanda Krakov'da yerel bir tiyatroda oyunculuk yapmaya da devam etmekteydi. 1954’de Andrezj Wajda’nın "Pokolenie (A Generation)" adlı oyunu ile ilk kez sahneye çıktı. Aynı yıl Lodz'da Devlet Film Okulu'nda yönetmenlik bölümüne girdi. Öğrencilik hayatında ilk çektiği film "Rozbijemy Zabawe (Break Up The Party)" oldu. Ardından "Two Men and A Wardrobe" ile uluslararası ödüller aldı. Bu film ile tanınmaya başladı. 1959 yılında mezun olduktan sonra 1962 yılında senaryosunu da kendi yazdığı "Knife in The Water" adlı filmi çekti. Bu film yönetmenin Polonya'da çektiği tek filmdir. Bu yıllarda Polonya'da çekilmiş konusu savaş olmayan tek film olma özelliğini taşır. Bu film Oscar'a aday olan ilk filmidir. Ardından "Repulsion"(1965) adlı filmi çekmek için İngiltere'ye gitti. 1966'da "Cul-de-Sac" ve 1967'de de başrollerinden birinde kendisinin oynadığı "The Fearless Vampire Killers" adlı korku-mizah öğeli filmleri çekti. Oyuncu Sharon Tate ile "The Fearless Vampire Killers" adlı filmin çekimlerinde tanıştı. 1968 yılında Hollywood'a ünlü korku filmi klasiği "Rosemary's Baby"yi çekti ve ardından 25 Ocak 1968'de Sharon Tate ile evlendi. 9 Ağustos 1969 tarihinde Charles Manson'nun tarikatına mensup bir çete tarafından evi basıldı ve 8 aylık hamile olan karısı öldürüldü. Bu sırada Polanski Hollywood'daydı. Ünlü yazar Kosinski ve eşi de katliamın olduğu gece Polanski'lere yemeğe davetliydiler ancak treni kaçırmalarından dolayı gidememişlerdi. Bu olayda "Rosemary's Baby"nin müziklerini yapan Polanski'nin yakın arkadaşı Krysztof Komeda hayatını kaybetti. Bu trajedinin ardından Avrupa'ya dönen Polanski, "Macbeth"(1971) adlı Shakespeare uyarlamasını ardından da sürreal bir komedi olan "What?"(1972) adlı filmleri çekti. 1974 yılında Hollywood'da giderek Jack Nicholson'ın başrolünde oynadığı ünlü filmi "Chinatown"ı yönetti. Bu film ile 17 ödül kazandı. Bunlar arasında "En İyi Özgün Senaryo" Oscar'ı ve 3 tane BAFTA ödülü de bulunmaktaydı. Ardından 1976 yılında "The Tenant" adlı Paris'te yaşayan bir Polonyalı göçmenin hikayesinin anlatıldığı filmi çekti. 1977 yılında Polanski 13 yaşınadaki bir kıza tecavüzden suçlu bulundu.(ki bu olayın Jack Nicholson'un evinde geçtiği rivayet edilir) . 50 yıla yakın suçlu bulunmasından dolayı Amerika'yı terk etti ve bir daha dönemedi. Paris'e yerleşerek Fransız vatandaşlığına geçti. 1979 yılına kadar film yapmadı. Aynı yıl başrolünde Nastassja Kinski'nin rol aldığı "Tess" adlı filmi çekti. 3 saati aşan uzunluğu ile büyük bir bütçeyle çekilen film Polanski'ye 3 Oscar ve birçok ödül kazandırdı. 1986 yılında "Pirates", 1987'de Harrison Ford'un başrolünde oynadığı gerilim filmi "Frantic" adlı filmleri çekti. Yönetmenlik hayatına "Bitter Moon"(1992) ve "Death and Maiden"(1994) filmleriyle devam etti. 1999 yılında başrolünde eşi Emanuelle Siegner ve Johnny Depp'in yer aldığı "Ninth Gate" adlı filmi yönetti. 2002 yılında ise kendi hayat öyküsünden esinlenerek yazdığı, başrolünde Adrien Brody'nin oynadığı "The Pianist" ile 3 Oscar, 2 BAFTA ve Palme d'Or ödüllerini aldı. Amerika'ya girişi yasak olduğu için "En İyi Yönetmen" ödülünü onun adına Harrison Ford aldı. 2.Dünya Savaşı'nda Varşova'yı anlatan film türünün en önemli filmlerinden biri oldu ve çok ses getirdi. 2005 yılında Charles Dickens'ın kitabından uyarlanan "Oliver Twist"i çekti.Filmleri -Pompeii (2009) (yapımda) -Oliver Twist (2005) -The Pianist (2002) -The Ninth Gate (1999) -Death and the Maiden (1994) -Bitter Moon (1992) -Frantic (1988) -Pirates (1986) -Tess (1979) -Locataire, Le (1976) -Chinatown (1974) -What? (1972) -The Tragedy of Macbeth (1971) -Rosemary's Baby (1968) -Dance of the Vampires (1967) -Cul-de-sac (1966) -Repulsion (1965) -Ssaki (1963) -Nóz w wodzie (1962) ... aka Knife in the Water (USA) -Gros et le maigre, Le (1961) ...The Fat and the Lean -Gdy spadaja anioly (1959) ...When Angels Fall -Lampa (1959) ...The Lamp (International: English title) (USA) - Dwaj ludzie z szafa (1958) ...Two Men and a Wardrobe -Morderstwo (1957) -Rozbijemy zabawe... (1957) -Usmiech zebiczny (1957) -Rower (1955) -Amerika'da 1977 yılında 13 yaşındaki bir kıza tecavüzden suçlu bulunmuş ve bu yüzden Amerika'yi terk etmek zorunda kalmıştır. -Clint Eastwood 74 yaşında Million Dolar Baby ile Oscar ödülü alana kadar Polanski,Oscar ödülünü almış en yaşlı sinemacı olarak kalmıştır.(2003-Pianist) -1969 yılında,karısı Sharon Tate,Mansonlar tarafından öldürülmüştür,bu Polanski'yi hayatı boyunca etkilemiştir. -2009'da vizyona girmesi beklenen Pompei adlı film üzerinde çalışmaktadır. