Jump to content
Forumu Destekleyenlere Katılın ×
Paticik Forumları
2000 lerden beri faal olan, çok şukela bir paylaşım platformuyuz. Hoşgeldiniz.

Bağdat'dan Bir Mektup Var-01


fedaykin

Öne çıkan mesajlar

Selam arkadaşlar,

Irak'a canlı kalkan olarak giden arkadaşlarımdan birisinden mektup geldi. Bu mektubu sizinlede paylaşmak istedim. Mektuplar devam ettikçe bende size yönlendirmeye devam ederim.

Umudunuzu hiç bir zaman kaybetmemeniz dileğiyle.

Güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler göreceğiz
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere süreceğiz


[hline]

Güncelleme: 19 Şubat
Bağdat’dan Tolga Temüge

Bize Cilvegözü’ne kadar eşlik eden, bizi ağırlayan ve sevindiren yüzlerce Türkiyeli insanla beraber Suriye sınırına vardık. Büyük bir kalabalık, Türkiye’den gelen barış eylemcilerine katılarak türküler eşliğinde dans etti ve ardından eylemcilere sarılarak yaşlı gözlerle onları uğurladı. Türkiye’nin her yerinde, insanların yoğun ilgisi ve desteği ile karşılandık. Her an, etrafımız isimsiz yüzlerle çevriliydi. Ama bu yüzler asla unutulmayacak yüzlerdi.

Türkiye’den Suriye’ye geçtiğimizde, görüntü ve mimari bir anda değişti. İnanılmayacak güzellikte bir görüntü. Gümrükten geçişimizin ardından kendilerini Suriye’deki sivil toplumun temsilcileri olarak tanıtan birkaç beyefendi bizi karşıladı ve bize kalacak yer ve akşam yemeği teklif etti. 40-50 yaşlarında iyi giyimli insanlardı. Aralarından biri biraz Türkçe konuşarak bize 60ların sonlarında, Ankara’daki Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) okuduğundan bahsetti. Biz de onların bu güzel teklifini şükranla kabul ettik.

Arabayla Halep sokaklarından geçerken, Salih (arabasında gittiğimiz Türkiyeli arkadaş), Arap halkının savaşa karşı seslerini duyurmaları gerektiğini hissederek sokakların sessizliğinden yakındı.
Sözlerini daha yeni bitiriyordu ki “Savaşa Hayır…Savaşa Hayır..Barış…barış…” diye haykıran, şarkı söyleyen yüzlerce insan yolumuzun üzerinde gözüküverdi. Salih’in yüzünde bir gülümseme belirdi. Kulağa son derece ritmik gelen sloganlarını duydukça, uygarlıkların beşiğine yaklaşıyor olmanın verdiği heyecanla ben de gülümsedim.

Kenneth Nicholas O’Keefe’nin o sabah 1:30’da Damascus’a varacağını ve otobüslerin onu bulunduğu yerden almasını rica ettiğini biliyorduk. Fakat Kenneth ve kırmızı otobüsteki bazı insanlar arasında daha Paris’te iken ortaya çıkan bir anlaşmazlık hala devam etmekteydi ve Türkiye’den gelen grup bu sorunun ortasında kalmış olmaktan dolayı mutsuzdu. Çok farklı insanlardan oluşmuş olan Türkiye grubu, bu anlaşmazlığın barışçıl bir biçimde çözülmesi ve kişisel planların bir kenara konması gerektiğini vurguladı. Kırmızı otobüsteki grup Damascus’a uğramadan doğrudan gitmeye karar verdi ve yabancı grup, eski bir İngiliz diplomat olan Sue Darling’i Bağdat’a kadar geçerli olmak üzere genel koordinatör seçti. Ben ise, daha önce hiçbir gruba dahil olmamayı seçmiş olduğumdan ve bu grubun yetişmesinin mümkün olmadığı Bağdat’taki 15 Şubat barış yürüyüşlerine zamanında varabilmek için ayrı olarak ilerleme kararı aldım.

Yol üzerinde bana katılan Ayşe ile 09:30’da Quamshli’deki otobüs terminalinde indik; etrafımız birtakım Kürt vatandaşlar ile çevriliverdi. Otobüs terminalindeki küçük bir kafede humus, patates yiyip çay içtik. Sınıra doğru yürümeye başlamadan önce, kendimizi, etrafımızdaki insanlarla Arapça, Türkçe, Kürtçe ve İngilizce’nin karışık bir şekilde konuşulduğu ve mimiklerle anlaşmaya çalıştığımız bir sohbetin içinde buluverdik.

Küçük bir polis karakolu bulup içeri girdik. Genelde bu sınırı, oranın yerli halkı, kamyonlar ve kamyonetler kullandığından polis görevlileri gecenin ortasında bir anda bir kırmızı saçlı bir genç kadın ve uzun saçlı, küpeli bir adam görünce şaşırdılar. Şişman olan polis şefi bizi hemen ofisine çağırdı ve bana bilgisayar kullanmayı bilip bilmediğimi sordu. Ellerindeki PC’yi kullanmakta zorluk çektikleri belli oluyordu. Sorunu çözdük ve durumdan çok memnun gözüken polis şefi bana bilgisayarda çalmak üzere bir CD verdi. Ayşe, CD’yi virüsten temizlemek için biraz zaman harcadı. Ben de nerede olduğumuzu anlamak için bir haritaya bakacak fırsat bulmuş, haritayı incelerken CD’den romantik Fransız şarkıları çalmaya başladı! Polis şefi gülümsüyordu.
Biz bir sonraki durağı, gümrük binasını bulmaya çalışırken sis iyice bastırdı. Orada, genç, zayıf bir Iraklı çantalarımızı kontrol etti. Anahtar kelimenin “Duru el Basari” olduğunu farkettik; Arapça “canlı kalkan” anlamına geliyordu, ve bunun, bizim durumumuzda oldukça yardımı oldu. Ben, dizüstü bilgisayarımla beraber başka bir odaya alındım. Kişisel dosyalarım kontrol edildikten sonra, bu genç zayıf Iraklı, diğer görevlileri arayarak onları, dizüstü bilgisayarımı yanıma almam konusunda ikna etti. Son olarak, bana bilgisayarın nerede yapıldığını sordu ve beraber sihirli kelimeyi bulduk: “Çin’de yapılmıştır.”

Oldukça harap bir durumda olan çok küçük bir kulübenin kontrol noktası olduğu ortaya çıktı. Üç asker bizi içeri buyur etti ve oturmamızı söyledi. Saat neredeyse 01:30 idi ve hiçbir ulaşım aracının geçmediği yerleşim yerlerinden çok uzaklarda bir yerdeydik. Ama askerlerden ikisi, Cessim ve Galip, Türkçe’ni
Link to comment
Sosyal ağlarda paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...