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Orson Welles Sinemanın en önemli filmi olarak kabul edilen "Citizen Kane"in deli-dahi yönetmeni Orson Welles,kimilerine göre Dünya'nın gelmiş geçmiş en zeki insanlarından biridir. Orson Welles 1915 yılında ailesinin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası bisiklet parçaları üreten bir mucit, annesi ise piyanistti. Annesi ona piyano ve keman dersleri veriyor, Shakespeare öğretiyordu. Daha sonraki yıllarında filmlerinde bu etkiler göze çarpıcaktı. Welles iki yaşındayken yetişkin bir insan gibi konuşabiliyor, üç yaşında herşeyi okuyabiliyor, beş yaşında Shakespeare'in oyunlarını ezbere biliyor, vasisi tarafından kendisine hediye edilen kukla takımıyla Kral Lear'ı tek başına oynuyordu. 9 yaşındayken babasıyla çıktığı gezide dünyanın dörtte üçünü dolaşmış olan Welles bu arada resim yapmayı öğreniyor, ünlü büyücü Houdini'den illüzyonizm dersi alıyordu. 10 yaşında Wisconsin gazetelerinden birinde kendisinden; 'Karikatürcü, oyuncu, şair ve sadece on yaşında' diye bahsediliyordu.18 yaşındayken, okuduğu kolejdeki öğretmeni olan Roger Hill'le birlikte Shakespeare'in yazılmış bütün oyunlarını bir araya getiriyor ve Welles'in resimleriyle süslü olan 'Herkes için Shakespeare' adındaki bu baskı özellikle Amerikan kolejlerinde büyük ilgi uyandırarak 90.000 satıyordu 9 yaşındayken annesi Beatrice'i, 15 yaşındayken de babası Richard'ı kaybedince bakımını Chicago'da yaşayan Dr. Maurice Bernstein üstlendi. 1931 yılında ilk tiyatro oyunlarını sergilediği Woodstock'daki Todd Erkek Okulu'ndan mezun oldu. Dublin'deki Gate Tiyatrosu'ndan bazı küçük roller için teklif aldı. 1934 yılına gelindiğinde ise New York'da radyo oyunculuğu yapıyordu. Aynı yıl kendisi gibi oyuncu olan Virginia Nicholson ile evlendi. 1936 yılına kadar İngiltere'de ve Amerika'da birçok tiyatro oyununda rol aldı. Daha sonra Negro Tiyatro Topluluğu'ndan teklif aldı ve burada kendi ekibini oluşturup klasik tiyatro eserlerini oynama fırsatı buldu. İlk sahneye koydukları oyun Macbeth ile üstün bir başarı elde ettiler. Bu tiyatroda Marc Blitzstein'nin "The Cradle Will Rock" adlı oyununu hazırladı ancak açılışının olduğu akşam oyunun komünizm propagandası içerdiği gerekçesiyle tiyatro kapatılınca oyuncular, müzisyenler ve seyirciler hep beraber başka bir tiyatroya gittiler ve o akşam oyun sergilendi. Bu yasak oyuncuların daha özverili çalışmasına neden oldu ve oyun kısa zamanda yasağa rağmen çok ses getirdi. 1937 yılında John Houseman ile birlikte "Mercury Tiyatrosu"nu kurdu. İlk oyunu olan Shakespeare'in "Julius Ceaser"ı İtalya'da sahneye koydu. Burada da büyük bir başarı kazanadı. Aynı zamanda hem radyo oyunculuğu, hem aktörlük, hem de yönetmenlik ve yapımcılık yapan Welles, birçok başarı elde etti. Radyo için hazırladığı "The War of The Worlds" adlı şovda Cadılar Bayramı için hazırladığı büyük şakayla uluslararası bir paniğe yol açtı. Dünya'yı uzaylıların ele geçirdiğini bildiren bir anons ile yüzbinlerce insanın sokağa fırlamasına neden oldu. Kitleleri etkileyebilecek bir yeteneği olduğu farkedilen Welles, Hollywood'tan teklif aldı. "The Campbell Playhouse" adlı programa başladı. 1940 yılına gelindiğinde "The Campbell Playhouse"dan ayrıldı. Programı yaparken tanıştığı Herman Mankiewicz ile ilk filmi "Citizen Kane" üzerinde çalışmaya başladı. Senaryo hazırlanırken William Randolph Hearst, Robert McCormick ve Joseph Pulitzer gibi kişilerden ilham alınmıştı. Film daha yapım aşamasındayken Randolph Hearst'in hayatından kesitler sunuluyor gerekçesiyle dedikodulara sebebiyet vermiş ve köşe yazarlarının ilgi odağı olmuştu. Welles filmin bu kadar ilgiye ve tartışmaya neden olacağını farketmemişti. RKO Stüdyosu tehditler almıştı. Bu yüzden filmin tanıtımı yapılamadı ve birçok salon filmi göstermeyi kabul etmedi. RKO, büyük para kaybetti. Filmi izleyebilen kesimin eleştirileri iyi yöndeydi ve film 9 dalda Oscar'a aday olsa da ancak "En İyi Özgün Senaryo" ödülünü alabildi."Citizen Kane" ileride çok büyük ün yapacak olmasına rağmen, o sıralar Welles'e yüklüce bir para kaybettirdi. Daha bu ilk filmiyle, Welles o zamana kadar ki sinema gelişimine yepyeni bir yön vermiş ve yenilikler getirmiştir. Özellikle, sinemanın anlatım potansiyelini ve yollarını farklı bir kompozisyonda kullandığı için bu film önemliydi. Bu nedenlerden ki, "Citizen Kane" filmi birçokları tarafından "bugüne kadar yapılmış en iyi film" payesini almıştır. Ayrıca, bu ilk filminde oyuncu olarak da bulunmuş ve performansıyla da beğeni toplamıştır. Ardından Welles CBS için yeni bir radyo programı hazırlamaya başladı. Aynı zamanlarda RKO için yeni bir film üzerinde çalışıyordu. "The Magnificent Ambersons" adlı film Booth Tarkington'nın Puliter Ödüllü romanının adaptasyonuydu. Film şirketi daha önceki filmde kaybettiği parayı bu filmde geri kazanmayı umuyordu ancak sinematograf Stanley Cortez ile Welles'ın anlaşmazlığı yüzünden hem çekimler uzamıştı hem de bütçe aşılmıştı. Eş zamanlı olarak Welles, "Journey Into Fear" adlı film üzerinde de çalışıyordu. Welles bu filmin yapımcılığını da üstlenmişti. Rio de Janeiro Karnavalı'nı anlatan bir belgesel çekmesi için teklif gelmesi üzerine çalıştığı filmleri ve hazırlamakta olduğu radyo programını bırakarak Brezilya'ya gitti. Aynı dönem ünlü oyuncu Rita Hayworth ile evlenen Welles onun kariyerinde önemli bir yer tutar. 1946 yılına gelindiğinde CBS ve ABC için radyo programlarının yanı sıra International Film ile "The Stranger" adlı filmin yapımında görev aldı. Ardından "The Lady From Shanghai" adlı ünlü filminin çekimlerine başladı. Bu filmde ikinci eşi Rita Hayworth ile çalıştı. Film sırasında yine stüdyo ile anlaşmazlıklar yaşadı. Artık Hollywood'da büyük stüdyolarda çalışamayacağını anlayınca 1948 yılında Avrupa'ya giderek çok düşük bir bütçe ile "Macbeth" adlı Shakespeare uyarlamasını yönetti. Ertesi yıl "The Third Man" adlı filmde çalıştı. Onun oyuncu olarak asıl çıkışı "Othello" adlı film ile oldu. Bu filmdeki rolüyle Cannes Film Festivali'nde "Palme d'Or" ödülünü kazandı. 1952 yılında İngiltere'de çalışmaya devam ediyordu. Radyo programı hazırlamaya devam ediyordu. Bir yandan da oyunculuk kariyeri devam etmekteydi. Bu dönem birçok televizyon filmlerinde ve dizilerde rol alıyordu. 1955 yılında "Mr. Arkadin" adlı film ile yönetmenlik hayatına geri döndü. Harry Lane adlı radyo şovunda çalıştığı ekiple bu filmi hazırladı. Filmin çekimleri devam ederken bir yandan da televizyon için "Orson Welles' Sketchbook" adlı seriyi çekiyordu. 1956 yılında bir radyo programı teklifi üzerine Hollywood'da geri döndü. 1958 yılında "The Touch of Devil" adlı filmde kendi kurduğu ekibi ile çalışma fırsatı buldu. Ancak diğer filmlerinde olduğu gibi bu film de kesintilere uğradı ve tamamı gösterilmedi. 1959 yılında tekrardan Avrupa'ya dönen Welles, Don Quixote adlı filmin çekimleri için İspanya'ya sık sık gidiyordu. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde film çekme imkanı bulmuştu. 1970 yılına gelindiğinde Don Quixote'un çekimleri hala bitmemişti. 1962'de Franz Kafka'nın bir romanından uyarlanan "The Trial" adlı filmi yönetti. Ardından 1967 yılında "The Deep" filmi geldi. 1970 yılına kadar Avrupa'da kalarak "Orson's Bag" adlı televizyon serisini çekti. 1970 yılında Amerika'ya geri dönen Welles, kendi finansa ettiği projeler üzerinde çalışmak istiyordu. "Moby Dick" bu dönem çalışmaya başladığı bir projeydi ama bu da yarım kaldı. 1973 yılına gelindiğinde "F For Fake" adlı filmin projesi tamamlanmıştı. Yine aynı yıl "The Treasure Island" adlı filmde eski ekibi olan "Mercury Tiyatrosu" ekibiyle çalışma fırsatı buldu. 1977 yılında "Amerikan Film Enstitüsü" tarafından kendisine "Ömür Boyu Başarı Ödülü" verildi. Welles'ın son yıllarını projelerine finanasal kaynak bulmaya çalışmakla geçti. 1984 yılında "Directors Guild of America" tarafından "Onur Ödülü"ne layık görüldü. 10 Ekim 1985 tarihinde 70 yaşındayken geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Üzerinde çalıştığı birçok projesi yarım kaldı.Filmleri -Moby Dick (1999) -It's All True (1993) -Don Quijote de Orson Welles (1992) -Orson Welles' Magic Show (1985) (TV) -The Spirit of Charles Lindbergh (1984) -Filming 'The Trial' (1981) -The Orson Welles Show (1979) -Filming 'Othello' (1978) -Vérités et mensonges (1974) -The Other Side of the Wind (1972) -London (1971) -The Golden Honeymoon (1970) -The Deep (1970) -The Southern Star (1969) (opening scenes; uncredited) -The Merchant of Venice (1969) -The Immortal Story (1968) -Vienna (1968) -Campanadas a medianoche (1965) -"In the Land of Don Quixote" (1964) -Procès, Le (1962) -No Exit (1962) (uncredited) -David e Golia (1960) (his own scenes; uncredited) -The Fountain of Youth (1958) -Touch of Evil (1958) -Portrait of Gina (1958) -Orson Welles and People (1956) -"Around the World with Orson Welles" (1955) -"The Orson Welles Sketchbook" (1955) -Mr. Arkadin (1955) -Moby Dick Rehearsed (1955) -The Tragedy of Othello: The Moor of Venice (1952) -Black Magic (1949) (uncredited) -Macbeth (1948) -The Lady from Shanghai (1947) (uncredited) -The Stranger (1946) -Journey Into Fear (1943) (uncredited) -The Magnificent Ambersons (1942) -Citizen Kane (1941) -Too Much Johnson (1938) -The Hearts of Age (1934) -30 Kasım 1938'de yaptığı ulusal radyo yayında,Dünya'nin Marslılar tarafından işgal altında olduğunu,herkesin kaçıp saklanması gerektiğini öyle gerçekçi anlatmıştır ki önce tüm ABD'de,daha sonra da Avrupa'ya kadar yayılan bir kaos ortamı yaratmıştır.İnsanlar gerçekten Marslıların saldırıya geçtiğini sanmıştır. -Manowar'in Dark Avenger and Defender adlı şarkısında vokallık yapmıştır. -Star Trek'in tüm fragmanlarını seslendirmiştir. -Lucas Darth Vader'i seslendirmesi için Orson Welles'le anlaşmayı çok istiyordu.İlk zamanlarda Orson Welles'de istekliydi ama o,bu sesin çok tanınır olduğunu ve karakterin karizmasını düşürebileceğini düşündü ve seslendirmeyi reddetti. (iyi yaptı,efsane) Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Michael Moore İrlanda asıllı Amerikalı yönetmen, gazeteci, prodüktör, yazar. Globalizasyon, Irak Savaşı, Amerika, George Bush ve büyük dünya şirketleri gibi konular hakkındaki kişisel görüşlerini filmlerinde, dizilerinde ve kitaplarında ana konsept olarak kullanmış, yaptığı politik içerikli konuşmalarla tüm dünyanın ilgisini çekmiştir. Ülkesi Amerika'nın savaş politikalarını oldukça cesur biçimde eleştirdiği Fahrenheit 9/11 filmiyle çok konuşulmuş,Cannes'da Altın Palmiye ödülünü kazanmış, filmin etkisi tüm dünyada uzun soluklu olmuştur. Moore, Rage Against the Machine, System of a Down ve REM gibi müzik gruplarının bazı videokliplerini de çekmiştir. 23 Nisan 1954'te Michigan'da dünyaya geldi. Çocukluk yılları Davison kentinde geçti. Annesi, babası ve büyükbabası o dönemde kentte birçok şirketi bulunan General Motors'da otomotiv sanayii işçisi konumunda çalışmaktaydılar. Çocukluğunda sıkı bir Katolik eğitimi alan Moore, 14 yaşında dini eğitim veren Diocesan okuluna kaydolmuştu. Daha sonra Davison High School'a devam eden Moore, drama ve müzakere derslerinde sivrilmişti. Aynı zamanda Amerikan İzcileri tarafından verilen en yüksek derecedeki izcilik nişanının sahibi de olan Moore, daha sonraları kendisiyle yapılan bir röportajda, o dönemde aldığı bu ödülün kendisini hala çok gururlandırdığını belirtecekti. Moore, kolej eğitimini tamamladıktan sonra Michigan-Flint Üniversitesi'nde gazetecilik eğitimi gördü. Gazetecilik kariyerine ilk adımını, fakültesinin çıkardığı gazete The Michigan Times'ta editör olarak çalışmaya başlayarak atan Moore, film sektörüyle de yakından ilgileniyordu. O dönemde aynı zamanda General Motors'un fabrikasında da çalışıyor, geçimini sağlamaya çalışıyordu. 22 yaşında ismini daha sonraları The Michigan Voice olarak değiştireceği haftalık dergi The Flint Voice'u kurdu. 1986'da liberal politik dergi Mother Jones'un editörlüğü için kendisine yapılan teklifi kabul edip California'ya yerleşti ve The Michigan Voice'u kapattı. Mother Jones'taki editörlüğü döneminde Sandinistas'ın hakları konusunda kaleme alınan yazı yüzünden dergi tayfasıyla arasında çıkan problem, Moore'un hakkını mahkemede aramasına neden oldu ve Moore, 58,000 dolar tazminat alarak dergiden ayrıldı. Bu paranın bir kısmını yapımcısı, yönetmeni ve senaristi olduğu ilk filmi 'Roger and Me' için kullandı. Film büyük ses getirdi, tüm zamanların en çok beğeni toplayan belgesellerinden biri oldu, dünya çapındaki pek çok festivalde en iyi film ödülü de dâhil olmak üzere toplam 11 ödülün sahibi oldu. 1990 yılında yapımcı Kathleen Glynn'le dünya evine girdi. Glynn'in önceki evliliğinden 1981 doğumlu Natalie isimli bir kız çocuğu vardı. Moore çiftinin başka çocuğu olmadı. 1994-1995 periyodu arasında NBC ve Fox kanalları için haber dergisi konseptinde hazırladığı TV dizisi 'TV Nation'ın yönetmenliğini yaptı. 1996'te politika ve kolektif şiddet konularına değindiği kitabı Downsize This!'i yayınladı. 1999-2000 yılları arasında TV için, yine politikacıları ve büyük şirketleri eleştirdiği The Awful Truth isimli TV dizisini çekti. Yine 1999'da Hugh M. Hefner First Amendment Award ödülünü kazandı. 2001'de görünürde Amerika'nın iç ve dış politikalarını eleştiren ama Moore'un politik mizah olarak nitelendirdiği Stupid White Men kitabını yayınlandı. 2002'de Bowling for Columbine belgeseliyle en iyi belgesel dalında Oskar ödülü alan Moore, ödül alırken yaptığı konuşmayla da uzun süre gündemde kaldı. "Yapımcılarımız, Katleen Gleen ve Kanada'dan Michael Donovan adına, Akademi'ye teşekkür etmek istiyorum. Sahneye, diğer en iyi belgesel adayı dostlarımı da davet ettim ve onlarla birlikte - onlar da benimle bu hususla alakalı olarak hemfikirler çünkü biz kurguya, kurgusallığa karşıyız ve buna rağmen kurgusal zamanlarda yaşamaktayız. Kurgusal secim sonuçlarıyla başa gecen, kurgusal bir başkanın zamanında. Kurgusal nedenler öne sürerek bizi savaşa sürükleyen bir adamın zamanında. İster koli bandı kurgusu olsun bu, ister turuncu alarmların kurgusu, bizler bu savaşa karşıyız bay Bush!. Utanın bay Bush, Utanın! Ve bilin ki Papa'yı ve Dixie Chicks'i karşınıza aldığınız herhangi bir durumda, zamanınız dolmuş demektir. Teşekkürler. 2003'te Bush ve ailesinin Suudi Krallığıyla, Osama Bin Laden ve ailesiyle ve enerji endüstrisiyle olan ilişkilerini irdelediği 'Dude, Where's My Country?' kitabı raflardaki yerini aldı. Moore, 2004'te Bush yönetiminin 11 Eylül 2001 öncesi ve sonrasındaki politikalarını sert bir şekilde eleştirdiği, hükümetin Suudi Arabistan ile ilişkilerinin detaylarını anlattığı filmi Fahrenheit 9/11'i çekti. Filmin, ilk uluslarası ödülü Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'yle oldu. Fahrenheit 9/11 ayrıca Amerika'da ve dünyaca ünlü uluslararası film festivallerinde toplam 25 ödülün sahibi oldu ve 12 ödüle de aday olarak gösterildi. Moore aynı yıl Will They Ever Trust Us Again? ve The Official Fahrenheit 9/11 Reader isimli kitaplarını da yayınladı. Amerika'nın 2004 Başkanlık seçimlerinde demokratik partinin üyesi olmadığını ancak General Wesley Clark'ı desteklediğini açıklayan Moore, aynı yılın eylül ve ekim aylarında üniversitelerde yaptığı konuşmalardan oluşan tamamen siyasal nitelikli "Slacker Uprising Tour" isimli tur programını düzenleyip demokratlara destek verdi. 2004 seçimlerinin ardından, filmlerinde kullanmak üzere Irak'taki savaş ve Bush yönetimiyle ilgili bilgi toplamaya devam eden Moore, 'Amerika 2006, Orta Dönem Seçimleri' için demokratları desteklemek amacıyla bir email kampanyası da başlattı. Moore halen, Fahrenheit 9/11'in devamı niteliğinde olan ve prodüksiyon aşamasında olan yeni filmi Fahrenheit 9/11½'in hazırlıklarıyla uğraşmaktadır.Filmleri -Roger & Me (1989) -Pets or Meat: The Return to Flint (1992) (TV) -Canadian Bacon (1995) -The Big One (1997) -And Justice for All (1998) -Lucky Numbers (2000) -Bowling for Columbine (2002) -Fahrenheit 9/11 (2004) -Sicko (2007) -Fahrenheit 9/11½ (prodüksiyon aşamasında) -Rage Aganist The Machine'in The Battle of Los Angeles albümden Sleep Now In The Fire adlı şarkının klibini Wall Street borsasının önünde çekmeye başlamış,polisin kendisini tutuklamaya kalkması üzerine grup elemanları borsayı işgal etmiş ve büyük bir kargaşa çıkarmışlardır.Bunun sonucunda borsa o gün 2 saat erken kapanmıştır. -20 Ekim 2003'de San Francisco State University'de katıldığı bir konferansta yaptığı Amerikan halkını aşağılaması ile ülkede bayağı tepki çekmiştir.Amerikalıların coğrafya hakkında hiçbirşey bilmediğini iddia etmiştir ve salondan 1 Kanadalı ve 4 Amerikan öğrencinin sahneye gelmesini istemiştir.Amerikalı öğrencilerin hepsinin 3.5 ortalamanın üstünde olmasını istemiştir.Kanada'lı öğrenciye Afganistan'in üç tane komşusunu sormuştur ve doğru cevabı almıştır.Amerikalı öğrencilere de Irak'in üç tane komşusunu sormuştur ama 4 Amerikalı öğrenciden bir tanesinden sadece Iran cevabı gelebilmiştir.Bunun sonrasında tüm salona dönerek Amerikalı tüm öğrencilerin başarılarının devamını dilemiştir. smiling smiley -Zenci bir kişiye kurşun yemiş,kanlı bir levhayı yapıştırarak,komik sebeplerle zencileri öldüren meslekdaşlara sahip polislere dönüp : "Ateş etmeyin,o bir ölü ! " diyerek polisleri de eleştirmiştir. -"Bir siyahın her an güvende olabilmesi için,polislerin onların ellerini görebilmeleri gerekir." Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Bernardo Bertolucci İtalyan yönetmen 16 Mart 1941 yılında Parma'da dünyaya gelmiştir.Ünlü İtalyan şair Attilio Bertolucci'nin oğludur. Çok rahat bir çocukluk geçiren Bertolucci,Roma Üniversitesi'nde gördüğü sırada ondaki performans fark edilmiş ve dönemin bir çok İtalyan yönetmeninin ilgisini çekmiştir. Roma Üniversitesi'ndeki eğitimi bittikten hemen sonra,1961 yılında,21 yaşındayken Pier Paolo Pasolini'nin Ascottane adlı filmin yönetmen asistanlığı ile sinema sektörüne adımını atmıştır. Bundan 1 sene sonra 1962'de çektiği ilk filmi olan "Commare secca, La" (The Grim Reaper)'i çeken yönetmen,İtalya'da hatırı sayılı bir üne kavuşur ve birçok yapımcının gözüne girer.1964 yılında ikinci filmi "Prima Della Rivaluzione" (Before the Revolution) o dönem pek sevilmemiş olsa da yönetmen takdirleri kazanmıştır. Asıl yükselişini 1967 yılında Sergio Leone için "Once Upon a Time in the West" senaryosunu yazarak başlatan Bertolucci,iki yıl sonra "The Conformist" adlı filmi yönetir ve 29 yaşında artık uluslararası sektörde tanınmaya başlamıştır. 1973 yılında,başrollerini Marlon Brando ve Maria Schneider'in paylaştığı "Last Tango in Paris"i çeken yönetmen bu filmle çok büyük ilgi görmüş,adı artık uluslararası alanda sıkça duyulan biri haline gelmiştir.Bu başarısını 1976 yılında çektiği,başrollerini Robert De Niro ve Gerard Depardieu'nın paylaştığı,solcu ve faşişt iki jenarasyonun çarpışmasını konu alan "1900"u çekerek pekiştiren yönetmen,böylelikle 36 yaşında sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmayı başardı. Bu filmin ardından yönettiği " La Luna ", " Tragedy of a Ridiculuos Man " filmler ile çıkışını sürdüren yönetmen,1985 yılında,sinema tarihinin en destansı filmlerinden biri olan,Çin'in son imparatoru Pu Yi'nin hayatını anlattığı "The Last Emperor" adlı filmi Dünya sinemasında adeta bir atom bombası etkisi yaratarak yönetmeni bu dalda ölümsüzlüğe taşımıştır.Film o yıl aday olduğu 9 Oscar ödülünün hepsini alarak bir ilki gerçekleştirdiği gibi dünyadaki tüm festivallerde 50 farklı ödüle aday gösterilip,38'ini alabilmiştir. 1990 yılında yönettiği,başrollerini Gerard Depardieu ve Debra Winger'in paylaştığı "The Sheltering Sky" ile yükselişine devam eden yönetmen,1992 yılında Keanu Reeves'in unutulmaz performanslarından birini sergilediği "The Little Buddha,ardından 1995 yapımı "Stealing Beauty" ile sinema yaşamına devam etmiştir. Şu sıralar genç yönetmenlerin projeleriyle daha çok ilgilenen yönetmen,sinema yaşamına bir süre ara verdiğini açıklamıştır.Filmleri 2001 - Heaven and Hell / Cennet ve Cehennem 1999 - Paradiso e inferno 1998 - Besieged / The Siege 1996 - Stealing Beauty / Çalınmış Güzellik 1993 - Little Buddha / Küçük Buda 1990 - The Sheltering Sky / Çölde Çay 1987 - The Last Emperor / Son İmparator 1984 - L'Addio a Enrico Berlinguer 1981 - La Tragedia di un uomo ridicolo / Tragedy of a Ridiculous Man 1979 - La Luna / Luna / Ay 1976 - 1900 / Nineteen Hundred 1972 - Ultimo tango a Parigi / Last Tango in Paris 1971 - La Salute è malata o i poveri morirono prima 1970 - Il Conformista / The Conformist 1970 - La Strategia del ragno / The Spider's Stratagem 1969 - Amore e rabbia / Love and Anger 1968 - Partner 1966 - Il Canale 1965 - La Via del petrolio 1962 - La Commare secca / The Grim Reaper 1962 - Prima della rivoluzione / Before the Revolution -2007 yılında Venedik Film Festivali Yaşam Boyu Onur ödülünü almıştır. -Babası ünlü bir şair olan Bertolucci aslında ilk zamanlardaki hayali babası gibi edebiyatla uğraşıp,şair olmaktı.Ama üniversitedeyken Pier Paolo Pasolini ile tanışması ve bu yönetmenin ondaki potansiyeli görüp,aklını çelmesi sonucu sinemaya yönelmiştir. -The Last Emperor birçok açıdan gerçekten destansı bir yapımdı,filmin sinema kurgusu 156 dakika,yönetmenin kurgusu ise 210 dakika sürüyordu ve günün şartlarına göre gerçekten uzun bir filmdi.Aldığı ödüllerin yanı sıra filmde olaylara tamamen tarafsız bakışı,buna paralel tarihi gerçekliği olmayan olaylara neredeyse hiç yer vermeyen Bertolucci'nin titizliği ile film adeta bir tarihi belgesel özelliği taşımaktadır.Pu Yi'nin hayatı boyunca hiç yanından ayrılmayın kardeşine film hakkında neler düşünüyorsunuz diye sorulduğunda "Bazı bölümler hariç tamamı yaşadığımız olaylardır" şeklinde cevap alınmıştır. Filmin çekim süresinde 19.000 farklı insan rol almıştır.Filmin başında 3 yaşındaki Pu Yi'nin tahta geçtiği günü anlatan meşhur saray bahçesi sahnesinde Çin Halk Ordusu'ndan 2900 asker filmde rol almıştır.Çin'in hemen hemen her yöresinden,her türlü insan çekimler için Yasak Şehre getirilmiştir. O dönemde birçok zorlukla karşılaşmasına rağmen tüm Çin halkı yönetmeni adeta başları üzerinde taşımış ve her türlü desteği sağlamışlardır.Halk desteğinin yanında dönemin hükümeti de çok büyük destekler sağlamıştır,askeri sahnelerin tamamında,saray bahçesi sahnesinde olduğu gibi Çin Halk Ordusu'nun askerleri figuranlık yapmıştır. Yasak Şehir'e ilk defa Bertolucci'nin kamerası girmiş,burayı ilk defa filme Bertolucci almıştır.Bertolucci'den önce buraya bu tür aletlerin girmesi kesinlikle yasaktı. Ayrıca The Last Emperor,Amerika veya İngiltere yapımı olmayıpta,"En İyi Film Oscarı"nı alabilmiş tek filmdir. 9 dalda aday olup ,tüm ödülleri toplayan filmin bu rekoru,2004 yılında Lord of The Rings:Return of the King'in 11 dalda aday olup tüm ödülleri almasına kadar kırılamamıştır. -Bertolucci'nin en büyük takıntısı,filmindeki renklerdi.Renklerle oynamayı,renklerle birşeyler anlatmayı çok seven yönetmenin tüm filmlerinde renklerle ilgili detaylar mutlaka fark edilir. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Danny Boyle 20 Ekim 1956'da İrlanda'lı bir ailenin çocuğu olarak İngiltere'de dünyaya geldi.Bolton'daki Thornleigh Salesian'dan sonra eğitimine Bangor'daki Wales Üniversitesi'nde devam etti. 1980 yılında Kuzey İrlanda'da BBC'nin prodüktörü olarak çalışmaya başladı.O dönemde BBC'nin çok sevilen televizyon dizisi olan "Mr. Wroe's Virgins"den sorumluydu. 1982'de tiyatroda çalışmaya başlamasıyla şov dünyasındaki kariyerini başlatan yönetmen,Joint Stock Theatre Company ve sonrasında Royal Court Theatre'da çalıştığı 1982-1987 yılları arasında sanat yönetmenliği ve vekil yönetmenliği yaptı.Bu dönemde TimeOut ödülünü de kazanan Howard Brenton'ın oyunu "Victory and The Genius and Edward Bond's Saved"in de içinde olduğu birçok projede görev aldı.Danny Boyle aynı zamanda Shakespeare Company için beş prodüksiyon hazırladı. 1994 yılında ilk uzun metrajlı filmi Shallow Grave'i çekti.Film büyük bir başarı yakalaması üzerine Boyle,ilk filmiyle adını dünyaya duyurmayı başardı. Danny Boyle,1996 yılında Irvine Welsh'in aynı adlı çok satan romanından sinemaya uyarladığı,geniş yankılar uyandıran ikinci filmi Trainspotting'i çekti.Trainspotting döneme öylesine damga vurdu ki Danny Boyle adı her tarafta yankılanmaya başladı.İngiltere'de "Four Weddings And A Funeral"dan sonra İngiliz sinemasının son dönemde en sevdiği ikinci film oldu.Bu film sayesinde Ewan McGregor ve Robert Carlyle gibi isimleri tüm dünyaya tanıttı ve önlerini açtı.Bu filmle birlikte bağımsız sinemaya da çok büyük katkılar sağlayan yönetmen bir çok festivalde jüri olarak görev yapmaya,dersler vermeye başladı. 2000 yılında Alex Garland'ın kült romanı "The Beach"ı sinemaya uyarlayan yönetmen,2002'de ünlü yazarın bir diğer romanı olan 28 Days Later'i filme almak için kamera arkasına geçti.Bu iki filmle ününü pekiştiren yönetmen,BBC için TV filmleri çekmeye başladı. 2004 yılında Alexander Nathan Etel'in başrolünde oynadığı Millions vizyona girdi.Filmde ünlü yazar ve sosyolog Frank Cottrell Boyce ile çalışan yönetmen,filminde İngiltere'nin Euro'ya geçeceği günden önceki birkaç günde bir ailenin başına gelen olayları,evin çocuğunun gözünden ele aldı. Filmlerinin görsel bir şov haline gelmesinde yönetmenin İskoçya'daki mekanlarını kullanmasının büyük etkisi vardır.Daha çok İskoçyalı aktörlerle çalışan Boyle,filmlerinde elektronik müziğin en başarılı örneklerini kullandı.Genelde filmlerinin ekranda ilk görünecek ilk sahnesini filmin ortasındaki görüntülerden seçmiştir. Kamera açıları olsun,ses efektlerini yerinde kullanması,titiz ve modern bir montaj tekniği kullanan Boyle,filmleriyle fanatik bir hayran kitlesi oluşturdu.Hayal gücünü sürekli olarak kışkırtan,yeni dünyalara açan çarpıcı ve yenilik dolu motifler kullandı. En son filmi geçtiğimiz aylarda vizyona giren Sunshine ile,gerilim ve bilimkurguyu birlikte harmanlayan Boyle,bu filmi ile Kubrick,Tarkovsky gibi ustalara da saygı duruşunda bulunduğunu ifade etmiştir.Filmleri -Slumdog Millionaire (2009) (yapımda) -Sunshine (2007) -Millions (2004) -28 Days Later (2002) -Alien Love Triangle (2002) -Vacuuming Completely Nude in Paradise (2001) (TV) -Strumpet (2001) (TV) -The Beach (2000) -A Life Less Ordinary (1997) -Trainspotting (1996) -Shallow Grave (1994) -"Screenplay" (1 episode, 1993) -"Mr. Wroe's Virgins" (1993) TV Series -"Inspector Morse" (2 episodes, 1990-1992) -For the Greater Good (1991) (TV) -The Nightwatch (1989) (TV) -The Hen House (1989) (TV) -Monkeys (1989) (TV) -The Venus de Milo Instead (1987) (TV) -Scout (1987) (TV) -Son zamanların en iyi yönetmenlerinden biri tartışmasız.Hareketli filmleri,en sıkıcı konuları bile eğlenceli bir hale getirmesi tartışmasız en önemli özelliği.Çok zeki bir insan olmasının yanında,diğer sanatlara ilgisi büyük bir artı. -İskoçya'ya büyük bir hayranlık beslemektedir. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Paul Verheoven 18 Temmuz 1938'de Hollanda'nın Amsterdam kentinde doğan Verhoeven,yaşayan en büyük yönetmenlerden biri olarak gösterilir. Leiden Üniversitesi Matematik ve Fizik bölümü derece ile bitiren Verhoeven,ilerleyen yıllarda Hollanda Kraliyet Donanması'na katılmıştır.Film kariyerine donanmaya ve bazı televizyon kanallarına çektiği yapımlarla başlayan yönetmen,1969 yılında Orta Çağ şövalyelerini konu alan ünlü Hollanda dizisi "Floris" ile ilk önemli yönetmenlik deneyimini gerçekleştirdi.Verhoeven'in 1971 yılında çektiği ilk uzun metrajlı filmi "Any Special Way",ve ardından 1973 yılında çektiği ikinci uzun metrajlı filmi "Turkish Delight" ile adından söz ettirmeye başladı.Özellikle bu iki filmde cinselliği ve trajediyi birlikte çok iyi kullanması ile başta erkek izleyiciler olmak üzere Hollanda'da çok popüler biri haline geldi. Bundan sonra gelen 1977 yapımı "Soldier of Orange" ve 1983 yapımı "The Fourth Man"le ününü pekiştiren Verhoeven,aynı zamanda Amerika'daki yapımcılar tarafından ilgi çekmeye başlamıştı.Yönetmen ilerleyen yıllarda Amerika'ya gitmiş ve sinema kariyerine burada devam etmiştir.Amerika'daki ilk filmi "Flesh&Blood"u 1985 yılında çeken yönetmen,1987 yılında kült filmi "RoboCop"a,bunun ardından da 1990 yılında çektiği "Total Recall" ile üst üste gişe rekorları kırdı. Bu filmler ile büyük bir ün ve başarı yakalamasına rağmen büyük bir kesim onu filmlerinde şiddeti aşırı bir şekilde resmettiğini savundu.Verheoven ise bu eleştirilere kendisinin toplumu aynen işlediğini,bunun ise izleyicilere acı geldiğini söylerek kendini savunmuştur. 1992 yılında "Basic Instinct" ile yine gözleri üstüne çeken yönetmen,1997'de çektiği ve birçok sinemacı tarafından en iyi bilimkurgu filmleri arasında gösterilen "Starship Troopers" ile kariyerine devam etti. Çektiği hemen hemen her filmde hem büyük tepki toplayan,hemde ayaklarda alkışlanan yönetmen en son 2006 yılında "The Black Book" adlı filmi çekmiştir.Filmleri -Azazel (2009)(yapımda) -The Thomas Crown Affair 2 (2008) (yapımda) -Black Book (2006) -Hollow Man (2000) -Starship Troopers (1997) -Showgirls (1995) -Basic Instinct (1992) -Total Recall (1990) -RoboCop (1987) -The Hitchhiker (1986'da 1 bölüm)TV -Flesh+Blood (1985) -The Fourth Man (1983) -Spetters (1980) -All Things Pass (1979) -Soldier of Orange (1977) -Soldier of Orange Mini TV-Series (1977) -Katie Tippel -Turkish Delight (1973) -Any Special Way (1971) -The Wrestler (1970) -Floris (1969'da 12 bölüm) -Mussert (1968) -Royal Dutch Marine Corps (1965) -Let's Have A Party (1963) -Nothing Special (1961) -A Lizzard Too Much (1960) -1995 yapımı "Showgirls" ile Amerika'da en kötü filmlere verilen Razzie Ödülleri'nde "En Kötü Yönetmen" ödülüne aday gösterilmiş ve ödüle layık bulunmuştur. -Verheoven'a göre rahatlamanın en kısa yolu Rammstein dinlemektir. -"The Fast and The Furious" ve devam filmi "2 Fast and 2 Furious" için ilk düşünülen yönetmenler arasındaydı,fakat o bu filmleri çekmeyi reddetti. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Natanyal Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Konuyu açan Paylaş Mesaj tarihi: Kasım 27, 2007 Sergio Leone 30 Ocak 1929'da Roma'da,yapımcı bir baba ve opera sanatçısı bir annenin oğlu olarak Dünya'ya geldi.İyi bir eğitim alan Leone,genç yaşlarında sektöre adımını attı. 18 yaşında sinema sektöründe çalışmaya başlayan yönetmen İtalyan ve Amerikalı yönetmenlere asistanlık yapmaya başladı.50'lı yıllara kadar bir çok büyük yapımda yardımcı yönetmen olarak görev aldı.Görev aldığı önemli filmlerden bazıları "The Bicycle Thief","The Last Days of Pompeii","Ben-Hur","Sodom and Gomorrah"dır.Aynı yıllarda bir taraftan birçok yönetmene başarılı senaryolar yazarken,bir taraftan da kendi uzun metrajlı filmleri için senaryolar yazmaya başlamıştı. İlk uzun metrajlı filmi "The Colossus of Rhodes"u 1961 yılında çeken yönetmen bu filmiyle hatırı sayılır bir beğeni topladı.Bir taraftan da Akira Kurosawa gibi yönetmenlerin filmlerini sentezliyordu. Spagetti Western olarak adlandırılan tarzının başlangıcı olan 2. filmi 1964 yapımı "A Fistful of Dollars" ile büyük bir başarı elde eden yönetmen hemen ardından 1965'te ve 1966'da çektiği "For a Few Dollars More" ile "The Good, the Bad and the Ugly" filmleriyle sinema kariyerine devam etti.Bu filmler öylesine beğenildi ki yönetmen tüm Dünya'da bir anda tanınan bir kişi haline geldi.Ayrıca Clint Eastwood gibi harika bir oyuncuyu da bu filmler sayesinde Dünya'ya tanıtarak büyük bir başarıya imza atmıştır.Birçok sinema eleştirmenine göre Leone olmasaydı Clint Eastwood belki de hiçbir zaman keşfedilemeyecek ve kaybolacaktı.Bu filmler daha sonraları "3 Dolar Serisi" olarak adlandırıldı ve hepsi kült olarak kabul edildi. Bu serinin üstüne çektiği bir diğer kült filmi 1968 yapımı "Once Upon a Time in the West" ile artık yaşayan bir western efsanesi haline gelen yönetmen sinemaya adını altın harflerle yazdırmayı başardı. 1971 yılında çektiği "Duck, You Sucker" ile başarılı kariyerine devam eden yönetmen,70'li yıllar boyunca yapımcılık ve senaryo yazarlığına devam etti. Son filmi olan 1984 yapımı "Once Upon a Time in America" ile gangster filmlerine el atan yönetmen bu projesinden de alnının akıyla çıkmış ve sinema tarihine bir kült film daha kazandırmıştır. 2. Dünya Savaşı konulu son projesi "Leningrad" için anlaşma imzaladıktan 2 gün sonra,bir kalp krizi sonucu,30 Nisan 1989'da hayata veda eden yönetmen,arkasında çektiği 6 kült filmle sinemanın en büyük yönetmenleri arasında yerini edinmiştir.Filmleri -Once Upon A Time In America (1984) -Duck,You Sucker(1971) -Once Upon A Time In The West (1968 -The Good,The Bad and The Ugly (1966) -For Some Dollars More (1965) -A Fistful of Dollar (1964) -The Colossus of Rhodes (1961) -Sergio Leone,Looney Tunes'in efsane karakteri Yosemite Sam'in fikir babalarından biridir. -Filmlerinde birlikte çalışmadan önce Ennio Morricone ile sınıf arkadaşıydı. -Clint Eastwood,1992'de çektiği Oscarlı Anti-Western filmi "Unforgiven"i Leone'nin tarzından etkilenerek çektiğini belirtir. -Çektiği yedi uzun metrajlı filmin altısı sinemacılar tarafından kült statüsünde gösterilmektedir. -Hayatı boyunca hiç İngilizce konuşamadı,Amerikalı aktörlerle görüşeceği zaman veya çekimlerin büyük kısmında hep tercümanlara güvendi. Link to comment Sosyal ağlarda paylaş Daha fazla paylaşım seçeneği…
Öne çıkan mesajlar